Makale

DOĞU-BATI VE 21. YÜZYIL ÜÇGENİNDE İSLÂM

Dr. Abdulbaki Keskin

DOĞU-BATI VE 21. YÜZYIL ÜÇGENİNDE İSLÂM

Karşıt iki ideolojinin, komünizm ve kapitalizmin son 70 küsür yıldan beri nükleer silahların tehdidi altında nisbeten dengelemeye çalıştığı dünya düzeninin 1989’larda çöken Sovyet Komünizmi ile alt üst oluşu, eski, yeni devlet adamlarını, askeri liderleri, milli güvenlik danışmanlarını, "Think-Tank"larda, stratejik araştırma enstitülerindeki uzmanları 21. yüzyıl için derinden düşündürmeye, yeni yorumlar ve yeni prosier üretmeye yöneltmiştir...
Mesela, ABD’nin tanınmış araştırmacı ve dış politika yazarlarından Robin Wright ve Doyle McManus, gelecek yüzyılda, iki süper gücün, yeni büyük güçlerle yerdeğiştirebile- ceklerini ileri sürüyor, Japonya, Almanya’nın liderliğindeki Avrupa ve Çin’in isimlerinden söz ediyorlar...
1990’lardan itibaren Avrupa’da, Asya’da yoğunlaşan etnik ve ırkçı gelişmelerin, Latin Amerika’daki faşist akımların, genel olarak tüm dünyadaki sosyal ve ekonomik problemlerin 21. yüzyılda demokrasi için bir tehlike oluşturacağını vurguluyorlar... (1)
Diğer taraftan, komünizmin mağlubiyeti ve soğuk savaşın bitmesi ile, Amerikan dış politikasının da, ulusal sınırları içerisine çekilmesi gerektiğini, ABD’nin artık askeri bir güç olarak önemini kaybetmek üzere olduğunu; esasen, kapitalizme dayalı bu imparatorluğun da çatırdamaya başladığını ileri sürenlere şiddetle karşı çıkan, ABD’nin eski Cumhurbaşkanlarından Richard Nixon ise; "yeni dünyayı özgürlük ve refaha götürecek olan ve bugün artık tek süper güç haline gelmiş bulunan Amerikan liderliğidir... Bu bakımdan, 21. yüzyıl, Amerikan yüzyılı olacaktır..." diyor ve bu yüzyılda, Islâm Dünyasının, Amerikan dış politikası için en büyük meydan okuyucu olacağından söz ediyor... (2)
Son yıllarını yaşadığımız 20. asırda, yeryüzünde, insanlığa cennet vaadeden Stalin ve
Mao gibi diktatörlerle; bir ırkın üstünlüğünü ve hakimiyetini iddia eden Hitler ve benzeri diktatörler, bu ütopyalarını gerçekleştirmek için milyonlarca insanı boğazlamışladı...
Tarih, bu büyük cürmün hesabını, kuşkusuz, bu diktatörlerin totaliter rejimlerine çıkaracaktır...
Öte yandan, 1945’lerden bu yana, her iki süper gücün de, dahlinin bulunduğu ve bizzat silahlarının kullanıldığı 30 küsür mahalli savaş olmuştur...
Bu savaşlarda dökülen kanların sorumluluğunun, kapitalizmi, sosyalizmi, hangi rejimlerin, hangi emperyalist güçlerin hesabına hangi ölçülerde yazılacağını da yine tarih gösterecektir...
Son bir yılı aşan bir zamandan beri, Avrupa’nın göbeğinde, Bosna-Hersekte, Taş devrine, taş çıkartacak ölçülerde sergilenen vahşetin sorumluluğu ise, hiç şüphesiz, sadece gözü dönmüş, kana susamış dört buçuk Sırp canavarının, fırsatçı, hain, üç buçuk Hırvat katilinin değil; bu hunharlık ve cenosit karşısında, dünya kamuoyunu yanıltmaya matuf bir takım boş diplomatik manevraların dışında, faciaya son verecek ciddi hiç bir tedbire yanaşmayan, ancak, ağızlarını her açışlarında, insan haklarından, demokrasiden, uygarlıktan, yeni dünya nizamından söz eden, hatta 21. yüzyılın liderliğine talip olan Batı’nın omuzlarında olacaktır...
Biz diyoruz ki, 20. yüzyılı, insanlık suçu sayılan, bu ağır cürümlerin zanlısı veya sorumlusu olarak bitiren rejimlerin, herhalde 21. yüzyılın liderliğine talip olmaya ne hakları ve ne de ehliyetleri vardır...
Nitekim, bugün yalnız Avrupa’nın değil, Amerika’nın da dünya liderliğine bir takım şüphelerle bakan araştırmacılardan, Jimmy Carter’ın milli güvenlik danışmanı, ünlü bilim ve fikir adamı, Brzezinski, bu tereddütlerini dile getirirken şöyle diyor:
