Makale

Ahmet ÖZHAN İle Musiki ve Tasavvuf Üzerine....

RÖPORTAJ:

“SANATÇI GÜNEŞİN DOĞUŞUNU HERKESTEN ÖNCE GÖRÜR.. SANATÇIDA İLAHÎ RIZA KAYGISI OLMAZSA, DOĞAN GÜNEŞ İLE BATAN GÜNEŞ ARASINDA DOLAŞIR DURUR.”

AHMET OZHAN İLE MUSİKÎ VE ÜZERİNE...

Sayın Ahmet ÖZHAN, değişik bir çevrede, farklı çizgisi ve misyonu olan bir kişisiniz. Kendinizi anlatır misinizi Bu farklı misyonu nasıl kazandınız!.
Ben irade-i külliyenin şevkine çok inanırım. Herşey irade-i cüziye ile olmuyor. C. Hakkın bir muradı van İnsanın hak yolda olması. Tabiî bizi hak ile batıl arasında serbest bırakmış. Bu doğru ama, bir de O’nun küllî iradesi ile yönlendirmesi mevcut Ben bu -irade dışı- yönlendirmeyi; çekip-çevirmeyi çok gördüm. Kendimde birşey olduğunu sanmıyorum. Hep O’ndan.. İnsanın bir iç yapısı var. Zaman-zaman birtakım ihtiyaçlarla, açlıklarla, insan bir yerlere kanalize oluyor. zira maddî zevkler, hazlar insanı mutlu etmiyor-, manevî açlığınızı-, susuzluğunuzu gidermiyor. Demek başka ihtiyaçlar sözkonusu.. Oraya; yaratılışınızın sırrına yöneliyorsunuz.. Bizimki böyle bir şey. Bir de altyapı meselesi var tabiî.. İyi bir aile terbiyesi aldım. Daha 5 yaşında iken, rahmetli babamdan din terbiyesi, din telkini alırdım. Oturur ilâhî meşkederdik. Babamı dinleyen bazılarının huşu içerisinde olduklarını; hatta bazan ağladıklarını görürdüm. Sebebini anlayamazdım ama, o yaşta onları seyretmekten haz duyardım. Herşey aslına rücû eder ya, işte böyle, ben de aslıma rücû ettim diyebilirim.
Bu farklı çizginizle; farklı anlayış ve yaşayışınızla, çevreniz sizi yadırgadı mı?
Tabiî yadırgayan da olur. Fakat ben fark etmiyorum. Benim fark ettiğim şu: Bizim insanımız, -kim olursa olsun- dinini yaşayan kişiyi daha çok seviyor. Kendisi yapamasa da... Kendi yapamadığının pişmanlığı içerisinde, size daha çok iltifat ediyor, ikram ediyor. San’atçı arkadaşlarımla turnelerimiz oldu. Yurt içinde, yurt dışında seyahat ve beraberliklerimiz... Aynı odayı, aynı mekânı paylaşmışadır. Onlar, benden önce. benim meşrebime dönük ihtiyaçlarımı karşılamışlardır. Kıbleyi tesbit etmişler, kıble taraftaki yatağı bana ayırmışlardır, rahat; ibadet edeyim diye... Türk insanının genlerinden gelen bir gerçekliktir bu... Ayrı ve aykırı düşünen birkaç kişi varsa, ben de onlara aldırmam. Ne yapalım, insanlar bir standart üzere ya-ratılmamış... Hepsinin yaratılışında bir hikmet var ve hepsi bir görevi yerine getirmek durumunda...
Siz çevrenizi yadırgadınız mı?.
Şöyle söyleyeyim. Siz Allah’a yöneldiniz mi, O da sizi yönlendiriyor, koruyor.. C. Hak bizi yavaş yavaş müziğin gaflete sürükleyici kısmından, hizmete yönelik bir çalışmaya kaydırdı. Yaptığımız iş ve mekânlar değişti, rahatladı, onu söyleyebilirim. Konserlerim, gide-rek daha tasavvuf! ağırlıklı oluyor. Kültür Bakanımızın da desteği ile, bu yılın yunus emre-sevgi yılı oluşu... Gelecek yılın, nasip olursa hazret! Mevlana yılı olması gibi sebeplerle... San’atçının bir görevi var. Hekesin gözü-kulagı üzerinizde.. Şöhret, insana bir emanet. Bu emaneti, hak sahibi olanlara birtakım mesajlar verebilmek için kullanmak lâzım.. Ben kendi konumumu böyle programlıyorum. O zaman, çevrenizdeki olumsuzluklara daha sabırlı davranmak durumundasınız...
"Aslıma rücû ettim" dediniz. Bu yeni döneminizde halkın, hayranlarınızın size bakışı nasıl oldu? Deyişti mi? Bu konumunuzla, çevrenizden saygı görüyor musunuz?
