Makale

İslam ve Güzel Sanatlar Üzerine Bir Değerlendirme

İslam Ve Güzel Sanatlar Üzerine Bir Değerlendirme

Doç. Dr. Fikret KARAMAN
Elazığ Müftüsü

Tarihin her döneminde toplumla- rın sanat anlayışı üzerinde çeşitli değerlendirmeler ve tartışmalar yapılmıştır.
Çünkü insan daima sanatla birlikte yaşamıştır. Onun kendi yaratılışı başta olmak üzere, altında dolaştığı gök kubbe, üzerinde gezdiği dünya ve çevresinde gördüğü canlı ve cansız bütün varlıklar İlâhî sanatın bir kopyasıdır. Kişi saçlarını tararken, list başını düzeltirken, evlerini düzenlerken, yeyip içtiklerini seçerken bile farkında olmadan sanata karşı olan zevkini dışa yansıtmaktadır. Görülüyor ki sanatı bir zaman dilimi ya da toplumun bir kesimiyle sınırlandırmak mümkün değildir. Hal böyle iken zaman zaman İslâm ile sanat arasında bir zıtlık ve uyumsuzluk olduğu imajı verilmeye çalışılmıştır. Böylece İslâm dini ve onun sanata bakışı hakkında yanlış ve bilimsel temellerden yoksun bazı iddialar ileri sürülmüştür. Konunun açıklanmasına katkıda bulunmak amacıyla bu yazımızda öncelikle sanatın tanımı, İslâm’ın sanat anlayışı, tarih ve kültürümüze yansıyan sanat çeşitleri ile hayat ve sanatın ortak yönleri üzerinde durmaya çalışacağız.
Sanat: Arapça “Sanea” kökünden türemiştir. Sözlükte, işlemek, yapmak, sonradan husule gelmek ve iyi yapmak, anlamına gelmektedir. Istılahta ise sanatın bir çok tanımı yapılmıştır. Biz bu rada bütün tanımlardaki ortak noktalan ihtiva eden şu özel tanımlarla yetinmek istiyoruz.
a- Sanat; bir işi, bir zevki, üstün bir estetik duyguyu yansıtacat şekilde gerçekleştirme biçimidir.
b- Sanat; bir duygunun bir tasarının veya güzelliğin ifadesinde kullanılan metotların tümü ve bu metotların sonunda uygulanan ve ulaşılan kurallardır.
c- Bir işin ustalıkla ve özenerek yapılması, kendi cinsi içinde bağenilecek standartlarda olması da sanat olarak ifâde edilir ki insan hüneri ile aynı anlama gelmektedir. Ayrıca sanatın, ahlâk, felsefe, tarih şiir, edebiyat, yazı ve roman gibi soyut alanlarla ilgisi olduğu gibi sanayii, teknoloji, inşaat ve kısaca tabiatın ihtiva ettiği bütün fizikî unsurlarla da yakından ilişkisi vardır.1
Günümüzde “sanat” kelimesinin bazen “yaratma” anlamına da kullanıldığı görülmektedir. Bu tür bir ifadenin maksadı aştığını hemen belirtmemiz gerekir. Çünkü sanat daha çok sonradan husule gelmek demektir. “Yaratmak” ise daha farklı bir durumdur. Zira bu kelimenin aslı arapça olup “Halaka” fiilinden gelmektedir ki, yaratmak veya yoktan var etmek demektir. Oysa ki insanların bir şeyi yoktan var etmesi (yaratması) mümkün değildir. Bu nedenle bazen sanatçılarımızın “eser yarattım” gibi terimler kullanmaları doğru değildir. Çünkü yaratmak sadece Allah’a mahsustur. O, kendi sorumluluğunda olan yaratma fiilini başka bir varlığa vermemiştir. Sanat daha çok, hayata verilen yeni bir form, tarz, şekil, mâna ve estetik düzeltmedir. Görülüyor ki, insanın zeka ve hünerinin eseri olarak, daha önce hayat ve tabiatta mevcut değilken, ancak insan eli ve emeği ile yapılmış olan eserler sanat olarak değerlendirilmektedir. İnsanların bu eserlere sahip çıkmaları veya onları daha mükemmel, daha yararlı ve kullanılır hale getirmelerinde elbette sakınca yoktur.2
İslâm ve Sanat: Çağımızda İslâmî gelişmenin durduğunu ve buna bağlı olarak müslüman ülkelerin geri kaldığım iddia edenler olabilir. Bu iddia daha çok günümüz teknolojisi, silah üretimi, malî denge ve siyasî durumlara müdahale etmekte kısmen geçerli de sayılabilir. Fakat bu, hiçbir zaman müslümanların misyonunu tamamladığı anlamına gelmez. Nitekim günümüz İslâm dünyasında varlıklarını zevk ve heyecanla müşahede ettiğimiz kültür, medeniyet ve sanat eserleri bunun en güzel örnekleridir. Filozoflar ve estetik nazariyeciler, sanatın kaynağı ve mahiyeti üzerinde tarih boyunca tartışmışlardır. Varılan ortak kanaate göre sanatın kaynağı insanın ruhu ve diğer manevî cephesidir.
