Makale

İman ve İslam Terimlerine Kur'an ve Tefsir Bağlamında Bir Bakış

İMAN VE İSLAM TERİMLERİNE
KUR’AN VE TEFSİR BAĞLAMINDA BİR BAKIŞ

Halil TAŞPINAR*

Özet:
Bu makalede, Kur’an’da geçen iman ve İslam terimlerinin kullanışları ayeti kerimeler ve müfessirlerin görüşleri çerçevesinde verilmeye çalışılmıştır.
İman tasdikten, İslam da teslim olmak, iz’an ve itaat etmekten ibarettir. Çalışmamızda bu terimler ayeti kerimeler çerçevesinde değerlendirilerek kullanışları verilmektedir.
İman ve İslam kavramları birbirinden farklı ve ayrı tabirler değildir. İman kalbin tasdiki, İslam onun suretidir. Biri asıl, diğeri onun dal ve kollarıdır. İman olmadıkça İslam, İslam olmadıkça da iman bulunmaz. İşte bu makalede bu meselenin özü ortaya konulmaya gayret edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: İman, İslam, Tasdik.

Abstract:
A View on the Terms of Iman and Islam Within the Context of the Qur’an and Commentary
We tried to give information about the usage of the concepts of “Iman” (belief) and “Islam” in the Qur’an within the frame of the Qur’anic verses and the views of commentators.
Iman consists of confirmation, and Islam consists of surrendering oneself and obeying. We tried to give the evaluation and usage of these terms within the frame of same verses. Theses two concepts are not different in meaning from each other. Iman is the confirmation of the heart, and Islam is its form. One is fundamental, the other is its branches and arms. Islam does not exist without iman, iman does not exist without Islam. In this study, we tried to bring up the essence of this matter.
Key Words: Iman, Islam, Confirmation.
A-İmanın Manası
1-İmanın Lügat Manası
İman kelimesi “e-m-n” kökünden türemiş bir masar olup, bu kelimenin esas manası korkunun zıddı olan “emniyet veya güvenlik” demektir. Durum böyle olunca, kök fiilin esas manası ise, “kalbin huzura ve sükûna kavuşması, her türlü korkunun karşısında kendisini emniyette hissetmesi” anlamlarına gelir. Ayrıca bu kelime korkusuz kılmak gibi, doğrulamak, bir şeyin doğruluğunu tasdik ve kabul etmek veya bir kimseyi yahut bir şeye inanıp güvenmek anlamlarını da içermektedir.1
İnanmak manasına gelen imanda karşılıklı güven ve emniyet vardır. “Emanet” kelimesi de aynı kökten gelir. Dolayısıyla korunma, koruma anlamları iman kelimesi içerisinde saklı bulunmaktadır. Allah’ın güzel ismi /el-Esmâü’l-Hüsnâ’sından biri de el-Mü’min’dir.2 Bu kelime iman ile aynı kökten gelir. Allah kendi hakikatini bilir. O’ndan başka ilâh yoktur ve tek hakikat O’dur. Zira mü’min insan da bu tek hakikate bağlanıp güven duyan kimsedir.3 Diğer taraftan iman kelimesinin güvenliği sağlamak, korkuyu kaldırmak demek olan asıl manasının yanında, ayrıca kabul ve tasdik manası da bulunmaktadır.
Kur’ân’da Allah, Kureyşlilere hitaben: “ve Âmenehüm min havf / korku içinde iken, kendilerini güvene kavuşturan Kabe’nin Rabbine kulluk etsinler.”4 diye buyurmaktadır. Bu ayette geçen “ve âmenehüm” kelimesi “güven vermek, huzura kavuşturmak ve emin kılınmak” anlamlarına gelmektedir. Diğer taraftan Yusuf sûresinin 17. ayetinde geçen olayda Hz. Yusuf’un kardeşleri babalarına: “ve mâ ente bi mü’minin lenâ / Sen bize inanmazsın”, senin bize güvenin yok, söylediğimizi tasdik etmiyorsun, diyorlardı. İşte bu ayeti kerimede “iman” kelimesi, birinci manası saklı kalmak şartıyla “tasdik etmek, doğrulamak, kabul etmek” anlamlarını taşımaktadır.
2-İmanın Istılah Manası
İmanı, yüce Allah’a inanıp varlığını ve birliğini kabul etmek, Hz. Muhammed’e inanmak, onun Allah katından getirdiği kesin olarak bilinen şeylerin hepsini kabul edip tasdik etmek, boyun eğip gönülden razı olmak ve bu inancını da dili ile söyleyip açıklamakla birlikte bütün bunların neticesinde insanın kendisini güven içinde hissetmesi5 şeklinde tanımlayabiliriz.
Kur’an ve hadisler imanın lügat manası demek olan “kalp ile tasdikten” başka bir tarif vermemektedir. Durum böyle olunca, Hz. Peygamber (s.a.s) den sonra ortaya çıkan ulema imanın mahiyetini ortaya koymaya çalışmışlar. Kısaca onların görüşlerini vermeye çalışalım:
1-Ebû Hanife’ye (ö.150/767) göre iman, ikrar ve tasdiktir.6
2-İmam Şafiî’ye (ö.204/819) göre iman, kalp ile tasdik ve amelden ibarettir.7 Fakat amel kamil imanın rüknüdür.
3-Ebû’l-Hasan el-Eş’arî’ye (ö.324/819) göre iman, Allah’ı tasdik etmekten ibarettir.8
4-Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’ye (ö.333/944) göre iman, kalp ile tasdikten ibarettir.9
5-Ebû Hâmid el-Gazzâlî’ye (ö.505/1111) göre iman, tasdikten ibarettir.10
6-Ömer b. Muhammed en-Nesefî’ye (ö.537/1142) göre iman, Allah katından gelen şeyi tasdik etmek ve onu ikrar etmektir11 şeklindeki tarif, pek çok İslâm âlimi tarafından da verilmiştir. Yukarıda imanın mahiyeti ile verdiğimiz bilgiler çerçevesinde âlimlerin çoğunun, “îman”ın “tasdik”ten ibaret olduğu kanaatini taşımalarıdır. Kısaca söylemek gerekirse, iman kelimesinin taşıdığı manaların içerisindeki odak nokta tasdikten ibaret bulunmasıdır.
B-İman Kelimesinin Kur’an’da Kullanış Şekilleri
Kur’ân-ı Kerim’de iman kavramı 800’den fazla yerde geçmektedir. İman etmeyi ve inananları nitelemek için “doğru söyleme” anlamında sıdk kökü, kalbin iman sayesinde huzura kavuşmasını ifade etmek için “şüpheden uzak olarak bilmek” manasında yakın/yakîn kökünün türevleri, huzur bulmak, güven duymak anlamlarında itmi’nân kavramı kullanılır.12 Bu kelimenin Kur’anî kullanılış şekillerini görelim.
1-Emniyet ve Güven Manalarına
“....Eğer yolculukta olup kâtip bulamazsanız alınan rehin yeter. Şayet birbirinize güvenirseniz, güvenilen kimse kendine emanet edileni yerine versin. Rabb’i olan Allah’tan sakınsın.....”13
“Orada apaçık deliller ve İbrahim’in makamı vardır; kim oraya girerse, güvenlik içinde olur; oraya yol bulabilen insana, Allah için Kâbe’yi haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkar ederse, bilsin ki, Allah âlemlerden müstağnidir.”14
“Ülkelerin halkı, geceleyin uyurlarken azabımızın kendilerine gelmesinden emin mi oldular?”15
“Dediler ki: “Ey babamız!” Sana ne oluyor da Yusuf’un hakkında neden bize güvenmiyorsun! Oysaki biz onun iyiliğini isteyen kimseleriz.”16
“O’nun karada, sizi yere batırmasından veya başınıza taş yağdırmasından güvende misiniz ? Sonra kendinize bir koruyucu da bulamazsınız.”17
“Ayetlerimizi inkar edenler bize gizli değildir. Kıyâmet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir? Dilediğinizi işleyin, doğrusu O, yaptıklarınızı görendir.”18
“Gökte olanın sizi yere geçirivermeyeceğinden emin misiniz? O zaman yer, sarsıldıkça sarsılır. Gökte olanın başınıza taş yağdıran rüzgâr göndermeyeceğinden emin misiniz? Benim uyarmamın nasıl olduğunu yakında bileceksiniz.”19
“Korku içinde iken, kendilerini güvene kavuşturan Allah’a kulluk etsinler.”20
Kur’an’da, “emniyet ve güvenlik” manalarına kullanılan ayetler bu kadarla sınırlı değildir.21 Zira korkunun zıddı olan emniyet ve güvenlik manası kök fiilin esas manasınadır. Bu da insanın korku karşısında kendisini emniyette hissetmesi açısından önemlidir.
2-Tasdik Manasına
“Dinde zorlama yoktur; artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır. Putları inkar edip Allah’a inanan, tasdik eden kimse kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah işitendir, bilendir.”22
“Ey iman edenler, kendilerine kitap verilenlerin bir takımına itaat ederseniz / uyarsanız, inanmanızdan sonra sizi döndürüp kâfir yaparlar.”23
“Onlar kendilerine meleklerin gelmesini mi, yahut Rablerinden bir takım mucizelerin gelmesini mi bekliyorlar ? Rabb’inin bir takım mucizeleri geldiği gün, bir kimse daha önce inanmamışsa ve imanıyla bir iyilik kazanmamışsa, imanı ona fayda vermez. De ki: Bekleyin, biz de doğrusu bekliyoruz.”24
“İsrailoğullarını denizden geçirdik, Firavun ve askerleri haksızlık ve düşmanlıkla peşlerine düştüler. Firavun boğulacağı anda: İsrailoğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, artık ben O’na teslim olanlardanım” dedi.25
Hz. Yusuf’un kardeşleri babalarına: “Sen bize inanmazsın”26 yani senin bize güvenin yok, söylediğimizi tasdik etmiyorsun, bizi yalandan uzak tutmuyorsun” diyorlar. Görülüyor ki, iman kelimesinin tasdik manası, birinci manasına dayanmaktadır.27 Birinci anlamı “güven vermek, korkuyu kaldırmak” olduğu düşünülürse, konuşan kimsenin dinleyenin kendisini yalanlamasından ve kabul etmemesinden korkması akla gelecektir. Çünkü dinleyen konuşana iman ederse, yani burada onu tasdik ederse, onu yalancı olmak korkusundan kurtarmış olur; ona güven vermiş, doğru söylediğine güvenmiş ve söylediği sözde güvenilir bir kimse olduğunu kabul ve tasdik etmiş olur.
