Makale

Tarihî Süreç İçerisinde SELEFİ DİN SÖYLEMİ

Tarihî Süreç İçerisinde
SELEFİ DİN SÖYLEMİ

Prof. Dr. Mehmet Zeki İŞCAN
Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Selefi yöneliş, yaratanın elinden çıkmış olarak hayatın “geçmişte”, “Allah ve Rasulü’nün övdüğü” ilk nesiller eliyle tamamlanmış olduğunu varsaymaktadır.


Tarih içinde selefe dönüş, İbn Teymiye ile birlikte tepkisel ve retorik söylem hâlinde sentetik bir mezhebe de dönüşmüştür. İbn Teymiye’de selefe dönmek suretiyle dini ihya etme, ‘grubu’, ‘düşmanla’ ilgili olabilecek adlardan arındırmaya yönelik bir çaba olarak algılanmıştır.

SELEFİLİK, amelî açıdan açıklanan bir tevhit ilkesi etrafında selefe dönüş, taklidi ret, dini bidatlerden arındırma anlayışına karşılık gelmektedir. Selefilikte “yabancı unsurlardan” dini temizleme ve ilk İslam toplumunun ‘saf’lığına dönme niyeti söz konusudur. Selefilik, aklın kullanımını esas alan ‘yeni yönelişler’ karşısında, Kitap ve sünnete dönmek, rey ile konuşmamak, sahabe ve tabiinin yolunu takip etmek, felsefe ve kelamı bırakıp, ‘ilm’e yani geçmişte (selef dönemi) atalar tarafından tecrübe edilerek bilinene tabi olmaktır. (İbn Teymiye, Mecmûu Fetevâ, Dâru Âlemi’l-Kütüb.)
Selefi yöneliş, yaratanın elinden çıkmış olarak hayatın “geçmişte”, “Allah ve Rasulü’nün övdüğü” ilk nesiller eliyle tamamlanmış olduğunu varsaymaktadır. Bu zihniyette ‘şimdi’ ve ‘gelecek’, “geçmiş” zaman içinde anlam kazanmaktadır. İnsan, fert ve toplum için amelin tek hüküm standardı, geçmişte ortaya konmuş ‘âsar’dır; din ‘âsar’dır.
İlk öncüler: Ehlihadis
İlk dönem fetih hareketleri sonucu fethedilen bölge insanlarının ve kültürlerinin Arap İslam toplumuna entegrasyonu büyük bir problem olarak görünür hâl almıştır. Birbirine hiç benzemeyen yaşayış biçimlerinin temasından doğan çözücü hatta harap edici tesirlere karşı gelebilmek için çok kuvvetli sosyal bir disipline ihtiyaç duyulmuştur. Selefi söylemin ilk defa böyle bir disiplin hevesiyle başladığı söylenebilir. Bu disiplinin araçlarını sağlamada ise Arapların, çöl hayatının bir gereği olarak tarih içerisinde oluşan sosyopsikolojik tavrı, ilk ataların sünnetini takip etme devreye girmiştir.
Ömer bin Abdülaziz zamanında (h. 99-101) selefe dönüş fikri dinsel içerik kazanmış, “değişik yollar” karşısında “müminlerin yolunu” tespit etmek, dinî-siyasi bir faaliyet olarak ortaya çıkmıştır. (İbn Abdilberr, Camiu Beyani’l-İlm.)
Ahmet b. Hanbel’in kaydına göre Ömer bin Abdülaziz’in valilerine gönderdiği emrin sonucunda, sünnete uyulmalı, yeni icatlar terkedilmeli, Peygamberin ve ilk neslin bıraktığı bakiye yeterli olmalı (Ahmet b. Hanbel, Kitabu’z-Zühd.) şeklindeki kanaatler siyasi ve dinî güç kazanmıştır. İbn Sa’d’ın kaydına göre de “mübtedi değil müttebi olmak için ‘ihya-i sünne ve itfai bida’ (sünneti diriltme, yeniliği ortadan kaldırma) hareketi dinî-siyasi vücut bulmuştur. (İbn Sa’d, et-Tabakâtu’l-Kübrâ.)
