Makale

Dinî, Kültürel ve Sosyal Yönden BAYRAMLARIMIZ

Dinî, Kültürel ve Sosyal Yönden BAYRAMLARIMIZ

Dr. Fikret karaman
Elazığ Müftüsü

Bayramlar toplumların hayatında olağanüstü günlerdir. Bu günlerde yaşanan heyecan, ortaya çıkan dînî, kültürel ve sosyal içerikli örf, adet ve davranışlar o milletin, genel ahlâk anlayışları ve karakterleriyle orantılıdır. Tarihin her döneminde dînî bayramların yanında, kazanılan yeni ve eski zaferlerle, özellik arzeden tarihî olayların yıl dönümleri, hükümdarların tahta çıkmaları, mevsimlerin başlangıcı, tohumların yere atılması veya ilk ürünün alınması gibi önemli olaylar bayramlara konu olmuştur.
Bayram kelimesinin Arapçası "el-ıyd" olup, neşe, sevinç, eğlenme ve biraraya toplanma gibi anlamlara gelmektedir. Bu noktadan hareketle bütün bayramlarda; ikram ve karşılıklı hediyeleşme gibi ortak özellikler yerleşmiştir. Müslümanlıkta da yılın her gününde oruç tutmak caiz olduğu halde Ramazan ve Kurban bayramlarında haram sayılmıştır. Oysa ki Ramazan bayramında; sadaka-i fıtır ve diğer yardımlar, Kurban bayramında ise et, çeşitli yardım ve hediyelerle fakir ve çocuklar başta olmak üzere onları gözetmek, ayrıca komşu, dost, arkadaş, tanıdık ve tanımadık herkesi ziyaret etmek tavsiye edilmiştir. Zaten dînî bayramlarımızın tarihî seyrine baktığımız zaman bunların bizzat Hz. Peygamber (S.A.S.) tarafından tesbit edildiği görülmektedir. Hz. Peygamber hicretten sonra Medine döneminde İslam toplumunu her alanda cahiliye devrinin örf ve adetlerinden arındırarak onları asıl kimliklerine kavuşturmaya çalışmıştır. işte bu hayırlı teşebbüslerden biri de daha önce Medine yerli halkının geçmiş örf ve adetlerinin devamı olarak kutladıkları bayramları görünce Resulullah "Allah sizin için o iki günü daha hayırlı iki günle yani Kurban ve Ramazan bayramlarıyla değiştirmiştir." buyurarak cahili kaynaklı bayramların kutlanmasını yasaklamıştır. Böylece dînî bayramların tesbiti, ilânı ve bu bayramlardaki dînî vecibelerin tamamı Hz. Peygamber (S.A.S.) tarafından ayrı ayrı tatbik safhasına konulmuştur. Bu yüzden müslümanlar tarih boyunca dînî bayramlar başta olmak üzere, Ramazan Ayı, Aşure günü, Cuma günü ve Kandil gecelerinde büyük hizmetler vermişlerdir.
Ramazan ve Kurban bayramları, "Asr-ı Saadet’ten itibaren dînî ve sosyal olmak üzere yıl dönümlerinde iki amaçla kutlanmıştır. Dînî görev "musalla" adı verilen geniş bir alanda erkek ve kadın cemaatinin katıldıkları bayram namazı ile başlardı. Böylece Hz. Peygamber (S.A.S.)’ın söz konusu bayramların kalabalıkla ve büyük bir coşku içinde kutlanmasını arzu ettiği anlaşılmaktadır. Hatta Ramazan bayramlarında musallaya çıkmadan önce hurma yeme adeti bir sünnet olarak telakki edilmiş ve bu anlayışın her yıl tatbiki sonucunda bayramdaki tatlı ikramını doğurmuştur. Tabiin döneminde de, un, tereyağı, bal ve hurma ezmesinden ^ yapılan bazı tatlıların ikramı adet haline gelmişti. Hatta hicri 380 yılında Bağdat’ta yapılan bir bayram kutlamasında uzunluğu yaklaşık 150 metreye varan sofralarda tatlıların hazırlandığı rivayet edilmektedir. Diğer yandan yine bu bayramlarda "sosyal bir hareketlilik" olarak ok, kılıç, ve kalkan gibi silahlarla Mescid-i Nebevi’nin içinde veya avlusundaki toprak zemin üzerinde oyun ve gösteriler yapıldığı ve bizzat Peygamberimizin bunu seyrettiği zikretilmektedir. Hatta Hz. Aişe’ye yanında bulunan câriyelerin def çalıp oynamalarına izin vermiştir. Bayramların kutlanması esnasında karşılıklı ziyaret ve tebrikleşmenin yapıldığı Hz. Peygamber (S.A.S.)ın bir Kurban bayramında kurban kestikten sonra bizzat etrafında bulunanlarla tebrikleştiği ve bu esnada "Allahım, Muham- med’den, ailesinden ve onun ümmetinden kabul et" buyurmasından mülhem olarak artık herkesin kendi aralarında "Allah bizden de sizden de kabul etsin" duasiyle tebrikleştikleri görülmüştür.
