Makale

Kur'an'da Sosyal Bütünleşme

KUR’AN’DA SOSYAL BÜTÜNLEŞME

Özcan GÜNGÖR*

Özet:
Sanayi inkılabı ve sonrası gelişmelere dikkat edildiği zaman görülecektir ki, genelde dünya dinleri, özelde de İslam dini ve müntesipleri arasında çok ciddi bunalımlar, değişimler yaşanmıştır. Bu süreç kendini şimdi küreselleşmenin imkânlarıyla daha yoğun hissettirmektedir. Müslümanlar için Kur’an ve onun sunduğu sosyal zihniyet dünyası hiç şüphesiz ki çok önemlidir. Üstelik Kur’an, diğer kutsal kitaplardan farklı olarak sosyal hayatın bütün yönlerini gerek kıssalar yoluyla, gerekse benzetmeler yoluyla mü’minlerin dikkatine sunmuş ve bu durum tarihsel bir gerçek olarak Hz. Peygamber döneminde de pratik hale gelmiştir.
Gelişen ve değişen dünyada toplum hayatımızı yeni bir anlayışla inşa ederken Kur’an’ın bize sunduğu tarihsel veriler ve değerler mutlak önem arz etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Din, Sosyal Bütünleşme, Kur’an’ı Kerim, Sosyal Farklılaşma.
Social Integration in the Qur’an
Abstract:
When we look at developments and processes during the industry revolution and afterwards, it can be seen that among world religion, especially Islam and their followers, many serious crises and changes have appeared. This process, with the facilities of globalization, can be felt very deeply nowadays. For Muslims, Qur’an its social mentality is very important. In addition, Qur’an, differently from the other holy books, has given to Muslims all aspects of the social life through stories and imitations. This situation became historical reality during the period of the Prophet Muhammad (pbuh).
Historical data and values presented by Qur’an in the sense of construction again in the developing and changing world are very important.
Key Words: Religion, Social Integration, The Holy Qur’an, Social Differentation.

1- Kavramsal Çerçeve (Sosyalojik Yaklaşım)
Sanayi inkılabının toplumların yapısında meydana getirdiği büyük değişiklikler, bunları takiben ortaya çıkan toplumsal çalkantılar, çözülmeler ve bunalımlar sosyologların dikkatini bütünleşme konusu üzerine çekmiştir. Durkheim, sosyal bütünleşme konusunda modern sosyologlar arasında öncülük vazifesi görmüştür.1
Diğer taraftan dinin sosyolojik rolü ve inancın bütünleştirici gücü dikkatleri sosyal bilimlere ve özellikle Din Sosyolojisi’nin bu hususta vereceği cevaba çevirmiştir.2
Gelişme ve büyüme sosyal bütünleşme ile desteklenemiyorsa, toplumsal sistem aksayabilmektedir. “Farklı biyolojik (ırkî) ve kültürel kökene bağlı karmaşık toplumlarda sosyal bütünleşme sağlanamaz; nispeten homojen toplumlarda sağlanır” şeklinde bir kural ortaya koyamayız.3 Birçok karmaşık sosyal yapılı ülke vardır ki bunlarda daha kuvvetli bir sosyal bütünleşme bulunabilir.
Bu girişten sonra tanıma ilişkin yaklaşımlara göz atmak yerinde olacaktır. Sosyal bütünleşme (social integration), toplumların yahut toplumsal alt grupların, belirli amaçların gerçekleştirilebilmesi yolunda, önceki özellik ve kimliklerini terk ederek yeni ve ortak bir kimlikte buluşmalarıdır.4
Sosyal bütünleşmeye, sosyalleştirme süreci de denebilmektedir. Buna göre; “Sosyalleştirme, grupla bütünleşmeyi sağlamak için ferde, hedefli ve amaçlı, dış ve iç davranış örneklerinin aktarılmasını sağlayan, belli şahıslar arasındaki bir etkileşim sürecidir”.5 Bu aktarma ile fert, içinde bulunduğu toplum ve kültürün normlarını öğrenerek o toplum ve kültürde kendisine düşen sosyal rolleri yerine getirmesini sağlayacak bilgi, görgü, beceri ve alışkanlıklara sahip olur.
Bu iki teorik yaklaşımın da mantıksal kurguyla yerlerini belirleyebiliriz. İlki Kur’an’ın ilk muhatap çevreyle karşılaşma ve onlara yeni bir din ve dünya zihniyeti vererek inanç ve amelde birleştirmeyi ve bu değerler etrafında bütünleştirmeyi içerir. Diğer yaklaşım ise bu zihniyetin belirli süreçler katedip ortak bir miras haline gelmesi ve inananlarını bu ortak kültür ve miras etrafında toplayarak hem sosyalleştirmesi hem de bu yolla toplumsal bütünleşmeyi sağlaması ögelerini içerir.
