Makale

KÜTAHYA YEŞİL CAMİİ VE TEZYİNATINDAN ANLAMLI BİR BÖLÜM

KÜTAHYA YEŞİL CAMİİ VE
TEZYİNATINDAN ANLAMLI BİR BÖLÜM

PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU
Gazi Ü. Eğt. Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Bşk.


Kütahya İlimiz’ in merkezinde kâin, nevi şahsına münhasır tezyinatı ile dikkatleri çeken şirin ve güzel bir cami vardır ki adı bugünkü kayıtlarda "Yeşil Cami" olarak geçmektedir. Caminin dış kapısı köşesinde bulunan levhada da "Yeşil Cami 1321" (1905) yazılıdır. Cami, şehrin hükümet caddesi üzerinde, aynı dönemin tarihî bir diğer mimarî eseri olan Hükümet Konağı’na yakın olup eski cezaevi civarındadır.
Kayıtlara ve Kütahya’dan söz eden kaynaklarda yazılı bilgilere göre bu caminin adı "Recep Ağa Mescidi" ve "Hamidiye Camii" olarak da geçmektedir. Çünkü söz konusu camiyi, ilk defa Kütahya Mütesellimi Recep Ağa, aynı yerde tek kat üzerine ahşap olarak yaptırmıştır ki, bu ilk yapılış tarihi Hicrî 1101 (Miladî 1689)’dan önce olmalıdır. Cami harap olmuş, Anadolu Eyalet Valisi Yahya Paşa tarafından 1162-1166 (1748-1752) yılları arası genişletilerek yeniden fevkânî -yüksek- olarak yaptırılmış; bir de "Sübyan Mektebi" eklenmiştir. Daha sonra Kütahya Valisi Melek Ahmed Paşa oğlu Kütahya Valisi Osman Paşa’nın hazinedarı Feyzullah Ağa tarafından 1225 (1810)’da yeniden tamir ettirilmiş ve kapalı alan mektebe bir muallim tayin edilmiştir. Mescid 1274-1275 (1857-1858)’de yanmış, yeniden yapılmasını takiben Yeşil Cami adını almıştır. Caminin günümüzdeki mimarisi, bu şehirde onbeş yıl (1893-1908 arası) mutasarrıflık yapmış olan Ahmed Fuad Paşa’nın dönemi eseridir. Ahmed Fuad Paşa aslen Giridli olup eserleriyle meşhur valilerden Girid’li Sırrı Paşa’nın kardeşidir. Kendisinin de kitap olarak eseri bulunup bulunmadığı şu anda meçhulümüzdür; fakat Kütahya’da bıraktığı mimarî eserler ve hayırları kıyamete kadar yâd olunacak boyutludur. Yeşil Ca-mi’ye ilaveten tarihî mimarîsi ve tezyinatı ile ünlü Kütahya Hükümet Konağı da onun dönemi eserlerindendir. Ayrıca şehirde su yolları açtırmış. Hükümet Konağı civarındaki, şehre ferahlık ve güzellik veren çınarları o diktirmiştir. Ne yazık ki milletimiz zaman zaman gerçek hizmet erbabı kimselerin kıymetlerini bilememektedir; fakat değişen şartlar böylesi hataları kısmen telafi etme fırsatını vermektedir. Meşrutiyet’in ilanı üzerine bir grup Kütahyalı’nın estirmeye başladıkları menfî hava neticesi, Ahmed Fuad Paşa şehirden adeta kaçırılmış, duyduklarımız doğru ise, arkasından teneke çalınmıştır. Daha sonra Girid’e yerleşen ve hayli ilerlemiş yaşında evlenen Fuad Paşa bilâ-veled orada vefat etmiştir. Kütahya’da ikamet eden, bu caminin imam-hatipliğinden emekli Mehmed Dumlu Ho-ca’nın verdiği bilgilere göre, yıllar sonra, hatanın telafisi için merhum paşanın hayatta olan yakınları Girid’den Kütahya’ya davet edilerek ağırlanmışlar, şehre paşanın büstü dikilmiş, hükümet önündeki caddeye adı verilmiş, ruhu için mevlid okutulmuş; böylece kısmen iade-i itibarda bulunulmuştur ki bunlar Kütahyalılar için, önceki olayların aksine fazilet ve kadirşinaslık örneğidir.
