Makale

DİNİMİZDE YARDIMLAŞMANIN YERİ VE ÖNEMİ

DİNİMİZDE YARDIMLAŞMANIN YERİ VE ÖNEMİ

Sâkıb YILDIZ

Bir milletin veya bir topluluğun yaşama gücü, onu meydana getiren fertlerin birbirlerine yardım etmeleriyle sağlanabilir. Yapılan her türlü yardımlaşma, o topluluğu sımsıkı ayakta tutar. Her bakımdan kuvvetli, içten ve dıştan gelecek tehlikelere karşı daima basiretli bulundurur. Birbirlerine yardım etmeyen, hep kendi menfaat ve çıkarını düşünerek başkalarına sırt çeviren fertlerden meydana gelen topluluklar, bağı kopan teşbih ianelerinin dökülüp saçıldığı gibi dağılmağa mahkûmdurlar. Birlik v e . beraberlik ruhu içinde, kendine sağladığı bir takım faydalarla birlikte başkalarına da yardımcı olma zihniyeti, toplumsal hayatın temel taşını meydana getirir. Bir toplum içinde yasamağa mecbur olan insan hiç bir zaman her türlü ihtiyacını yalnız başına karşılayamaz. Her ne kadar bazı lüzumlu ihtiyaçlarını elinde bulunan imkânlarla giderebilirse de önünde sonunda muhakkak bir başkasının yardımım görmek veya yaptığını kullanmak mecburiyetinde kalır. Toplumdaki meslekî guruplar, işte bu ihtiyacın neticesi ortaya çıkmış, yaşama şartlan da bu suretle kolaylaşmıştır. Toplumsal hayatın ilerlemesinde büyük bir rolü olan yardımlaşma duygusu iyice benimsendiği ve uygulandığı takdirde çok hayırlı neticeler meydana gelir. Bunu, bazı canlı varlıklarda da görmek mümkündür. Hepimiz bir an kovanı, bir karınca yuvasındaki düzenli çalışmaları, faaliyetleri biliriz. Bu küçücük hayvanlar bile Yaratanın kudretiyle yardımlaşma işgüdüsünü kendilerine o derecede mal etmişlerdi ki, hiçbir arı veya karınca üzerine aldığı vazifeyi yapmakta, diğerlerine yardımcı olmaktan geri kalmaz. Herbiri aldığı vazifeyi hakkıyle yerine getirir. Eğer bunu yapmıyacak olursa, ya kovulur, ya öldürülür. Bu örnek çalışma ve yardımlaşmadan insan dâima ders almalıdır. Yardımlaşmanın toplumsal hayattaki yeri ve önemini bu kısa açıklama ile belirttikten sonra, toplum kalkınmasına manevî yönden ışık tutan İslâm Dîninin bu konudaki buyruklarına geçelim: insanları dünya ve âhiret hayatı için dâima iyiye, doğruya ve en güzele sevkeden İslâm Dîni, büyük bir yardımlaşma, zorluklara göğüs gererek elele verme neticesinde insanlığa mal olabilmiştir. Peygamberimiz önceleri yakınlarının yardımiyle dîni tebliğe başlamıştır. Her gün karşılaştığı çeşitli zorluklara sabretmesini bilmiş, aldığı İlâhî emirleri harfiyen yerine getirmeğe çalıştığı için, Allah da O’na yardım ederek gayesine ulaşabilmiştir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim, «Allah sabredenlerle beraberdir», «Yardım edenlere Allah da yardım eder. Muhakkak Allah, çok kuvvetlidir, yegâne Galiptir» il) buyurarak iyileri ve iyilik yapanları teşvik etmiş, onlara kuvvet vermiştir. Yardımlaşma dâima müsbet ve yararlı yönde olmalıdır. Cemiyetler, sinesinde iyi ve kötü, faydalı-faydasız her olayı barındırdıkları için, fertlerin bu konuda çok dikkatli olmaları gerekir. Yardımlaşma, daima toplumun iyiliğine ve ilerlemesine yarayacak işlere yöneltilmeli, ona faydalı olabilecek işlerde yapılmalıdır. Yoksa toplumun bünyesini sarsacak, onu uçuruma sürükleyecek emeller peşinde koşmak, kasdettiğimiz mânâda yardımlaşma değil bir nevi mevcut düzeni yıkmak demek olur. Bir takım, menfi cereyanlara saplananlar, bilerek veya bilmiyerek onu müdafaa ve hizmet edenler, toplumu faydadan çok zarara sürüklerler. Bu davranış ne dînen, ne de ahlaken kabul edilemiyen bir gerçektir. Çünkü gaye başkalaşmış, bir örtüye bürünerek şekil değiştirmiştir. . Kur’ân-ı Kerîm bu hususta yol gösteriyor: « İyilik etmek, fenalıktan sakınmak hususunda yardımlaşın. Günah işlemek ve haddi aşmak hususunda yardımlaşmayın» (2) buyuruyor. Âyetteki «haddi aşmak» kelimesini, meşru sebeplere dayanan, faydası çoğunluk tarafından kabul edilmiş olan her türlü dînî ve İçtimaî