Makale

YENİ BİR SOSYAL VE POLİTİK DÜNYA DÜZENİNE DOĞRU

Dr. Niyazi KAHVECİ

"YENİ BİR SOSYAL VE POLİTİK DÜNYA DÜZENİNE DOĞRU"

7-10 Ekim 1991 tarihlerinde Malta adası tarihi bir toplantıya sahne oldu. Toplantıya elli’nin üzerinde ülkeden dini temsilci, katıldı. Dünyadaki tüm dinler arasında uzlaşma sağlamak maksadıyla ilki 1986 yılında İtalya’nın Assisi kasabasında yapılan toplantının bu yıl beşincisi yapıldı. İtalya’da yapılan ilk toplantıda Papa ll. john Paul bir de "Barış için Dünya Dua günü" tertip etmiş. Bu, dinler arası diyalog hareketinin başlangıcı olmuş.
Bu toplantıdan hareketle st. Egidio adlı bir dernek kurulmuş. Bu dernek İtalya’da bulunan Ortaçağa ait bir manastıra adını veren bir Hristiyan Azizi "Egidio’nun adını, almış. Dernek üyeleri din adamı olmayanlardan oluşmakta. Dinî Hukuk tarafından, 1986’da Katolik Kilisesi bünyesinde uluslararası dernek olması tanınmış. Bu tarihten itibaren her yıl Hristiyan ve diğer dünya dinlerinin temsilcilerini biraraya getirip "Diyalog ve Barış" toplantıları düzenliyor.
Bu konferanslarda "Dinlerin birbirimizden nefret etmeyi, savaşlarda günahsız ve suçsuz kanlar akıtmayı asla meşrulaştırmadığı, aksine onların hepsinin savaş değil barış istediği ortak karar olarak benimsenmiş. Dinî şahsiyetlerin barışa ulaşmada oynadıkları rolün emsalsiz olduğu tesbit edilmiş.
Yarım asır önce insanların suçsuz olarak katledildiği Polanya’nın Varşova caddelerinde 1989 yılında bu sefer din adamlarının yaptığı barış yürüyüşü bu dayanışmanın en güçlü örneğini teşkil etmiş.
Toplam 250 dinî temsilcinin katıldığı toplantıda; Mısır Başmüftüsü Tantavvi, İsrail Başhahamı Kohen, Polanya Başpiskoposu Glemp, Papa’nın özel Elçisi, İngiliz Kilisesinin Başpiskoposumun özel elçisi, İran’dan Mollalar, Etyopya İslâm Yüksek Kurulu Başkanı, Antakya Patriği ve daha pek çok din adamı ile ilahiyat profesörleri bulunuyordu.
Konferansta "Çağdaş dünyanın problemleri ve beklentileri", "Akdeniz’in büyük dinleri arasında diyalog" "Politikacıların ibrahimî dinlerden beklentileri", "Afrika’da Dinler", "Bugünkü dünyada İslâm’ın karşılaştığı sorunlar" "Avrupa’da dinler", "Müslüman ve Hıristiyanların birlikte yaşamaları", "Ortadoğu’daki yumuşamada dinlerin katkısı" "Kültür ve dinler", "Yeni bir sosyal ve siyasi düzene doğru" konuları ele alındı.

