Makale

CEMİYETLERİN AHLAKAN YÜKSELMELERİ VE GERİLEMELERİ

CEMİYETLERİN AHLAKAN YÜKSELMELERİ VE GERİLEMELERİ

Prof. CELÂL SARAÇ

Biz Müslümanlar, bu dünyayı bir “dâr-ı imtihan” biliriz. Burada ne ekersek, yarın o sermedi hayatta ancak bu ektiklerimizin meyvalarını top­layacağımıza inanırız. O halde bu imtihanda muvaffak olmaya çalışmalı, o ebebî hayatta nâil-i meram olmanın mesud yollarını araştırmalıyız. Böyle bir muvaffakiyete mazhariyetin sırrına da ancak İslâmî ahlâkın nurlu sınır­lan içinde erebileceğimize hiç şüphemiz olmasın!

Bu hususta en yüksek örneği “ahlâk-ı nebî” aleyh-is selâm’da bulmak­tayız: Peygamber-i zişan Efendimiz, bütün mübarek varlıklariyle, hayat­larında, ahlâkî kemâle zirve olmuşlar; arka arkaya gelen iki günlerinin eşitliğim bile -dâima ilerleme ve yükselme yolunda olmalarım dilediği- ümmeti için reva görmemişlerdir. Şu halde, bu dâr-ı imtihanda -aldanarak- ziyana düşmemek için dinimizin dâima hulkan yükselmeyi, medenî varlıkça dâima ileri merhalelerde bulunmayı tavsiye ettiğinde artık şüphe caiz olur mu ?

Feyyaz-ı mutlak-celle celâluhu-kelâm-ı kadîminde buyurmuyor mu?: “Yâ Muhammedi Senin yolun büyük ahlâk yoludur! ”

İşte Fahr-i Kâinat Efendimiz, bu kutsî emre uyarak yüksek ahlâk esas­larını muhitlerine yaymışlar; zaman-ı saadetlerinde bir çok faziletli insanlar yetiştirmişlerdir. Yüksek azimli, çok sağlam ahlâklı olan bu ilk Müslümanlar, fazilet yolunda yürüyerek büyük bir medenî varlığa vücut veren başarılar kazanmışlar; çok geniş ülkelerde rahat, emin ve yüksek bir hayat kurulma­sını sağlamışlardır.

Sonraları, Müslümanlar dünya nimetlerinin geçici zevk ve hazlarına kendilerini fazla kaptırmışlar, şahıs ve zümre menfaatlerini âmme menfaat­lerine takdim eder olmuşlar, böylece umumî ahlâk seviyesi düşmüş...

Bir muhitte ahlâkî sukutun doğuracağı tek netice de geriliktir. Mad­deten ve mânen geriliktir. Tarih buna şehadet edip durmaktadır. Böyle hallerde cemiyet kuvvetleri parçalanarak zayıflar, dış husumet ve tama’lar artar ve halk, içinde bulunduğu ahlâkî perişanlığın maddî ve mânevî varlığına akseden ıztırapları altında zebûn olduğu için, kendisini, vatanını müdafaa azmini bulamaz; maddeten ve mânen esarete düşer. İşte Müslümanlar yer yer, zaman zaman böyle bozulmuş ve tehlikelere düşmüşlerdir.

Buna karşılık, batı âlemi, yaşadığı karanlık ve bir çok yönlerden perişan ortaçağ devrinin sonlarında, şark İslâm âleminin yüksek ilim ve irfan yuva­ları olan medreselerinde yetişmiş aydınlarının önderliği altında, yükseliş ve buna -unutmıyalım- İslâmî ahlâk kaidelerini hareket ve faaliyetlerinde, rehber edinmek suretiyle imkân bulmuşlardır.

Bakınız bu nasıl olmuş:

Önce taassupla, gerilik âmili olan cehaletle mücadele edilmiş; bilgi yuvaları açılarak ilim ve ahlâk esasları üzerinde cok ciddî çalışılmış. Şark İslâm âleminin yüksek devirlerinden yâdigâr kalan ilim ve ahlâk hamûlesini kendilerine mal etmişler; yani yalnız ilim, fen ve teknik sahalarındaki geriliklerini gidermekle kalmamışlar, aynı zamanda İslâmın yüksek ahlâk esaslarını da benimsemişler; o devirlerde bu yüksek ahlâk esaslarını unutarak gaflet uykusuna dalan Müslümanların kendi öz kıymetleriyle bezenmişler. İslâm cemiyetlerinde ise: “İşte bakınız: Bizim bu geriliğimizin sebebi dindir” denmeğe başlanmış. Ve, maalesef, İslâm âleminin mazideki ihtişamından habersiz olan zaif ruhlar buna inanmışlar. Halbuki dinimizin, İslâmî ahlâkın bu gerilik ve sukutta menfî bir âmil olmuş bulunduğunu söylemeğe imkân yoktur. Din-i islâmm üss-ül esası olan yüksek ahlâk prensiplerini -ecdadımızın temel ahlâk kitaplarını tercüme ve neşir suretiyle hemen aynen benimseyen ve yükselen batı âleminin koyduğu örnek meydandadır. Eğer biz ecdad yâdigârı güzel geleneklerimizi unutmuş, iffet, istikamet, adalet ve itidal üzerine kurulu İslâmî ahlâk kaidelerini bir kenara bırakmışsak, bu, kendi bedbahtlığımızdandır. Bu güzel huy ve gelenekleri tekrar canlandırır, İslâmın temel ahlâkî faziletlerine sarılırsak, hiç şüphe yok ki, yükselme yolu bize de tekrar açılacaktır. Yeni fen ve teknik bilgilerini, bugün bu bilgilerin kaynağı olan batı âleminden alalım; bu, hayatî bir zarurettir; fakat kâfi değildir. Afif, müstakim, çalışkan ferdlerden müteşekkil bir cemiyet olarak her işimizde adalet ve itidali de kendimize rehber edinelim. Bu dünyada elde edilemiyecek, varılamıyacak saadet bulunmadığını, bu dâr-ı imtihanda semereli muvaffakiyetlere ulaşılmaması için hiçbir sebep ve engel olmadığım göreceğiz.

