Makale

Prof. Dr. Atalay YÖRÜKOĞLU ile Toplumdaki Değişimlerin Psikolojik Tahlili

İnsanların davranış biçimlerine, ahlâkına, defterlerine etki eden unsurların psikolojik tahlili konusunda;
Prof. Dr. Atalay YÖRÜKOGLU, arkadaşımız. Halil KAYA’ nın sorularını cevaplandırdı.


Her gelişme ve değişme sancı da yaratır. Değişmeye ayak uydurmak, değişmeye uyum sağlamak da bir çaba gerektirir. Yani değişirken, hem çağa ayak uyduracaksınız hem de kendi benliğinizden, kişiliğinizden özveride bulunmayacaksınız. Hayat tarzınızla çağdaşlığı uzlaştıracaksınız. İşin zor tarafı da burası...
EĞİTİM kurumlarımız ne kadar mükemmel olursa olsun, aile düzensizse, ailede sevgi ve dayanışma yoksa, aileden destek almıyorsa, o genç yoldan sapar. Yoldan çıkmanın en önemli araçları; alkol, uyuşturucu ve suça yönelmedir...
Köy toplumunun bir koruyucu havası vardır. Herkes herkesten sorumludur köyde- Yanlış bir davranışını gördükleri zaman uyarırlar. Ama şehirde bunu yapamazsın.
KİŞİLİK gelişmesinde televizyonun pek çok olumsuz etkisi var. Çok fazla şiddet var, aile ilişkileri çok kötü, bozuk örnekler oluşturuyor. Bunlarla savaşmak lâzım.


TOPLUMOAKİ DEĞİŞİMLERİN PSİKOLOJİK TAHLİLİ

Dünyamızda büyük deyişimler oluyor. Bloklar yıkılıyor, insanlar daha önce inandıkları şeyleri, fikirlerini değiştiriyorlar. Bununla beraber kötü alışkanlıklara yönelmeler (içki, alkol, uyuşturucu müptelalığı, heavy-metalcilik, punkçuluk) artıyor, geleneksel saygı, sevgi gibi bize ait olan hasletlerimiz giderek zaafiyete uğruyor. Sizce bunların sebepleri nelerdir?
Gerçekten çok hızlı bir değişime tanık olduk. İdeolojiler ne o-lursa olsun insan hakları öne geçti. Özgürlük ve demokrasi anlayışı büyük hız kazandı. Diktatörlükler, totaliter rejimler gidiyor, onun yerine demokrasi ve insan haklarına dayalı rejimler işbaşına geliyor. Tabiî, bu bir taraftan son derece olumlu bir gelişme.
Ama, her gelişme ve değişme sancı da yaratır. Değişmeye ayak uydurmak, değişmeye uyum sağlamak da bir çaba gerektirir. Yani, değişirken, hem çağa ayak uyduracaksınız, hem de kendi benliğinizden, kişiliğinizden özveride bulunmayacaksınız. Yani, hayat tarzınızla çağdaşlığı uzlaştıracaksınız. İşin zor tarafı da burası...
Dünyadaki en önemli değişme, bu saydıklarımızın dışında haberleşmenin hızlanması. Artık, televizyon sınırları kaldırdı. Haberleşme, uydular, dolayısıyla kültürler arası etkileşim çok hızlandı. Bu kaçınılmaz bir şey. "İyisini ayırt e-deyim, kötüsünü almayayım" öyle bir sansür koymak, engellemek mümkün değil. Yazılı şeye sansür koyarsınız; ama ne radyoya, ne televizyona sınır çekmek mümkün değil.
Bu da toplumu zorluyor; yalnız fikirler gelmiyor, özgürlük arayışı da yaygınlaşıyor. Artık, dünyada içişleri diye bir şey kalmadı. Yani "Benim içişlerime ne karışıyorsun?" sözü artık geçersiz, sanki dünyada herkes birbirinden sorumlu... Uluslararası anlaşmalar icabı çocuk hakları diyoruz, kadın haklan diyoruz, siyasî haklar diyoruz ve bağlayıcı sözleşmelere imza atıyoruz. Dünyanın kaderi birleşiyor, yazgısı birleşiyor, dolayısıyla özgürlükler, haklar, ortak-laşa paylaşılıyor. Tabiî refahın paylaşımı o kadar hızlı gitmiyor. 0 daha zaman alacak.
