Makale

İNSANLARA MAHSUS BİR MEZİYYET: SORUMLULUK DUYGUSU

Dr. Durak PUSMAZ / Haseki Eğitim Merkezi Müdürü


İNSANLARA MAHSUS BİR MEZİYYET:
SORUMLULUK DUYGUSU

Yüce Rabbimiz Ahzab sûresinin 72. âyetinde şöyle buyuruyor:

“Biz, emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de, onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve korktular. Onu insan yüklendi. (Bununla beraber onun hakkını tam yerine getiremedi.) Çünkü insan, çok zalim ve çok cahildir.”

Ayetteki “emanet”ten maksat insanın yüklenmiş olduğu sorumluluklar, yükümlülükler demektir. Sorumluluk gerçekten ağır bir yüktür, insanoğlu göklerin, yerin ve dağların yük- lenemediği ağır yükü yüklenmiş, böylece kendi isteğiyle sorumluluk altına girmiştir. Aslında insanı diğer yaratıklardan üstün kılan en önemli özelliklerinden birisi de hiç şüphesiz sorumlu olması, sorumluluk hissi taşımasıdır. Allah-ü Teala insana diğer yaratıklardan farklı olarak akıl vermiş, fikir vermiş, irade vermiş, yapacağı isleri seçme yeteneği vermiş, bunun neticesinde onu sorumlu kılmıştır.
Sorumluluk nedir? Sorumluluk; insanın, yapmış olduğu hareketlerinden, davranışlarından mesul olması, bunun sonucuna katlanması demektir. Yaptığımız her davranışın, her hareketin iyi veya kötü birtakım sonuçları vardır.

Hür irade

Yapmış olduğumuz hareketlerden sorumlu olabilmemiz için bu hareketlerimizi kendi hür irademizle isteyerek yapmış olmamız gerekir, insan bilmeyerek ya da cebir ve baskı altında yaptığı hareketlerinden sorumlu değildir. Nitekim Peygamber efendimiz hadîs-i şeriflerinde: “Allah ümmetimden hataen, unutarak ve icbar neticesinde meydana gelen fiileri affetmiştir.”(1) buyurur.
Ancak bilmesi gereken şeyleri bilmemesi mazeret sayılmaz, bundan dolayı, bilmese de sorumlu olur.