Bütünleşme, işleyen bir bütüne ve sosyal sisteme sahip olabilmek için sosyal sistemin parçalarının birbirleriyle uyum sağlamalarıdır.6 Daha geniş bir açıdan “bütünleşme”; sosyolojide toplumdaki küçük ya da alt gruplar, cemaatler, menfaat birlikleri, müesseseler gibi sosyal yapının çeşitli unsurları arasındaki tamamlanma ve kaynaşma durumunu ifade etmektedir. Sosyal bütünleşme, bir toplumu meydana getiren fertlerin, farklı gruplarının ve daha geniş muhtelif ünitelerinin karşılıklı bağımlılık ve ahenk içerisinde bir düzen teşkil edecek şekilde birleşme sürecinden ibarettir. Bunun sonucu, bir toplum ve sosyal grup içinde hakim olan kültürel değerlerin toplumu meydana getiren fertler tarafından alınarak kendilerine maledilmesi ve böylece fertlerin toplumun sosyo-kültürel değerlerini kazanarak onunla uyumlu bir şekilde yaşama durumuna gelmeleri süreci de sosyal bütünleşmeyi ifade etmektedir.
Sosyal bütünleşmenin normatif, fonksiyonel, manevi ve kültürel türleri vardır.
Normatif Bütünleşme: Toplumun, normlarla koordine edilmesidir. Parson’a göre toplumda böyle bir bütünleşmenin meydana gelebilmesi, toplumun ortak değerlerinin, sosyal sistemlerinin yapısal unsurlarında müesseseleşmiş olması şartına bağlıdır. Toplumda yüksek derecede bir normatif (sosyal değerler) bütünleşme, sosyal istikrarı ve böylece sosyal sistemin sürekliliğini sağlar.
Fonksiyonel Bütünleşme: Toplumsal statüler ve roller arasındaki uyumdur. Buna göre fonksiyonel bütünleşme toplumdaki iş bölümünün ahenkli bir şekilde gerçekleşmesinin bir sonucu olmaktadır.7
Manevi Bütünleşme: İnanç, saygı-sevgi ve zevkler gibi manevi değerlerde ortaklık sağlanabilmesidir.
Kültürel Bütünleşme: Uzun yıllar sonucu toplumun hafızasında oluşmuş olan ortak değer ve inançlar etrafında gerçekleştirilen bütünleşmedir. En ideal bütünleşme şekli budur. Çünkü bu seviye diğerlerini içine aldığı gibi zıtlık ve çelişkilerin de olmamasını ihtiva eder.8
Öncelikle bütünleşmenin olabilmesi için farklılaşmanın olması gerekir. Bu bağlamda farklı parçaların birleşmesi, düzenlenmesi olmadıkça bütünleşmeden söz edemeyiz.9 Bütünleşme, hiçbir şeye başkaldırmaksızın, hiçbir şeyi sorgulamaksızın itaat eden bireylerden oluşmuş ve katı bir şekilde kurallaştırılmış bir toplumsal düzeni belirtmez.
Gerçek anlamda bütünleşme sağlanabilmiş toplumlarda fertler, sosyal rolünü bulmuş ve benimsemiş, çeşitli faaliyetlere rahatlıkla katılabilecek hale gelmişlerdir. Yani toplumun istekleriyle kendi istekleri arasında bir denge kurabilmiş, yerine göre toplum yararına kendi egoizmlerini terk edebilecek bir seviyeye ulaşmışlardır. Sözün özü madde ve mana hedefleri arasında bir ahenk kurulmuş, ilimle din, dünya ile ahiret, fert ile cemiyet bütünleşmiştir.10
Tanımlar çerçevesinde bu kavrama yüklediğimiz anlamları çoğaltmak mümkündür. Fakat yapılan bütün tarifleri bir anlam potasında birleştirmek zor gibidir. Ortak ve anlaşılır bir tanım olması adına, “sosyal bütünleşme”; toplumun değerlerini ve kültürel unsurları da yanına alarak bir mana etrafında toplanıp, bir birlik meydana getirme, toplumun ortak heyecan ve hislerinden hareket ve herkesi kendi konumunda kabul ederek bir bütünlük esası meydana getirmeye bağlıdır. Gayet açıktır ki burada ortak payda, inanç ve kültürel değerler çok dikkat çekici bir yer edinirler. İnanç boyutunun eksik kaldığı bir birleşme tek taraflı kalmaya mahkumdur. Gündelik ve menfaate dayalı bütünleşme toplumu ileri götürme istidadı gösteremez ve her defasında da başa dönme problemini ortaya çıkarır. 2. Din ve Sosyal Bütünleşme
Din ve toplum arasındaki etkileşim yakından ve sistematik bir şekilde incelenecek olursa bunun birinci derecede dinin toplum üzerindeki etkisi şeklinde var olduğu görülür. Dolayısıyla toplumsal örgütlenme biçimi ve davranışlarının şekil ve karakteri bu etkiye maruzdur.11 Bunun yanında karşılıklı bir etki-tepki münasebeti söz konusudur. Toplum ve kültür alanları dini yaşayış üzerinde etkili olurken, diğer yönden de din sisteminin toplumda ve diğer değişik kültür sahaları üzerinde etkili bulunduğu da görülür.12