Ruhtan ve maneviyattan mahrum, biyolojik hayatına paralel olarak ruhî ve manevî bir hayat yaşamayan varlıkta sanat olmaz. Nitekim hayvanlar âleminde sanat yoktur. Çünkü sanat insanın ruhî ihtiyacının bir cevabıdır. O halde denilebilir ki sanat, insanın güzellik duygusundan (güzeli keşfetme), güzeli ifâde etme, güzeli sevme arzusundan) yani “aşk” tan doğmuştur. Bunun için de her türlü sanatın başlıca ve vazgeçilmez konusu “aşk” tır. Yani aşk sanatın hem kaynağı hem de konusudur. İnsanın idrak edebileceği her güzellik varlığın mahiyetindeki İlahî güzellik ve ahengin bir parçasıdır. İnsan yaratıldığı ilk günden itibaren hasretini çektiği bir güzellik daha vardır ki o da kemâl-ı mutlak olan Yüce Allah’ın güzelliğidir.
Yüzyılımızın büyük şairlerinden merhum Necip Fazıl Kısakürek bu ulvî hasretini şu beytiyle anlatmaya çalışmıştır.
“Anladım işi, sar lah’ı aramakmış;
Marifet bu, gerisi çelik-çomakmış...’4’
Gerçekten insan objektif ve akl-ı selim doğrultusunda düşünüp, kainatın yaratılışı ile, onun sevk ve idaresini sağlayan unsurla- rabaktıkça hayret ve heyecanı bir o kadar daha artmaktadır. Bu hususlar Kur’an-ı Kerinvin şu ayetleriyle mükemmel bir üslûp için de anlatılmıştır.
“Göğü Allah yükseltti ve mizanı (dengeyi) O koydu. Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir.” 5
“Üstündeki göğe bakmazlar mı ki; onu nasıl bina etmiş ve nasıl donatmış! Onda hiçbir çatlak da yoktur.”6 “De ki; Göklerde ve yerde neler var, bakın (da ibret alın!) fakat inanmayan bir topluma deliller ve uyarılar fayda sağlamaz.”7 “Göklerin ve yerin vara-tılışın- da gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akl-ı selim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.” 8 “O ki, birbiri ile ahenktâr yedi göğü yaratmıştır. Rahman olan Allah’ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?” 9
“Yeri uzatıp yaydık. Orada sabit dağlar yerleştirdik. Yine orada miktarı ve ölçüsü belirli olan şeyler bitirdik.” 10 veya benzer konulara dikkat çekmek bakımından başka âyetler de; buraya almak mümkündür Ancak mealini verdiğimiz bu ayetlerde bile, sanat ve sanatkârlar dünyasına ilham kaynağı olabilecek sonsuz ve sınırsız ibretler vardır. Zira kâinatın unsurları arasında kopukluk, boşluk, aralık, çatlaklık ve uyumsuzluk yoktur. Yeryüzünden, gökyüzüne ve hatta uzaya değin herşey uyumlu, ahenk içinde birbirleriyle irtibatlı ve aksaklık kabul etmeyen bir düzene sahiptir. Nitekim şu ayeti kerime de bu hususu teyid etmektedir. ’’Gecede onlar için bir ibret alametidir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklara gömülürler. Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (döner) işte bu, Aziz ve Alim olan Allah’ın takdiridir. Ay için de bir takım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner. Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri yörüngede yüzerler.”
Sanatkârın gönlü; elem, ızdırap, hayal, çile, ve acılarla doludur.
Bunlara şifa ararken yer, gök, ay, güneş, yıldız, karanlık, ışık, dağ, deniz, ağaç, çiçek, gül, bülbül ve yâr terennümüyle aşk tüneline girerek tek ve mutlak kuvvet sahibi olan Allah’a ulaşmak ister.
İşte sanatkârın asıl hedefi, tabiat ve varlığın mâverasındaki (ötesindeki) bu güzelliğe kavuşmaktır. Sanatkâr bu hazzı elde etmek için hayalin, hislerin, sezginin dünyasında keşfe çıkar. İlim adamı ise realitenin dünyasında yol almaya çalışır. Diğer bir ifade ile ilim adamı tahlil ederek, sanatkâr terkîb ederek bulduklarını göstermeye çalışırlar. Birini akıl, diğerini gönül, sevk ve idare etmektedir.