Bu dua ve temenni daha sonraki yüzyıllarda insanların karşılıklı olarak birbirlerine güç, kuvvet, sağlık ve uzun ömür dilemeleri şeklindeki dualarıyla kutlanmaya devam edilmiştir. Abbasiler, Fâtımiler ve Selçuklular döneminde de dinî bayramlarla ilgili merasim ve tebrikleşme daha da şekillenerek özel ve resmi hayatın her kademesinde günlerce devam ederdi. Hilafet makamının bulunduğu başkentlerde bu merasimler çok daha zengin uygulamalarla günlerce önce hazırlıklara başlanırdı. Örnek olması bakımından Fâtımiler dönemindeki bir uygulamayı hatırlatmakta yarar vardır. Onlar bu dînî bayramlara "büyük mevsim" adını vermişlerdir. Bayram namazına ve kutlamalarına gitmeden önce büyük küçük bütün halkına elbise dağıtırlardı. Bu yüzden onlar bayramlara "idü’-hulel" (elbise bayramı) adını da vermişlerdir.
Osmanlılar döneminde de Ramazan ve Kurban bayramlarında, toplumun her kesimiyle tebrikleşmeler ve törenler yapılmıştır. Fatih Sultan Mehmed saraydaki bayramlaşmayı belli usul ve kaidelere bağladı. Bu maksatla saraydan camiye gidiş ve dönüşleri sırasında yapılacak merasim için "Bayram Alayı" düzenlenirdi. Namazdan sonra camilerde veya "musalla,,da bayram tebriki için resmi törenler düzenlenirdi. Herkes kendisine gösterilen sıra ve düzen içinde padişahın bayramını tebrik ediyordu. Tebrikleş- meden sonra ise, öğleye kadar ikram ye yemek faslı sürüyordu.
Osmanlılarda bayram ile ilgili sosyal hareketlilik birinci gün öğleden sonra başlayarak bir kaç gün devam ederdi. Bayram şenliklerine "mehteran takımıda katılırdı. Şenliklerde seyirci yarım ay düzeninde oturur, padişahın otağı da bu yarım ayın tam merkezinde bulunurdu. Bayram merasiminde, güreş, cirit, esnaf oyunları, dramatik oyunlar, diğer sportif faaliyetler ve hünerli sanatkârların eserlerini ortaya koymaları başta olmak üzere çok renkli ve zengin programlar hazırlanırdı. Böylece bütün halkın dinî, sosyal, kültürel ve hatta ekonomik durumları karşılıklı olarak millî bir ruh ve heyecan içinde coşup dalgalanırdı. Her bayramda birlik beraberlik ve kardeşlik ruhu tazelenirdi. Zaten bayramlardaki asıl maksat ve hedef de bu değil midir?