Dinin toplumla ilgili önemli fonksiyonlarından biri “toplumu düzenleyici normlar sistemi” olarak ortaya çıkmasıdır. Din mü’minlere nasıl hareket edeceklerini gösteren bir sistem sunmaktadır. Dinin bu anlamda toplum normu düzenleyici özelliğinin daha çok İslam toplumlarında belirginleştiği ve geçerli olduğu da belirtilmektedir.13 Dinin dünya karşısındaki tavrı, mü’minlerin zihniyet yapılarını şekillendirmek ve onlara yeni bir form kazandırmaktadır. Böylece her dinin sahip bulunduğu değerler ve semboller sistemi ile bir ekonomik ahlâkın ve sosyal anlayışın oluşmasında önemli rol oynadığı görülmektedir.14
İslam kültüründe bu manada sistemli bir içtimaî ahlâk felsefesi geliştirilememiştir. Kur’an’da açıkça ifadesini bulan sosyal bütünleşme, din ve vicdan özgürlüğü, ferdi irade hürriyeti, çalışmanın değeri, teşebbüs hürriyeti, helal kazanç ilkesi, aklın, malın ve ırzın masuniyeti, renk, dil, ırk ve cinsiyet ayrımına dayalı uygulamaların reddi ve daha nice ilke, standart ve değerleri temel alan bir ahlâk geliştirilebilse ve bu ahlâk ilmi, sınai ve iktisadî çabalar içinde bir çerçeve oluştursaydı nasıl bir sosyal yapı vücut bulurdu?15 Bu soru ve sorun çok manidardır.
Din olayının sadece en önemli yönlerini zikretsek bile, onun aynı zamanda tarihi, sosyolojik, kültürel ve psikolojik bir gerçeklik olduğunu da belirtmek gereklidir. Bütün bunlar göz önüne alındığında dinin,16 insan hayatının her yönüne etki ettiği, bundan dolayı da sosyal bütünleşme hadisesinde çok önemli rolü olduğu söylenebilir.
Burada değindiğimiz hususlar dinin sosyal bütünleşme üzerindeki etkisini göstermek adınadır. Fakat bunun yanında bunların birbirlerine karşılıklı etkileri göz önüne alınmalıdır.
Gerçekte din ve sosyal bütünleşme arasındaki ilişkinin yönünü tayin edebilmek, hangisinin diğerini etkilediğini genel bir hüküm halinde ortaya koyabilmek mümkün değildir. Çünkü dine dayalı inançlar ve sosyo-kültürel yapılar çeşitlilik gösterir.17 İslam toplumları bağlamında, idealist görüşün olduğu gibi kabullenilmesi mümkün görünmese de, ilahi ufuktan beşerî alana inen vahyin anlaşılması ve yorumlanmasında “toplumsal yapının fizikî ve kültürel özelliklerinin”18 dine etkisi olduğu müşahede edilmekte, aynı zamanda dinin de söz konusu alana farklı tarihsel ortamlarda çeşitli şekillerde ve düzeylerde etki yaptığı rahatlıkla anlaşılmaktadır.19
İslam kültüründe dinî çerçevede en kapsamlı bütünleşme olgularından birisi İcma’dır. Sözlükte “birleştirmek” anlamına gelen bu terimin tam şekli “İcma’ı ümmet” yani İslam topluluğunun fikir birliğidir. Ancak bu uygulamada bir bilgi-metodoloji ilkesi olarak kullanılmış ve toplumun kendinden çok, ileri gelenlerinin ortak görüşü anlamını taşımıştır.20 İslam toplumunun gelişme dinamiği bakımından bazı fonksiyonel eleştirilere uğrasa da icmanın, kültürel bütünlüğü sağlama ve özellikle süreklilik kazandırmada önemli bir rol üstlenmiş olduğu söylenebilir.
İslam toplumunda itikadi olmayan fikir ayrılıklarına toleransla yaklaşılmış, bunlara “rahmet”21 (bir gelişme dinamiği) gözüyle bakılmıştır. Gerçekten de İslam toplumu, klasik dönemlerde (XII. yüzyıl sonlarına kadar dini, felsefi ve müspet bilimlerde) fikri alanda parlak bir başarı göstermiştir.22 Bu başarı, İslam’ın bir toplumda bütünleşme sağlama ilkelerinden biri olan ahlâk ve ilim birliğini sağlayabilmesine bağlıdır. Daha sonraki tarihî gelişimi içinde tek taraflı olarak ilim de ahlâki olana dönüştürülmüş, dünya-ahiret, fert-toplum bütünlükleri de koparılıp ikincilerine (ahiret ve topluma) ağırlık verilmiş, böylece İslam’ın asıl bütüncü hedeflerine ulaşılamamıştır.23 Çünkü toplum lehine fert-cemiyet birliği bozulursa orada ferdin İslami rolünü tam olarak yerine getirmesi, ideal anlamdaki bir kültürel bütünleşmenin sağlanması mümkün olmaz. Çok yönlü sosyal süreçlerle sağlanan bütünleşmenin şüphesiz topluma süreklilik sağlayıcı mekanizmalarla yakın bir ilgisi vardır.