Bu ilk dönemde Selefi din söyleminin temsilcilerinin, “geçmiş sünnetleri iyi bilen” Ehlihadis olduğu söylenebilir. Ehlihadis; problemleri akıl, rey, görüş ve insani hüküm yolu ile çözüme kavuşturmak isteyenlerin (ehlirey) karşısında, “seleflerin geçmişte ortaya koydukları belli hayat sabiteleri” anlamına gelen ve yok olmaya yüz tutmuş “ilmi” ayakta tutmaya çalışmış; bunu, din ve dünyanın devamı için önemli düstur kabul etmiştir. (Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimî, Sünen-i Darimî.)
Ehlihadise göre yeni olan bir şey görüldüğünde yapılacak iş, ilk duruma sarılmaktır. (fealeyküm bi’l-emri’l-evvel) Çünkü iş, ancak önceki iştir. (ma’l-emru ille’l-emru’l-evvel) (Osman b. Said ed-Darimî, Reddu’l-İmam ed-Darimî.)
İlk görünümü ile selefin yolunu takip etme, ağır baskı altında olan bir yerelliğin kendini sağlama alma çabası olarak görülebilir. Eskilerin izini takip etme, dış tehdit altında gerçekleşen kabilevi bir dayanışma ideolojisidir.
Emeviler gerçekte bir aşiret devleti görünümünde idi. Abbasiler ise Arapların, genel Müslüman nüfus ile karışmalarının bir sonucu olarak (Fernand Braudel, Uygarlıkların Grameri.) ‘evrensel imparatorluk’ olma gereğini duymuşlardır. İbn Haldun’un tespitiyle Abbasiler döneminde göçebe hayattan yerleşik hayata geçişin sancıları söz konusu olmuş, yaşama alanları genişlemiştir. (İbn Haldun, Mukaddime.)
Ayrıca bu zamanda, İslam’ın kendi kültür çevresine katmış olduğu çeşitli halk zümreleri, girmiş oldukları bu yeni ve değişik kültür çevresinde orijinal ve enerjik çalışmalar yaparak nevi şahsına münhasır eserler vermeye başlamışlardır. Bu suretle o devreye has rönesans denebilecek bir hareketlilik yaşanmıştır. (Philip K., Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi.)
Yine bu dönemde içtihat, teoloji ve felsefe çabaları kendini göstermiştir. Bu tutum sayesinde Yunan ilmi ve felsefesi, Arapçaya tercüme edilmiştir. (Carl Brockelmann, İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi.) Hikmet ve felsefe ilimlerine öncelik verilmesi sonucunda, eskiden belirlenmiş “hakikat” karşısında beşerî değerlendirmeler kuvvetlenmiş, din nazariyesi üzerinde tekrar durulmuştur. Başka dinler ve kültürlerle yapılan temas, teoloji ile iştigal edilmesini beraberinde getirmiştir.
Selefi din söyleminin ikinci evresi, sosyal hayatta ve din nazariyesinde meydana gelen bu gelişimlerin bir sonucu olarak başlamıştır. Din nazariyesinde meydana gelen gelişmeler, dinin doktriner özelliklerinden ayrılma itirazına neden olmuştur. (Joachim Wach, Din Sosyolojisi.) Bu yüzden dini, sonradan yapılan ‘ilave ve tahriflerden’ temizleme, onu saf ve asli şekline irca etme gayesi ortaya çıkmıştır. Felsefe ve kelam çabaları, “yeni bir din için eski dini bırakmak’ olarak nitelendirilmiştir. Bu zihniyete göre bir hükme varmak için meseleler, Kur’an ve sünnete havale edilmelidir. Bunlar geçmişte tamamlanmıştır. (Mehmet Zeki İşcan, Selefilik.)