İnsan Başıboş Yaratılmamıştır

Cenab-ı Hak insanı diğer varlıklar gibi başıboş yaratmamıştır, onu bir takım yükümlülüklerle mükellef kılmış, sorumlu tutmuştur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrul- muştur: “İnsan kendi başına ve sorumsuz bırakılacağını mı sanıyor.”(2) Mealini kaydettiğimiz bu âyet-i kerimenin metninde geçen “südâ” kelimesi, emir ve yasaklarla kayıtlı olmamak, başıboş, kendi keyfine bırakılmak demektir. Arapça’da çobanı olmayan, başıboş bırakılmış, istediği yerde serbestçe otlayan deveye “ibilün südâ” derler.(3) insan kendisini, istediği yerde otlayan başı boş deve gibi sanmamalıdır, insanın sorumlulukları vardır. Allah’a karşı sorumlulukları vardır, ana-baba- sına karsı sorumlulukları vardır, eşine karşı sorumlulukları vardır, çocuklarına karşı sorumlulukları vardır. Memleketine, milletine ve hatta bütün insanlığa karşı sorumlulukları vardır. Dinimize göre en iyi ve en faziletli insan bu sorumluluklarını en iyi şekilde yerine getiren kimsedir. Cinsiyeti, makam ve mevkii ne olursa olsun hiçbir kimse bu sorumluluktan kurtulamaz. Nitekim Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz idare ettiklerinizden sorumlusunuz. Devlet başkanı bir koruyucudur ve idare ettiği halkından sorumludur. Aile reisi ev halkının çobanıdır ve onlardan sorumludur. Kadın kocasının evinin çobanıdır, evi güzelce idare etmekten ve çocuklara bakmaktan sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malının çobanıdır ve bunlardan sorumludur. Hülasa hepiniz çobansınız ve hepiniz idare ettiklerinizden sorumlusunuz.”(4)
Öyle ise sorumluluktan kurtuluş yoktur. Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğimize göre herkes sorumludur. Peygamberler de sorumludur, ümmetleri de sorumludur. Yüce Rabbimiz Araf sûresinin 6. âyetinde: “Elbette kendilerine peygamber gönderilmiş olanlara da soracağız, gönderilen peygamberlere de soracağız.” buyurmuştur. insanlara, gönderilen peygamberlere uyup uymadıklarından sorularak: “Bu peygamberlere ne cevap verdiniz?"(5) denilecek, peygamberlere de, “İnsanlar size ne cevap verdiler?”(6) sizin getirdiğiniz hak dini kabul edip onun aydınlık yolunda gittiler mi, yoksa kabul etmeyip karsı mı koydular? seklinde sorulacaktır. Sorumlu olmayan sadece Yüce Allah’tır. Onun için Kur’an-ı Kerim’de: “Allah yaptığından sorumlu tutulmaz, insanlar ise sorguya çe İtileceklerdir.”(7) buyurulmustur.
Şüphesiz ki insanlar içerisinde bu sorumlukları en iyi hissedenler ve gereğini en güzel şekilde yerine getirenler peygamberlerdir. Peygamber efendimiz yüz binin üzerindeki ashabına hitabettiği meşhur veda hutbesinin sonunda onlara üç defa:
Peygamberlik görevimi ifa ettim mi?” diye sormuş, ashab da:
Evet ya Rasülellah” diye cevap verince mübarek ellerini kaldırarak,
Sahid ol ya Rab! Sahid ol ya Rab! Sahid ol ya Rab!” diyerek mesuliyetinin ağırlığını ve bu husustaki titizliğini en güzel şekilde ortaya koymuştur.
Hiç aklımızdan çıkarmayalım ki bizler her halükarda sorumluyuz. Sorumluluğumuzun hesabını bu dünyada vermekten kurtulmuş olsak bile ahirette mutlaka vereceğiz. Kur’an-ı Kerimde: “Sizi boşuna yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceği- nizi mi zannettiniz?”(8), “Sizi sadece bos yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzuruma geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız.”(9) buyurulur.

Herkes Yaptıklarından Sorumludur

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğimize göre herkes kendi yaptığından sorumludur. Hiç kimse bir başkasının günahından sorumlu değildir. Bu konuda aşağıdaki ayet meallerini kaydetmek istiyoruz:
“İste onlar gelip geçmiş bir ümmettir; kazandıkları kendilerine, sizin kazandığınız da kendinizedir. Onların yapmış oldukları şeylerden siz sorumlu olmazsınız.”1101
“Herkesin kazanacağı yalnız kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez. Sonunda dönüsünüz Rabbinizedir.”(11)
“Kim iyi bir is yaparsa yararı kendisinedir ve kim de kötülük yaparsa zararı kendisinedir. Rabbin, kullarına zul- medici değildir.”(12)
“O gün insanlar amelleri kendilerine gösterilsin diye, bölük bölük fırlayıp çıkarlar. Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır islerse onu görür; kim de zerre ağırlığınca bir ser/kötülük islerse, o da onu görür.”(13)