3. Kur’an’da Sosyal Bütünleşme
3.1 Teorik Yaklaşım / Çerçeve
İnsanlar zaman içinde çoğalmış, çeşitli ihtiyaç ve zorunluluklardan dolayı da grup haline gelmişlerdir. Esasen bu, insan fıtratıyla yakından ilgilidir. Şöyle ki; İbn-i Haldun, insan cinsinin toplu olarak yaşamasını, Allah’ın iradesinin gerçekleşmesi olarak görür. Çünkü O’na halife olan bu varlık, alemi mamur kılacaktır ve bunun için de toplu olarak yaşamak durumundadır.24
Kur’an toplumların tarihsel olarak yaşamış oldukları çeşitli süreçleri genellikle kıssalar içerisinde nakleder. İnsanları bu yolla düşündürmek ve ibret almalarını sağlamak amacıyla bu tarihsel örnek olaylar değişen zaman ve sosyal yapılara rağmen değişmeyen ilahi hedefleri göstermektedir.25 Biz de makalemizde Kur’an-ı Kerim’e sosyal bütünleşme açısından bakarken bu temel hedefi göz ardı etmeden, mü’minlere gösterdiği “orta ümmet” yolunu gerçekleştirme adına zikredilen temel parametrelere makalenin sınırları içinde dikkat çekeceğiz.
Kur’an süreklilik içeren sosyolojik vurgusuyla bütün toplumların, milletlerin, peygamberlerin ve toplum önderlerinin yaşadıkları örnek olayları canlı ifadelerle anlatmaktadır. Bu anlatımın yer aldığı kıssalarda toplumların tarihsel süreç içerisinde geçirdikleri sosyal olaylar ile bu sosyal olayların değişmeyen genel özellikleri işlenmektedir. Bunlar zaman ve mekan ile sınırlandırılmayan evrensel gerçeklerin bulunduğuna ait vurgular aracılığı ile gerçekleşmekte olup, tarihte zamana ve mekana bağlı olarak farklılık gösteren şeylerin; sosyal ilişki ağları, üretim ve tüketim biçimleri, sosyal kurumlar gibi fenomenler olduğu öne çıkmaktadır.
Değişmeyen ve süreklilik özelliği taşıyan değerler fıtrat temelini oluşturmaktadır. Fıtratı ise “insanın, Allah’ın bir kanunu olarak doğuştan getirdiği yaratılış, mizaç ve yeteneklerin birleşimi” şeklinde tanımlamak pekala mümkündür.26 Dolayısıyla ileride değineceğimiz Kur’an’ın toplumların bütünleşmesi hususundaki evrensel vurguları fıtrat temelli olup, insanla çelişen bir noktayı ihtiva etmemekte oldukları düşünülmektedir.
Bu yaklaşımın farklı bir versiyonu olarak Kur’an toplumsallaşma (sosyal bütünleşme) sürecinin insan fıtratına yerleştirildiği ve yaratılışında var olduğu gerçeğini Hucurat suresi 13. ayetinde dile getirmiştir. Söz konusu ayette farklılıklar nedeniyle insanların birbirlerini tanımaları gerektiği inancından hareketle, insanın bir sosyal varlık olduğu ve zorunlu olarak toplumsal birlikteliğin gerekliliği vurgulanmaktadır. Bireysel farklılıklar ve tanışma eylemi toplumsal hayatın vazgeçilmez şartı olup, bu tür farklılıkları bir ayırım aracı olarak kabul etmek mümkün değildir.27 İnsanlar kendilerine tanınan imkanlar ve beceriler açısından ayrı olarak yaratılmışlardır.28 Allah insanları gerek beceri bakımından gerekse ruhsal, fiziksel ve benzeri bakımdan farklı şekil ve kabiliyetlerde yaratmıştır. Doğal olarak bu reel durum, birlikte yaşama zorunluluğu doğurmuştur. Bu yaratılma özelliği de kolektif ve toplumsal hayata geçiş sürecini hızlandırmıştır.
