Makale

MEDENİYET TİMSALİ VAKIFLAR

MEDENİYET TİMSALİ VAKIFLAR


Ahmet EMREHAN

Vakıf, insanlığın fıtratındaki mürüvvet inbiğinden süzülmüş yardım, iyilik, fazilet ve şefkat gibi ulvî ve yüce duygulardan doğmuş, halka Hak için hizmet etmeyi amaçlayan, cennet kevserleri kadar tertemiz ve dupduru duygular manzumesidir. Bu birlik, beraberlik ve dayanışma düşünceleriyle vücuda gelmiş kutlu besteye, yüce ve son din olan İslamiyetle birlikte "Hak Rızası" nâmesi eklenmiştir. Müslüman Türk’e hayat tarzı olmuş mümtaz bir ruhla, bu fazilet çağlayanı mecrasına oturmuş, millî kültür ve tarihimizin tapu seneti olarak çağlan delip günümüze dek aka gelmiştir gürül gürül. Uygarlık tarihimizin en sarsılmaz temellerinden birini oluşturan, Türk-lslam Medeniyeti yüksek kültür anlayışının, üstün hizmet duygusunun, ebedi insan sevgisinin, sosyal adaletin emsalsiz sembolü olan vakıf müessesesi, başka hiçbir millette Türk toplumundaki gibi gerçek ve anlamlı yerini bulamamıştır.
Sözlükte "durdurmak, alıkoymak" manasını ihtiva eden vakıf, Osmanlı literatüründe toplumun faydasına durdurmayı, Allah rızası için halka hizmette alıkoymayı simgeliyordu. Türk vakıflarının ilk yazılı belgeleri M.ö. 1200 yıllarındaki Eti Kitabelerinde kayıtlıdır. Aynı şekilde bu müessesenin, başkasını kendisinden çok düşünüp, varlığını, vatan ve vatandaşına armağan etme hasletine sahip olan asil ve hamiyetli Türk milletinin feragat ve cömertlik duygularının mahsulü olduğu, Kutadgu Bilig’te de belirtilmektedir. Vakıf, peygamberimiz Hz. Muhammed’in (SAV.) Fedek Vakfı ile inanç ve müsamaha iklimine kanatlanmış, Osmanlı’da ise ahlaki sanat gücü ve ruhlarda ışıldayan yüksek insanlık idealiyle bütün bir hayatı kucaklamış, bu ulvî duygularla erişilmesi güç zirvelere ulaşmıştır.
Vakıf, toplumun mâlik olduğu maddî ve manevî güçlere destek olan, sosyal dayanışmanın en eski hukukî şekillerinden biridir. Türk Milletinin hayatında önemli ve ciddi bir yer işgal eden vakıf, başka hiçbir millette bu anlamlı ve saygın vasfını kazanamamıştır. Vakıf esprisini çok iyi kavramış Osmanlıların, tarihin asalet sayfalarına vurdukları altın mühürleri, üç kıtaya kültür ve medeniyet süvarileri olarak atlarını mahmuzlamaları buna ne güzel örnektir?
"İnsanlığa saygı ona hizmetten geçer’ düşüncesini hayat felsefesi olarak benimseyen Müslüman-Türk, insanın insana, hatta bütün canlılara sağlayabileceği yararların hepsini, bu hizmet anlayışına sindirip yoğurmuş, özveri ve hoşgörüyle mayalayıp en geniş ve medeni bir şekilde, uygulama alanında abideleştirmiştir. "Sevdiğiniz şeylerden başkalarına vermedikçe gerçek iyiliğe erişemezsiniz" diyerek bu ruha davet eden âyet ve hadislerdeki prensipler, bu minval üzere seyreden Türk Kültür hareketine ayrı bir yön verip kılavuz olmuştur.
İşte bu yüce ruhla donanmış insanlar kervanı sayesinde, bir baştan bir başa sevgi meşcereliği olup "şefkat diyarı" unvanını almaya hak kazanmıştır Anadolu. Nizamülmülk’ün üniversitesinden Bezmi Âlem Valide Sultanın Gurebâ Hastanesine, Gevher Nesîbe Sultan’ın Dârüşşifa’sından Fâtih Külliyeleri’ne kadar buğu buğu vakıf eserleri tüter bu vatanda. Banisi oldukları eserde "sâhibü-l Hayrat" diye isimleri işlenen, mimarî şaheserlerin kurulabilmesi için çaba gösteren fazilet ordusunun hayırseverlerine, adeta bütün servetlerini harcattıran güç ne idi acaba? Elbetteki sahip oldukları yüksek iman ve sınırsız insanlık sevgisidir. Şükran borçlu olduğumuz bu muhterem ve hamiyetperver insanların günümüzde de çoğalması en büyük temennimizdir.
Şanlı milli kültür ve ışıldayan tarihimizin bir belgesi niteliğinde olan, mazinin ibrişimden iplikleriyle medeniyet gergefinde örülüp, ideal geleceğin motif ve desenlerini taşıyan vakıf eserleri, bugün bizi hala gururlandırıp itibarımızı yükselten birer âbidedir. Yakuttan sütunlar üzerinde yükselen firuze kubbeleri, nurdan bir kol gibi göklere uzanan minareleri ve siluetleriyle camiler, yoksul yaralılara bağrını açan hastahaneler, kolu kanadı kırıklara yardımcı olan tâbhaneler, çeşme, köprü, su yolu, medrese, imarethane, han, hamam, sebiller ve daha niceleri Müslüman Türk’ün engin gönül zenginliğinin nadide remizleridir. Bu engin ve coşkun gönül zenginliği o denli incelmişti ki; yazın halka su dağıtılmasından, bayramlarda top atılarak halkın sevindirilmesine, hizmetçilerin kırdıkları tabakların bedelinin ödenmesinden, yaralı leyleklerin tedavisine kadar hemen hemen hayatın her ünitesini kapsıyor, her türlü eksikliğe cevap veriyordu.
Milli kültür bünyemizde, asırlardan beri, hayatî fonksiyonuyla apayrı bir önemi haiz olan, buhurdanlık gibi buğu buğu tarih ve kültür tüten, sosyal yapı ve medeniyetimizin miman vakıf müessesesinin, vatanımızda banisi olan ve bunları idâme ettiren atalarımızı rahmetle anıp; ecdâd yadigârı bu güzide eserlerin çoğaltılmasını, restoresini ve gelecek nesillere aynı görkemleriyle aktarılmasını, milli bir vazife ve vicdanî bir borç biliyoruz.