Tasdikte tereddüt veya şüphe olmamalıdır. Şüphe olduğu taktirde onda “kabul” ve “red” vardır, yani iki alternatif arasında gidip gelen, dolayısıyla olumlu veya olumsuz hükme ulaşamayan bir zihnî duruma şüphe denilmektedir. Şüphe huzursuz ve tatmin edilmemiş bir zihin halidir.28 Şüpheden sonra gelen zan, tereddütlü ve ihtimalli de olsa, bir hüküm aşamasına ulaşan zihnî durumu ifâde etmektedir. Eğer zihin, verdiği hüküm doğruluğu konusunda ısrarlı olsaydı, yani tam ve kesin bir hüküm söz konusu olsaydı, onun adı zan değil inanç olurdu. Şüphe, zan ve inanç aşamalarından geçen açık ve seçik, kat’î bilgiler halinde gelen objeler, tereddütsüz bir tarzda kabul edilip benimsendiği, bir hüküm haline geldikleri zaman tasdik denilen imana ulaşılmış olunur.
3-İmanın Yeri
“Ey peygamber! Kalpten inanmadıkları halde, ağızlarıyla “inandık” diyenler (münafıklar) ile yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin...”29
“Gönlü imanla dolu olduğu halde, zor altında olan kimse müstesna, inandıktan sonra Allah’ı inkar edip, gönlünü kafirliğe açanlara Allah katından bir gazap vardır; büyük azap da onlar içindir.”30
Bu ayetlerde kişinin bir şeyi bilip, doğrulayıp tasdik etmeden ağzıyla kuru kuruya inandım demesinin, inanç yönünden hiçbir şey ifade etmediğine işaret edilmektedir. Birinci ayetle, inanmanın kalple ilgili olduğunu, dil ile söylenilen inancın, kalbe yerleşmesinin gerekli olduğunu, sadece dil ile söyleyip bilinçli olarak bu söylediğini kalple ve gönülle inanmadan, dil ile iman ettim demek suretiyle imanın olmayacağını, imanın kalbe yerleşmesinin zorunlu olduğunu anlıyoruz.
Tasdikin yeri noktasında kelamcıların ortak görüşü kalptir. Ancak mütekellimler her ikisi arasında ayırım yapmayarak, her ikisinin yerinin kalp olduğunu söylemişlerdir.31 “Bedevîler “inandık” dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama “boyun eğdik” deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi.”32 İmanın yeri kalbdir. Ancak kalb denen organ fiziksel olarak mı, yoksa mecâzî olarak mı, kastediliyor. İşte tartışma buradadır.
4-İmanın Nasıl Olması Gerektiği (Şek ve Şüpheden Uzak Olması gibi)
“Biz cehennemin görevlilerini ancak meleklerden kıldık. Onların sayısını ikâr edenler için bir imtihan vesilesi yaptık ki kendilerine kitap verilenler kesin olarak bilsinler, iman edenlerin imanı artsın, kendilerine kitap verilenler ve müminler şüpheye düşmesin, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ile kâfirler “Allah örnek olarak bununla neyi anlatmak istedi” desinler...”33
“İnananlar, ancak Allah’a ve peygambere inanmış, sonra şüpheye düşmemiş; Allah uğrunda mallarıyla, canlarıyla cihat etmiş olanlardır. İşte onlar doğru olanlardır.”34
Burada da imanın iki mühim özelliği belirtilmektedir. Birincisi; imanın şüphe ve tereddütten uzak olmasının gerekli oluşu, ikincisi; inananların doğru sözlü olmalarının zorunlu olduğudur. İkinci ayette ise, Allah’a ve peygambere inanan insanın şüpheye düşmemiş olması gerekmektedir.
5-İmanda Dereceler
“İnananların, imanlarını kat kat artırmaları için, kalplerine güven indiren O’dur. Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah’ındır. Allah bilendir, hakîmdir.”35
“Mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.”36
Gerçek mü’minler imanlarının faziletine göre değerlenirler, yoksa neseplerine yani soy ve ırklarının necip ve asil oluşlarına göre değil.
6-Nelere İman Edilmesi Hususundaki Ayeti Kerimeler:
“Ey insanlar! Allah ve peygamberine inanın...”37
“Ta ki (ey insanlar) ! Allah’a ve Resûlüne iman edesiniz, Resûlüne yardım edesiniz. O’na saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allah’ı tesbih edesiniz diye (peygamber gönderdir).”38
“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır...”39 Bu ayetlerden başka ahiret günü Kur’anı Kerim’de yalnız başına da zikredilmiş ve buna inanmayanlar şiddetle yerilmiştir.40
“Peygamber, Rabb’in tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler...”41
“ Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman (da sebat) ediniz. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyla sapıtmıştır.”42
Bu ayetlerde Allah’a ve peygambere inanma, birbirine bağlanmaktadır. Bunlardan birine inanıp da diğerine inanmayarak aralarında ayrılık gösterenlerin kafir oldukları açıkça beyan edildiği gibi43 ikisinin arasını ayırmadan Allah’a ve peygambere inananlar övülmüşlerdir.44
C-İslâm Kelimesinin Manası
1-İslâm Kelimesinin Lügat
Kur’an-ı Kerim’de İslâm kelimesi 8 yerde geçmektedir. Ayrıca çok sayıda ayette aynı kök fiil ve isimler bulunmaktadır. Fiil halinde geçtiğinde daha çok “Allah’a yönelmek”45, “o na teslim olmak”46, “tevhid inancına sahip olmak”47, “Allah’a teslim olmak ”48 manalarına kullanılmıştır.49
İslâm kelimesi “s-l-m” kökünden gelir. Asım Efendi Kâmus Tercümesinde ve diğer muteber lügat kitaplarına göre; “selâm, silm kelimeleri sert taş demektir. Rehavet ve gevşeklikten salim olduğu için bu isim verilmiştir. Selem de, dikeni olan büyük ve kuvvetli ağaçtır. Meyvesi ile deri debagat olunur. Afetlerden salim olduğu için itikat ettiklerinden bu adı vermişlerdir. Demek ki, bu maddenin aslında kuvvetli olmak, rehavet ve gevşeklikten uzak bulunmak, her türlü afetlerden salim olmak manaları vardır. Diğer bazı manaları da şunlardır: “Selim” barışmaya denir, sulh ve müsalemat manasınadır. İnkiyad (boyun eğme) ve itaat etmek, imtisal eylemek, İslâm ve müslim olmaktır. “Selem” Allah Teâlâ’nın emirlerine ve hükmüne razı ve boyun eğmektir; Allah’ın hükmüne, kaza ve kaderine razı olup emrine boyun eğip, her ne zuhur ederse tam bir bağlılıkla kabul eylemektir. Yine bu maddeden çıkmış olan “İstislâm” kelimesi de boyun eğme ve itaat etmek, hiç bir suretle şaşıp sapmamak, daima yolun ortasından gitmek manasına kullanılır.
Seyyid Şerif el-Cürcânî’ye göre, İslâm; huzu’, inkiyad ve Resûlün haberini tasdik etmek..50 demek olan bir takım anlamları içermektedir..
Şeriatta ise, Peygamber (s.a.s.) in tebliğ buyurduğu şeyleri zahiren ve batınen kabul ile Allah’a itaat ve teslimiyette bulunmaktır.51
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredâtın’da şöyle diyor: İslâm şeriatta iki kısımdır. Birincisi: İmanın dunundadır ki bu, lisan ile ikrar ve itiraftır. Beraberinde ister itikat bulunsun, ister bulunmasın. Burada dünyevî ahkâma terettüp etmesi gerekli olduğu içindir. el-Hucurat sûresi 14. ayeti kerimesi bu manaya hamledilmiştir. İkincisi de imanın fevkindedir ki bunda lisanın itirafı ile beraber hem kalben itikat, hem de Allah Teâlâ’ya, bütün kaza ve kaderine teslimiyet vardır. el-Bakara sûresi 131. ayeti kerimesi de bu manayadır.52
2- İslâm Kelimesinin Terim/Istılah Manası
İslâm kelimesi, Hz. Muhammed(s.a.s.)in, Allah’ın emriyle insanlara bildirdiği dinin adıdır. İslâmlık ise, Allah’a iman etmek, Peygamberine iman etmek ve din namına ne bildirilmişse kalb ve dil ile tasdik etmektir.