"Hiç şüphesiz, Amerika bugün gerçek global bir güçtür... Ancak, mesele, evrensel değerlerle yönlendirilmeyen böyle global bir gücün hakimiyetini ne kadar sürdürebileceğidir... Asıl cevaplandırılması gereken soru budur... 20. yüzyılda totaliter rejimlerin kredilerinin sıfıra inmiş olması alkışlanacak bir olay... Ancak, dünyanın gelişmiş, uygar dediğimiz kesimlerindeki aşırı materyalist, bencil eğilimlerin sınır tanımayan dürtüleri, bütünü ile yıkılmaya yüz tutmuş ahlâkı ve moral değerleri sadece şaşırtıcı değil, endişe verici bir gelişmedir... şeklinde bir ifadeye de yer veren Brzezinski, dünyayı, otomatik pilota bağlanmış, her an hızı artan ve menzili belli olmayan bir uçağa benzetiyor ve "Eğer, Amerika bu uçağın pilotu olacaksa, herşeyden önce, ferde kendi kendini kontrol etme imkanı veren ve tüm insanlığı ilgilendiren bir moral ve ahlâkî değerler seti yaratması ve bunu sisteminin merkezine oturtması gerekir" diyor ve geleneksel uluslararası politikada, modem iletişim araçlarının etkisi ve ekonomideki yeni yorumların, milli politika ile uluslararası politikanın farkını sildiğine ve gerçek anlamda evrensel bir toplumun doğması için bir potansiyel oluşturduğuna dikkati çeki- yor...(3)
Diğer taraftan, Katolik Dünyasının devlet bazındaki resmi temsilcisi, Papa John Paul ll’nin, Doğu Avrupa’da komünizmin yıkılışını izleyen günlerde hazırladığı ve 2 Mayıs 1991 tarihinde, "Centesimus Annus" (4) başlığı altında yayınladığı 114 sayfalık bir dokümanda, Sosyalizmin zaafına, Marksist çözümün başarısızlığına işaret ederek, insanların temel ihtiyaçlarının karşılanmasında, kapitalizmin de, moral prensiplere ve bunlara dayalı kanunlara göre idare edilmesi gereğini vurguluyor... Batılı liderleri, komünizmin çöküşünü, kendi ekonomilerinin tek yanlı bir zaferi olarak görmemeleri hususunda ikaz eden Papa, kontrolsüz bir kapitalizmin, Marksizmle aynı zaafları paylaştığına dikkati çekiyor ve her ikj sistemin de, insanı, ekonominin ve materyal tatminin birer parçası derekesine düşürdüğünü kaydederek, bu ülkelere, sistemlerinde moral prensipler istikametinde düzeltmeler yapmaları çağrısında bulunuyor...
Dini liderin, bir kısmının başarısızlığına, bir kısmının zaafına, bir kısmının noksanına işaret ettiği ekonomik ve politik sistemlerin, gerçekte, temellerindeki çarpıklıklardan dolayı, kimseyi mutlu edemediği, her geçen gün insanlığın ıstırabını artırdığı, Hakkın ve haklılığın yerine, zorbanın ve zorbalığın, diğergamlılığın yerine, bencilliğin, sevginin yerine, nefretin hakim olduğu bir dünya yarattığı ortada iken, kapsamı belirlenmiş, bir takım genel telkinlerin ötesinde, ümit verici, kurtarıcı, somut yapıda hiçbir şey söyleyememesi, aslında, yalnız Batı rejimlerinin değil, kilisesinin de, içerisinde bulunduğu çaresizliği açıkça göstermektedir...
Gerçekten de, son üç yüz yıldan beri, Hris- tiyan Dünyasının damgasını taşıyan ekonomik, politik sistemlerin ve moral normların, genelde, insanlığı ulaştırdığı bugünkü aşama, sadece ruhi ve sosyal dokusu bozulmuş toplumlar yığını değil, bu yığınların, üzerinde yaşadığı, fiziki dengesi alt üst edilmiş, "Green House Effect" denilen global ısınmanın; korkunç çevre sorunları faktörlerinin, tüm canlıların hayatını tehdit ettiği bir dünyadır...
Bunun için biz diyoruz ki, eşiğinde bulunduğumuz yüzyıl; Islâm ülkelerinde tabanı oluşturan halkın; batıl ideolojilere angaje olmamış, bilgili, ihlaslı ve hoşgörülü gençlerin liderliğinde; dahili, harici çetin engellere rağmen, tüm insanlığı Allah’ın kulu kabul eden, Hakka ve halka saygılı ortamı yeniden kurduğu yüzyıl olacaktır...
Aslında Papa’nın genel ve müphem ifadelerle vurgulamaya çalıştığı rejimlerin temellerine yerleştirmek istediği moral ve ahlâkı prensipler de; Brzezinski’nin isim vermeden ısrarla üzerinde durduğu, evrensel değerler de; Nixon’nm 21. yüzyılda, Amerikan dış politikasına meydan okuyacağından söz ettiği İslâmî değerlerden başkası değildir...
Biz, "DOĞU-BATI VE YİRMİBİRİNCİ YÜZYIL ÜÇGENİNDE ISLÂM"ı böyle görüyoruz...
(1) Bu makale, yazarın, bu başlık altında, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayınlanmak üzere bulunan eserinin, sunuş bölümüdür.
(2) Flash-Points Promise and Peril, 1991.
(3) Seize the Moment,
1992.
(4) Z.B., Out Of Control Global Turmoil On The Eve Of The 21 st Centruy,
1993.
(5) Vatikan tarafından her yüzyılda bir yayınlanan ve ’Yüzüncü Yıl" anlamına gelen bu önemli dokümanın bir benzeri de 15 Mayıs 1891‘de yayınlanmıştır.