BİR TOPLANTININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Malta’daki toplantının yolcusu olarak Roma Leonardo’da Vinci Havaalanı’nda uçağımı bekliyorum. Vakit doldurmak amacıyla ücretsiz dağıtılan bir dergiye göz atıyorum. Arka sayfalardaki karakter testlerini cevaplandırırken ülkemle zihnî, sessiz mukayeseler yapıyorum. Arada bir etrafa göz attığımda yolcuların renklendiğini görüyordum. Rengârenk kıyafetler içerisinde çeşit çeşit din adamları teker teker toplanıyor. Sadece ben sivil kıyafetliyim. Toplumdan soyutlanmamanın avantajını kullanarak etrafı rahatça gözlüyor, olup-bitenleri seyredebiliyorum. Kimse din adamı olduğumu bilmiyor çünkü. Bu arada başıma su aktığını hissetim. Modern havaalanı yağmuru sızdırıyordu. Böyle şeylerin sadece ülkemizde olduğunu sanırdım. Havaalanının manzarasını bozan bir başka şey de üçüncü dünya ülkelerinin yerde ve koltuklar üzerinde sere serpe uzanan insanları. Testlerin sonuçlarını alıyorum ve tavsiyelerini de değerlendiriyorum. Battılı, yol geçen hanında ayak üstü okunup değerlendirileceğini bildiği dergilerde bu tür testlere neden yer veriyor diye düşünüyorum. Farkına varmadan kendini gözden geçirmiş, daha verimli ve topluma daha uyumlu olabilmek için yapmak gerekenleri tesbit etmiştim bile.
Karşı koltukta kisvelerinden anlaşıldığı kadarıyle Caynizm’in iki bayan din temsilcisi oturmuş. Beyaz, sadece dikilmiş, desensiz adeta kefen gibi giysileriyle çıkardıkları, modern ziraat tekniklerinden yoksun yetiştirilmiş küçük elmalarını ısırıyorlar. Soluk yüzleri ile ne de uyum sağlamışlar. Bu arada gözüm derginin arka kapağına gidiyor. İtalya’nın meşhur tenoru Paverotti’nin fotoğrafı var. Ahır önünde çekilmiş. Elinde tırmık samanların arasında. Başında çiftçi şapkası, boynunda mahallî yaşmak ayaklarında şövalye çizmesi, pejmürde bir çiftçi elbisesi içinde poz veriyor. Tipik bir Avrupa köylüsü. Hiç bir aşağılık kompleksi duymadığı, bilakis gururlandığı gülüşünden belli oluyor.
Anons yapılıyor, uçağa alınıyoruz. İtalyan Hava Yollarına ait bir uçak, İtalyanların üzerinde katolik dininin etkisi büyük Havalandık, yemekler dağıtılıyor. Din adamı kıyafetinin avantajı görülmeye başlıyor. Ben ise bu sefer dezavantajlıyım. Yemekler önce onlara veriliyor. Çünkü, kürküm yok Uçaktan iniyoruz, karşılamada kendimi tanıtmak zorundayım. Yoksa "VİP" imkânlarından yoksun kalacağım. Salona alınıyoruz. Fotoğraflar çekiliyor. Benimkine rağbet eden yok Hahamla-Müftüyü, Papazla-Müftüyü fotoğraflamak için gazeteciler birbirini çiğniyor. Nasreddin Hoca’nın deyimiyle, tam bir "ye kürküm ye" günü olacağa benziyor. Toplantı boyunca da öyle oluyor.
Toplantı Avrupa’nın "Tek Pazar" sistemine geçeceği 1992 yılı öncesine rastlamasından ötürü ayrı bir önemi haizdi. Her ne kadar diğer dinlerle uzlaşma gaye edinilmişse de, Hristiyanlık mezhepleri arasındaki yakınlaşma Avrupa Birliği için çok daha fazla önem arz ettiği gözden kaçmamaktaydı. Şurası bir gerçek ki Hristiyan mezhepleri arasındaki ayrılık ve anlaşmazlıklar Müslümanlıkla olan uçurumdan çok daha fazladır. Bu durumda dindarlaşmanın Avrupa gençliği arasında artması nedeniyle birliğin geleceği için ciddi bir tehlike arz etmektedir. Kendisiyle konuştuğum organizasyon üyesi, dindarlaşmanın nedenini şöyle açıkladı: "Her şeye sahip olan Avrupa gençliği tatmin ve mutluluk dan yosun. Maddî şeyleri olmayan papazların mutlu hayatları ve kişilikleri etkin örnek teşkil ediyor." Göze çarpan bir başka nokta ise, devlet adamlarının din adamlarının önüne geçmemesi, onlarla kucaklaşırken poz vermeye özen göstermeleriydi. Din adamlarının, Avrupa’da politikacılar üzerinde de etkili olduğu her halde belli oluyordu.