1-Ebu Hanife’ye (ö. 150/767) göre İslâm, Allah’a teslim olmak, onun emirlerine boyun eğmektir.53
2-el-Eş’arî’ye (ö. 324/935) göre İslâm, imandan daha geniş olduğu ve her teslimiyetin iman olmadığını çok kısa olarak ifade eder.54
3-el-Mâtürîdî’ye (ö. 333/944) göre İslâm, kişinin kendisini tamamen Allah’a teslim etmesidir.55
4-Bâkıllânî’ye (ö. 403/1013) göre İslâm, teslim olmak ve itaat etmektir.56
5-İmam Pezdevî’ye (ö. 482/1089) göre İslâm, itaat, boyun eğme teslimiyettir.57
6-Ebû Hamid el-Gazzâlî’ye (ö. 555/1111) göre İslâm, lügatte teslim olmak manasına gelir. Teslimiyet ise, inadı, kibirli ve itaatsizliği bırakıp yumuşak olmak, rıza göstermek, kabul etmek demektir.58
7-en-Nesefi’ye (ö. 537/1147) göre İslâm, hükümleri kabul etmek manasında, boyun eğmek, bağlanmak ve itiraf etmektir.59
8-Nureddin es-Sâbûnî’ye (ö. 580/1184) göre İslâm, Allah’ın ulûhiyetine boyun eğip itaat etmektir.60
Kur’ân-ı Kerim’in bazı ayetlerinde İslâm kelimesi, Arap kavminin o günkü kullanışlarına uygun olarak varit olduğu gibi, yine aynı manalara muvafık, fakat ayrıca bir hususiyeti haiz bulunan diğer manalara da kullanılmıştır. Aşağıda bu varit oluşların durumlarını görmeye çalışalım.
D-İslâm Kelimesinin Kur’ân-ı Kerim’de Kullanış Şekilleri
1-Teslim, Teslimiyet/Müslüman Manasına
“Rabb’i ona: “Teslim ol” buyurduğunda, “Âlemlerin Rabb’ine teslim oldum” demişti.”61
“İbrahim ne Yahudi ne de Hıristiyan idi; fakat o, Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslüman idi; müşriklerden de değildi.” 62
“Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı. Dağlarda da sizin için barınaklar yarattı. Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar yarattı. İşte böylece Allah, Müslüman olmanız için üzerinize nimetini tamamlıyor.”63
“İslâm’a çağrıldığı halde Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir. Allah zalimler topluluğunu doğru yola erdirmez.”64
“Ey Rabb’imiz! Üzerimize sabır yağdır. Müslüman olarak canımızı al, dediler.”65
“İnananlar, düşman birliklerini gördükleri zaman; işte bu, Allah ve peygamberin bize vadettiğidir. Allah ve peygamber daha doğru söylemiştir, dediler. Bu onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırdı.”66
2-Din Manasına
“Allah katında din, şüphesiz İslâm’dır...”67
“....Bugün sizin dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslâmiyet’i beğendim/seçtim...”68
İslâm kelimesinin Kur’an’da kullanış şekillerini birkaç ayeti kerime ışığında vermeye çalıştık. Aşağıda gelecek bölümde ise, yukarıda vermiş olduğumuz bu ayetlerin manalarını müfessirlerin tefsirlerinde nasıl anlaşıldığını görmeye çalışacağız.
E-Müfessirlerin “İman” Kelimesine Bakış Tarzları
1-İman Kelimesinin “Emniyet Ve Güven” Manasına Kullanılışı:
Kur’an’da iman kelimesi “Emniyet ve Güven”manalarına pek çok yerde kullanılmıştır. Biz burada yalnız “Kureyş” sûresinde geçen dördüncü ayeti kerimenin müfessirler tarafından verilen manalarını zikredeceğiz. Bu ayetle ilgili görüşlerini ele alacağımız müfessirleri ise daha çok rivayet, dirayet, işârî ve son dönem şeklinde dört başlık altında toplamaya gayret ettik. Konumuza ilk olarak Kureyş sûresinin 4. ayeti kerimesini rivayet müfessirlerinin tefsirlerine göre değerlendirmesini yaparak başlayacağız.
a-Rivayet müfessirlerine göre
i-Sahabî müfessir İbn Abbas’a (ö.68/687-688) göre, bu kelime emniyet ve güven manasına kullanılmıştır.69 Yani bu kelime, insanın üzerine gelecek düşmandan güven içinde olması, emniyet içinde bulunması anlamlarını da taşıdığını belirtmektedir.
ii-İbn Kesir’e (ö.774/1373) göre, Kreyş sûresi içerisinde geçen “ve Âmenehüm min havf” ayeti kerimesindeki “ve âmenehüm” kelimesini müfessirimiz “emin kılmak” manasına tefsir ederek “...ve korkudan emin kılmıştır”şeklinde mana verilmelidir demiştir. “Allah, size huzur ve güven içinde olan bir kasabayı misal verir. Her taraftan oraya bolca rızk geliyordu. Ama Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler. Allah da onlara yaptıklarından ötürü açlık ve korku sıkıntısını tattırdı” en-Nahl, 16/22. ayetinde görüyoruz. İbn Kesir bu ayeti kerimedeki “âmene” kelimesini güven ve emniyet manalarına almıştır.70
b-Dirayet müfessirlerine göre
i-er-Râzî’ye (ö.606/1209) göre, “ve âmenehüm min havf” ayetinin pek çok yönü bulunmaktadır. O, bu kelimenin altı vecih üzerine olduğunu belirtmiş ve “Mefâtihu’l-Gayb” isimli tefsirinde bunları şöyle sıralamıştır:
Birinci vecih: Onlar/Mekke’liler emin olarak sefer ettiklerinden dolayı hiç biri itiraz etmiyordu. Seferde ve hazarda onlardan hiç birinde değişiklik olmuyordu. Onların dışındakileri ise, sefer ve hazarda gece baskınından emin değillerdi. İkinci vecih: Muhakkak onlar ashabı filin sıkıntısından emin oldular. Üçüncü vecih: Rabia ve Dahhak dediler ki, kendi beldelerine cüzzamın isabet etmemesinden dolayı emin oldular. Dördüncü vecih: Başkalarının hilafına korkudan emin oldular. Beşinci vecih: Küfürde olduklarından İslâm’ı tasdik etmekle ve İslâm’la emin olacaklarını düşünüyorlardı. Dini öğrenmenin ve ona bağlanmanın da akılla olabileceği kanaatinde idiler. Altıncı vecih: Cehalet açlığını vahiy taamı ile doyurdular. Dalâlet korkusundan hidayeti beyan ederek emin oldular.71
ii-Kadı Beydâvî (ö.691/1292), en-Nesefî (ö.710/1310) ve Hâzin’e (ö.741/1340) göre, bu ayeti kerimede geçen “amene” kelimesinin ashabı fil korkusundan emin olmak manasına geldiğini de görmemiz mümkündür.72
iii-Zemahşerî’ye göre, “ve âmenehüm min havf/müthiş bir korkudan emin oldular” ashabı filin korkusudur. Yahut onların hoşlarına gitmeyecek bir şeyden ve beldelerinin istila edilmesinden duyulan korkudur. Denildi ki, onlara şiddetli açlık isabet ettiğinden onlar yanmış kurban kemikleri ve leş yediler. Onlar beldelerine cüzzamın isabet etmemesinden emin oldular. Yine denildi ki, bu emin olma durumu Hz. İbrahim Peygamberin duası sonucudur.73
c-Son dönem müfessirlere göre
i-Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’a (ö.1358/ 1942 ) göre “ve âmenehüm min havf” ayeti celilesi “müthiş bir korkudan emin oldular” ki bu da, ashabı filin defedilmiş olan korkusudur. Bununla beraber “Görmediler mi çevrelerinde insanlar kapılıp öldürülür veya esir edilirken biz kendi şehirleri Mekke’yi güvenli dokunulmaz bir bölge yaptık..”74 ayetinde buyrulduğu üzere etraflarındaki halk şekavet içinde vurulup, çarpılıp dururken Kureyş beytin civarında haremi âmin, beledi emin olan Mekke ve havalisini emniyette buldukları gibi ehli harem seferlerinde de “iylaâf” ile korkudan emin olarak gidip geliyorlardı. Halbuki o beytin, ehli olabilmek için bütün cihana karşı, etrafın cehalet ve şekavetini ıslah ve emniyet, asayişini tesis, ihtiyaç içinde kıvranan fukara ve miskinlere gereği veçhile yardım etmek ve Allah’ın birliğini bilerek, O’nun yolunda ve onun ahkamını icra uğrunda mücadele ederek O’na layık kul olmak, tevhit dini olan İslâm’a kemalî iman ve sadakatle sarılmak gerekmektedir.75
ii-Seyyid Kutub’a (ö.1966) göre, “Allah Teâlâ bir önceki sûrede fil hadisesindeki ihsanını hatırlattığı gibi, burada kışın ve yazın yaptıkları seyahat nimetini ve elde ettikleri bol kazancı hatırlatıyor. İster Mekke’de olsun, isterse ticaret yaptıkları seyahatlerde olsun korkudan emin yaşadıklarını hatırlatıyor. Bu emniyetleri, Allah’ın her türlü tecavüzden koruduğu bu mübarek evin emniyetinden ileri gelmektedir. Allah bu lütuflarını hatırlatırken onlara, Allah’tan başka şeylere tapınmalarını ima edip bundan utanmalarını istiyor. Halbuki yaşadıkları toprağa göre aç kalmaları gerekirdi. Ama Allah açlıklarını gidererek onları “korkudan emin kılmıştır”. Güçsüz oldukları ve çevrelerindeki toplumlara göre verimli topraklara sahip olmadıkları halde Allah onları korkudan uzaklaştırmıştır.”76
iii-Muhammed Ali es-Sâbunî bu ayeti kerimeyi tefsir ederken şöyle diyor: “Onlar müthiş bir korkudan emin oldular. Bir yerden bir yere emin olarak gidiyorlardı. Onlara hiçbir kimse mani olmuyordu. Ayrıca Ankebut sûresi 67. ayeti kerimesi de bunu göstermektedir. Bu Hz. İbrahim’in (a.s.)’ın duasının bereketidir. Ayrıca Bakara sûresi 126. ayeti de buna işaret etmektedir”77 şeklinde bir beyanda bulunuyor.
iv-Süleyman Ateş de bu ayeti kerimeyi tefsir ederken şöyle diyor “ O ki, yedirip açlıktan kurtardı ve onları korkudan güvene kavuşturdu.”78
İlk dönemden günümüze kadar gelen tefsirlerden anlaşılacağı üzere zikredilen ayeti kerimedeki “âmene” kelimesi “güvenmek ve emin” olmak manasına gelmektedir. İlgili kelimeyi müfessirler bu manaya hamletmişler ve buna değişik bir anlam veren pek çıkmamıştır. Müfessirlerin ortak görüşü bu ayeti kerimede geçen kelimenin “güvenmek ve emin”olmak manalarına gelmiş olmasıdır.