Bize Verilen Nimetlerden Sorulacak

Yüce Rabbimiz bize sayamıyacağımız kadar envai çeşit nimetler vermiş(14) ve bütün bu nimetlerden sorguya çekileceğimizi bildirerek: “Sonra o gün, verilen her nimetten sorguya çekileceksiniz.”(15) buyurmuştur.
Rasûlullah’ın halası Safiy- ye’nin oğlu Zübeyr b. Av- vam’dan söyle rivayet edilmiştir: “Sonra o gün, verilen her nimetten sorguya çekileceksiniz.” âyeti inince: “Yâ Rasü- lellah! Hangi nimetten sorguya çekileceğiz? Elimizde olan sadece su iki siyah hurma ile sudur.” dedim. Rasûlullah: “İste o olacaktır (onlardan sorulacaktır) buyurdu."(16)
Ebû Hureyre (r.a.)’dan da söyle rivayet edilmiştir: “Birgün yahut bir gece Rasûlullah (s.a.s.) dışarı çıktı. Dışarıda Ebû Bekir ve Ümer ile karşılaşınca:
“- Bu satte sizleri evlerinizden çıkaran nedir?” dedi. Onlar:
Açlıktır ya Rasülallah!” dediler. Rasûlullah:
Ben de öyleyim. Kudret ve iradesiyle yasadığım Allah’a yemin ederim ki beni de sizleri dışarı çıkaran sey çıkardı, kalkınız!” buyurdu.
Bunun üzerine onlar da Rasûlullah’la beraber kalktılar. Rasûlullah Ensar’dan bir kimsenin evine (başka bir rivayette bahçesine] geldi. Kendisi evde yoktu. Karısı Hz. Peygamber’i görünce:
“- Hos geldiniz, sefa geldiniz, buyurun.” dedi. Hz. Peygamber kadına:
Filan nerededir?” diye sordu. Kadın:
“- Bize içmek için tatlı su getirmeye gitti.” dedi.
Bu konuşmalar esnasında o ensarî çıkageldi. Rasûlullah ile iki arkadaşını görünce:
“Allah’a hamd olsun, bugün benim kadar kıymetli misafirleri olan kimse yoktur.” dedi. Hemen gitti ve onlara üzerinde henüz alacası düşmüş koruk hurma, taze hurma ve olgun hurmalar bulunan bir hurma dalı getirdi ve:
Bunlardan yiyin.” dedi. Sonra eline bıçağı aldı. Rasûlullah ona hitaben:
Sakın sağım hayvanı kesme.” dedi.
O zât; misafirleri için bir koyun kesti. Neticede misafirler bu koyundan ve o hurma dalından yediler, suyu da içtiler. Böylece karınları doyup suya kandıkları zaman Rasûlullah, Hz. Ebû Bekir ve Ömer’e hitaben:
“- Kudret ve iradesiyle yasadığım Allah’a yemin ederim ki sizler kıyamet gününde bu nimetlerden mutlaka sorguya çekileceksiniz. Sizleri evlerinizden dışarıya ancak açlık çıkarmıştı. Sonra sizler, kendinize bu nimetler erişmeden dönmediniz.” buyurdu."(17)
Demek ki bize verilen her nimetten mutlaka hesaba çekileceğiz. Bu nimetler Allah’ın doğrudan doğruya insana verdikleridir. Bir de insanın çalışması sonucu elde ettiği nimetler vardır. İnsanlar bu nimetlerden de hesaba çekilecekler, kendilerine bu nimetleri nasıl elde ettikleri ve nerelere sarfettikleri sorulacaktır. Bu hususu sevgili Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde söyle belirtmiştir:
“Kıyamet gününde kula bes şeyden sorulmadıkça yerinden kıpırdatılmaz: Ömrünü nerede geçirdiği, gençliğini nerede yıprattığı, malını nereden kazandığı ve nereye harcadığı, bildikleriyle ne amel islediği sorulacaktır.”(18)
Ne mutlu eriştikleri nimetlerin kadr-u kıymetini bilenlere!

Ne mutlu sorumluluklarının idraki içerisinde olup görevlerini en iyi şekilde yerine getiren kimselere!

(1) Ibn Mace, Hadis Ansiklopedisi, XVII, 230.
(2) Kıyamet Sûresi: 75/36.
(3) Kurtubî, el- Câmiu li-ahkâmi’l- Kur’ân, XX. 116.
(4) Tecrid-i Sarih Tercemesi, III, 40.
(5) Kasas Sûresi, 28/65.
(6) Maide Sûresi, 5/109.
(7) Enbiya Sûresi: 21/23.
(8) Mü’minûn Sûresi: 23/115.
(9) Mü’minûn Sûresi: 23/115.
(10) Bakara Sûresi: 2/134,141.
(11) En’am Sûresi: 6/164.
(12) Fussılet Sûresi: 41/46.
(13) Zilzâl Sûresi: 99/6-8.
(14) İbrahim Sûresi: 14/34; Nahl Sûresi: 16/18.
(15) Tekâsür Sûresi: 102/8.
(16) Tirmizî, Tefsîr, Sûre 102.
(17) Müslim, Eşribe, 140.
(18) Tirmizi, Sıfatü’l-kıyame, 1.