Kur’an açısından yaklaşıldığında, insanın iyiliği ve kötülüğü kendi eliyle kazanma potansiyelini taşıyan iki boyutlu bir varlık olduğu görülmektedir. İnsanda bu iki boyuttan hangisinin ön plana çıkacağını belirleyen faktör yine insanın hür iradesinde somutlaşmaktadır. İnsanın tarih içerisinde çoğu zaman olumsuz rol oynaması daha çok zaaflarının güdümüne girmesiyle gerçekleşirken, olumlu rol oynaması da onun, genellikle fıtratına uyması ve kendini yabancılaştırıcı etki ve unsurlardan arındırmasıyla gerçekleşmektedir.29
3.2 Ku’an’ın Sosyal Bütünleşme Argümanlarına Genel Bir Bakış
3.2.1 Tevhit: İslam dininin tebliğinden itibaren süratli bir yayılma göstermesi, bir sıkıntıyı da beraberinde getirmekte idi. O da; İslam’a giren milletlerin çok çeşitli kültürel sistemlerden geliyor olmalarıydı. İşte sorun bu çok çeşitli kültür birikimlerini bir sistem içinde tutma, yeni dinin akideleriyle uyuşmayan kültürlerinin bir kısmını değiştirip yerine yenisini ikame etme ve sosyal bütünleşmeyi bozucu bütün farklılıkları, bir potada eritip ortak ülkü, ideal etrafında toplama işidir. İşte İslam, Kur’an’da ve Rasulullah (s.a.s.)’ın sünnetinde toplumsal ilişkilerin, insan ruhunun derinliklerine ve insanın kainata bakışına uzanan köklerini sağlam bir tabana oturtmayı sağlayacak genel kurallar koymuştur.30 Söz konusu sorunu aşmada çözümün en büyük yanını tevhit akidesi oluşturmuştur. Bunu Mekke dönemi İslam peygamberinin yaşamından ve Mekki ayetlerden anlamak çok kolaydır. Aynı zamanda ayrıntıları da içeren bu kurallardan, bizi ilgilendiren nokta, insanın tek yaratıcı karşısında ve eşit olarak, başka hiçbir güç tanımadan tek tanrı inancını yaşamasının toplumsal hayatta ortaya çıkardığı etkileridir. Böyle bir inancı paylaşan insanlar arasında sosyal bütünleşmeyi sağlamada dinin daha stratejik bir rol oynadığı rahatlıkla söylenebilir.
Öte taraftan insanın dünyadaki yeri ve tabiatta oynaması gereken role ilişkin serdedilen düşüncelerde, toplumların ‘tevhit’i zedeleyecek gevşeklik gösterdikleri durumlarda Kur’an’ın bize sunduğu ilişkiler ağını da dikkate almak, İslam toplumunun dirliği açısından hayati öneme haiz olduğu söylenebilir.
Hemen hatırlatılması gerekir ki Kur’an, tevhit akidesinin tüm peygamberlerin tebliğlerinin esasını teşkil ettiğini de zikreder.31 Ve hatta öyle ki bu akideye bütün inananları ve ehli kitabı da dahil ederek çağrıda bulunur.32 Bu da Kur’an’ın bu meseleye karşı ciddiyetini, bütünleşmenin ve birleşmenin hangi temel esas üzere olacağını bizlere göstermesi açısından önemlidir.
3.2.2 Tek Bir Ata ve Tek Bir Nefis Hatırlatması: Kur’an, insanları tevhit inancı etrafında birleşmeye çağırırken, bu davetini belli bir millete, sosyal çevreye veya gruba yapmamakta, hitabını bütün insanlığa yönelterek ona evrensel bir özellik vermektedir.33 Bu husus Kur’an’ı Kerim’in mana etrafında mükemmel sosyal bütünleşmeyi gerçekleştirmede en önemli özelliklerden biridir. Kur’an, bu daveti evrensel olarak takdim eder ve sık sık ‘Ey insanlar’ gibi hitap tarzlarına yer verir. Kur’an bize aynı atadan olduğumuzu ve bir tek nefisten yaratıldığımızı hatırlatarak aynı köke mensubiyet duygusunu bütünleşme aracı olarak zikreder.34
3.2.3 Din Kardeşliği: Kur’an-ı Kerim “Müminler sadece kardeştirler” buyurarak bunu açıkça beyan ediyor ve böylece inananları sevgi ve kardeşlik bağı altında tek vücut olmaya çağırıyor.35 Müminlerin oluşturduğu kardeşlik birliği içerisinde her çeşit sosyal farklılıklar kaynaşacaktır.36 Nihayet İslam ideal ümmeti olan “orta ümmet” toplumsal hayatta gerçekleşecektir.
İnsanlar arasındaki bağlılığı ne kadar bir dizi ilmi sebeple anlatsak da İslam’a göre hepsini kuşatan ve diğerlerine üstün olan bir esas görürüz ki, bu, Allah’ın kalplerimize verdiği bütünleşme ve uzlaşma hissidir.