2-İman Kelimesinin “Tasdik” Manasına Kullanılışı
Kur’an-ı Kerim’de iman kelimesi “tasdik” manasına pek çok yerde kullanılmıştır. Biz bu ayetlerden yalnızca el-Bakara sûresi 3. ayeti kerimesi üzerinde müfessirlerin görüşlerini vermekle yetineceğiz.
a-Rivayet müfessirlerine göre
i-Sahabî müfessir İbn Abbas’a (ö.68/687-688) göre, el-Bakara 3. ayeti kerimesinde geçen “yü’minûn” kelimesi, “gayba inanırlar”manasına79 kullanılmıştır. Bu ayeti kerime mü’min olan bir kişinin vasfını ortaya koymaktadır ki, o da imanın odak noktasını teşkil eden göremediği gayba imandır. Gayb, imanın temel noktalarından sayıldığından onsuz imanın olamayacağı konusunda fikir birliği vardır.
ii-İbn Kesir’e (ö.774/1373) göre; “Ebu Ca’fer er-Râzî Abdullah’tan rivayet etti ki; “O, iman, tasdiktir” demişti. Ali ibn Ebu Talha ve diğerleri İbn Abbas’dan naklettiler ki, bu kelime “inanırlar” yani “tasdik” ederler demektir. Burada İbn Kesir diyor ki, lügatte iman sadece tasdik için kullanılır. O bu manayı kuvvetlendirmek için Yusuf sûresi 17. ayeti kerimesini delil göstermektedir.80 Keza Yusuf Peygamberin kardeşleri babalarına “Biz her ne kadar doğru söyler olsak da sen bize inanacak değilsin” demektedirler. el-Bakara 2/3’te geçen “Onlar ki gayba inanırlar” ayetinden maksat; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, cennetine, cehennemine ve Allah’a kavuşacaklarına iman etmek demektir. Bu aynı zamanda öldükten sonra dirilmeye, yani haşre inanmaktır. Bütün bunların hepsi de gaybdır. Gayb ise, iman esaslarının temelini teşkil eder. Bunun için mü’min olan kişinin aynı zamanda gayba da iman etmesi zorunlu bulunmaktadır. Bu imanın üssü’l-esasıdır, bunsuz iman olmaz.
b-Dirayet müfessirlerine göre
i-Zemahşeri’ye (ö.538/1144) göre, iman “e-m-n” den if’al veznindendir. Emniyet ve güven vermek manasına gelir. “Emin” kelimesi aynı zamanda “tasdik” anlamlarında da kullanılır. Tasdik ettiğini inkar ve ona muhalefet etmekten emin kılınmış manasına da gelir. Aynı zamanda “bâ”harfi cerri ile tadiye edildiği zaman ikrar ve itiraf manasını tazammum eder.81
ii-er-Râzî’ye (ö. 606/1209) göre, bu ayette geçen imanın kalben tasdikten ibaret olduğudur. Bunun için kalbin tasdikinin mahiyetinin ne olduğunu açıklamaya gerek vardır. Zira bu tarifi iyi anlamamız için dört unsur gerekmektedir:
a-İman tasdikten ibarettir. Bunun için: 1-İman lügatte “tasdik” manasına, şeri örfte “tasdik”ten başka manada kullanılırsa, bunu kullanan kimsenin Arapça konuşmaması gerekir. Bu durum ise, Kur’an’ın Arapça nitelendirmesine ters düşer. 2-İman Müslümanların dillerinde en çok cari olan, kullanılan bir lafızdır. Şayet bu lafız asıl manasının dışındaki bir manaya nakledilmiş olsaydı, bu nakledilen manayı bilmek için sebepler çoğalır ve bu husus herkesçe bilinip, böylece tevatür derecesine ulaşmış olurdu. 3-İman lafzı, “bâ” harfi cerriyle geçişli olarak imanın lafzının asıl manaya kullanılmaya devam ettiğinde ittifak etmiştik. Bu sebeple, harfi cerle müteaddi olmayan iman lafzının da böyle olması, yani aynı manayı ifade etmesi gerekir.82 4-Allah, bu kelimeyi Kur’an’da zikrettiği her yerde, onu kalbe nispet ederek zikretmiştir. “Onlardan, kalpleri ile iman etmediği halde, ağızlarıyla “iman ettik” diyenler vardır.”83
b-İman, lisanın tasdikinden ibaret değildir. “İnsanlardan, inanmadıkları halde, Allah’a ve ahiret gününe inandık diyenler vardır.”84
iii-Beydavî’ye göre, iman lügatte “tasdik etmek” ten ibaret olan “e-m-n” den türetilmiş bir kelimedir. Şeriatte ise tasdik, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) dinini, zarureti diniyye olan tevhit, nübüvvet, ba’s’ı tasdik etmek, esas olan iş bilmek ve ikrar ederek ihtisasınca da amel etmektir.85
iv-Nesefi’ye göre, bu ayeti kerimedeki “yü’minûn” kelimesi if’al vezninde tasdik ederler manasınadır. Bu “âmene”kavli ise tasdik etti manasına, hakikatte ise tekzip ve muhalefetten emin olma manasına gelir. Aynı zamanda bu kelime “bâ” harfi cerri ile tadiye (geçişli) olur. Böylece ikrar ve itiraf manasını da içerir.86
v-Hazin’e göre, imanın aslı lügatte tasdiktir. Yusuf sûresi 17. ayeti kerimesinde “Sen bizi tasdik edici değilsin”, yani “ve mâ ente bi mü’minin lenâ”da geçen “bi mü’minin/tasdik etme” şeklinde tefsir ettiler. Böylece iman ziyade ve noksanlık kabul etmez. Ancak kemal mertebesine erişmiş veya erişmemiş olarak tasavvur edilir. İman şeriatta kalp ile tasdik, lisan ile ikrar ve azalar ile amelden ibarettir. Bu şekilde izah edildiğinde ziyade ve noksanlık kabul eder. Bu hususta ehli sünnet, ehli hadis ve diğerlerinin mezhebi bu noktadır.87
c-İşârî müfessirlere göre
i-Alusî’ye (ö.1270/1854) göre, iman, lügatte; tasdik yani muhbirin hükmünü iz’an ve kabul manasınadır. “e-m-n” kelimesinden bir fiildir. Tasdik kelimesinin aslı ise, tasdik ettiğini muhalefet ve tekzipten emin kılmış olmasıdır. “Lam” ile de müteaddi olur. “Enü’minü leke ve etbeuke’l-erzelün” ve “ba” ile de müteaddi olur. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şu kavlinde olduğu gibi: “İman, Allah’ı tasdik etmek”ten ibarettir. Burada: birincisi, iz’an manasına gelir, ikincisi itiraf anlamını içerir. Aynı zamanda tasdike işaret eder, itirafın yaklaştırmadığına itibar edilmez /önem verilmez,88 demektir.
ii-Muhyiddin-i Arabi de (638/1240) bu ayeti kerime için, iman; ya taklîdî veya tahkikî yani ilmî olur. Muhakkak iman iki kısımdır; bu ya taklidî veya tahkikîdir. Tahkikî (iman) de iki kısımdır: a-İstidlâlî, b-Keşfidir. Her ikisi de ilmin ve gaybın incelenmesinden meydana gelir.
d-Son dönem müfessirlere göre
i-Elmalılı Hamdi Yazır’a (1358/1942) göre, imanın aslı lügatte “emnü eman”dan if’al veznindendir. Bu kelimenin hemzesi tadiye ve bazen seyruret manalarına kullanılır. Tadiye olduğuna göre eman vermek, emin kılmak demektir ki, esmaullah’tan olan “Mü’min” bu manadadır. Bu kelimenin hemzesi seyruret için olduğunda “emin olmak” demek olur. Aynı zamanda vüsuhu itimat manasını da ifade eder ki, lisanımızda buna inanmak denilir.
Örfî lügatte: mutlak tasdik etmek manasınadır. Çünkü tasdik eden, tasdik ettiğini tekzipten emin kılmış veya kizbden emin olmuş olur. İman bu manada “Emenehu”gibi tadiye eder. “Ba” ve “lam” ile tadiye olunur. “Ba” ile tadiye ettiği zaman itiraf manasını, “lam” ile tadiyesinde de iz’an ve kabul manasını içerir. Bir şeyi tasdik, ona sadık olarak ahz etmek demektir. Sıdk ise, ya kelim veya kelâma taalluk ettiğinden imanın müteallakına taalluku bu nispette muhtelif suretler üzerine cereyan eder. Mesela Allah’a iman ile kitaba, ahirete iman suretlerinden bazı mana farklılıkları vardır... Binaenaleyh iman ve tasdikin mebdei bu sıdkı isabet nispetini kabul ve itiraftır.89
Lügatte inanılacak bir çok tasdik olabilir. Onlar şeran aynî küfürdür. Mesela şirke inanmak, şeytanın sözünün sadakatine inanmak, küfrün, zulmün hayır olduğuna inanmak, zinanın, fuhşun, sirkatin, haksız yere bir nefsi/insanı öldürmek, ibadullaha tecavüzün iyi olduğuna inanmak gibi pek çok şeyleri sayabiliriz90 şeklinde açıklayıcı bilgiler vermektedir.
ii-Ömer Nasuhi Bilmen’e (ö. 1971) göre, iman lügatte bir şeye inanmak, bir kimseyi veya bir haberi tasdik etmektir, onun doğruluğunu itirafta bulunmaktır. Lisanı şeriatte ise, peygamberlerin tarafı ilahiden tebliğ buyurmuş oldukları şeyleri cezmen tasdik eylemektir. 91
iii-Ayrıca Said Havva’ya (ö.1989) göre, iman tasdikten ibarettir.92 Muhammed Mahmut Hicazî’ye göre ise, iman kelimesi kalbin kabulüyle birlikte kesin bir tasdiktir, imanın selâmeti amel iledir.93 Muhammed Ali Sabunî de iman için tasdik manasını kullanmaktadır.94
iv-Süleyman Ateş göre, “İman, lügatte tasdik etmek, birinin söylediği sözü doğrulamak demektir. Söylenen sözün doğruluğunu dil ile itiraf etmek, dil ile tasdiktir. O sözün doğruluğunu kalben kabul etmek, kalb ile tasdiktir. Söylenen sözün manasını fi’len uygulamak ise fi’lî tasdiktir.