Bayramlarımızın tarihimizdeki bu ihtişamlı durumunu kısaca özetledikten sonra, günümüzdeki uygulamalar hakkında da kısa bir değerlendirme yapalım. Gerçekten bizler müslüman bir millet olarak çok büyük manevî hâzinelere sahibiz. Dünya üzerinde, insanlığın geleceğini tehdit eden, küfür, haksızlık, ahlâkî erozyon, sorumsuzluk, egoizm, ayrılık, çılgınlık, stres ve bunalım gibi bütün sıkıntıların ve engellerin reçetesi yüce dinimizin ruhunda ve ibadetlerinde mevcuttur. Zira ferdin ve toplumun hayat mücadelesinde problemler mutlaka olacaktır. Fakat İslâm’ın bakış açısı ve onun getirdiği İlâhi mesajlar insanın karşılaşacağı bu problemleri tek tek aşmaya ye- terlidir. Akl-ı Selim, İlmî belgeler ve tarih şuuru bunu göstermektedir.
Şimdi de dînî bayramlarımızın toplum üzerinde görünen etkilerine bakalım. Ramazan bayramını idrak eden kişi bir aylık orucun ruh ve beden üzerindeki disiplininden geçerek ulaşmıştır. Zekat, Sadaka-i fıtır başta olmak üzere maddî yönden yaptığı hayrın mutluluğunu yaşamaktadır. Bayram sabahı bütün müslümanlarla kol kola ve saf safa gelerek inançta ve düşüncede beraber olduğunu vurgulamaktadır. Birlikte getirilen tekbirler ve dinlenen hutbeyle tam bir ittifak sağlanmaktadır. Buradan kalkılınca tebrikleşmeler, kucaklaşmalar, ikramlar, dualar, ziyaretler ve sevgi dolu gözyaşları... işte merhum Yahya Kemal Beyatlı’nın tasvir ettiği "Süleymaniye’de Bayram Sabahı". Herkes memnun ve mesrur, Herkes kötülüklerden arınmış saf ve berrak. Kuş kadar hafif ve uçmaya hazır. İşte Ramazan bayramının zirvesi...
Kurban bayramına gelince düşünmesi bile ürpertiveriyor. Kınalı yünleriyle cadde ve meydanları dolduran koyunlar, kuzulara, dağlara ovalara yollara veda ederek din uğruna canını feda etmenin canlı sembolleri gibi!.. Bunlar bayram günlerinde Allah rızası için kesilmekte sonra da müslümanlar arasında uygun bir denge içinde bölüşülüp dağıtılmaktadır. Yine kurban bayramında hac farizası nedeniyle bütün müslümanların nabzı, Kâbe ve çevresinde atmaktadır. Aynı kıyafet, aynı inanç, aynı düşünce ve aynı mesaj. Doğu, batı, kuzey ve güney dahil bütün müslümanlar aynı merkezde. İşte onları bir araya getiren İlâhi kuvvet. Evet bunlar ve daha işaret edemediğimiz nice feyiz, bereket ve hikmetler, bayramların esrar perdesinin altında filizlenip yeşillenmek için gayretimizi bekliyor.
Kanaatımca günümüzde bayramlar dahil Ramazan, Kandil, Cuma ve beş vakit namaz gibi bizi yüz yüze, omuz omuza getirecek bir çok fırsatları değerlendiremiyoruz. Hatta hızla gelişen teknoloji ve buna bağlı olarak şekillenen insan ilişkileri arasında bu manevî değerlerimizi korumakta sıkıntı çekmekteyiz. Oysa ki hiç arzu etmediğimiz böy- lesine bir geleceğin bedelini sadece biz değil çocuklarımız da ödemek zorunda kalacaktır. 0 takdirde sorumluluğumuz çok daha büyük olacaktır.
"Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz." emrine muhatap olan ve asırlardır o yüce ve sonsuz hâzineleri emanet olarak günümüze aktaran, yüce bir milletin devamı olarak değerlerimizi kaybettiğimiz yerlerden ya da ihmal ettiğimiz noktalardan itibaren aramak zorundayız. Bu hayırlı ve şerefli hizmet zincirinin halkalarını birleştirip devam ettiğimiz andan itibaren her günümüz bir bayram ve her gecemiz de bir kandil gibi olacaktır. Bu hedef ve zirveye ulaşmak ümidiyle dînî ve millî bayramlarımızın gerçek anlamda hakkını vermeye çalışalım.