Büyük İslâm bilginleri, İslâmın, ferd, âile ve cemiyet münasebetleri bakımından temel dayanağı olan ahlâk düsturlarını toplamış, bu konuda çok güzel kitaplar yazmışlardır. İmam Gazalî’nin meşhur eserleri ortada tükenmez bir hazinedir. Ahlâk-ı Nâsırî, Ahlâk-ı Celâlî, Ahlâk-ı Muhsinî, Ahlâk-ı Alâî adları altında tanınan en meşhurları her devir ve her millet için dünya ve âfairet saadetine götüren yollan aydınlatan meş’alelerdir. Halkımızı bunlardan haberdar etmek, faydalanabilecekleri şekilde bu eser­leri yeni baştan ele alarak, tercüme, neşir ve ta’mim etmek, muhtaç olduğu­muz ahlâkî uyamş hareketinin en ciddî vazifelerindendir. Bir çok fenalıklar unutmıyalım ki cehaletin meş’um eseridir. İyiliğin, faziletin doğru yolun­dan, ve aksi hallerin kaçınılmaz kötü neticelerinden habersiz olanlar, eğri, yanhş yollara daha kolay sapabilirler, iyi telkinlerin semereli olması bu tel­kinlerin kaynağı olan İslâmî ahlâk müeyyidelerine dayanmalariyle mümkündür. Mücerred sözlerle -hattâ sıkı kanun müeyyideleriyle- bir cemiyetin ahlâkî seviyesi yükseltilemiyor. Ferdler, ayrı ayrı, kendi vicdanlariyle başbaşa kaldıkları vakit, kendilerine nefis muhasebesi yaptıracak, gerçek iç em­niyeti telkin edecek ahlâk örneklerine muhtaçtırlar. Bir cemiyet, böyle müşahhas örneklerden mahrum bulunmazsa, büyük kütle de kendi varlı­ğının hali ve gayesi üzerinde ister istemez düşünecek, gaflet ve dalâlet yerine bilgiye, fazilete dayanarak yükselecektir.

Gerçekten, eğer bir cemiyetin ferdleri İslam ahlâkının esaslarım öğrenir, öğrenmekle de kalmıyarak güzel ahlâk ile bezenir, iffet, istikamet, adalet ve itidalden ayrılmamak hususundaki İslâmî ta’limatı yerine getirir­lerse, bu cemiyet, maddî refah itibariyle yükseldiği gibi, manevî kıymetlerle de yükselmiş bulunur. Bir cemiyeti toptan muztarip eden, şaşırtan ancak gününü gün bilen bir hâlet-i ruhiye ve buna uygun bir meşgale içinde kal­masıdır. Halbuki varlıkta esas olan istikbaldir. Bugün, yarını hazırlamak için yaşanmalıdır. Bu bakımdan İslâm ahlâkının temel umdesi de gerilik ve tembellikle mücadele ruhudur. Bu mücadelede başarının yüksekliği nis­betinde büyük bir medenî istikbale ve mes’ut bir hayata kavuşmak mukad­derdir. Çünkü İslâm dini hayatî bir din, İslâm ahlâkı hayata uygundur. İnsanları ileriye, yükseğe götüren yolu gösterir. Hakikî müslümanlıkta ne taassup ve müsamahasızlığa varan sertlik, ne de hak ve hukuku ezdirecek, haysiyet ve şerefleri zedeletecek kadar fazla bir yumuşaklık vardır. Müslümanlıkta hem şiddet, hem de meskenet men’ edilmiş, insan şahsiyetine kıymet verilmiş, elhasıl bütün beşerî kemâl derecelerinde ölçülü kalın­ması makbul sayılmıştır. Ölçüyü şaşıran veya büsbütün elden kaçıran fert­lerin ahlâkında istikrar da bulunmaz. Bunlar ne vazife hayatında, ne âile içinde, ne de dış âlemde (meselâ ticaret hayatında) hakikî bir huzurun hazzına hiçbir zaman eremeyen, eremiyecek olan bedbahtlardır. Bundan zarar görecek olan cemiyetle beraber, neticede, kendileri de geri tepen bu kötü silâhların tahribatından masûn kalamaz, dünyalarını kaybettikleri gibi âhiretleri için de hiçbir iyi hazırlıkta bulunmamış olurlar.