Şeriat dilinde iman: Hz.Muhammed (s.a.s.)’in Allah’tan getirip haber verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğunu kabul ve itiraf etmek demektir. İşte bu ayette imanın manası budur. Bunların doğruluğunu kalben kabul eden mü’mindir. Ayrıca kendisine İslâm muamelesi yapılması için ya inandığını diliyle söylemesi veya bilfiil dinin emirlerini yapması gerekir. Demek ki, dil ile ikrar, imanın esas unsuru değil, talî unsurudur. Müslüman muamelesi görmek için şarttır. Diliyle inkar ettiği halde gönlünden inanan kimse, yine Allah nezdinde mü’mindir. Fakat müslümanlar, onun inanıp inanmadığını bilmeyeceklerinden ona müslüman muamelesi yapmazlar. Mesela müslüman mezarlığına gömmezler. Buna karşılık gönlünden inanmadığı halde diliyle inandığını söyleyen, kendisini müslüman göstermek için İslâm’ın, emirlerini yapan kimse gerçek mü’min değil, münafık ve riyakardır.”95
3-İmanın Yeri
Kur’an-ı Kerim’de imanın yeri ile ilgili olarak pek çok ayeti kerime geçmektedir. Biz bunlardan yalnızca el-Maide sûresi 41. ayeti kerimesi ile ilgili olarak müfessirlerin görüşlerini vermeye çalışacağız.
a-Rivayet müfessirlerine göre
i-Sahabî müfessir İbn Abbas’a (68/687-688) göre, “Onlar dilleri ile inandık derler. Kalplerimizle tasdik ettik derler. Siz kalplerinizle tasdik etmediniz.” demektir. Burada münafıkların kalpleri manasına kullanılmıştır.96
ii-İbn Kesir’e (774/1373) göre, bu ayeti kerimeler Allah’a ve Resulüne itaatin dışına çıkan, küfürde koşuşan ve kendi görüşlerini, Allah’ın hükümlerinden öne alan kimseler hakkında nazil olmuştur. Onlar ki, ağızları ile inandık dedikleri halde, kalpleri ile inanmayanlardır. Dilleri ile mü’min olduklarını izah ederler, ama kalpleriyle imandan uzak ve bomboşturlar.97 Her iki müfessire göre de onlar kalpleriyle iman etmemiş kimselerdir. Onların imanları yalnız dillerinden öteye geçmemektedir. Yani dil ile imanın gerçek yani tahkikî iman olmadığı, bunun için kalbî imanın olması gerektiği noktasında ortak görüş bildirmektedirler.
b-Dirayet müfessirlerine göre
a-Zemahşerî’ye (538/1144) göre, bu ayeti kerimede söz konusu edilen kimseler dilleri ile inandıklarını, kalpleri ile inanmadıklarını söylemektedir.98
b-er-Râzî’ye (606/1209) göre ise, dilleri ile iman ettiler, kalpleriyle iman etmediler. Onların münafıklar olduklarında şüphe yoktur.99
c-Beydavî’ye (691/1292) göre ise, bu şekilde düşünenler münafıklardır. “Efvahihim” deki “ba” nın müteallıkı imanadır. Yani kalpleriyle iman etmedikleri halde demektir.100
d-Nesefî’ye (710/1310) göre de, “ağızları ile inandılar, fakat kalpleri ile inanmadılar” demektir.101
e-Hazin’e (741/1340) göre, burada zikredilenler münafıklardır. Çünkü onlar küfürlerini gizliyor ve kavilleriyle/dilleriyle imanlarını açıklıyorlar.
Dirayet müfessirlerinin ortak noktası imanın kalbde olduğudur. Kalben iman etmediği halde dili ile iman ettiğini söyleyen bu insanları münafık olarak nitelendirmektedir. Münafıklar dileri ile insanlara karşı inandıklarını beyan etmekte, ancak kalplerinde iman yerleşmemiş, tasdik bulunmayan kimselerdir.
c-İşârî müfessirine göre
i-Alusî’ye(1270/1854) göre ise, bu ayet küfürde yarış edenleri beyandır. Ebu’l-Bakâ der ki, onun müteallıkı mahzuftur. “Yüsâriûne” nin failinden hal olarak vaki olmuştur. “Bâ”nın müteallıkı “kâlû” kelimesi olup “Âmennâ” kelimesi değildir.102 Alusî, bu ayet içerisinde geçen ve bu düşüncelerini beyan edenler için küfürde yarış edenler tabirini kullanmaktadır. Nifak ise, aynı zamanda gizli bir küfürdür. Bu kalbî olduğu için insanlar tarafından bilinmesi mümkün değildir.
d-Son dönem müfessirlerine göre
i-Elmalılı Hamdı Yazır’a (1358/1942) göre, bu ayette söz konusu olan küfre müsareat edenlerin beyanıdır. Yani bunlar ağızlarıyla “Âmenna”diyen, fakat kalplerinde imanı olmayan münafıklarla, Yahudiler 103 demektir.
ii-Seyyid Kutub’a (1966) göre iman, Allah’ın yegane mutlak varlık olduğunu ve bu hususta hiçbir ortağının olmadığının ikrar edilmesidir. Medine’de gerek münafıklar ve gerek yahudiler, küfür yarışına çıkmışlardı. Her ne kadar münafıklar ağızları ile “biz iman ettik” diyorlar idiyseler de, hakikat bunun aksine idi.104
iii-Said Havva’ya (1989) göre, bu ayet küfürde yarışan, Allah ve resulüne itaati terk eden, görüş ve hevalarını Allah’ın şeriatının önüne çıkaran, iman ettiklerini söyleyip aslında kalpleriyle imandan uzak, harabeye dönmüş kimselerden söz etmektedir. Küfür içerisinde süratle koşanlar dilleriyle iman ettiklerini açığa vurdukları halde kalplerinde imandan eser olmayan münafıklardır.105
iv-Süleyman Ateş’e göre, bu ayetlerde Hz.Peygamber teselli ediliyor. Yürekten inanmadıkları halde ağızlarıyla “inandık” diyen, münafıkların, kendilerine aktarılan yalan yanlış her sözü doğrulayan, sözleri asıl amaçlarından saptırıp kasten başka anlamlar çıkaran, kendi aralarında konuşup işlerine gelen verilirse kabul edilmesini, söyleyen Yahûdîlerin davranışlarından ötürü Hz. Peygamber’in üzülmemesi emrediliyor.106
F-Müfessirlerin “İslâm” Kelimesine Bakış
1-Teslim Manasına Göre
Kur’an-ı Kerim’de “İslâm” kelimesi “teslim” manasına pek çok yerde kullanılmıştır. Biz el-Bakara sûresi 131. ayeti ile ilgili olarak müfessirlerin ortaya koydukları görüşlerini şerdettikleri vermeye çalışacağız.
a-Rivayet müfessirlerine göre
i-Sahabî müfessir İbn Abbas’a (68/687-688) göre, “Eslim / teslim ol” kelimesiyle Rabb’inin bu sözüne cevap ver, bu cevap ise, “Lâilâheillallah” de/söyle demektir. Âlemlerin Rabb’i olan Allah’ın sözüne Hz. İbrahim’in bir cevabıdır. Denilir ki, Rabb’i için o, kavmini, İslâm’a, tevhîde, Allah için amel ve dinde ihlasa çağırdığında; o da, “Âlemlerin Rabb’ine teslim oldum, amel ve dinde ihlaslı oldum” dedi. Yine denilir ki, o, ataşe atıldığında, Rabb’i ona “Nefsini teslim et dediğinde, o da “nefsimi âlemlerin Rabb’ine teslim ettim, dedi.”107
ii-İbn Kesir’e (774/1373) göre, “Yani Allah ona ihlâs ve teslimiyetle emrime boyun eğ” diye buyurunca, o da hüküm ve ölçü olarak “emre icabet ettim” demişti.108
b-Dirayet müfessirlerine göre
i-Zemahşerî’ye (ö.538/1144) göre “eslim,” İslam ve marifeti teyit eden delillerden nazar halini hatırlatmadır. Yani bakma ve idrak etmedir. Denildi ki, “eslim” de iz’an ve itaat manası vardır.109
ii-er-Râzî’ye (ö.606/1209) göre ise, nefsini Allah’a ibadet için teslim etti, O’na boyun eğdi/tevazu gösterdi. “Eslim” sözüyle iman ve İslâm murat edilmiyor. Belki diğer şeyler murat olunuyordu. Bunlardan birisi: Allah Teâlâ’nın emirlerine inkiyad, kabul ile yakınlaşmaya koşmak, lisan ve kalp ile rızasızlığı / isteksizliği terk etmek, bundan da murat edilen maksut ise, “beni sana teslim olanlardan kıl”110 demektir. İkincisi: Esam’a göre, “İslâm / eslim” şirkten salim kılarak ibadette ihlaslı olmadır. Üçüncüsü: İslâm üzere istikamette olma ve tevhid üzere sabit olmadır. Allah Teâla’nın şu kavli gibi, “Bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur.” Dördüncüsü: İman kalbin sıfatı, İslâm azaların sıfatıdır. İbrahim (a.s.) kalbiyle Allah’ı biliyordu. Bundan sonra Allah da ona var gücüyle ameli yüklemiş ve azalarıyla “eslim / teslim ol” diyerek mükellef kılmıştı.111
iii-Beydavî’ye (ö.691/1292) göre, “Rabb’inin çağırdığı sırada, ihlâs ve iz’anla vasıl olduğu şeye nail oldu.”112 demektir.