Caminin Bugünkü Mimarisi ve İç Tezyinatı
Yukarıda ifade edildiği üzere kargîr ve nakışlı haliyle Arap tarzı mimarisindeki cami, Ahmed Fuad Paşa’nın gayretleri ve hayırsever halkın yardımlarıyla yaptırılmıştır. Mimarı Ahmed Fuad Paşa, ustaları Koca Yorgi ve Uya Kalfadır. Minare, İstanbul’dan getirtilen Küçük Yorgi tarafından yapılmıştır. Minare basamaklarını Kütahyalı Ahmed Minareci koymuştur ki bununla ilgili şöyle bir olay kitaplara geçmiştir. Paşa, basamakları koyacak ustaya hitaben: "Nasr Sûresini biliyor musun?" diye sorar. Evet cevabını alınca "Her basamakta bu sureyi bir kere oku ki minare ve cami bir müslümanın elinden tamamlanmış olsun" der ve basamaklar bu şekilde konur.
Ka’be-i Muazzama ebadında diyebileceğimiz cami dört duvarla çevrilidir. Duvarlar ve pencere kenarları kesme taşlarla kargîr olarak yapılmıştır. Dış görünüşünde ayrı bir hoşluk vardır ve bina, bulunduğu arsaya uydurulmuştur. Kubbe, dört duvar üzerine, sekizgen bir kasnağa oturtulmuş olup kurşun kaplıdır. Caminin inşaat alanı 10.90x10.90 metre olup toplam 120 metrekare civarında bir büyüklüktedir.
Cami kubbesinin büyük çevresinde boydan boya bulunan Âyete’l-kürsî, Kütahyalı bir hattat tarafından, Tekirdağlı Halil Efendi’nin Ulu Cami’deki yazı kalıplarından faydalanılarak yazılmıştır. Caminin her tarafı yağlı boya ile boyanmış olup altın yaldızla, nakışlı ve kabartma yaldızlı müzeyyen ve münakkaştır. Tezyinatın, saray desinatörlerinden olup o tarihte Kütahya’da sürgünde bulunan Ressam Rıza Bey tarafından yapıldığı rivayet edilir. Hükümet Konağının çinilerini de bu ressamın hazırladığı söylenir. Mihrap alçı kabartmadır. Minber, doğrama sanatının başarılı örneklerindendir. Bir yüzünde 160 parça vardır. Alt kısımları kabartma alçı ve altın yaldızlı olup çeşitli yerlerine "Bânî Fuad Paşa" yazılıdır. Kuzey tarafından iğ gibi kıvrılan ve güzel bir ustalık eseri olan 24 basamaklı bir merdivenden müezzin mahfiline çıkılır. Bu mahfil 10.90 x 3.60 metre olup cephesi doğrama kafeslidir. Minareye de buradan çıkılır. Kesme taşlardan yapılmış olan minarenin gövdesi onikigendir. Bu köşeli minare Kütahya’dan tek örnektir. Müezzin mahfilinin sağında ve solunda, doğu ve batı duvarlarında, mahfil hizasında, -resimlerde görüldüğü üzere- kabartma yazı is-tifli hilâl içinde yedi tarîkat tacı yer alır. Bize bu makaleyi yazdıran sebep de bu tadarın cami tezyinatında yer almış olmasıdır ki aşağıda aynı konuya değişik boyutlu olarak temas edilecekir. Bu tadar üzerinde şimdiye kadar her nedense hiç durulmamış; kaynak olmak üzere karıştırdığımız eserlerin sadece birinde, Atatürk’ün Doğumunun 100. Yılına Armağan Kütahya adlı kitabda bir cümle ile yer verilmiştir.