Benim ülkemde gördüğüm hüsn-ü kabul, çok şâyan-ı dikkattir. Benim milletim, vatandaşım, dindaşım kendine yakın gördüğünü çok çabuk kabullenir, sahiplenir... Polisler bile beni gördüklerinde saygı ile "buyurun" der, iltifat ederler. Aslında onların iltifatı benim şahsıma değil.. O, İslâm Dininin güzelliğidir, örfümüzün, beldemizin güzelliğidir. Onları benimsemenin getirdiği rızıktan biz de yararlanmış oluyoruz. Bizim çok zengin bir musikî geçmişimiz var. Sanat ve musikî hep himaye görmüş-Hatta Halife-Sultanlıktır, musikîyi himaye etmekle kalmamışlar; kendileri de besteler, İcralar yapmışlar. Dahası, Mustafa Itri gibi, Hacı Arif Bey gibi, Dede Efendi gibi büyük musikî üstadktrı dini de iyi bilen kimselermiş... Günü-müze bu açıdan bakarsak neredeyiz, hangi noktadayız?.Efendim, kendi gücüme kalsaydı, şimdiye kadar ümidimi yitirebilirdim. Ama C. Hak, "-Ümidinizi kesmeyiniz. Benim rahmetim herşeyin üzerindedir" buyuruyor. 0nun emrine muhalefet etme korkusuyla, ümidimi taşımak mecburiyetindeyim, bu birikintisi, bir takım şeylerin zuhur edebilmesi itin bir altyapıya ihtiyaç var. Bu, hilkatte de böyle.. Kâinatın yaratılmasında bile. Birtakım çevreler söz konusu... Mustafa ıtrî E-fendi kolay yetişmedi. Ondan önce Abdülkadir Merağî ile başlayan; Itrî Efendi’de kendine has vakarıyla büyük bir zirve yapan; İsmail Dede Hazretleriyle ulaşılamayan burçlara alem diken musikîmiz, kendi kültür ortamında yükseldi ve zirveye çıktı.
O ortam bir bütündü. İstanbul’u dolaşınız; Süleymaniye’yi, Sultan Ahmed’i, Beyaatı, ceddimizin çeşidi şaheserlerini görecekseniz Hatları, ebrûları, tezyinatı göreceksiniz. Aynı paralelde edebiyatı, şiiri, nesri göreceksiniz. Cenneti gözünüzün önüne getiren süs bereketini göreceksiniz. İşte musiki, bu kültür vasatında gelişti.. Kendiliğinden değil.. Bir de devlet gücü.. O zaman, bir irademizle Fransa’ya kral nasbediyorduk. Şimdi borç istiyoruz.
O büyüklük de birtakım kademelerden geçiyordu. Siyasette, kültürde, sanatta.. Fetva kademelerinden.. Kurana. Sünnete saygı ile, bağlılıkla.. İşte o da C. Hakkın muradı oluyor. Şablon, C. Hakkın muradı idi..
Şimdi o manevî-ruhanî seviyeden çok uzağız. "Musikî" dediniz. Hangi konuda yüksekteyiz ki, musikî de yüksek olalım? Neremiz kemâl seviyede ki, musikîmiz kemâl seviyede olsun?.
Musikî, insanın manevî dünyasının bir göstergesidir. Hangimizde o maneviyat kaldı kil. Nefsimizin e-sareti altında eziliyoruz. Bir insanda ilâhî rıza kaygısı olmazsa, o insanın manevî duygusu zengin olur mu?.
Hâlimiz ne ise, musikîmiz de odur.. İnancımızla, kültürümüzle yakından alâkalıdır. Bu kültür yozluğu içerisinde ondan çok şey beklemek te haksızlık olur.
Sayın özhan, san’atkâr, bir tepenin üzerinde imiş.. Güneşin doğuşunu herkesten önce görürmüş.. Bu açıdan, Türkiye’yi değerlendirir misiniz? İstikbali nasıl görüyorsunuz?
Ben kendimi sade insanlardan farklı görmüyorum. Doğru gerçek sanatkâr, güneşin doğuşunu herkesten önce görür. Benim böyle bir iddiam yok Ama mutlaka bir şey söyleyeceksek şu dönemde çok ümitsiz olmak mümkün değil.. Bir takım kıvılcımlar var.
Düşününüz, şu koca Süleymaniye’de, Beyazıt Camii’nde cuma namazı kılmak için, esnafın arasına dalarlar, cuma namazını kıldırabilecek birini ararlarmış. Ben bunu dedemden dinledim. Şimdi güneş gibi bir Diyanet çıkıverdi... Camilerde yer kalmıyor.