Dünyanın küçülmesi, özgürleşme, hakların artması, etkileşimi de artırıyor, ülkeler arasında, kültürler arasında etkileşim. O zaman zararlı akımlar da gelebiliyor, tüketici toplum özentisi başlıyor, lükse, gösterişe, yeniliklere çok para ayırıyoruz. Bunlar amaç haline geliyor. Rahat yaşamak, daha lüks yaşamak tek amaç haline gelmeye başlıyor. Bu da bence işin sakıncalı taralı. Yani, hayatı hayat yapan çok değerli birtakım amaçlar var. Onların yerine daha maddiyatçı.daha gününü gün etmek isteyen bir anlayış geçiyor ki, buna karşı toplum olarak savaşmalıyız.
Tabii bunun, sihirli değnekle düzeltir gibi kolay bir çözümü yok Ama yapılacak şeyler var. Gençliğimize amaç vermek lâzım. Amaçsızlık, işsizlik ve eğitimsizlik birçok kötülüğün anasıdır. şöyle söyleyeyim: Lise çağında olan gençlerimizin üçte biri ancak lise veya dengi okula gidebiliyor, üçte biri vasıfsız işçi olarak çalışıyor. Üçte biri de tamamen işsiz. Bu durum, gelişmekte olan ülkelerin kaderi. Genç nüfus dinamiktir, enerjiktir ve yararlanılması gereken bir kaynaktır. Ancak eğer eğitemiyorsanız, besleyemiyorsanız, iş bulamıyorsanız, o zaman da toplumun yükü olur çıkarlar. Bizde durum bu ne yazık ki. Hepsine iş bulamıyoruz, hepsini oku-tamıyoruz.
Gençliğin zararlı alışkanlıklar edinmesine hızlı iletişim ve amaçsızlık mı etki ediyor?
Hiç şüphesiz. Yani moda, giyim, müzik.. Dünyanın bütün gençliğini hemen sarıyor. İşte hippi, heavy-metal gibi. Gerçi bunlar geçici akımlar. Bir dalga gibi sarıyor, gelip geçiyor. Bunlardan en çok gençlik etkileniyor. Hangi gençlik etkileniyor? amacı olmayan gençlik Onlara bir amaç vermek lâzım. Eğitim bir amaçtır, meslek bir amaçtır, topluma yararlı işler yapabilme bir amaçtır. Toplum olarak, eğitim kurumları olarak en önemlisi aile olarak bu amacı veremiyoruz.

Efendim, amaç verme işine nereden, hangi kategoriden başlamalıyız! Kısa sürede yapabileceğimiz bir şeyler var mı?
Her kademede düşünmek zorundayız, uzun vadeli düşünmek zorundayız. Tabiî, en küçüklerle başlamak en iyi sonuç verir. Hatta, mümkün olsa aileden başlasak Aile de, çocuğu gelişen toplum ve dünya içerisinde birçok değişikliğe uğratır.
Ben, bir ruh hekimi olarak hep ailelerle çalıştığım için biliyorum. Eğitim kurumlarımız ne kadar mükemmel olursa olsun, aile düzensizse, ailede sevgi ve dayanışma yoksa, aileden destek alamıyorsa, o genç yoldan sapar, yoldan çıkabilir. İşte, yoldan çıkmanın en önemli araçları da zaten, alkol, uyuşturucu, suça yönelme.
Türk ailesinin bugünkü durumunu diğer ülke aileleriyle kıyaslar mısınız?
