Makale

(TSE) TÜRK STANDARDLARI ENSTİTÜSÜ

(TSE)

TÜRK STANDARDLARI ENSTİTÜSÜ

Mustafa Ateş
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

İnsanlık ailesi içinde bir devleti güçlü kılan bir takım müesseseler vardır. Bu müesseselerin bir kısmı tarihin derinliklerine kök salmış, âdetâ o halkla özdeşleşmiştir. 0 toplumun karekteristiği demektir. Vatan ve millet sevgisi; din- diyanet duygusu vs. gibi. Bir de günün şartlarına ve zamanın ihtiyaçlarına göre kurulmuş ve fakat bugün "olmazsa olmaz" diyebileceğimiz ve devlet-millet hayatında bizi güçlü kılan ve bize itibar kazandıran genç ve dinamik müesseselerimiz vardır. ’Türk Standardları Enstitüsü" bunlardan biridir ve kırk yaşına basmış zinde bir kuruluştur. Son yıllarda garantinin ve güvenin simgesi olmuştur.
Artık günümüzde, herkes kendi ihtiyacını kendisi karşılayamıyor. Çünkü ihtiyaçlar çok fazlalaşmış ve çeşitlenmiştir. Fakat kaynaklarımız son derece sınırlıdır. Bu sınırlı kaynaklardan elde edilecek gıda ve mamül eşyaların, tüketiciye standart ölçüler içinde ulaşması, dolayısıyla üretici ile tüketici arasında hak ölçüsünün sağlanması, adaletin kökleşmesi toplumun en büyük arzusudur. İslam’ın gerçekleştirmek istediği de bu- dur... Dün olduğu gibi bugün de, insanlar arasında, insanların ihtiyaçlarını karşılamak bahanesiyle, fırsatlardan yararlanmak isteyenler çıkabilir. Kalitesiz mal, hileli mamül üretip, hem tüketiciyi, hem devleti zarara sokanlar olabilir. Bunları önlemek için devletin, T.S.E gibi kuruluşlara vücut vererek haksızlıkları önleme yetkisi vardır. İslam devlete bu yetkiyi tanımıştır. Çünkü âmmeye malolmuş konular, aynı zamanda hukukullahtır, yani o hakların sahibi Allah’tır.
Hepimizin farketmiş olduğu, gibi evrende bir ahenk bir düzen vardır. İslam bu ahengi "Sünnetullah" olarak tanımlar. Evrenin her hareketinde, bütün galaksilerde bu ahengi sezmek mümkündür. İlkçağlardan beri insan, bu ahengin farkına varmıştır. Kendi fizik yapısı ve iç dünyası da bu ahengin, bu düzenin tesirindedir. Varlık aleminde mevcut olan bu ahengi insanoğlu, kendi hayatını ilgilendiren konularda pratiğe geçirmiştir. Standart üretimler, fabrikasyon imalatlar, sadece mevcut nimetleri ölçülü olarak paylaşma fikrinden doğmuş değil, daha çok, insanın evrendeki bu ahengi, bu düzeni, yeknesaklığı kavramasından ve onu günlük hayatına yansıtma arzusundan doğmuştur. Kainattaki bu düzenin koruyucusu ve kollayıcısı Allah’tır. Bunun insanlar tarafından bozulmaması, müdahale edilmemesi lazımdır. Bunun için Allah (c.c.) Kur’an-ı Keriminde: "Allah, (yeryüzünde hakkın ikamesi için adaletin simgesi olan) teraziyi koydu. Terazide (bir şey tartarken ölçüyü taşırmayınız, haddi aşmayınız. Teraziyi adaletle (dosdoğru) kullanınız. Tartıda haksızlık yapmayınız" (1) buyuruyor. Yine bir ayeti kerimede ölçü ve tartıda haksızlığı şiar edinmiş Medyenlilere Şuayb Peygamber şöyle sesleniyor: "... ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayınız, zira ben, sizi bolluk içinde görüyorum..." "Ey milletim, ölçüyü ve tartıyı adaletle yerine getiriniz, insanların (alış-veriş esnasında) eşyasını eksik vermeyin ve yeryüzünde fesat çıkararak fenalık yapmayın" (2). Yine başka bir surede Allah, konuya daha açıklık getiriyor ve buyuruyor ki: "Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline. Onlar, insanlardan bir şey ölçüp aldıkları zaman ölçüyü tam yaparlar. Kendileri onlara birşey ölçüp verdikleri veya tarttıkları zaman (ölçüyü ve tartıyı) eksik ölçerler, eksik tartarlar." (3)