Bu değerlendirmelerden de anlaşıldığı gibi İslâm ve sanat arasında bir çelişki yoktur. Ancak bu husus zaman zaman bazı çevreler tarafından İslâm’ın canlıların resmini sembolize etmeye izin vermediği gerekçesiyle asıl amaç ve hedefi saptırmaya çalışmışlardır. Oysa ki işin aslı ve özü bu iddialardan daha farklı ve önemlidir. İslâm’ın doğuşunda sadece Arabistan’ı değil bütün insanlığı tehdit eden bir “şirk olayı” vardı. O çağda “tek Allah inancı” kısmen kabul görse bile insan ile Allah arasında vasıta olabilecek bir veya bir kaç puta tapma alışkanlığı yaygındı. Bu putlar kadın ve erkek cismi şeklinde sembolize dilerek fizikî (taş, demir, tunç, vs.) malzemelerle gündemde tutulmaya çalışılıyordu. İbn-i İshâk bu hususta şunları söylüyor:
“ Araplar Allah’a inanıyorlardı, fakat Allah ile kendileri arasında şefaatçi, yardımcı sandıkları putlara da tapıyorlardı. Zira her evin bir putu vardı. Adam sefere çıkacak olursa evinden çıkmadan önce putu meshederdi. Bu onun sefere gittiği zaman evinde yaptığı son işi olurdu. Seferden dönerken de ilk işi yine putuna elini sürerdi. "’’Görüldüğü gibi İslâmiyet fizikî yapıya sahip put, resim, heykel ve diğer canlıları sembolize eden şekillere karşı olma yerine onlara ulûhiyyet sıfatının yüklenmesine ve isnat edilmesine karşıdır. Bundan daha tabiî ve haklı bir davranış da düşünülmez. Şayet insanlık bugün, inanç, ibadet ve hür olmak gibi bazı temel insan haklarına sahip çıkabiliyorsa İslâm’ın bundaki olumlu payını görmemezlikten gelemez. Kaldı ki sanat da zaten sadece fiziksel bir olgu değildir.
Sanat öncelikle ruh ve gönül aleminin arındırılmasıdır. Daha sonra dışa yansıyan davranışlarını disipline ederek beklenen, hizmet, kalite, huzur ve güzellik dolu eserlerin ortaya konulmasıdır. Topluma sunulan bu ürün şiir, edebiyat, tasavvuf, felsefe, müzik gibi kulağa hitap eden sanat olabileceği gibi göze hitap eden resim, minyatür, ahşap oymacılık, hatt, kilim, oya, manzara veya fizikî şekil olarak seramik, cam işlemeciliği, mimarlık ve proje gibi sanatlar da olabilir.
Tarihin sahifeleri geriye doğru aralandığında ya da Anadolu veya Ortadoğu’nun mütevazi bir yerleşim yerinde halen dimdik ayakta duran cami, medrese, hamam, kervansaray, çeşme, kütüphane ve çarşı gibi eserler dikkatlice incelendiğinde İslâm’ın sanata olan katkısı daha iyi anlaşılmaktadır.
Ünlü Fransız filozofu Roger Gara- udy İslâm’ın sanata verdiği değeri şöyle ifade ediyor: “Dünya sanatına muazzam bir katkıda bulunan İslâm sanatı, insanlığın ortak geleceğini imar etmede belki de en büyük payı sağlayacaktır.”13
İnsan olarak müşterek taraflarımız ve hatta birbirine çok benzer özelliklerimiz vardır. Sanat da bu ortak değerlerden biridir. Örneğin herkesin kendi denizinin incisini çıkarması güzeldir. İnciler aynı çizgi üzerinde veya vitrinde sergilenince herkes onları sevecektir. Zaten sanat da sevgi, huzur, eğitim- bilim. ahlâk ve zerâfettir. Sanatkârın çevresine zarar vermesi bir yana o değerlerini herkesle paylaşır ve onların değerlerine de saygı duyar. Çünkü sanat, fert ve toplumun ortak inancı, dili, tarihi, düşüncesi ve kültürüdür. Unutulmamalıdır ki her sanatkâr öncelikle kendi milletinin, mensubu olduğu kültür dairesinin eseridir. Bu nedenle önce kendi milletinin zevkini temsil eder, kendi millî kültürü, millî hayatını aksettirir. Aksi halde bugün Farabî’yi, İbn-i Sinâ’yı, Mevlânâ’yı, Mimar Sinan’ı, Fuzûlî’yi ve Meh- med Akif Ersoy gibi daha nice dehaları tanımak ve anlamak imkânı olmazdı.

1- Dr. Vedat Erkul, Sanat ve İnsan, Timaş Yayınları, İstanbul, 1996.
2- Dr. Vedat Erkııl, age, s. 11 ,vd.
3- Yeni Türk Ansiklopedisi, Otiiken Yayınlan, İst. 1985, c. 9, s. 3388.
4- Dr. Vedat Erkul, age, s.l 1.
5- Rahman, 7, 5.
6- Kâf, 6.
7- Yunus, 101.
8- Al-i İnırân, 190.
9- Mülk, 3.
10- Hicr, 19.
11- Yasin, 37-40.
12- Prof. Dr. Süleyman Ateş, İslâm’a İtirazlar ve Kur’an-ı Kerim’den Cevaplar, Yeni Ufuk Neşriyat, İst. s. 197.
13- Dr. Vedat Erkul, age.