Bu evrede de ehlihadis, yeni gelişmeleri, aidiyet ve tanımlama düzeyinde bir buharlaşma olarak görmüştür. Burada Selefi zihniyet kendini belli bir kimliği koruma çabası olarak göstermiştir. Bu evrede Selefi söylemin en önemli temsilcisinin Ahmet b. Hanbel (v. h. 241) olduğu ifade edilebilir.
Ahmet b. Hanbel’den sonra selefe dönüş fikri Berbehari (v. 329/941) tarafından aktivist ve silahlı ayaklanma yöntemi ile savunulmuştur. Bu dönemde Selefi söylem, belli bir yerelliğin yaşama imkânları ile özdeşleştirildiği için katı bir nefret ve şiddet söylemi hâline de gelmiştir. (Muhyettin İğde, Siyasi-İtikadi Bir Mezhep Olarak Hanbeliliğin Teşekkül Süreci.)
Ehlihadiste insanı hüküm verebilecek bir ölçüt olarak kabul etmeye yanaşmayan belirlenmiş bir inkâr mevcuttur. Bidatin, muhdes olanın, reyin, görüşün, kelamın, felsefenin reddedilmesi, aslında değiştirme, yorum, yargılama, değerlendirme, düzeltme çeşidinden her türlü insani eylemin inkâr edilmesinin sonucudur. Burada hedef, âdeta ‘tarihi sona erdirerek’ cemaatin normatif özelliğini koruyup daimiliğini ve denetimini sağlamaktır.
Sentetik bir mezhep olarak Selefilik: İbn Teymiye örneği
Tarih içinde selefe dönüş, İbn Teymiye ile birlikte tepkisel ve retorik söylem hâlinde sentetik bir mezhebe de dönüşmüştür. İbn Teymiye’de selefe dönmek suretiyle dini ihya etme, ‘grubu’, ‘düşmanla’ ilgili olabilecek adlardan arındırmaya yönelik bir çaba olarak algılanmıştır.
Selefiyye kavramını ilk kullanan kişi olarak görünen İbn Teymiye’de bu kavram, oluşmuş bir yapıdan, bir hareketten ziyade ‘dışarıdan’ İslam düşüncesine karışan yabancı unsurlardan dini temizleme ve ilk İslam toplumunun ‘saflığına’ dönme niyetine tekabül etmektedir. İbn Teymiye’de nebevi ve selefi yol, Allah hakkında rey ile konuşmamak, sahabe ve tabiinin yolunu takip etmek, felsefe ve kelamı bırakıp ‘ilme’ tabi olmaktır. (İbn Teymiye, Mecmûu Fetevâ.)
İbn Teymiye, selefi din anlayışını tevhide dayandırmaktadır. İbn Teymiye’ye göre İslam dini tevhitten ibarettir ve tevhit sadece Allah’ın varlığına ve kâinatı yarattığına inanmak değildir. Tevhit aynı zamanda ibadeti O’na hasretmek ve ulûhiyete has şeylerde O’na hiç kimseyi ortak koşmamaktır. (Rızaaddein b. Fahreddin, Şeyhülislam İbn Teymiye ve Mücadelesi.)
“Uluhiyete has şeyler”in alanı İbn Teymiye’de oldukça geniştir. Örneğin kelam ilmi ile uğraşmak bir tür Allah’ın alanına müdahale sayılabilir. Ya da insanın rey ve görüş bildirmesi, aklı esas alarak konuşması da ilahlaşma olarak görülebilir.
Nitekim İbn Teymiye’ye göre tevhit, dinde sadece Kitap ve sünnete bağlılığı da beraberinde getirmelidir. Çünkü insanların görüş ve reylerine göre hareket etmek şirk kapsamındadır. (İbn Teymiye, Minhacu’s-Sünne.)