Evreni ve evrendeki düzeni yakalamak isteyen insanoğlu, kainattaki düzeni hep bu ilahi buyruklardan, semavî kitaplardan esinlenerek keşfetmiştir. Fezaları ve evrenin sırlarını insanoğlu bize basit gibi gelen ve fakat oldukça çarpıcı bu buyrukların ışığı altında çözmeğe çalışmıştır. "Güneş ve ay (kendi yörüngelerinde) hep hesapla hareket ederler" (4) ayeti her halde kainatın sırlarını merak eden kaşiflere, ilham kaynağı olmuştur. İnsanlar arasında cereyan edecek olan alış-veriş ve ticarette adaleti sağlayıcı ölçü ve tartı, terazi ve metre gibi hak ölçüsünün sembolleri olan alet ve edavat, insanın bu ilahi düzen karşısında duyduğu hayranlığı ifade etmekle birlikte bu ölçülerden, bu dengelerden esinlenerek günlük hayatına bunları yansıtmış ve adaleti sağlamaya çalışmıştır. T.S.E., bu çabaların millet hayatına mal olmuş önemli ürünlerinden birisidir. Ve standardizasyon günümüz insanının hayatının artık bir parçasıdır. Çünkü bugün hiç kimsenin haksızlığa tahammülü yoktur. İnsanlar dünyanın her tarafında hakkını arayacak konuma gelmiştir. Herkes, ihkak hak etmek için kanuni yollara başvurmalı, dolayısıyla hakkını aramalıdır. Devlette bir takım mamüllerin Standard ölçülere uygun olarak üretilmesini sağlamalı ve herkesin herkesle davalı duruma düşmesini önlemelidir. T.S.E. bunun için vardır, bunun için kurulmuş ve geliştirilmiştir. Bu müessese bize, ürettiğimiz mallar ve sunduğumuz hizmetler muvacehesinde, itibar kazandıracak, açık gözlerin el çabukluğuyla pazara sürdürdükleri kalitesi bozuk malların arzını önleyecektir.
Günümüzde özellikle gıda maddelerinin insan sağlığı üzerinde oynadığı rol dikkate alınırsa bu kuruluşun ne büyük hizmet verdiği kendiliğinden ortaya çıkar. Evsafı bozuk, kalite kontrolünden uzak pazara sürülen hileli mallarla halkımızın sağlığı ciddi tehdid altındadır. İnsan, üç günlük dünya ve üç kuruşluk menfaat için kendi dindaşının, kendi yurttaşının hayatıyla oynayabilmektedir. Çünkü bir takım insanların tıyneti buna müsaittir. İnsanın doğuştan sahip olduğu bir takım fıtrî istidatlar, eğitimsizlik yüzünden körleşir ve insan basitleşir, başkalarının zararına da olsa kendi menfaatlarını ön plana çıkartmak ister. Nereden gelirse gelsin ve nasıl olursa olsun hep kazanmak ister. Ona göre bir başkasının hakkı mevzu bahis olmadığı gibi, başkalarının . sağlığı da önemli değildir. Önemli olan haksızlıkla da olsa kendi çıkarını kollamaktır. Ama, Islâm’ın istediği insan tipi bu değildir. "İslam, İnsanlara faydalı olmayı emreder. İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır." (5) İslam insanları hakka riayet etmeyi ve hakkına razı olmayı emreder. Islâm başkalarına zarar vermeyi tasvib etmediği gibi zarara uğramayı da kabul etmez. "İslam’da zarar ve mukabele bizzarar yoktur." (6) As- lolan adalettir, adaletin insanlar arasında gerçekleşmesidir. Adaletin basit, maddi ve günlük hayatımızdaki uygulanması ölçü ve tartı ile yani terazi ve metre gibi birimlerle ölçülür. ibn-i Abbas, Medine çarşısında bir esnafın terazinin kefesini ağdırdığını görünce, ’Terazinin dilini tam denk getir" diye iki defa satıcıyı ikaz etti. Ve Cenab-ı Hak Kur’an-ı Keriminde: ’Teraziyi dosdoğru tartınız. Mizanda haksızlık yapmayınız, demiyor mu" (7) diye uyardı.
