Makale

İslam Militanizmi

Dr. Abdulbaki Keskin

İSLAM MİLİTANİZMİ

Körfez Savaşı sırasında, Saddam’ın Dışişleri Bakanı, bugünkü Başbakan Yardımcısı, Sosyalist Baath Partisinin önde gelen üyelerinden ve bu partinin kurucusu, Michelle Aflac gibi Hristiyan, İngilizceyi rahat kullanabilen, iyi bir diplomat, kurnaz bir devlet adamı, Saddam yönetiminin Batıya konuşan ağzı Tarık Aziz, 10.6.1993 Perşembe günü kendisi ile yapılan bir mülakatta bakınız ne diyor.,.
"... ABD1 nin. Birleşmiş Milletler ambargosunu devam ettirerek Iraki yalnız bırakma gayretleri, Bağdat ile diyalog kurmama inadı; Orta Doğuda büyük bir felakete sebep olacak amatörce, yanlış bir politikadır...’1, zira,"... İleri ve laik görüşlü Saddam yönetimini zayıf düşürmek, sadece bölgedeki istikrarsızlığı genişletmekle kalmayacak, aynı zamanda, Arap dünyasında gelişmekte olan İSLAM MİLİTANİZ- Mİ’nin ve İran’daki Mollalar rejiminin tehlikesini daha da artıracaktır..."
Saddam adına Batıya bu yeni mesajları veren Azizi dinlerken, insanın sorası geliyor... Acaba, Tarık Aziz’in anlattığı bugünkü Saddam; Körfez Savaşının başlamak üzere bulunduğu günlerde, Bağdat’ın tarihi camilerinde, askeri talimgahlarda, general giysileri içerisinde, kamera önlerinde namazlar kılan, dualar eden ve emperyalist dediği Batıya karşı Müslümanları cihada çağıran; bugün de, aynı Müslümanları, aynı emperyalist Batıya tehlikeli militanlar diye jurnal eden aynı Saddam mıdır?...
Aziz’in yukarıda iktibas ettiğimiz sözlerini yorumlayan Washington Post Gazetesinin Dış Politika yazarlarından Caryle Murphy, "... Saddam Yönetimi, bu yeni yaklaşımı ile Batıda, bölgedeki İslami faaliyetlerin büyümekte olduğu korkusunu yaratarak, özellikle ABD’den ilgi ve yardım sağlayan İsrail ve Mısır’ın oynadığı oyunu taklit etmek istiyor..." diyor ve "... Nihayet, 1980-88 yılları arasında İran la savaşan Irak’a. Arap Emirlikleri ve ABD aynı gerekçelerle yardım etmemişler miydi..." (1) diye ekliyor
Caryle Murphy’nin bu ifadeleri ile işaret ettiği," İslam Militanizmi" veya daha yaygınlaştırılmış tabiri ile," İslam Fandamantalizmi" oyunu; sadece İsrail ve Mısır Yönetiminin değil, Müslüman Afganistan’ın son komünist lideri Necibullah’tan tutunuz da, bugün, dünyadan tecrit edilmiş, Birleşmiş Milletler Ambargosunun dişlileri arasına sıkışmış, büyük çılgınlıkların kahramanı Sad- dam’a kadar, maalesef, Batının himayesine sığınmak isteyen İslam ülkeleri Yöneticilerinden çoğunun, çok defa Batı ile elele İslam aleyhine oynadıkları talihsiz bir oyundur...
Bu oyun özellikle, Sovyet Komünizminin yıkılışından sonra, Islamı; "Fandamantalizm" veya "Militanizm" ile; "Fandamantalizm" veya "Militanizm” i de, "Terörizm" ile özdeşleştirme fikrini evrenselleştirmek için bir süreden beri dünyada sahnelenen bir komedidir.
Ancak buna, komedi deyip gülüp geçmeyiniz... Çünkü bu; İslam’ın, yirmibirinci yüzyılda zafere ulaşacağında korku duyanların, onu, şimdiden insanlığın vicdanında mahkum etmeye yönelik, belirli gayesi, belirli stratejisi, belirli aktörleri bulunan, planlanmış, sinsice sahnelenmiş, başarı ile icra edilen, uluslararası tehlikeli bir oyun... (2)
Bir örnek, ABD’nin Connecticut Eyaletinin New Haven şehrinde yaşayan yurttaşlarımızın bir araya gelip, Din ve Din Kültürü Hizmetleri ihtiyacını karşılamak, ibadetlerin birlikte yapabilmek amacı ile satın aldıkları binayı yerinde görmek, buradaki insanlarımızla tanışıp sohbet etmek için 15.5.1993 tarihinde bölgeyi ziyaretimiz sırasında, işaret ettiğimiz oyunun nasıl başarı ile sahnelendiğinin acı bir örneğini, Dernek Başkanı Sayın Şevket Kaya’nın anlattıklarını üzüntü ile öğrendik.