Ama her şeyin daha güzeli yok mu? İnşaatla h daha iyisini de bekliyoruz Zira murad-ı ilâhî bizden bunu bekliyor, istiyor üzerimizdeki emanetin icabı da bu... Daha iyiye gitmek.
Ekonomik sosyal, kültürel, siyasî ağdan da aynı iyiliklerin, düzelmelerin işaretleri görülüyor. Kendi kendimizi hiç aldatmayalım. Ben 60 kadar ülke dolaştım. Bunların içinde, Uzak doğuya kadar, müslüman memleketler de var. Türkiye’nin misyonu, potansiyeli, imkânları başka.. Biz Allah’ın emanetini taşıyoruz. Onun hakkını vermek durumundayız İlâhî tebliği, hakkı olanlara ulaştırmak zorundayız. C. Hak inşaallah bizden bu emaneti almaz
O güzeller güzeli dinimizin hangi rüknü vardır ki, insanlığın mutluluğuna olmasın.. Bunu bir kavrarsak kâinatın gidişini değiştiririz. Biiznillâh.. Çünkü murad-ı ilâhîyede var..
Ben milletimi o yolda görüyorum.
Sayın Ahmet ÖZHAN, söz buraya gelmişken, Diyaneti nasıl görüyorsunuz! Diya-netin nasıi olmasını isterdiniz?.
Efendim Diyanet hakkında benim bir şey söylemem ne mümkün!.. Onlar bizim imamımız. Hz. Peygamberin vekili onlar. Bütün hoca efendilerin ellerini, ayaklarını, öperim., önce prensibim bul. Onlar ümmetin şereflileridir. Efendimizin tebşiratı var. Hamil-i Kuran olanın, onu ahlâkına geçirenin yoluna toz olurum...Kuranı hafızasında saklayabilenin bile elini, ayağını öpmek lâzım. İmamet ne demek?. Cemaat olarak Allah’a arz ediyor bizi, Allah’a takdim ediyor. Allah o şuura erdirsin bizi..
Daha iyisi olmaz mı dedim.. Olur tabiî.. Ben şunu istiyorum: Bizim dinimiz cemaat dini.. o cemaat şuurunu verebilsek insanımıza.. İnsan çiçek gibidir. Koklaya koklaya büyütmek yaşatmak gerekir. Yaşı ne olursa olsun, önemli olan maneviyat yaşıdır insanın...
Efendimizin ahlâkı ile ahlâklanabilsek. Yumuşak huylu, selîm, tatlı dilli, güler yüzlü, cömert, sevecen, her şeyi seven, herkesi seven.. Böyle olamaz mı hocalarımız?. Zaten öyleler de, öyle olduklarını daha iyi ortaya koyamazlar mı?.
C. Hak ne diyor Habibine "-Sen tatlı dilli, güler yüzlü olmasaydın, senin etrafına toplanırlar mıydı?" diyor. Demek, topluma hizmet edecek kişilerin o ahlâkla ahlâklanması lâzım. Yumuşaklığın getireceği tatlılıkla şimdi zikredemeyeceğimiz birçok şey düzelecektir. Neler olacaktır bakın.."Kuran-ı Kerim Mekke’de nazil olmuş, Kahire’de okunmuş. istanbul’da yazılmıştır" diye bir söz var. Biz bugün ona muhtacız. Siz siz olun, Kuran-ı Kerim yeniden nazil olacak yeniden okunacak yeniden yazılacaktır. İkinci inişi, ikinci okunuşu, ikinci yazılışı olacak. Kâinat yerinden oynayacak yerli yerine oturacaktır.
Siz sanat camiasının içindesiniz. Biz o camiaya nasıl yaklaşabiliriz!
Aynı metotla.. Tatlılığın, güzelliğin yumuşatamayacağı katılık yoktur. Sizi gören, sizi iyi gören, size ve temsil ettiğiniz dini mübini İslama ısınacaktır. Size düşen tebliğ ve teklif.. Ama iyilikle, güzel sözle.. Anlamazlara, uymazlarsa, kendi bilecekleri iş.. Peygamberimizde "-Üzülme, kalpleri çeviren biziz. Sen ancak tebliğ edensin" diye teselli edilmedi mi?.
İçlerinde bilmeyenler var. Duymaları, görmeleri lâzım. Gafil olanlar var ki, onların kalplerini Allah çevirebilir ancak. Bir de, daha zamanı dolmamış.. Vakti-saatı gelince o da hidayet bulacak. Size düşen ise tebliğ ve teklif.. Timsal olmak, örnek olmak. O zaman Kuranın indiği yer de burası olur, okunduğu yer de, yazıldığı yer de..
Diyanet büyük çok büyük Fonksiyonu, işi, rolü çok fazla.. Bir dirilse, bir doğrulsa!..