Türk ailesi birbirine bağlı bir ailedir, dayanışma ve sevgi güçlüdür Türk ailesinde. Boşanma oranı bizim toplumumuzda çok küçüktür-, ama eskiye göre artış var. Fakat, başka bir toplumla kıyaslarsanız, bir Amerika toplumunda, bazı eyaletlerde 3 evlilikten 2’si boşanma ile bitiyor. Dolayısıyla ortaya üvey anne, babalar, üvey çocuklar, dağılmış, parçalanmış aileler çıkıyor. o gençlik, çok daha sorunlu olabiliyor ve bunun en somut kanıtı da, bizde uyuşturucu alışkanlığının yaygın olmayışı; ama Amerikan toplumunda, Avrupa ülkelerinde bu işin daha yaygın oluşu. Bunun başlıca nedeni, dağılmış ailedir, parçalanmış düzensiz ailedir. Yoksa orada o-kul eğitimi bizden ileri-, ama işin kaynağı aile ve ailenin çocuğa verebildiğidir.
Bizde sevgi yeterlidir. Tabiî, aile içi eğitimimizde aksayan taraflar da var-, yani sevgi güçlüdür, çocuklarımızı sonuna kadar destekleriz. Bizde işsiz olan çocuk evin dışına atılmaz, herkes beraber yer içer. Onun için işsizliğin kötü sonuçları o kadar belli olmuyor Türkiye’de. Ama başka yerde 18 yaşından sonra evini bırakıp gider, yani aile bağlan gevşektir, zayıftır. Bu da dayanışmayı azaltıyor, kişiyi alkole sürükleyebiliyor, uyuşturuculardan medet umabiliyor. Yani, işin temeli ailedir.
Bizim aile eğitimimizde eksik o-lan bir şeyi söyleyeyim. Yani, çağa ayak uydurmakta eksik gördüğüm bir nokta, çocuklarımızı biraz kendimize fazla bağlı yetiştiriyoruz. Yani, onları biraz daha girişken, biraz daha kendi kanatlarıyla uçabilir duruma getirmeliyiz. Hep bizim sözümüzü dinlesinler, bizim sözümüzden çıkmasınlar gibi bir yaklaşım artık çağa uymuyor. Gençler daha becerikli, kendi başlarına karar verebilir duruma gelmek zorundadırlar. Çünkü, yeni dönem girişkenlik dönemi, rekabetle yarışma dönemi. Buna göre alıştırmak zorundayız. Ama, bunu yaparken aile bağlarımızı, sevgi bağımızı gevşetmezsek çok daha iyi sonuç alırız. Bu bakımdan, Türk ailesini bir Amerikan ailesiyle karşılaştırsak Amerikan ailesinde bağlar daha gevşektir, dayanışma zayıftır; ama, orada çocuklan erkenden girişken olmaya, kendi işini görmeye alıştırma vardır. Bizde sevgi bağı güçlü, aile dayanışması var.
Değerler zamana göre değişiyor, biz buna tam ayak uyduramıyoruz. Bundan 50 yıl önceki, 80 yıl önceki Türk ailesi, Osmanlı ailesi ile şimdiki Türk ailesinde aile içi ilişkiler bakımından farklılıklar var.
Osmanlı ailesinde baba konuşmazdı. Baba çocuklarını öpmezdi. Baba eve gelince çocuklar bir köşeye sinerlerdi. Yani, saygı vardı, bağlılık vardı; ama korku da vardı. Şimdi daha yumuşadı ilişkiler. Yani, çocuklar babayla da konuşuyorlar, diyalog kuruyorlar. Baba, sevgisini daha iyi verebiliyor. Dolayısıyla, gelişme var.
Özellikle köylerden şehirlere gelen ailelerin çocukları ile ebeveyni arasında bir uyumsuzluk söz konusu. Bu geçici bir durum mudur? Kuşak farklılıklarının kalkması için yapılabilecek bir şey var mı?
Çok güzel bir noktaya değindiniz. Çünkü en önemli toplumsal sorunlarımızdan birisi geçiş toplumu dediğimiz gecekondu aileleri. Kökeni kırsal kesim olup şehrin kenarlarında tutunmaya çabalayan aileler bunlar. Köydeki değerlerine de sıkı sıkıya sahip oluyorlar. Çocuklan için aynı şeyi söyleyemiyoruz.