iv-Nesefî’ye (ö.710/1310) göre ise, Allah’ın dininde ihlas, itaat ve iz’andır. Yani âlemlerin Rabb’ine bağlandım/inkiyad ettim ve ihlaslı oldum113 anlamında kullanılmıştır.
v-Hazin’e (ö.741/1340) göre, İslâm üzere istikamette oldu. Yani İslâm üzere sabit oldu. Çünkü o, teslim olmuştu. Muhakkak enbiya tevhid üzere ortaya çıkmışlar. İbrahim (a.s.) taatle boyun eğdi. Mahlukatın muhdisi, müdebbiri ve maliki için ibadette ihlâslı oldu. İman kalbin sıfatı, İslâm azaların sıfatıdır. İbrahim (a.s.) Allah’ı tanıyarak kalbi ile mü’min oldu. Allah ona azalarıyla amel yapmasını emretti.114
c-İşârî müfessire göre
Alusî’ye göre, emirden murad taat, iz’an, en küçük bir ahkam için istikamet, tevhid üzere sebattır. Bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur. İnanç ve İslâm’ın çıkışındaki mananın hakikatine hamletmek mümkün değildir. Çünkü Peygamber nübüvvetten önce ve sonra da küfürden masumdur. İslâm’dan önce haber ve vahiy tasavvur edilemez. İslâm azalar ile amel üzerine hamledilir. Salt imanın manası üzerine hamledilmez,115 şeklinde bir açıklama yapmaktadır.
d-Son dönem müfessirlere göre
i-Elmalılı Hamdi Yazır’a (ö. 1358/1942) göre, “Rabb’i ona arzı İslâm et, bana ihlâs ve iman ile teslim ol” dediği vakit, o da bu teklifle” “Âlemlerin Rabb’ine nefsimi teslim, özümü şirkten sakınıp yüzümü ancak O’na tuttum” demiş, tevhide iman etmişti. “Eslim” emri ilk iman teklifinin teveccühünden kinayedir. Bu emir el-Enam 6/75-76. ayetlerinde beyan olduğu üzere irade-i delâil suretiyle bir ihtardır.116
ii-Said Havva’ya (ö.1989) göre, “O, Allah’a teslim olmakla emrolunmuş ve teslim olmuştu”. Burada “İslâm” teslim olmak, boyun eğmek, itaat etmek ve amellerini Allah için halis kılmak anlamlarını taşımaktadır. Allah ne emreder, neyi yasaklar ve neyi seçerse insana düşen ona teslim olup boyun eğmektir. Yüce Allah, Hz.Muhammed’i (s.a.s.) seçmiş, onun üzerine kitabı ve hikmeti indirmiştir. İnsana düşen bu konuda Allah’a teslim olmaktır.117
iii-Süleyman Ateş’e göre, Yüce Allah, bu dünyada İbrahim’i seçip peygamber kıldığını, ahirette de onun makamını yükselttiğini bildirmektedir. İbrahim tevhid dinini kurmuş, Allah’a teslim olmuştur. Onun dini, Allah’a teslim olma dini olan İslâm dinidir. Kim onun dini olan tevhidden, Allah’a teslim olmaktan yüz çevirirse kendisini alçaltmış olur.118
2-Din Manasına Göre
Kur’an’da İslâm kelimesi “din” manasına pek çok yerde geçmektedir. Biz bu ayetlerden yalnızca Al-i İmran 3/19. ayetiyle ilgili olarak müfessirlerin görüşlerini vermeye çalışacağız.
a-Rivayet müfessirlerine göre
i-İbn Abbas’a (ö.68/687-688) göre, “Önce de sonra da Allah, kendi indinde dinin İslâm olduğuna şahadet etti. Buna melekler, nebiler ve mü’minler de şahadet ettiler.”119
ii-İbn Kesir’e (ö.774/1373) göre, Allah tarafından onun katında İslâm’dan başka hiçbir dinin kabul edilmeyeceğinin ilanıdır. İslâm, Allah’ın gönderdiği bütün peygamberlerin Allah’tan getirdikleri ve haber verdikleri dine uymaktır. Peygamber gönderilmesi Muhammed (s.a.s.) ile son bulmuştur. Böylece onun yolu haricinde Allah’a giden bütün yollar kapanmış oluyor. O halde Hz. Muhammed’in (s.a.s.) gönderilmesinden sonra kim onun şeriatinden başka bir din ile Allah’ına varırsa bu ondan kabul edilmeyecektir.120
b-Dirayet müfessirlerine göre
i-Zemahşerî’ye (ö.538/1144) göre, İslâm, adalet, tevhid ve Allah katında dinin kendisidir. Bunun ötesinde kalanların din ile alakası yoktur.121
ii-Beydavî’ye (ö.691/1292) göre, Allah’ın katında ondan başka razı olacağı bir din yoktur. O da Hz.Muhammed’in getirdiği tevhid dinidir.”122
iii-Nesefî’ye (ö.710/1310) göre, “inne’d-dîn” kelimesi “İnnehu lâilâhe illallah” kelimesinden bedeldir. Allah indinde dinin İslâm olduğuna şahitlik etti.123
iv-Hazin’e (ö.741/1340) göre, Allah katında razı olduğu din İslâm’dır. Allah, “din olarak İslâm’a razı oldu” buyurmaktadır. Yahudilik ve Hıristiyanlığa reddiye vardır. Çünkü yahudiler ve hıristiyanlar, kendi dinlerinden efdal başka bir din olmadığına insanları çağırdıklarında Allah onları reddetti ve “Allah indinde din İslâm’dır” dedi. Dinin aslı lügatte, “ceza” manasınadır. Sonra şeriat ve millet manasına oldu. Bunların manası ise, taat için bağlılıktır. İslâm ise, silme girmek, boyun eğmek, inkiyad etmek ve taata girmek124 demektir.
c-İşârî müfessire göre
i-Alusî’ye (ö.1270/1854) göre, bu ayeti kerime bir mübteda cümlesidir. Bundan dolayı birinciyi yani “Şehidallahu ennehu lâilahe illallah”ı te’kid etmektedir. Hasr için iki kısım tarif ediliyor. Allah kendi katında İslâm’dan başka bir dine razı olmaz. İbn Cerir’in Katade’den tahric ettiğine göre, şahadet ederim ki, Allah birdir. O’ndan başka bir ilah yoktur; Allah tarafından gönderildiğini ikrardır; o da Allah’ın dinidir. Öyle bir dindir ki, insan nefsine bir takım kanunlar vaaz ediyor, resuller gönderiyor. İnsanda ondan başkası kabul olunmaz. Ancak onun sayesinde ceza olunur. Ali b. İbrahim’den, rivayetle Hz. Ali bir hutbesinde şöyle diyor: “İslâm sevgisi, İslâm’dan önceki duruma göredir. İslâm’ın vasfı, ona intisap edip etmemeye göredir. İslâm teslim olmak demektir. Teslim ise, yakîn manasınadır. Yakîn ise, tasdik manasınadır. Tasdik de ikrar, ikrar ise, eda manasınadır. Eda da ameldir. Mü’min dinini Rabb’inden aldı; kendi re’y ve görüşünden almadı. Muhakkak mü’min yaptığı ameliyle imanını biliyor, kafir de küfrünü inkarıyla biliyor.”
“...Kisaî ise, İslâm’ı iman olarak tefsir etti”. İkrarla Allah’ın vahdaniyetini ve tasdikini murat ediyorum. O, öyle bir tasdik ki, bütün cüzlerini birden kapsamalıdır. Yine böyledir ki, zarureti diniye olarak bilinen Nebi’nin getirdiğini tasdiktir.”125
d-Son dönem müfessirlere göre
i-Elmalılı Hamdi Yazır’a (ö.1358/1942) göre, “Allah yanında razı olacağı ve gaye-i saadete musil olan hak din, İslâm’dan ibaret olduğuna şüphe yoktur. Kisaî’nin kıratında “enne” fethile diğerleri kesr ile okunur. El-Fetih sûresinde bu cümle evvelki meşhudün bihden bedeldir. Yani Allah vahdaniyeti hasebiyle dini hakkın, dini İslâm’dan ibaret olduğuna şahadet etmiştir, asıl meşhudün bih budur. Kesir suretinde ise, “Lâilahe illâhuve’l-Azîzü’l-hakim” hükmü netice-i şahadettir.
“İnne’d-Dine indallahi’l-İslâm” bir cümle-i istinafiyedir. Çünkü dini İslâm’ın üssü’l esasıdır. “Lâilahe illâhu” diye şahadeti tevhid ile min indillah gelenin hepsinin ikrar ve itirafıdır. Diğer bina-i İslâm ve furûu hep tevhidi ilahiyeye tabiidir. İndallah sabit olan hakkı meşhüdün bih ikame-i adl-ü hak ile vahdeniyeti ilahiye “el-İslâm” de buna bütün levazım ile şahadet ve Allah’tan gelenin cümlesini ikrar olduğundan dini hakkın İslâm’dan başka bir şey olmadığı da hakke’l-yakîn, ayne’l-yakîn, ilme’l-yakîn sabittir. Allah’ın kendisi için teşri ettiği, peygamberler gönderdiği, evliyasına delalet ettiği din, sıratı müstakimdir. Nitekim mükafatını ancak bununla verir, akibette selamet ancak bununla çıkar.