Cemiyet hayatında bütün sosyal kurumlar, bir ihtiyaçtan doğmuştur. Bu ihtiyaçları karşılamak için insan kafa yormuş ve bu uğraşlar sonucu beklenen faydalı müesseseler oluşmuştur. Dünya sadece teknoloji sahasında değil, insanın muhtaç olduğu her türlü mal ve hizmette standardizasyona doğru gitmektedir. Böylece üretim hem daha ucuza gelmekte, hem de kalite kontrol altında tutulmakta, üretici ve tüketici bu gelişmelerden faydalanmaktadır. Ve bu gelişmeler İslam’ın tavsiye ettiği hak ve adalet ölçüsüne daha uygundur. Bunlarda İslam’a aykırı bir durum söz konusu değildir. Çünkü İslam ferdin ve toplumun hakkının korunmasını ve kimsenin zarara uğratılmamasını ister. Bu gayeyi gerçekleştiren bütün kurum ve kuruluşlar, İslam’ın yapısı içinde mündemiçtir. Bu gibi kuruluşlar sayesinde, son yıllarda bir afet halini alan ve dinimizin haram kıldığı israf ta önlenebilir. Allah (c.c.): yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez." (8) buyuruyor. Buna rağmen israf almış başını gidiyor.
İsraf, herhangi bir işte aşırı gitmektir. Örfümüzde daha çok, paranın lüzumsuz ve faydasız yerlere sarfedilmesi manasına kullanılmaktadır. İsraf, bazan kemiyette bazan keyfiyette olur. Bunun için, Allah’a isyan yolunda sarfedilen mal, az da olsa yine israf sayılır. Lüzumsuz ve manasız yerlere sarfiyatta bulunmak, Allah’ın emanet olarak verdiği mal ve serveti faydasız yerlere sarfetmek israf olduğu gibi; mal ve serveti yeri gelince sarfetmekten çekinmek te cimrilik sayılır. İslam’da ikisi de mazmumdur. Müslümanların, bu iki mazmum olan davranıştan çekinip orta bir yol tutmaları Kur’an’ın buyruğudur: "Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün eli açık ta olma. Sonra kaybettiklerinin hasretini çeker kalırsın". (9) "Akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver, gereksiz yere de saçıp savurma, zira böylesine saçıp savuranlar, şeytanların dostlarıdır. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür." (10) "Onlar (Mü’minler) sarfettikleri zaman ne israf ederler ne de cimrilik, ikisi arasında orta bir yol tutarlar." (11)
İnsanların huzuru ve mutluluğunu temin etmek için Allah tarafından verilen dünya nimetleri hakkında Kur’an’ın bize tavsiyeleri bunlardır. Bu nimetlerin kadrini bilelim. Onları lüzumsuz yerlere saçıp savurmayalım. Fakat cimrilik de yapmayalım... Her işte ölçülü olalım. T.S.E. gibi milli kuruluşların hizmetlerini de unutmayalım...

(1) Kur’an: 55/7, 8, 9
(2) Kur an: 11/84, 85
(3) Kur’an: 83/1, 2, 3
(4) Kur’an: 55/5
(5) Hadis
(6) Mecelle, Külli Kaideler Mad. 18
(7) Cami-ul-Beyan fi-Tefsir-il-Kur’an (Taberi Tefsiri) c. 27, s. 70
(8) Kur’an: 7/31
(9) Kur’an: 17/29
(10) Kur’an: 17/22, 26
(11) Kur’an: 25/67

Divan Defteri’nden Alınan kayıt sureti:

"Dünyaya hükmeden yüce Padişahın fermanıdır: "Her türlü küçük veya büyük işe hakim olarak, asla gizli ve bilinmeyen bir husus kalmayıp, hiç vakit geçirmeden teferruatıyla yazınız. Böylece hazırlayıp göndereceğiniz defter, kanun kabul edilip gerek duyulduğunda ona müracaat edilsin. Asla noksan bir şey kalmasın!"