Çocuklar, ana-baba eğitimiyle toplumda gördükleri farklı şeyler arasında bocalıyor. Onların çok daha toplumsal yardıma, desteğe ihtiyaçları var. Yani, gecekondu gerçeği bizde ne yazık ki çok geç fark edildi. Yani, onlara su, elektrik yol çok geç gitti; ama, hiç gitmeyen şeyler de var. Mesela-, toplumsal yardım, sosyal hizmet yardımı, eğitimsel yardım. Gecekondu çocuklan okullarını bitiremiyor, yanda kalıyor. Yani, şehir okullarına gidebiliyor; ama yan-şamıyor. Dolayısıyla, eğitimleri geri kalıyor, yanda kesiliyor ve onlar çırak işçi. Sokaklarda satıcı olarak hayata atılıyorlar. Bu bakımdan, bu çocukların içerisinden daha yüksek sayıda, oranda suçlu çocuk çıkıyor. İmrenme de var, görme de var. Köy toplumunun bir koruyucu havası vardı. Herkes herkesten sorumludur köyde, herkes herkesin amcası, dayısıdır. Yanlış bir davranışını gördükleri zaman uyanırlar; ama, şehirde bunu yapamazsın. Çocuk şehir içinde kaybolabilir, ayartılabilir, suça yönelebilir. Nitekim, istatistikler gösteriyor ki, adî suçların, hırsızlıkların, mesela Ankara içerisinde işlenen suçların yüzde 95’i gecekondu aile çocuklarından geliyor. Bu da şunu gösteriyor. Yani, bunlara özel hizmet gitmesi lâzım. İşsizine iş bulmak okulu bırakmış olana destekle okulu bitirtmeye uğraşmak Hani özel bir grup olarak onların kent hayatına uyumlarını hızlandırıcı, kolaylaştırıcı yapılabilecek pek çok hizmet var; götüremiyoruz bunları. Yani, biraz kaderlerine terk edilmiş durumdalar, el yordamıyla gidi-yorlar.
Bu anlattıklarınız madalyonun bir yüzü. Bir yüzü de her türlü sosyal imkânlara kavuşmuş, maddî doyuma erişmiş diyebileceğimiz kesimler arasında da huzursuzluk, suça yönelme, ahlâki değerlerden uzaklaşma var. Bunların sebebi ne olabiliri
Cevabı sizin sorunuzun içinde saklı. Yani, her şeye doymuş, her şeyi elde etmiş bir insanın amacı kalmaz bir yerde. Yani, insanın bir evi olması, bir arabası olması bir amaç olabilir. Bu ayıplanacak bir şey değil; ama, arabayı öğrenciyken elde etmişse düşünebileceğimiz her türlü lüksü varsa, babası bol para harcıyor, anası bol para harcıyorsa bu ailede bir a-maç nasıl göstereceksiniz O zaman, çocuklar tüketici oluyorlar. Gelen parayı bol harcamak moda merakı, marka merakı başlıyor. "Şu markayı giymek lâzım, şurada gezmek lâzım..r Olgulan hakim oluyor. Gerçekten, doygunluk bu. Batı toplumlarında da sık görülen bir şey. Zenginler arasın-da da suçluluk var. Bir de ne yapacağını bilemeyen, kendine bir a-maç çizememiş, bir değerler sistemi oluşturamamış zengin tabakanın ki, orada orta sınıf da zengin sayılabilir, her şeyi olan çocuklarının amaçsız bir sekide; suç denemeleri, alkol, kokain kullanmaları, uyuşturucuya yönelmeleri, cinsel arzulan tatmin ve sorumsuz yaşama örneklerini görüyoruz.
Bu alışkanlıkların yaygınlaşmaması için ailelere ne tavsiye edersiniz?
Bilgiler çocuğa azar azar verilmeli, çocuk çabalamalı, uğraşmalı. Bu maddî şeyler için de önemli. çocuğa hesapsız oyuncak alıyorsanız onu doyumsuz yaparsınız Bisikletle idare edecek çocuğun altına araba verirseniz bu da çocuğu doyumsuz yapar; ama, daha da önemlisi, tabiî manevî değerler. İnsanın, para kazanmaktan başka amaçlarının da olduğunu öğretmemiz lâzım.