Ameli tevhit ekolü: Muhammed bin Abdülvehhab ve Vehhabilik
18. yüzyılın buhranlı kültürel ve siyasi ortamında ilhamını Hanbeli ekolünden alan Muhammed b. Abdülvehhab (1703-1787)’ın hareketi, Selefiye’nin en önemli tarihî arka planını oluşturmaktadır. Takipçilerinin ileri sürdüklerine göre bu hareketin hedefi, İslam’ın başlangıcındaki saflığına ve katışıksızlığına döndürülmesi ve dindeki bidatlerle savaşmaktır. (Hamit İnayet, Arap Siyasi Düşüncesinin Seyri.)
Abdülvehhab’a göre İslamiyet başkalarının söylediklerini taklitten ibaret değildir. İslam, her şeyden önce Allah’tan başka bütün ilahların reddedilmesidir. Gerçek tevhit, Allah’ın emirleri ve Peygamber’in sünneti dışında emir ve yasak tanımayarak Peygamber devrinde olmayan her şeyi, bidat ve tevessülü terk ederek Allah’ı birlemek manasına gelen tevhid-i amelidir. (Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri.) Bunu temsil eden selef dönemidir. (Hüseyin Gazi Yurdaydın, İslam Tarihi Dersleri.)
Muhammed b. Abdülvehhab’a göre iman ile küfrü ayırt eden tevhit, tevhid-i amelidir. (Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri.) Bu sebeple tevhidi sadece bir ‘itikat’ olarak görmek, onu inanç boyutuna indirgemek şirktir. Bu tür bir anlayışta olanlarla savaşılır. Bunların kanları ve malları helaldir. Nitekim sahabe ‘Lailahe illallah’ dedikleri ve namaz kılan İslam’a davet eden kişiler oldukları hâlde Benî Hanife ile savaşmıştır. (Muhammed b. Abdilvehhab, Keşfu’ş-Şubuhat.)
Muhammed b. Abdülvehhab’ın dinde ıslah fikri, daha çoğulcu bir din anlayışını temsil eden Osmanlı hilafet düzenine karşı isyan hareketlerinin dinî temelini oluşturmuştur. Onun bidat, şirk ve gerçek tevhit üzerinde duruşu, dini aslına irca üzerinde yoğunlaşması, selef dönemine dönüş çağrısı, siyasal açıdan şu manaya gelmekteydi: Osmanlı hilafeti gerçek dini temsil etmemektedir. Bu yüzden Osmanlıya karşı ayaklanmak vaciptir. Vehhabilik Osmanlı yönetimine karşı ayrılıkçı bir mücadeleye kaynaklık etmiştir.
Yusuf Akçura Vehhabilerin daha on dokuzuncu yüzyılın başlarında Arabistan’ı Osmanlı idaresi altından çıkararak, müstakil bir Arap devleti tesis etme gayesini hedeflediklerini söylemektedir. Ona göre Vehhabi hareketi millî bir Arap hareketidir. (Yusuf Akçura, Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri.)
İslami yenilik hareketi ve Selefilik
İbn Teymiye’nin ve Muhammed b. Abdülvehhab’ın ‘İslam’ı aslına irca’, ‘selef dönemine dönüş’, ‘taklidi ret’, ‘bidatleri yok etme’ prensipleri, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh gibi “modernist İslamcıları” da etkilemiştir. Çünkü bu ilkeler, sahih bir İslam anlayışına götüren temel referanslar olarak görülmüştür. Örneğin Abduh’a göre eğer sahabe dönemi din anlayışına dönülürse İslam, gerçek safvetine kavuşacak, peygamber zamanındaki saflığını, komplekssizliğini, basitliğini yeniden elde edecek, böylece geleneksel İslam’ın modern dünyadaki açmazları ortadan kalkacaktır. Taklidi ret de, düşüncede otoriteyi, dogmatizmi, skolastisizmi ortadan kaldıracaktır. Bidatlerin reddi ile de İslam hurafelerden arındırılmış olacaktır.