“(Allah) onların kalplerini birleştirdi, eğer yeryüzünde olan her şeyi sarf etsen yine de onların kalplerini uzlaştıramazdın ve fakat Allah onları uzlaştırdı!”37
“Hepiniz Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini anın ki düşmandınız, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş uçurumunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah doğru yola erişesiniz diye böylece ayetlerini açıklar”.38
Toplumu meydana getiren bağlar, gönüller arasındaki uzlaşma, Kur’an’a göre Allah’tandır. Ve gerçek bağ budur. Allah vergisi olan bu bağın yerini diğer bağlar tutamaz. Diğer bir tabirle “Allah insanlar arasındaki münasebetlerin, kalplerin derinliklerine inerek, kuruyan kaynakları yumuşatan ve onları yekdiğeriyle perçinleyen sıcak sevgiyle bütünleşme esası üzerine oturmasını ister”.39
Kur’an vahyi ilk andan itibaren insanlar arasında ırk, renk, memleket ve dil farklarını, üstünlük aracı olmaktan çıkarır ve hitabını bütün insanlara yaparak, gönülleri Allah’a yöneltir. Esasen bu durum Kur’an’ın alemlerin Rabbi40 vurgusunda da kendini gösterir. İslam insanların aralarında dostluk kurarak, barış halinde bulunmaları düsturunu getirmiş olmakla insana verdiği değeri ortaya koyar. İslam, ferdi hak ve hürriyetleri güven altına alan bir birlik ve bütünlük dinidir. O, aynı zamanda kollektif refahı sağlar,41 bunu yaparken de iktisadi bakımdan da ahlaki yönden de kendisine insanı esas olarak alır.
3.2.4 İyi Şeylerde Yardımlaşma, Kötü Şeylerden Sakındırma: İslam dininin en dinamik emirlerinden birini teşkil eden bu esas bütün bir sosyal sistemi içine almaktadır. Öte yandan Kur’an, İslam’ın genel kurallarına uymayan ve toplumun nizamını bozucu sosyal bütünleşmeyi de kabul etmez.42
Kur’an, “İyilikte ve fenalıktan sakınmada yardımlaşın; günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın”,43 derken sosyal fonksiyonların sıklaşmasında idealist bir tutumu telkin etmektedir. Toplumun bütünleşme ve birleşme yönünden ıslahı ile bozulması bazen aldatıcı şekilde birbirine karıştırılabilir.44 Bu denli negatif görüntü ve durumlarda İslam gerçek bütünleşmeye ve gerçek bağlara özellikle toplumsal istikamete itina göstermiştir.
İyiliği (maruf) emretme ve kötülükten (münker) alıkoyma tutumuna değinmekden kastedilen mana tam oturmayacaktır. Kısaca maruf, dinin emrettiği; münker, dinin yasakladığı şey demektir. Başka bir deyimle Kur’an ve sünnete uygun düşen şeye maruf; Allah’ın râzı olmadığı, inkâr edilmiş, haram ve günah olan şeye de münker denilir.45
Münker, marufun zıddı olarak, her sahih aklın çirkinliğine hükmettiği şey, selim kalp sahiplerinden oluşan kamu vicdanında yer etmemiş, kitap ve sünnetin de çirkin gördüğü şey demektir. 46
Daha geniş bir yaklaşımla maruf ve münker, İslam’ın ve İslam üzere olan selim kalplerin belirlediği şeydir. Yani toplumu hayra ve şerre götüren şeylerdir.47 Allah, insanlık tarihi boyunca birbiri ardınca peygamberler göndererek, neyin güzel, neyin çirkin olduğunu ve nasıl davranmaları gerektiğini insanlara bildirmiş, O’nun bu şekilde emir buyurup, teşri kıldığı davranış şekilleri artık birer toplumsal kaide, “maruf” ve/veya maruf birer urf olmuştur.48
Kur’an, bu sosyal olguyu toplumun temeli kabul ederek sık sık dile getirir. “Sizden hayra çağıran, marufu emreden, münkerden vazgeçirmeye çalışan bir ümmet bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”49 Bu ayetle iyiliğin emredilmesi ve her türlü kötülüğün men edilmesi işi bütün inananlara bir sorumluluk yüklemiştir.
Başka bir ayette: “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Marufu emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışır ve Allah’a iman edersiniz.”50
Başka ayetlerde, müşriklerin yanında,51 mü’minlerin karşısında kötülüğü emreden, marufu yasaklayan, böylelikle Allah’ın emir ve yasaklarına karşı çıkarak, emredilenin tam tersini yapan münafıkların52 durumu da negatif yönde bir etkileşime örnek olarak Kur’an’da geçmektedir. Öte yandan Hz. Lokman’ın oğluna öğüdü, toplumların bu hususu ihmal ettiğinde nasıl helak edildiği53 örneklerini de Kur’an, pozitif yönde iletişimlere iyi örnekler olarak inananların önüne koymuştur.
Bir toplumda iyiliği emreden, kötülükten menedenler olmazsa giderek kötü olan işler birer kural yani bir yaşama biçimi olurlar. Bu halin sosyal çözülmelere ve çöküntülere sebep olacağı açıktır.