Politikacılar "Yeni bir sosyal ve siyasi düzen"in din adamlarının katkısı olmadan gerçekleşmeyeceğini kavramışlar. Bu nedenle maliyeti çok yüksek olan bu tür toplantılara bizzat finans desteği vermekteler. Bana söylendiğine göre, sadece bu toplantının 4 milyon dolar olan faturasının büyük kısmını İtalya hükümeti karşılamaktadır.
Doğu Avrupa ve Sovyet Rusya’daki çözülmeden sonra ortaya çıkan yeni durumda dinlerin fonksiyonunun büyük olacağı ortak kabul gören bir gerçek olarak göründü. İslâm ülkelerinde yaşayan gayri müslimler, Müslüman ülkeler komşu gayri müslim ülkelerle olan ilişki ve problemler konferansların ağırlığını teşkil ediyordu. Bunları birleştirmek için üç büyük dinin ortak peygamberi "Hz. İbrahim" odak noktasıydı. Koferans konularından da bir nebze anlaşılacağı üzre dinin siyasete alet edilmesi olmasa da din ile siyasetin iç içe girmesinin hedeflendiği ortadadır. Bilindiği gibi İslâm ülkelerinde yaşayan gayri müslim azınlıkların dinî temsilcileri, aynı zamanda cemaatlerinin siyasi liderleridir. Din adamı kisvesiyle, bu sayede cemaatlerinin politika konularında daha serbest hareket edebilmeleri imkânını doğuracağı şüphesizdir. Her hangi bir müdahale, konferansın ruhuna ve gayesine ters düşmek olacaktır. Gaye: Din için kavga ve savaş yok İnançlara saygı var, barış var.
Avrupa topluluğunun, hammadde gereksinimini kolaylıkla sağlamak bir yandan da ürünlerine pazar genişliği temin için üçüncü dünya ülkelerine ihtiyacı vardır. Onlarla iyi ilişkiler içinde olmak zorunluluğu vardır. Din hariç, diğer tüm sektör ve sahalarda Avrupa birliğinin teminine mümkün gözüyle bakılmaktadır. En azından bu konuların politikacılar tarafından ger-çekleştirilebileceği mümkün. Ancak sosyal ve dini birlik sağlamak görevi din adamlarınındır. Yenidünya düzeninden amaç, belki de her konuda gidildiği tek sisteme uyum sağlamak olacaktır.
Dinler arası uzlaşmaya, silahsızlanma ve silah üretimini kısma girişimleri perspektifinden de bakmak gerekir. Ulusal ve uluslararasında söz sahibi olmak, demokrasi gereği, nüfusa bağlı olacaktır. Bundan en çok istifade edecek olanlar genelde Müslümanlar, örneğin: Birleşmiş Milletlerde, özel olarak Müslüman-Türkler olacaktır. Gayri Müslim ülkelerde yaşayan vatandaş ve soydaşlarımız söz sahibi olacaklardır. Bağımsızlıklarını kazanacak Sovyet Rusya’daki Müslüman-Türklerin Birleşmiş Milletlere üye olmasıyla çoğunluk Müslümanların lehine döne-cektir. Hıristiyan nüfus Müslümanlardan çok, ama onlar kalabalık fakat sayıca az ülkelerde yaşamaktadırlar. Bu nedenle din mihver olmaktan çıkıp ikincil durumda kalması gerekir. Öyle görülüyor ki Batının ürünü demokrasi, kendi kazdıkları kuyu olacağa benzer.
Türkiye’nin pasif kaldığı bu tür toplantı ve konferanslara ağırlıklı şekilde katılması gerekir. Iran ve Irak bile ekipler halinde katılmıştır, Hem de din adamları ve öğretim üyeleriyle katılmışlardır. Elçilik mensupları eşlik etmiştir. Suudi Arabistan bile temsilci göndermiştir. Bu fırsatlarla problemlerimizi ve mesajlarımızı dünyaya daha iyi anlatabiliriz. Örneğin Batı Trakya ve
Kıbrıs meselesi. Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızın dini ve kültürel problemlerinin anlatılabileceği yegâne platform. Bu tür problemleri, sanırım, ilgili ülkelerin siyasî yöneti-cilerinden çok dinî liderleriyle çözmek çok daha kolay ve sağlıklı olacaktır. Dinler arası saygı ve uzlaşmadan hareketle meslektaşlarımızla anlaşabilmek ve onlar vasıtasıyla siyasi yetkilileri etkilemek daha mümkün görülmektedir. Türkiye’nin gerek konferans ve gerekse yuvarlak masalarda konuşması yoktu. Neden olarak Türkiye’nin dinî sahada aktif rol alamaması gös-terildi. İslâm Ülkeleri’nin temsilcileri ortak karar almış gibi, Nato ve diğer Batılı organizasyonlara üye olan ülkemizin bu sahada başı çekmesini beklemektedirler.