Selefi ilkelerden hareket etmekle beraber Selefilikten çok farklı bir sonuç elde ettiği ve İslami esaslara riayet etmekle beraber değişen dünyayı anlamaya çalıştığı için İslam modernizmini Selefi düşüncenin tarihi içerisinde değerlendirmek mümkün değildir.
İslamcılığa dönüşen Selefilik
İdeolojiler çağı diyebileceğimiz yirminci yüzyılda Selefilik, İslam’ı, her şeyi kapsayan, toplumsal ve siyasal varoluşun bütün boyutlarını içeren kapalı, tekelci, tasarımcı ve kapsayıcı siyasi bir kurgu; dini, devleti, insanları ve yaşama biçimlerini belirlemek isteyen, ideolojik bir yapı olarak görmüştür. (Mehmet Zeki İşcan, Siyasal İslam, Dinî ve Fikrî Temelleri.) Böylece Selefilik İslamcılığa dönüşmüştür.
Selefilik, günümüzde çeşitli gelişmeler sonucunda birçok siyasal tutumu barındıran bir yelpazeyi temsil eden özellikler kazanmıştır. Ilımlı kutupta, yeniden İslamileşme hareketliliği içinde, sadece İslam’ın ve ibadetin saflaştırılması üzerinde ısrar eden muhafazakârlar, onların peşinde, eylemlerinin eksenini davet ve tebliğ üzerine kurup, egemen kültür ve topluma katılıma karşı çıkan ‘vaiz militanlar’ (Tebliğ Cemaati ve Hizbu’t-Tahrir), yelpazenin diğer ucunda da batı dünyasına karşı savaş vazeden cihatçılar vardır.
Günümüzde yeni fundamentalizm olarak isimlendirilebilecek Selefiliği tanımlayan iki unsur vardır. Birincisi her şeyin Kur’an’a, sünnete ve şeriata indirgenmesi ve mutlak bir lafzilikle kaynakların ele alınmasıdır. Selefilikte insanın fiil ve davranışlarının bütünü din içinde değerlendirilir. (Olivier Roy, Küreselleşen İslam.) İkincisi, Bid’a ya da yeniliğin, saf geleneğe ilave edilen her şeyle ilgili olarak sapıklık gibi görülmesidir. Selefiliğin geçmişten günümüze en önemli özelliği, militan retçiliktir. (Olivier Roy, Küreselleşen İslam.)
Ehlihadis ekolünden başlayıp günümüz Selefiliğine varıncaya dek aklı kullanma konusundaki yetersizlik, başarısızlık, yenilgi, hâkimiyetin elden gitmesinden kaynaklanan sosyal-siyasal kriz, selefe, sahih dine, sahabeye, dinî metne tutkulu bağlılığı din hâline getirmiştir. Selefilik krizle bağlantılıdır. Ahmet b. Hanbel’de dini aslına irca anlamında “selef mezhebi, “dışarıdan” gelen her türlü unsuru reddetmek suretiyle kabile ve cemaatin yapısını muhafazayı, İbn Teymiye’de Moğallara karşı mücadeleyi, Muhammed b. Abdülvehhap’da Arapların Osmanlıya karşı mücadelesinin dinî temelini, Suud devletinde şirke karşı mücadele ile kuruluş teolojisini, Afganistan’da kabile gelenekleriyle örülü bir yapının dışarıya (Sovyet işgaline) karşı cihat için bir araya gelebilmesini, İslamcılıkta batılılaşma ile birlikte oluşan melez dinî anlayışları karşılamaya, böylece heterojen bir alanın kavram düzleminde türdeşleşmesine matuftur.
Selefi yönelişleri anlamak, İslam dünyasında yaşanan krizleri anlamaya bağlıdır. Selefilik başta olmak üzere hemen tüm İslamcı hareketler doğaları itibariyle siyasidir, ilahiyatla ilişkili değildir. Şu kadar var ki İslam’a burada ‘meşrulaştırıcı’ bir rol biçilmiştir. Selefilik, İslam kültürünün bir sonucu değil, İslami kültür bunalımının bir sonucudur.