Gençliğe iş imkânı bulmalıyız. Boş zamanlarında çalıştırmalıyız, para kazandırmalıyız Yani, kendileri uğraşarak didinerek para kazandığı zaman genç paranın değerini bilir, daha tutumlu olur. Alın teriyle, emeği ile kazanılmış para kutsal paradır. Buna liseden başlanır, üniversiteden başlanır. Toplumsal kalkınma için onlara görev verebilsek Gençler buna hazırdır. Bunlar eksik bizim toplumumuzda. Herkes başını kurtarsın havasına girdik son yıllarda; ama yardımlaşma nerede kaldı. Karşılık beklemeden yardım edebilmenin de büyük bir zevki var. Size bir örnek vereyim: Burhaniye yakınında bir köyün ahşap, berbat bir köprüsü var. oraya genç Alman turistler gelmişti. Bu köprüyü görmüşler. Ertesi yıl tekrar geldiler. Bu defa aralarında para toplamışlar ve o köprünün yerine beton bir köprü yaptılar. Sırf o iş için gelmişler. Bu beni u-tandırdı. Neden bizim gençlerimiz böyle değil diye.
Böyle bir projeye imkân verseniz yaparlar. Biraz çimento verin, biraz kolaylık gösterin, biraz fırsat verin, destek olun gençler buna hazırdır. Niye olmuyor? Niye örgütlenemiyoruz? Bunu aşılamalıyız gençlerimize.
Sayın hocam, yünümüzde TV kanalları arttı, uydu yayınları seyredilmeye başlandı. Bu da aile fertleri arasında anlaşmazlıkla ra sebep oluyor.
Program seçme konusunda çatışmalar oluyor. Bu konuda ne dersinizi
Bu iş aile reisinin sorumluluğundadır. Mesela; benim en çok takıldığım şey-, yetişkinlerin seyretmesi gereken programlan küçük çocukların, daha okula gitmeyen çocukların gece yanlarına kadar oturup seyretmeleri. Burada babanın ve ailenin sorumluluğu var. Televizyon bir araçtır, onu ne kadar iyi kullanırsanız o kadar yararlanırsınız
Gençlere "şunu seyretmeyeceksiniz, bunu seyretmeyeceksiniz" diye yasak koymak yerine, Arkadaş, ben bunu seyredeceğim. Ben ana, babayım, sen seyredeceğini seyret, ama, benim seyretmek istediğim dizi veya programa karıştırmam." demeli. Orada da ana, baba otoritesini koysun derim.
Peki, bu durumda çocuklar isyankâr olmaz mı?
Tamamen de yoksun kalmayacak ki, ölçüsünü öğrenir. Sonra, televizyon ara sıra kapatılabilmelidir. Televizyon geldi konuşma, sohbet, söyleşi, muhabbet azaldı. "Bazı geceler onu seyretmeyeceğiz, konuşacağız, yahut beraber bir oyun oynayacağız, gezeceğiz" desin aile. onu da öğrensin. Bu disiplinsizlikten çocuklar ders çalışmıyor, çalışmaz tabiî. Ana, baba televizyonun karşısından kalkmıyor ki... Sonra, "Bir şey söyledim" diyor, öbürü "duymadım" diyor, herkes birbirini tanımıyor. Yani, televizyonun olumsuz etkisi de bu. Kitap okumayı kaldırdı, arada sohbeti, diyalogu, aile muhabbetini kaldırdı. Herkes televizyon önünde yemek yemeye başladı. Sofrada yemek yerken "Sus gürültü etme, kaçırıyorum" bilmem ne diye herkes birbiriyle bunun için laf ediyor.
Bunlar geçecek tabii, bunlara uyum sağlayacağız.


“Bizim terbiye sistemimizde bütün güzellikler mevcut.. Yeter ki onları muhafaza edelim..”