Heyet-i mecmûasıyla cami Sultan II. Abdülhamid devrinin (1876-1909) sonlarında bu şehirde yapılmış olan dinî mimarî içinde en dikkati çekenlerdendir. Sultan Abdülhamid’in nakdî yardımda bulunup bulunmadığı kesinlikle bilinmemekle beraber, camideki avizeleri onun gönderdiği söylenir. Caminin bir adının da "Hamidiye Camii" olması dikkate alınırsa, Anadolu’nun pekçok yerlerinde kâin benzerleri gibi, nakdî yardım geldiği de düşünülebilir. Caminin açılış törenine ait bir albümün Yıldız Sarayı albüm koleksiyonu arasında (Bkz. İstanbul Üniversite Kütüphanesi Yıldız, numara 90544) bulunması ve albümün kapak tezyînatının cami süslemeleri ile aynı olmasının dikkate alınması hususu, iddianın doğruluğuna delil olacak boyutludur.
Halen cami giriş kapısının üstünde bulunan ve son şeklini aldığı tarihi gösteren kitabenin ebced beyiti şöyledir:
Gelüp tarîh-i cevher dir buna Cennet’den on Sahâbî (Sahbî)
Kütahya şehrine revnak-fezâ bu m a’be d-i eşher 1321
(Kütahya, Kütahiyye okunmalıdır.)
Bize bu yazıyı yazdıran esas sebebe gelmeden önce kültürümüzde cami ve mescid kelimelerinin kullanılması keyfiyeti üzerinde durmak istiyorum. Bilindiği üzere mescid, Arapça bir kelime olup ism-i mekân kalıbıdır, secde edilen yer demektir. Buna göre seccadesini serip namazını kılan biri için, üzerinde secde ettiği seccadesi onun mescididir. Arap ülkelerinde bu anlamda büyük camilere bile mescid denmektedir. Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa, Mescidi Nebî, Nemîre Mescidi, Kuba Mescidi, Mescid-i Kıbleteyn, Şam Ümeyye Mescidi ve benzerleri aynı şekilde kullanımın örneklerindendir. Bizde ise bu kullanım değişik bir anlam kazanmıştır. Cuma namazı kılınan yani minberi olup hutbe okunan mekanlara cami, bilhassa esnafın bulunduğu hareketli mekânlarda ve mahalle aralarında inşa edilmiş, vakit namazlarının veya teravihlerin kılındığı; minberi olmayıp cuma vakitlerinde kapalı bulunan mekanlara mescid denilmektedir. Bunlara, belirli iş merkezlerinde mimarinin bölünmez bir parçası olarak inşa edilmiş, bulunduğu mîmâriye zerâfet katmış ve manevî bir hava vermiş olan mes-cidleri de ekleyebiliriz. Bur-sa’dan Koza Han Mescidi, Ankara’da Sulu Han mescidi gibi... Bu mescidlerin bir faydası da cemaatin, cuma namazları için büyük camilere giderek daha fazla cemaatle görüşüp hatırlaş-ma şansına sahip olmaları, böylece cuma günlerinin bir nevi bayram neşesi içinde kutlanması idi. Şimdilerde apartman ve işyerlerinin zemin katlarına yapılan ve cuma izni verilen camilerin varlığı, büyük çapta ihtiyaç görülmesine yardımcı olmalarına karşın, bir çeşit içe dönük ve dışa kapalılık havasını getirmeleri bakımından da aleyhte bir sonucu beraberinde getirmiş bulunmaktadır.
Bizde cuma ve bayram namazları kılınan ma’bedlere, büyük olsun, küçük olsun cami denilmektedir. Tarihî rolünü oynayarak bugün Bursa, Safranbolu gibi bazı yerleşim merkezlerinde birer açık hava ibadethaneleri gibi kalıntıları kalmış olan Namazgahları bunlardan ayrı mütalaa etmeliyiz.