Olay şöyle: Söz konusu cami, yurttaşlarımız tarafından ibadete acılınca, bitişikteki Amerikalı komşu, Dernek Başkanına gelerek,"... Kardeşim siz burayı cami olarak açtınız ama, bir terörist olay olursa, çotuğumuz çocuğumuz var... Bizim güvenliğimiz ne olacak?... gibi laflar ediyor.
Şimdi siz kimi suçlayacaksınız?... Camiden sevgi, güven, huzur, dostluk, kardeşlik yerine, terörizm geleceğine inandırılmış veya böyle bir korkuya kapılmış sokaktaki insanı mı... yoksa, İslam hakkında bu yanlış, haksız ve korkunç intibaı tüm dünyaya yaymak isteyen bu sinsi oyunun arkasındaki kasıtlı, insanlık düşmanı strate- jistleri mi?
Prof. Ghassan Salame (3) "İslam and The West" başlığı altında yayınladığı bir araştırma yazısının ilk cümlesinde aynen şöyle diyor; "Spğuk savaş bitti. Batılı pekçok stratejist, şimdi de, İslamı, Batı için yeni bir düşman olarak tanımladı. Ancak, bu kişilerinden çoğunun İslam hakkındaki bilgileri son derece sınırlı." (4)
Biz, dünyada İslam aleyhine evrensel bir kamuoyu oluşturmaya yeltenen bu kişilerden çoğunun, Profesörün dediği gibi, sadece bilgilerinin değil, insaf ve hak duygularının da son derece sınırlı olduğu kanaatında- yız...
İşte İki Olay...
Geçen Şubat ve Nisan ayları içerisinde ABD’de son derece ilginç iki olaya şahit olduk,
İlginç olan şey, olayların içeriğinden ziyade, Batı kamuoyunu oluşturan yazar ve çizerlerin, yorumcu ve stratejistlerin olaylar karşısında sergiledikleri inanılması güç tavırlardı.
Tarih 26 Şubat 1993, gazeteler, radyolar ve televizyonlar New York’un Manhattan semtinden, "World Trade Center" denilen Dünya Ticaret Merkezi’nin bombalandığını haber veriyorlar.
Tarih 19 Nisan 1993, yine aynı basın ve yayın organları Texas’in Waco Kasabasında ateşe verilen bir komplekste 86 kişinin alevler içerisinde yanmakta olduğunu dünyaya duyuruyorlar.
Olaylar bunlar... Ancak, bu olayların kamuoyuna yan- sıtılış biçimi, hemen hergün izlediğimiz, dünyanın şurasında burasında meydana gelen adi vakalar cinsinden değil.
Bakınız ilk haber nasıl sunuluyor.
Müslüman teröristler, Dünya Ticaret Merkezini bombaladılar... Bu sözler eşliğinde, bir taraftan hadise mahallinden büyük bir korku ve dehşet içerisinde, canhıra- şane kaçışan masum insanlar, bir taraftan da, suçlular veya suçlu oldukları iddia edilen Mansur’lar, Muhammet’ler... isimleri cisimleri ile ekrana getiriliyor...
Bir süre sonra başlayan yorumlarda artık isimlerden de bahsedilmiyor, doğrudan doğruya İslam terörizmi veya Müslüman teröristler sözcükleri kullanılmaya başlanıyor.
Diğer taraftan olayda suç ilişkileri araştırılırken, hemen camiler, camilerde namaz kılan, dua eden yüzlerce Müslüman görüntüye getiriliyor. İşte suçlular bunlar dercesine...
İkinci Olay...
Bu olayın kahramanı, aslen, Hrıstiyan Dini’nin, "Seventh-Day Adventists" denilen mezhebine mensup, David Koresh adında birisi...
Annesine, kendisini yakinen tanıyanlara ve avukatına göre, inançlarına bağlı dini bir mürşit, karizmatik bir lider...
Toplumun her kesiminden oluşan kalabalık cemaatı ile birlikte, kapıları güvenlik güçlerine sıkı sıkıya kapatılmış, bir kısmı da silah deposu haline getirilmiş geniş bir kompleks içerisinde, zaman zaman radyo ve televizyon aracılığı ile İncilden pasajlar okuyan, Hz. Isa adına konuştuğunu ileri süren, polisin teslim ol çağrısını sürekli olarak reddeden bir terörist.