SANATÇININ DÜNYASI
Yeni bir hayatla başlayan Mutluluk
Bayram ALTAN

İNSANIN dünyaya ilk defa gözlerini açtığı zamanki hâlinin ne I kadar masum, sevimli ve tertemiz olduğu bilinen bir gerçektir. Bu nezahat ve masumiyet, zamanla İnsanın içinde bulunduğu ortamın durumuna göre değişiveriyor...
Büyük bir hızla meydana gelen bu değişiklikler; ortama, çevredeki hayat tarzına, gelenek ve göreneklere, yetişme tarzına, aile yapısına göre İnsanı alıp bazen gün gibi aydınlıklara, bazen de karanlık dünyalara itiyor...
Karanlık dünyalarda kurtuluş arayan insanların mutlu oldukları söylenemez. Zaman zaman İçinde bulundukları sıkıcı, üzücü ve bunaltıcı durumlara dayanamadıkları için kurtuluşu yüksek bir yerden atlayıp hayatına son vermede bulan insanların acı sonları bunun bir örneği değil midir?
Günümüzde hemen her kültür seviyesindeki insanın İnandığı bir konu da, maddenin insan ruhunu doyurmadığı gerçeğidir. Mutluluğu maddi değerlerde arayan insanlar, zamanla bu inancın yanlış olduğunun farkına varıyor ve ruhunu doyuracak bir arayış içine girmek zorunda kalıyorlar...
Ülkemizde de böyle bir arayış içinde iken hidayete eren çok sayıda insanımız var. İşte bunlardan, binlerce insanın yakından tanıdığı Ulvi ALACAKAPTAN, Cenk KORAY, Ali ERCAN, Canan CEYLAN, Kudret ŞANDIRA ve anlattıkları...