Cami kelimesi de Arapça’dır ve ism-i fail olup toplayan, bir araya getiren anlamı taşır. Aynı iman esaslarını kabul etmiş kimselerin manevî duygularla bir araya gelmelerinden daha güzel bir şey düşünülemez. İlâhî amaçlı bu bir araya gelmede kişilik zaafları unutulur; insanlar birbirlerine çok daha sıcak ve samimi yaklaşarak üzüntülerini ve sevinçlerini paylaşırlar. Psikolojik ve sosyolojik faydalarına ilaveten diğer olumlu tarafları da dikkate alındığında, cemaatle ibadet esnasında insana maddî ve manevî huzur veren, yepyeni morallerle onlara yaşama kapılarını açan cihetlerle karşılaşırız. Cemaatle ibadet, özellikle ilerleyen yaşlarda hayatı anlamlı hale getirir. Bunun içindir ki Hz. Peygamberin (S.A.S.) hadislerinde cemaatle kılınan namazların, yalnız başına kılınanlardan yir-miyedi derece daha fazla sevaplı olduğu belirtilerek namazların cemaatle kılınmaları teşvik edilmekte; camiye giden birinin attığı her adım için bir günahının silinmesi ve sevap yazılması gibi beyanlarıyla da bu cemaatin camilerde, hele hele uzak camilerde yapılması rağbetlendirilmek-tedir. Günümüzde yürümenin ne kadar tavsiye edilen bir spor olduğu inkâr edilemez. Bir emekli düşününüz. Günlük hayatının bir bölümünü, namazlarını camilerde kılmak için programlamış ve her adımın faziletinden faydalanmak için de evine uzak mesafedeki camileri sıraya koyarak programını tatbike başlamış. Bu kişi ibadetlerini yaparken bedenini sağlığa kavuşturmaktadır ve ilâhî maksatlı olduğundan bu rutin hareketler asla bıkmadan, büyük bir şevk ve aşkla, gönül vecdi ve huzuru içinde yerine getirmektedir. Hayatın bundan daha anlamlı bir dönemi düşünülebilir mi?
Camilerin bu kişisel faydaları yanısıra sosyolojik açıdan da sayılamayacak kadar çok faydaları vardır. Aslında bütün ibadethanelerde mekanda vahdet (birlik) felsefesi hakim ve temel unsurdur, fakat camilerimizdeki bu duygu gerçekten dinler üstü güçtedir.
Cami ve mescidler Beytullah dediğimiz Allah’a ait evler mesabesindedir. O mekanlarda sadece Allah’a ibadet edilir, O’na dua ve niyazda bulunulur. Bu ilâhî huzura kim önce varmışsa üstünlüğe sahip olur, ön saflar-daki yerini alır; arzulu değilse hiçbir kuvvet onu sahip olduğu yerinden kaldıramaz. Bir köle, bir hizmetçi ön safta; efendisi veya amiri, daha geç gelmişlerse arka saflarda yer alabilirler. Gerçek üstünlüğün takva ile olduğu hususunun ruhlara sindi-rilircesine yaşanılan ibadethanelerde halkımız, nezaketinden ve büyüklerine saygısından dolayı yerlerini verme teklifinde bulunsalar da buna mecbur değillerdir ve karşı taraf da aslında kendilerinden bu fedakarlığı isteyemezler. Mekandaki bu vahdet, sadece namaz kılınan dakikalar içinde kalmayıp, sosyal hayattaki birlik ve beraberliğin temel taşları olmalıdır ki ideal olan da budur. Camilerde soy sop, ırk, sosyal durumlar, mezhep ve meşreb, zenginlik ve fakirlik... gibi farklılıklar ortadan kalkar. Bu farklılıklar ne derece ortadan kalkar, inanmış kimseler ne derece ideal manevî duygularla bir araya gelebilirlerse ibadetlerinden alacakları haz, o nisbette ziyade olmakla birlikte, cemiyet düzenindeki müsbet sonuçlar da aynı paralelde görülmeye başlar. Bu anlayış Mevlâna’nın, dolayısıyla İslâm’ın da cihanşümul davet metoduna uygundur: "Gel! Gel! Her ne isen gel..."
İnsanların mezhebleri ve meşrebleri arasında farklılıklar olsa da sadece Allah’a ibadet için bir araya gelinen mabedler-de bütün bunlar geri plana itil-meli, anlayış ve tatbikat farklılıkları her mü’minin kendi içinde gizli kalmalı, dışarı aksetmeme-lidir. Esasen Cenab-ı Allah’a karşı huzurlu bir ibadet için bu şarttır. Mabedler, farklılıkların dışarıda bırakılarak kapısından içeri girilen Allah evleri olduklarından kapıları herkese açık olmalıdır. Günümüzde esefle karşılanacak bir durum maalesef yaygınlık kazanmaktadır. Cemaat camileri haline getirilmeye çalışılan bazı camilerimizi bu anlayıştan kurtarmak lazımdır. Şayet görevlileri arkalarında ibadet edilemeyecek bazı sıfatlara sahiplerse ve ehliyetsizlik söz konusu ise bunun izalesi ve telâfisi yolları başkadır.