Ellibir gün devam eden bu olayı, dünya kamuoyuna yansıtan Batılı basın ve yayın organlarının muhabirleri, yorumcuları ağız birliği içerisinde, olayın kahramanı David Koresh’den devamlı olarak, "cult" lideri, cemaatından da, "cult" lideri mensupları biçiminde söz etmişlerdir...
"cult" ne demektir? Cult, İngilizcede, her hangi bir dinin tapınma sistemi, veya tapınma, anlamına geliyor.
Halbuki, David Koresh, beyanlarında, cult teriminin delalet ettiği, ismi belirsiz her hangi bir tapınma sisteminin mensubu değil, açık, seçik gerçek bir Hristiyan olduğunu ve Hz. Isa adına konuştuğunu 51 gün boyunca sık sık tekrar etmiş ve neticede, güvenlik güçlerinden öldürdükleri dört kişi hariç, silah zoru ile içerde tuttuğu bir miktar kadın ve 17 çocuk dahil, 85 mensubu ile birlikte, kendisini bizzat ateşe verdiği ileri sürülen kompleks içerisinde yanmıştır...
Buna rağmen, birinci olayın zanlılarından Müslüman teröristler veya İslam terörizmi gibi tabirlerle söz edenler, ikinci olayın faili veya faillerinden bahsederken Hrıstiyan teröristler veya Hrıstiyan terörizmi yerine, itina ile "cult lideri" veya "cult lideri mensuplan" gibi, son derece mübhem bir tabiri kullanmayı acaba neden tercih etmişledir?...
Bu sorunun cevabı gayet açık...
Çünkü; Mansur, Muhammet gibi Müslüman ismi taşıyan bir takım kişilerin ya cehaletlerinin kurbanı, veya bir kısım karanlık güçlerin aleti olarak bulaştıkları veya bulaştırıldıktan olaylar bahane edilerek, bunların şahsında bizzat Islamın mahkum edilmesi istenmektedir...
İşte oynanan oyun budur... Bu oyun, maalesef sadece Batı memleketlerinde değil, zaman zaman İslam ülkelerinde de sahnelenmiş ve sahnelenmektedir.
Islama karşı yapılan bu açık haksızlık ve insafsızlık karşısında tepkisini gizleyemeyen, "CNN" Televizyonun "Crossfire" programı yöneticilerinden liberal eğilimli Gazeteci Michael Kinsley, "Unification Church’1 denilen dini hareketin lideri Papaz, Sun Myung Mo- on’un yayın organı Wahsington Times Gazetesinin,"... Dünya Ticaret Merkezi Müslüman teröristler tarafından bombalandı...1’ biçiminde, manşetten verdiği haberi ekranda gösterek, "...Bu ayıptır, bu haksızlıktır... İslam Dini’nin olayla ilgisi nedir...’ diye soruyor ve ekliyor, "...Kabul ediniz ki ben bir suç işledim. Olaydan bahsederken, Yahudi Michael Kinsley mi suç işledi dersiniz, yoksa, sadece ismimden mi bahsedersiniz?..." diyerek infialini belirtiyordu...
Yazımızı noktalamadan önce bir hususa daha dikkatinizi çekmek istiyoruz...
David Koresh ve benzerleri için bunlara, neden Hrıstiyan teröristler veya irtikap ettikleri cinayetlere Hrıstiyan terörizmi denilmiyor şeklindeki sorumuzla maksadımız, Hz. Isa’ya vahyolunan İlahi Din ile, Koresh ve benzerlerinin irtikap ettikleri şeyler arasında bir ilişki görerek böyle söylenilmesini arzu ettiğimizden değil; bu sorumuzun amacı, sadece insanlığın saadet ve kurtuluşu için gönderilen İslam Dinini, bir takım cinayetlerin içerisinde göstermek isteyen bir kısım yaratıkların iğrenç emelleri, iki yüzlülüklerini ve tarafgirliklerini teşhir etmektir.

1) The Washington Post, June 12, 1993.
2) A. Keskin- Bir Mesajın Düşündürdükleri, Diyanet Aylık Dergi, Şubat, 1991; A. Keskin, Fundamentalism’, Diyanet Aylık Dergi, Mart, 1991.
3) G.Saiame, "The Center National de La Recherche Scientifique" adındaki kuruluşun Direktörü ve "The Institut d’ Etudes Politiques" de de, Uluslararası İlişkiler Profesörü. Paris.
4) Foreighn Policy, Spring 1993, PP. 22-37