Makale

MEZHEPLER VE TARİKATLAR

BAŞYAZI

MEHMET NURİ YILMAZ
Diyanet İsleri Başkanı

MEZHEPLER VE
TARİKATLAR

Arapça bir kelime olan "Mezhep" lügatte; "Gidilen,, takip edilen, izlenen yol" anlamına gelmektedir. Istılah’ta ise; "Dinî meselelerin özüne vakıf, din’de söz sahibi olan ve "Müctehid" denilen bir âlimin; Kur ’ân, Sünnet, İcmâ ve Kıyas... gibi temel dinî kaynaklardan hüküm çıkarma usulleri ve çıkarılan hükümlerin tümüne "Mezhep" denir.
Belli bir şahıs veya o şahsa tabi olan topluluğun Kur’ân ve Sünnete dayalı itikâdî ve siyasî düşüncelerini yansıtan mezheplere, önceleri kaynaklarımızda; "Fırka" (çoğulu: "Firak") veya "Nıhle" (çoğulu: "Nihal"), amelî (fıkhî) düşünce ekollerine de "Mezhep" denilmekte idi. Ancak daha sonraları Islâm Dini’nin siyasî, itikâdî ve amelî sahalardaki düşünce sistemlerinin tümüne dilimizde müştereken mezhep denilmeye başlanmıştır.
’Tarikat" da mezhep gibi lügatte; "yol" manasına gelir. Ama metot ve ilgi alanı bakımından mezheple tarikat arasında bazı farklar vardır. Yukarıda verilen tariflerden de anlaşılacağı üzere mezhepler; İslam Dini’nin siyasî, itikâdî ve amelî konularını sistematize ederken, Tarikatlar daha ziyade insanların ahlâkî cepheleriyle ilgilenmişler, onları manen olgunlaştırmayı ve ahlâken tekâmül ettirmeyi amaç edinmişlerdir.
Devr-i Saadet’te müslümanlar ihtilâfa düştükleri bir konuyu Hz. Peygamber (SAS.)’in hakemliğine başvurarak (özümlüyorlardı. Dolayısıyla o zaman müslümanların fikir ve düşünce bazında bölünmeleri mümkün değildi.
Hz. Osman’ın şehit edilmesi ve O’nu takip eden yıllarda meydana gelen bazı üzücü hadiseler ve bu olaylar üzerindeki yorumlarda müslümanlar fikir ayrılığına düşmüşler, Kur’an ve Sünneti anlama ve tatbikte yeni ve farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Görüş, düşünce, anlayış, yorum ve tatbikatta başlayan bu farklılaşmada; bu olayların yanında, Islâm ’ın Arabistan sınırlarını aşarak Iran, Orta Doğu, Kafkasya ve Anadolu... gibi farklı inanç ve etnik kökene sahip insanların yaşadığı bölgelere yayılması sonucu müslümanların buralarda yaşayan insanların inanç ve kültürlerinden etkilenmelerinin, yeni müslüman olan insanların da eski inanç ve kültürlerinden tamamen kopmamalarının, onların bazı unsurlarını yeni akide ve ibadetlerine karıştırmalarının da önemli payı vardır. Emeviler’in biat usulünü kaldırarak saltanatı tesis etmeleri, Hz. Ali taraftarları ile Ehl-i Beyt mensuplarına zâlimâne davranışları ve ırkçı-kabileci tutumları da, özellikle siyasî mezheplerin zuhurunda etkili olmuştur.
Hicrî II. yüzyılda oluşmaya başlayan ve asırdan itibaren sistemleşen tarikatların, insanlara; lüksek karakterli ve ahlâklı olmalarım" öğütlemek ve onları manevî bir disiplin altına almak suretiyle, fert ve cemiyet havalında önceleri son derece faydalı hizmetleri olmuştur. Keza; İslâmiyet’in yayılmasında, gelişmesinde, müslümanların birlik ve beraberliklerinin tesis edilip güçlenmesinde; "Alperen, şeyh, derviş, pîr..."gibi tarikat kurucuları ve mensuplarının olumlu katkılarını inkâr etmek mümkün değildir.
Ancak önceleri iyi niyetle kurulan, ferdî ve İçtimaî sahada önemli görevler ifâ eden tarikatların bazıları; cahil ve menfaatperest "şeyh" ve "tarikatçı" ünvanını alan bazı kötü niyetli kişilerin elinde dünyaya kapalı, bid’at ve hurafelerle dolu, zararlı ve bölücü unsurlar haline getirilmişlerdir. Bugün müslümanların körü körüne mezhep ve tarikat tartışmalarına girişmeleri ve gelişigüzel birbirlerini itham etmelerinin altında yatan neden de; bu gibi şeyh ve müridlerin İslam’ın özünü, tarikat ve mezheplerin kuruluş esprisini, gaye ve maksadını bilmemeleri, onları şahsî, siyasî ve dünyevî menfaatlerine alet etmeleridir.
İnsanoğlu yaratıldığından beri fikir ve düşünce ayrılıkları daima olmuştur ve olacaktır. Tefekkürün tabiî sonucu olarak zuhur eden İslâmî mezhep ve tarikatları eyleme dönüşmeyen fikir farklılıklarını bu çerçevede değerlendirmek ve onları İslam düşüncesi ve kültürünün birer zenginliği, Dinimizin fikir hürriyetine verdiği önemin delilleri olarak kabul etmek gerekir.
Düşünce ayrılığı; İslam ’ın temel akidelerim inkâr noktasında değilse, siyasî, itikâdî ve amelî konulardaki ihtilaflar ve Kur’ân’a dayalı açıklama ve yorumlardaki farklılıklar yüzünden insanların tekfir edilmesi, horlanması, dışlanması, yadırganması; İslam’ın ruhuna uygun değildir. Bu, İslam’ın hürriyetçi anlayışıyla bağdaştırılamaz. Bütün tarikat ve mezhep mensuplarının üst kimliği "Müslüman" olmaktır. Öyleyse farklı düşünce ekollerinde yer alan müslümanların; kendileri dışındaki müslümanlara bakış ve davranışları bu ölçülerde olmalı, bütün müminler mezhep ve tarikat taassubundan uzak bir şekilde birbirlerine İslam kardeşliği esprisiyle yaklaşmalı, teferruata ait farklılıklar kin, düşmanlık ve tefrika nedeni olmamalıdır.