İşte Kütahya’da bulunan Yeşil Cami tezyinatı arasında yer alan ve başka bir yerde görülmeyen tâc-ı şeriflerin, cami iç tezyînatı arasına yerleştirilmesi tesadüf? olmayıp çok anlamlıdır. Bunların birer hilâlin içinde bulunmaları ise başka bir anlam taşımaktadır. Söz konusu süslemelerin doğu ve batı duvarları üzerinde bulunması keyfiyetini, şarktan garba her anlayış ve görüşteki kimselere Allah evleri kapılarının açık olduğunun bir nevi isbatı-dır.
Tarikatlerin birleştikleri temel unsurlar vardır. Görünüşte farklı farklı manzaralar sergileseler de esasta bu farklılıkların ortadan kaldırılmasında en güvenilir ve netice alınması en kolay mekanlar, mekanda vahdet felsefesinin hakim olduğu camilerdir. Cami kapıları herkese müşterek ve aynı ölçüde açıktır. Tarikatler arası birlikten söz eden mühim bir eserden iktibasta bulunarak iddiamıza delil getirmek istiyoruz. İsmail Hakkı Bursavî’nin Kasîde-i Nûniyyesi’nin şerheden Keşanlı Zatî Süleyman Efendi onüçüncü beytin şerhinde diyor ki: "..Ma’lûm ola ki Halvetî, Celvetî vesâir turuk-ı şettâ Kadiri, Edhemî, Veysî, Rufâ’î, Sa’dî, Bedevî, Mevlevî, Gül-şenî, Kalenden, Nakş-bendî vesâir furû-ı Uşşâkî ve Bayrâmî gibi bunların her biri mahlasdır ve bu mahlasların her biri birer tarika ismi has olmuştur. Zahirde turuk-ı şettânın ehilleri bu isimler ile bilinirler. Bunların ehillerine ashâb-ı tarîk derler. Amma hakîkatde tarîk birdir. Elsine-i nâsda ne kadar ma’dûd ise de. Zira fi’l-asl birdir. Hazret-i Fahr-i Kâinat’dan zuhur eyledi... Erbâb-ı turukun müb-tedîlerine tenbîh vardır ki mâlik oldukları tarîki hak bilip gayri tarîkleri bâtıl i’tikâd ey-iemeyeler. Belki cümle tarîki tarîk-i Hak i’tikâd edeler. Zira kendi tarîkinden ma’dasını bâtıl i’tikâd edince kendi târikini daha ma’nâda bâtıl i’tikâd etmiş olur, ne kadar zahirde etmez ise de... Zira cümlesi ma’nâda ve hakîkatde tarîk-i vâhiddir. Bu i’tikâddan gayet hazer gerekdir. Zira gayri inkâra benzemez. Çok kimseler bu fâsid olan i’tikâd ile merdûd-ı tarîkat olmuşlardır. Ne’ûzu bi’llâhi te’âlâ. Zira bu turuk-ı şettâ, görünen turuk-ı aliyyelerin her birinden nice evliya ve asfiyâ ve nice arifin ve kâmilin ve vâsılîn zuhur eylemiştir. Ana binâen cümle tarîk haktır, mâ-beynlerinde tark yoktur. Cümle tarîkin mahlasları birer ad olup kaldı amma hakîkatleri birdir. İmdi Silsilenamelerde her bir tarîkin sebeb-i tesmiyesi ne idügi beyân olunmuştur. Itnâb-ı kelâmdan ihtirâzen zikr eylemedik. Hemen ihvân-ı tarîkata ve hıllân-ı hakîkate lâyık budur ki her ne tarîkde ise kemâl-i i’tikâd ile âdâb u erkân-ı tarîki icrasına sa’y-i belîğ edip husûl-i ma’rifete kemâl-i mücâhede eylemektir. Zira tarîk ma’nâda seferdir. Hz. Resul (S.A.S.) buyurur: ’es-Seferu kıt’atün mine’s-sakar. Tarîk mücâhededir, tarîk müsâade değildir..."