Kur’an inananlardan öyle dinamik bir topluluk ister ki, şayet bu dinamik unsur inananlar tarafından ihmal edilirse yani dinamikliğin yerini statik bir toplum yapısı alırsa maddi ve manevi alanda müslüman toplumun üstünlük hakkını kaybedeceği ve buna her dönem ve toplum içinde dikkat edilmesi gerektiği Kur’an’da özellikle vurgulanmıştır. Kur’an inananlara ne kadar düzen ve disiplini, sulh ve sükunu, iyi ve güzeli, doğru ve hak olanı telkin ederse etsin renkler ve tezatlar yaşanacaktır. “Rabbin dileseydi” hikmetine açık olan hayatın, tek boyutlu olması murat edilmemiştir.54 Ancak Kur’an, sosyoloji açısından eşsiz bir önem taşıyan, öyle bir prensip, öyle bir sosyal garanti talebi tebliğ etmiştir ki, toplumun geleceği buna bağlı kılınmıştır. Hiç şüphesiz ki bu “içinizde daima iyiliği emir ve kötülüğü men eden bir cemaat”,55 dünya çapında da bir ümmet bulunsun, diyerek, sosyal bütünleşme için yeterli miktarı yahut asgari sınırı belirtmiştir.56
Mü’minler arasında canlı ve sürekli bir toplumsal birliktelik ve beraberliğin olması, ancak toplumun sosyal bütünleşmesi adına sigorta görevi yapan İslam dininin bu dinamiğiyle mümkündür.
3.2.5 İnfak ve Dengeli Tutum: Sosyal bütünleşmeyi en ciddi şekilde menfi etkileme ya da önündeki en büyük engel adına iki fenomen dikkat çekici bir şekilde vurgulanmıştır. Bunlar lüks ve aşırı zenginlik hevesi:57 Zira aşırı zenginlik ve lüks, insanlar arasındaki adaletin ve dengenin bittiği yerde başlar. Kur’an, lüks, debdebe ve şatafatı nankörlük ve olumsuz davranışların kaynağı sayıyorsa , dengesiz bir sosyal konumun neticesi olan lükse alternatif olarak da adil ve dengeli bir toplum düzeni arzulamaktadır.58
Yine bu gibilerinin (ileri gelen azgınlar) akıbeti ve dünyayı bozmalarından ahirette hesaba çekilecekleri de Kur’an’da anlatılır.59 Aşırı zenginliğin körüklediği dünyaya tamamen bağlanma ve arkasından lüks tüketim, toplumdaki sosyal dengeyi bozar ve o toplumun mutlu ve kendi içinde bütünleşmeyi sağlaması mümkün olmaz. Zira bu durumda Kur’an’ın değer ölçüsü yitirilmiştir. Kur’an’ın değer ölçüsünün yitirilmesi diyebileceğimiz örnekler olma sadedinde şu konular da akla gelmektedir. Zengin olup bunu iyi kullanmayanlar,60 açları doyurmayanlar,61 Medine zenginlerinin Tebuk’e gitmemeleri ve sorumluluktan kaçmaları,62 altın ve gümüş biriktiren zihniyetin zemmedilmesi63 ve ehl-i kitap din adamlarının dünya karşısındaki tutumları64 sıralanabilir.
Esasen bu menfi durumların çözümünü de Kur’an vermektedir. Bu ise infaktan başka bir şey değildir. Bu arada Kur’an’da, yoksul, muhtaç ve gariplerin çokça anılması fakirlik olgusunun ebediyen çözümlenemeyecek bir mesele gibi görüldüğü anlamına gelmez.65 Kur’an’da bir çok yerde de, infakın öylesine bir bağış ve sadaka olmayıp, aksine muhtaç ve yoksulların asıl hakkı olduğu belirtilmektedir.66
Sosyologlarca kabul edilen görüşe göre; gelir dengesi bozuk, fakirle zengin arasındaki farkın büyüdüğü toplumların ideal manada bir toplumsal bütünleşme sağlamaları mümkün değildir. Bu durum istisnai zamanlarda bozulabilir. Yani felaketler ve milli sevinçler gibi, esasen bu da bazı zamanlar bir bütünleşme siluetinden başka şey değildir.