Elmalılı, İslâm, silm, selm, selâmet kelimelerinde hemzeyi duhul veya tadiye olarak kullanınır. Şümullü ve pek temiz bir kelimedir ki, silm-ü selâmete girmek veya koymak ya da çıkarmak. Selâmet temin eden teslimiyyete mütekabil bir müsalemete girmek, halis-ü salim veya tutmak manalarına gelir ki, selamet ve selâmiyyet gayesi ile bir inkiyad-ü mutavaat manası vardır.126
ii-Seyyid Kutub’a (ö.1966) göre, ulûhiyet tektir. Şu halde kulluk da tek yeredir. Bu ulûhiyete teslim olmak sonunda insanoğlunun ne ruhunda ne de dış hayatında Allah’ın hükümranlığından başka bir şeyin yeri kalmaz.
Ulûhiyet tektir, öyle ise tek bir cihet vardır. İnsanların ibadet etmesine, emrine itaat etmelerine, şeriatini ve hükmünü aralarında tatbik etmelerine, bütün değer ve ölçülerini bu şeriate göre vaaz etmelerine, bütün hayatlarını onun razı olacağı talimata göre kurmalarına yegane delil bu cihettir. Tek bir ulûhiyet, tek bir akide vardır. Allah’ın rızasına uygun olarak kullarından kabul ettiği akide, açık, berrak ve halis tevhid akidesi... “Doğrusu Allah katında din İslâm’dır.” O İslâm ki, yalnız dava, yalnız dirayet, yalnız dille ifade edilen söz, yalnız kalpte cereyan eden tasavvur, yalnız şahısların namazda, hacda, oruçta eda ettikleri vecibelerden ibaret değildir. İslâm teslimiyettir. İslâm, itaat ve kabiliyettir. İslâm, Allah’ın kitabının kulların hayatına hakim olmasıdır.127
iii-Ömer Nasuhi Bilmen’e (ö.1971) göre, bu ayeti celilede Allah’ın vahdaniyetini nâtık, hakk ve hakkaniyet üzere müesses olan dinin yalnız dini İslâm’dan ibaret olduğu bildirilmektedir. İslâm ise lügatte, ihlas, inkiyad, mutavaat manalarına gelir. Lisan-i şeriatte, peygamberin tebliğatını her vechile kabul ve tahsin ile Cenâb-ı Hakk’a itaat ve inkiyad etmektir. İman ile İslâm, manayı lügavîleri itibariyle birbirinden ayrılsalar da, hükmü şer’i itibariyle müttehiddirler. Her mü’min müslimdir ve her müslim mü’mindir. Mamafih İslâm lafzı din manasına gelir. Nitekim şeriat, millet lafızları da din manasına müsta’meldir.
İslâm lafzı, imanın alameti olan ve semeresi olan namaz, oruç, hac gibi salih amellere de itlak olunur. İslâm lafzı, bir de kalben tasdike mukarin olmayan kabuli zahiriye itlak olunur. Kalben mümkün olduğu halde diliyle “ben müslümanım” diyen bir şahsın İslâmiyet’i gibi.128
iv-Said Havva’ya (ö.1989) göre, “Muhakkak Allah katında din İslâm’dır.” Gerçek şudur ki, Allah tarafından kabul edilecek olan din, her zaman ve her mekanda sadece İslâm’dır. İslâm ise, Allah’ın, resulleriyle göndermiş olduğu dini kabul etmek suretiyle Allah’a teslim olmaktır. Bu dinin son nüshası ise, yüce Allah’ın kulu Muhammed (s.a.s.)’ in üzerine indirmiş olduğu ve bütün alemleri kendisine uymakla yükümlü tuttuğu dindir.129
v-Ateş de, Allah katında makbul dinin İslâm, yani tanrılıkta hiçbir şeyi ortak koşmadan O’na kulluk olduğunu vurguluyor.130
Sonuç
Kur’ân’da geçen “iman ve İslâm” kelimelerinin kullanılışlarını ayeti kerimeler ve müfessirlerin görüşleri çerçevesinde vermeye çalıştık.
İman tasdikten, İslâm da teslim olmak, iz’an ve itaat, inkiyad göstermekten ibarettir. Tasdikin mahalli kalp olup, lisan onun tercümanıdır. Teslim ise, kalp, lisan ve azaların hepsine şamildir. Çünkü kalp ile olan her tasdik, aynı zamanda Allah’ın emirlerine ve iradelerine teslim olmak, isyan ve inkarı terk etmektir. Lisan ile itiraf, aza ve var gücüyle boyun eğme ve itaat de böyledir. Yani tasdik , teslim ve boyun eğme manasını ihtiva eder.
İman ve İslâm kelimelerinin lügat manaları farklı olsa bile, aynı anlama kullanılmıştır. Çünkü Kur’ân’da geçen din, iman, İslâm’dan maksadın ayeti kerimelerde görüldüğü gibi mantıkî tutarlılık içerisinde yorumlandığı zaman aynı olduğu ortaya çıkmaktadır. İman kişinin yüce Allah’ın birliğine, yaratma ve emrin O’na mahsus olduğuna inanması, şahadetini tasdik etmesi, İslâm ise kişinin nefsini kullukta, ibadet etmede hiçbir şeriki olmayan Allah’a teslim etmesi ve her şeyi O’na bağlılanmasıdır.
Hz. Peygamber’den, gelen rivayetlerden nelere iman edileceği konusunda bilgi verilmektedir. Cibril hadisinde bu durum açık bir şekilde görülmektedir. “Cibril, Hz. Peygamber’e imanı sordu. O da “Allah’a, meleklere, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, kazaya, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmandır” buyurdu. Cebrail, İslâmı sordu. Nebi de, “Allah’tan başka ilah olmadığına şahadet etmen, namaz kılman, zekat vermen, ramazan orucunu tutman ve beyti haccetmendir” buyurdu. İhsanı sorduğunda da Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir” şeklinde cevapladı.
İman ve İslâm hakikatleri bakımından aynı olduğu için, birinin varlığı, diğeri bulunmadan olmaz. Allah ibadetleri, helal ve haramları çoğunda iman ismiyle “Ey iman edenler, ey inananlar” diye hitap etmektedir. Örneklediğimizde: “Ey iman edenler, oruç size farz kılındı” veya “Ey iman edenler, içki, kumar, putlar ve fal okları, şüphesiz şeytan işi pisliklerdir..” Çünkü imanın şartlarının yerine getirip müslim olunmaması veya İslâm şartlarının yerine getirilip de mü’min olunmaması akıllardan uzak düşer. Zaten “Allah katında din şüphesiz İslâm’dır” ayetini de yukarıda vermiştik.
Hülasa, iman ile İslâm kelimeleri kavram olarak birbirinden farklı anlamları değil, aynı manayı ihtiva etmektedir. İman öz, yani kalbin tasdiki, İslâm onun dışa yansıyan kısmı, bedenidir. Yahut da iman hakikat, İslâm onun suretidir. İman asıl ve köktür, İslâm ise onun dalları ve budaklarıdır. Nasıl ki, insanın ruhsuz bedenini ve bedensiz de ruhunu düşünemediğimiz gibi, iman olmadıkça İslâm’ı İslâm olmadıkça da imanı tek başına düşünemeyiz. İşte meselenin özü budur.


* Dr., Bartın İl Müftü Yardımcısı
1 Asım Efendi, Kamus Tercümesi, IV/548; İsfahânî, Râgıb, el-Müfredât, s. 21; Atay, Hüseyin, Kur’ân’a Göre İman Esasları, Ankara 1961, s. 2; Tunç, Cihat, Zemahşerî ve Kelâmın Ana Meseleleri, Ankara 1976 , s. 43 (Basılmamış Doçentlik Tezi).
2 el-Haşr 59/23; bk. Buradaki iman, hem tasdik etmek, hem de emin kılmak anlamlarını taşıyan bir mastardır. el-Esmâü’l-Hüsnâ’dan olduğu için, geldiği kökün mastarının taşıdığı iki anlama göre ayrı ayrı manalandırılmıştır. Tasdik manasını tercih edenlere göre, bu isme, Allah’ın kendisini tasdik etmesi ve nebilerini kelâmı ile doğrulaması manası verilmiştir. Emin kılmak, güven vermek anlamını tercih edenler ise, güvenin hangi hususta verileceği konusunda ittifak halinde değillerdir. Yurdagür, Metin, Allah’ın Sıfatları, İstanbul 1984, s. 115.
3 Gölcük, Şerafettin, “İsimler ve Hükümler Yönünden İman ve İslâm Kavramları”, AÜİİFD, Ankara 1977, II/188.
4 Kureyş, 106/4.
5 Tunç, Cihat, “Yüce Allah’a İman ve Bunun Önemi”, EÜİFD, Kayseri 1985, II/1-2.
6 Ebû’l-Müntehâ, Şerhu’l-Fıkhu’l-Ekber, İstanbul 1326, s. 21; Ebû Zehra, Ebu Hanife, trc. Osman Keskioğlu,İstanbul 1966, s. 163-167.
7 Ebû Zehra, İmâm Şafiî, trc. Osman Keskioğlu, Ankara 1969, s. 129.
8 el-Eş’arî, Kitabü’l-Lum’a, Mısır 1955, s. 75.
9 Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, et-Te’vilatu Ehl-i Sünne, Bağdat 1983, I/43.
10 el-Gazzâlî, Ebû Hâmid, İhya-u Ulumiddin, Beyrut ts., I/158.
11 Teftâzânî, Şerhu Akaidi’n-Nesefi, İstanbul 1326, s.153.
12 Sinanoğlu, Mustafa, “İman”, DİA, İstanbul 2002, 22/212 vd..
13 el-Bakara 2/283 ve bk. el-Bakara 2/196: “İzâ emintum” (lafzen, emniyette olduğunuz zaman) ifadesi, burada hem dış tehlikelerden(savaş) hem de hastalıktan emin olmaya işaret etmektedir ve bu nedenle de en doğrusu “sağlıklı ve emniyette iseniz” anlamındadır. el-Bakara 2/239.