Meselenin başka bir boyutu daha vardır. Kütahya, köklü bir kültüre sahip, adet örfü olan güzel ve huzur dolu bir şehri-mizdir. Germiyan Beyliği’nin merkezidir. Böyle olunca ildeki tekke ve zaviyelerin sayıları da bir hayli fazla olmuştur. Kaynaklardan tesbitlerimize göre turuk-ı aliyye’nin bütün şubeleri, bazılarının kolları dahi burada temsil edilmekte imiş. İki Kadirî, iki Rufaî, iki Mevlevî, iki Nakşî tekkesine karşılık Halvetîlik’in ondan fazla tekke ve zaviyesinin bulunması, ilde bu tarîkata karşı sevginin, diğerlerine göre daha fazla olduğunu göstermektedir. Zaman zaman ihtilafların huzursuzluklara yol açacak boyutlara ulaşması, idarecileri ve sorumluluk taşıyan kimseleri, hatta san’atkârları düşündürmüş ve hâl çareleri arama çabalarını netice vermiştir. Kanaatimize göre caminin banisi Ahmed Fu-ad Paşa, uyanık ve şuurlu biridir. Kardeşi Sırrı Paşa’nın eserlerinden de anladığımıza göre kültür düzeyleri oldukça ileri ve yüksek bir aileden gelmektedirler. Kendileri çok iyi yetiştirilmişlerdir. İhtilafların halli için
Allah yoluna çağırmaktan ve Allah’a ait mekanları seçmekten daha akıllı ve tedbirli bir icraat olamaz. Muhtemelen cami tezyinatını yapan usta ile bânîslnin vardıkları müşterek bir kanaat sonucu bu tâc-ı şerîfler tezyînat arasına yerleştirilmiş olmalıdır ve "işte burası hepinizin ortak mekanınız, kapılarımız hepinize eşit şartlarda açıktır..." dercesine bir mesaj taşımaktadır. Bütün bu duygular içinde bakarak değerlendirdiğimizde Yeşil Cami iç tezyinatının en güzel köşeleri diyebileceğimiz Tâc-ı Şerîf süslemelerinin, rastgele resmedilmemiş olduklarını göreceğiz ve toplumumuzda camilerin oynadıkları ve ilelebed oynayacakları mühim birleştirici rollerinin inceliklerine her baktıkça bir kez daha sahip olacağız.

(1) I.H. Uzunçarşılı, Kütahya Şehri, İstanbul, 1932, s.135-136 ve 140-143.
(2) Atatürk’ün Doğumunun 100. Yılına Armağan Kütahya, İst. 1981-1982, S.132-134, 275-279, 572. P.24 (24/1-7).
(3) Kütahya Sanayi ve Ticaret Müdürlüğü, 1986 Yılı/Kütahya İlinin Yıllık Ekonomik ve Ticari Durumu Hakkında Rapor (Yeşil Cami, s.47).
(4) Hamza Güner, Kütahya Camileri, 1964, S.61-66.
(5) Kütahya II Yıllığı, 1973 Yılı.
(6) Abdülkerim Abdulkadiroğlu, "Taşların Dili I, Namazgahlar", Diyanet Gazetesi, 15.5.1977, Sayı 165, s.8-9.
(7) İsmail Hakkı Bursavî, Kaside-i Nûniyye, Şerheden Süleyman Zati, Ankara Milli Ktb FB 116 içinde vr. 77b-78a. Bu eser, Keşanlı Zati Külliyatı adı altında ve Dr. Mehmet Sarı’nın ortaklığı ile baskıya hazırlanmıştır.
(8) Bursalı Mehmed Tahir Osmanlı Müellilleri, İstanbul 1333, c.2, s.246-248 (Sırrı Paşa vesilesi ile baktığımız bu eserde ve Meydan Larousse ’de Ahmed Fuad Paşa’nın, Sırrı Paşa’nın kardeşi olduğuna dair bir kayıt yoktur).