olayın karşısında olmak diye açıklayabildiğimiz gibi, yapılması din veya kanun tarafından yasaklanmış olan şeyleri yapmak anlamında da kullanabiliriz. Bu emriyle dînimiz toplumun kuvvetlenmesi için bizleri yardımlaşmaya dâvet ediyor, hizmete çağırıyor. İyilik etmek, fenalıktan sakınmak hususunda yardımlaşın demekle, îman, eden kimselerin yararlı işler yapmasını istiyor. Fenalığa kapılanların ekseriyetini, dînî ye dünyevî bilgileri öğrenmemiş, nefsinin arzularına uymuş kimseler teşkil eder. Eğer biz hakikaten Allah’dan korkar, O’nun emirlerine sımsıkı sarılırsak her işimizde bir ilerleme, toplum hayatında da kuvvetli bir birlik sağlamış oluruz. Bu korku ve bağlılık; körükörüne, başkalarının zoruyla değil, bizzat inanarak Kitabımızı baştan sona kadar okuyup öğrenerek olmalıdır. Hepimiz, «Müminler kardeştirler» (3) âyetini bilim, fakat bu bilgimizi bir türlü kuvveden fiile çıkaramayız. Dikkat edilirse bu âyet pek çok gerçekleri ortaya koymaktadır. Kardeş olabilmek, birbirimizi candan sevmek, birbirimize karşı kötülük beslememek, dâima elele vermek, sıkıntılı anlarda yardıma koşmak, birbirimizin canına, malına, namusuna göz dikmemek, haksızlık etmemek, birbirimizi dâima İyiliğe teşvik ederek, kötülükten alıkoymakla mümkün olur. Nedense biz Müslümanlar, dînimizin bâzı içtimâî hakikatlanna eremediğimiz için, kardeşliğin ne demek olduğu üzerinde hiç düşünmüyor, geçici maddî çıkarlar, çeşitli ihtiraslarla birbirimizi eziyor, yerden yere vurmağa çalışıyoruz. Halbuki iyilik!, insanlar arasında yapılan yardımlaşmanın en güzeli, en çok tercih edilenidir. Herhangi bir kimseye veya din kardeşine iyilikte bulunmak, ona en büyük yardımı yapmaktır. Bir borçlunun borcunu ödemesinde yardımcı olmak, yaşama şartlan nisbeten zorlaşmış bir kimseye maddeten ve manen yardımda bulunmak, fakirlerin, yoksulların elinden tutmak, çeşitli güçlükler içinde çırpman kimselere hiç olmazsa tatlı sözle, güler yüzle gönüllerini almak, bir iyilik ve aynı zamanda onlara yapılan en kıymetli bir yardımdır. Bu iyilik ve yardım, İnsanlar arasında karşılıklı cereyan etmeye başladığı anda, yardımlaşma duygusu o topluluğa hâkim olmuş de» mektir. Bu duyguyu kendilerine mal eden topluluklar, Allah katında yüksek bir mevkie eriştikleri gibi medeniyet ve insanlık sahasında da örnek olma niteliğini kazanırlar. Kur’ân-ı Kerîm’de iyilik, birçok ayetlerde apaçık belirtilmiştir: «Sizden öyle bir topluluk bulunmalı ki (onlar herkesi) hayırlı işler yapmağa çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülükten vaz geçirmeye çalışsınlar, îşte böyle kimseler kurtuluşa erenlerin ta kendileridirler}) (4). «Siz insanlar için getirilmiş en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışırsınız. (Çünkü) Allah’a inanıyorsunuz» (5), « (O müminler) Allah’a ve âhiret gününe inanırlar, iyiliği emrederler, (birbirlerini) kötülükten vazgeçirmeğe çalışırlar, hayır işlerinde de birbirleriyle yarış ederler, îşte bunlar iyi kişilerin ta kendileridir» (S). «Onlar ne hayır işlerlerse, on i un mükâfatın) dan mahrum bırakılmıyacaklardır» (7). İncelediğimiz bu konuyu daha fazla âyet ve hadîsle, Islâm tarihinden verilecek çeşitli olaylarla genişletmek mümkündür. Fakat biz bu kadarla yetinerek Peygamberimizin iki hadıs-i şerifiyle konumuzu burada bitiriyoruz: «İyiliğe delâlet eden kismeye, o iyiliği yapanların ecri kadar sevap verili r», «Başkalarını doğruluğa çağıran kimseye, kendisine tâbi olanların sevâbı kadar sevap verilir ve onların sevaplarından da bir şey eksilmez. Sapıklığa çağıran kimseye de kendisine tâbi olanların günahı kadar günah verilir de onların günahlarından hiçbir şey eksilmez.»

(1) Bakara Sûresi, âyet: 45, Hac ıSûresi, âyet: 40’.
(2) Mâicte Sûresi, âyet: 2.
(3) Hucurât Sûresi, âyet: 10.
(4) Âlıi îmrân Sûresi, âyet: 104.
(5 ) » » » » 110.
(6 ) » ’ » > > 114.
(7 ) » > » » 115.