14 Al-i İmran, 3/97.
15 el-Araf , 7/97-99.
16 Yusuf, 12/11, 64, 107.
17 el-İsra, 17/68-69.
18 el-Fussilet, 41/40.
19 el-Mülk, 67/16-17.
20 Kureyş,106/4. ; bk. el-Bakara 2/126.
21 en-Nisa, 4/91; el-Ankebut 29/67.
22 el-Bakara, 2/256, 260.
23 Al-i İmran, 3/100, 106.
24 el-En’am, 6/158.
25 Yunus, 10/90, 98; en-Nahl 16/104.
26 Yusuf, 12/17.
27 Tunç, Cihat, “Yüce Allah’a İman ve Bunun Önemi”, EÜİFD, Kayseri 1985, II/1.
28 Tunç, Cihat, Sistematik Kelâm, Kayseri 1994, s.38.
29 el-Maide, 5/41.
30 en-Nahl, 16/106; el-Mücadele, 58/22; el-Enfal, 8/2.
31 Baktır, Mehmet, “İmanın Temellendirilmesi”, Günümüz İnanç Problemleri (İlâhiyat Fakülteleri Kelâm Ana Bilim Dalı Sempozyumu), Erzurum 2001, s.101.
32 el-Hucurat, 49/14.
33 el-Müddessir, 74/31.
34 el-Hucurat, 49/15.
35 el-Fetih, 48/4.
36 el-Enfâl, 8/2
37 el-Hadid, 57/7.
38 el-Fetih, 48/9.
39 el- Bakara, 2/ 177.
40 el-Enam, 6/111; en-Nahl. 16/22; el-İsra 17/10, 45; en-Necm. 53/27.
41 el- Bakara, 2/285.
42 en-Nisa, 4/136.
43 en-Nisa, 4/150-151. “Allah’ı ve peygamberlerini inkar edenler ve (inanma hususunda) Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip “bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız” diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu, işte gerçek kafirler bunlardır. Ve biz kafirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.”
44 en-Nisa, 4/152. “Allah’a ve peygamberlerine iman edenler ve onlardan hiçbirini diğerinden ayırmayanlara (gelince) işte Allah onlara bir gün mükafatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”
45 el-Bakara, 2/112, Lokman 31/22.
46 el-Bakara, 2/131; el-Mü’min 41/66.
47 el-Enbiya, 21/108.
48 ez-Zümer, 39/54.
49 Sinanoğlu, Mustafa, “İslâm”, DİA, İstanbul 2001, 23/1 vd.
50 el-Cürcânî, Seyyid Şerif, et-Tarifât, s. 14.
51 Müslim, Sahih-i Müslim, trc. Ahmed Davutoğlu, I/98, İstanbul 1973.
52 el-İsfahânî, Râgıb, el-Müfredât, Beyrut ts., s.239-240.
53 Ebû Zehra, Ebû Hanife, trc. Osman Keskioğlu, s. 169; İmam-ı Azam, el-Fıkhu’l-Ekber, trc. Mustafa Öz, İstanbul 1981, s. 70.
54 el-Eş’arî, Ebû’l-Hasan, el-İbane, s.7.
55 el-Mâtürîdî, Ebû Mansûr Muhammed, Kitabü’t-Tevhîd, s. 394.
56 Bâkıllânî, Muhammed b. Tayyib, Kitabü’t-Temhid, s. 392.
57 Pezdevî, Fahrü’l-İslâm Ali b.Muhammed, Ehl-i Sünnet Akâidi, trc. Şerafettin Gölcük, İstanbul 1980, s. 220.
58 el-Gazzâlî, Ebû Hamid, İhya-ü- Ulumiddin, I/108.
59 Teftazânî, Sâdeddin Mesud b. Ömer, Şerhu’l-Akâid, s. 159.
60 es-Sâbûnî, Nureddin, Mâtürîdî’ye Akâidi, trc. Bekir Topaloğlu, s. 184.
61 el-Bakara 2/131, 128, 132.
62 Al-i İmran 3/67.
63 en-Nahl. 16/81.
64 es-Saff. 61/7.
65 el-A’raf. 7/126.
66 el-Ahzab. 33/22.
67 Al-i İmran. 3/19, 83, 85.
68 el-Maide. 5/3; el-En’am 6/125.
69 İbn. Abbas, Tefsiri İbn Abbas (Mecmau’t-Tefâsir), İstanbul, 1317, VI/577.
70 İbn Kesir, İsmail b.Ömer, Tefsiru’l-Kur’an’i’l-Azim, trc. Bekir Karlığa-B. Çetiner, İstanbul 1984, XV/8684.
71 er-Râzi, Fahreddin, Mefâtihu’l-Gayb, Beyrut 1990, XXXII/109.
72 Kadı Beyzâvî, Nâsıruddin Abdullah b. Ömer, Envârü’t-Tenzil ve Esrârü’t-Te’vil, VI/557; en-Nesefi, Ebû’l-Berakat, Medârikü’t-Tenzil ve Hakâiku’t-Te’vil, VI/557; Hazin, Alâuddin Ali b. Muhammed, el-Lübâbü’t-Te’vil (Mecmau’t-Tefsir içinde) Matba-ı Amire, 1317, VI/557.
73 Zemahşerî, Ebu’l-Kasım Mahmut b. Ömer, el-Keşşâf, Beyrut 1986, IV/803.
74 el-Ankebut 29/67.
75 Yazır, M.Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, İst. 1971, IX/6160-6161.
76 Kutup, Seyyid, Fizilâli’l-Kur’ân, trc. M.Emin Saraç, B.Karlığa-İ.Hakkı Şengüler, İstanbul 1973, XVI/385.
77 Sabunî, Muhammed Ali, Safvatü’t-Tefasir, Beyrut 1981, cüz.XX, s.106.
78 Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuk Neşriyat ts., 11/103.
79 İbn Abbas, İbn Abbas Tefsiri, İstanbul 1317, I/42.
80 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’âni’l-Azim, trc. B. Karlığa-B.Çetiner, İstanbul 1984, II/162.
81 Zemahşerî, el-Keşşaf, I/126-127.
82 er-Râzî, Mefatihu’l-Gayb, Berut 1999, II/29.
83 el-Maide, 5/41 ve bk. 2cen-Nahl, 16/106, el-Mücadele, 58/22, el-Hucurat, 49/14.
84 el-Bakara, 2/8.
85 Beydavî, Envarü’t-Tenzil, İstanbul 1317, I/44.
86 Nesefi, Medârikü’t-Tenzil, İstanbul 1317, I/42.
87 Hazin, Lübabü’t-Te’vil, İstanbul 1317, I/42-43.
88 Alusî, Ebû’s-Senâ Şihabuddin Mahmud, Ruhu’l-Meanî fi Tefsiri’Kur’âni’l-Azim, Bulak 1301, I/94.
89 İbn Arabî, Muhyiddin Ebû Abdillah, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Kerim, İst. 1317, I/29-30.
90 Yazır, a.g.e., I/177-178.
91 Yazır, a.g.e., I/180.
92 Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’ân-ı Kerim Meal ve Tefsiri, İstanbul 1970, I/335.
93 Said Havva, el-Esas fi’t-Tefsir, trc. Beşir Eryarsoy, İstanbul 1989, I/75.
94 Hicazî, M. Mahmud, Tefsiru Vadıh (Furkan Tefsiri), trc. M.Keskin, İstanbul ts. ,I/21.
95 Sabunî, M.Ali, Safvetü’t-Tefasir, Beyrut 1981, I/18.
96 Ateş, Süleyman, a.g.e., 1/99-100.
97 İbn Abbas, Tefsiri, II/283.
98 İbn Kesir, Tefsiru Kur’ân-ı Azim, trc. Bekir Karlığa, İstanbul 1984, V/2342.
99 Zemahşerî, el-Keşşaf, Beyrut ts. , I/612.
100 er-Râzî, Tefsiru Kebir, II/238.
101 Beydavi, Envarü’t-Tenzil, II/283.
102 Nesefi, a.g.e., II/282.
103 Hazin, a.g.e., II/283.
104 Alusi, Ruhu’l-Meanî, II/305.
105 Yazır, a.g.e., III/1685.
106 Kutup, Seyyid, a.g.e., IV/239.
107 Said Havva, a.g.e., IV/29-33.
108 Ateş, Süleyman, a.g.e., 2/110.
109 İbn Abbas, a.g.e., I/202.
110 İbn Kesir, a.g.e., II/574.
111 Zemahşerî, I/312.
112 el-Bakara, 2/128.
113 er-Râzî, a.g.e., IV/79.
114 Beydavî, a.g.e., I/203.
115 Nesefî, a.g.e., I/202-203.
116 Hazin, a.g.e., I/202-203.
117 Alusi, Ruhu’l-Meani, Beyrut 1994, 1/611.
118 Yazır, a.g.e., I/498.
119 Said Havva, a.g.e., I/307.
120 Ateş, Süleyman, a.g.e., 1/242.
121 İbn Abbas, a.g.e., I/472.
122 İbn Kesir, a.g.e., III/1199.
123 Zemahşerî, a.g.e., I/418.
124 Beyzavi, a.g.e., I/472.
125 Nesefi, a.g.e., I/472.
126 Hazin, a.g.e., I/472.
127 Alusi, a.g.e., I/540.
128 Yazır, a.g.e., II/1061-1063.
129 Kutup, Seyyit, a.g.e., II/242-243.
130 Bilmen, Ömer Nasuhi, a.g.e., I/336-337.
134 Said Havva, a.g.e., II/275.
135 Ateş, Süleyman, a.g.e., 2/24.