3.2.6 Akrabalık ve Komşuluk Bağını Koruma: Kur’an uzak ve yakın komşuya iyi davranmayı ısrarla tavsiye etmiş ve Peygamberin uygulamaları da buna örneklik teşkil etmiştir.67 Bu sayede Kur’an en yakından başlayarak aile, akraba, yetimler, muhtaçlar,68 mahalle ve köy ve benzerleri bütünleşmenin adresi olarak göstermiştir. Zaten Peygamberin uyguladığı kardeşlik de geçici değil, daimi bir sistemdir. Onun zamanla mukayyet olduğunu gösterecek herhangi bir delil ve işaret bulunmadığı için de her devirde elverişli ve faydalıdır.69
3.2.7 Manevi ve Sosyal Rahatsızlıklar: Kur’an’ın zikrettiği sosyal dayanışma ve bütünleşmeyi engelleyen manevi rahatsızlıklara da dikkatleri çekmemiz yerinde olacaktır:
Adam öldürmek ve kan davası gütmek,70 haset etmek,71 israf ve cimrilik,72 yalan söylemek ve iftira etmek,73 gıybet ve su-i zan,74 fuhuş ve zina,75 hırsızlık ve gasp,76 karaborsacılık yapmak,77 içki ve kumar,78 rüşvet,79 faiz.80 Bütün bu yasaklar tabii ki daha mutlu ve müreffeh bir toplum düzeni için Kur’an’ın bize sunduğu reçetedir.81 İlahi rahmet, zenginlerin ve fakirlerin samimi bir yakınlaşma anlayışı içinde, nimetlenmelerini gerektirirken bunun zıddına hareket eden ve karşılarında fakir bulunmadıkça mutlu bir hayat süreceklerini zanneden toplumlar hiçbir zaman sosyal sıkıntı ve çalkantılardan kurtulamazlar. Bunun yanında evrensel manada toplumları çökerten hususlara bakıldığı zaman yukarıda sayılan manevi ve sosyal rahatsızlıkların en önde oldukları görülmektedir.82
3.2.8 Sosyal Bütünleşmeyi Sağlayan Ahlaki Kategoriler: Kur’an’da sosyal bütünleşmeye götüren ve bütünleşmeyi engelleyen durumları kısaca anlatmaya çalıştık. Son olarak Kur’an’ın bütünleşmeyi sağlayan ahlâkî kategorilerini kısaca hatırlatmakta fayda vardır. Bunlar; iyilik, doğruluk, adalet,83 iyilerle dost olmak,84 iyilikte yardımlaşıp kötülüğe karşı koymak,85 infak,86 arabuluculuk,87 adalet,88 kardeşlik,89 bağışlama,90 sadaka,91 görevi ehline verme,92 ödünç verme,93 sabır,94 itaat,95 çalışkanlıktır.96
3.3. Teoriden Pratiğe Bir Kaç Örnek
Gelenekler bir nevi toplumsal irade olarak bizi ve davranışlarımızı etkileyen, fakat kamu gücü ile yaptırımı olmayan normlardır.97 Geleneklere bağlılık hemen her toplumda görülen bir özelliktir ve gelenekler insanda âdeta ikinci bir tabiat oluşturur. Yasin sûresinin 8 ve 9. ayetlerinde yorumunda Hamdi Yazır, söz konusu durumun insanları doğru yolu bulmalarına engel olan nesnel ve sosyal alışkanlıklar ve şartların müktesep bir ceza halinde zorladığını tasvir eden istiare olduğunu söyler.98 Aynı akıbet Hz. Musa’nın kavminde de görülmüş,99 Hz. Muhammed’de de yaşanmıştı.100 Geleneklere aşırı bağlı bir Arap toplumu da söz konusu olunca101 Kur’an’ın Hz. Peygamberle gerçekleştirdiği mükemmel toplumsal bütünleşme insanları hayrete düşürecek niteliktedir.
3.3.1. Hicret Pratiği: Kur’an’da sık sık övülen ve örnek gösterilen hicret hadisesinde Hz. Peygamberle birlikte Medine’ye hicret eden müslümanlarla Medine’nin yerli Müslümanları kardeş kabul/ilan edilmiştir.102 Bu kardeşlik; evsiz, yurtsuz, Medine’ye gelenlerin başlarını sokup barınabilecek bir yer bulmalarını temin etmek içindir. Kardeş olan bu müslümanlar kendi aralarında mallarını ve kazançlarını paylaşmak suretiyle geçimlerini sürdürüyorlardı. Bu durum Medine’ye göç edenlerin ev, bark ve iş sahibi olmalarını sağlamıştı;103 Bu hadise, bütün müslümanlara kardeşliğin nasıl olduğunu göstermesi açısından evrensel bir model oluşturmuştur.
3.3.2. Evs ve Hazrec Örneği: Yukarıda kısaca tasvir edilen bir ortamda Evs ve Hazrec Medine’nin iki büyük kabilesiydi ve Resulüllah oraya geldiğinde birbirlerine düşman idiler. Yüzyıl süren ‘Buas harpleriyle’ her iki taraftan pek çok kişi ölmüştü. Daha sonra iki kabile de İslam’a girmiştir. Eş’as b. Kays adında bir Yahudi’nin fitnesiyle bu iki kabilenin araları tekrar açılır ve birbirlerine düşmek üzere iken Hz. Peygamber yetişir, her iki tarafı da yatıştırır. Bu münasebetle şu ayetler nazil olur: “Allah’ın üzerinizde olan nimetlerini hatırlayınız ki siz birbirinize düşmandınız. Allah kalplerinizi bir birinize ülfet etti. Böylece onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz”.104
3.3.3. Kötü Alışkanlıkların Ortadan Kaldırılması Pratiği: İçki, kumar, hırsızlık, rüşvet, cinayet, fuhuş gibi kötülükler hemen her toplumun başına bela olmuştur. Aklı başında olan insanların ‘temiz bir toplum’ idealiyle bunlarla mücadele etmeleri gerekir. Ancak dinin toplum hayatındaki birleştirici ve bütünleştirici rolü dikkate alınmadan bu başarının sağlanamadığı ise seküler modern toplumun içinde bulunduğu âhlakî bozulmalardan anlaşılmaktadır.105 Mesela, 1919-1932 yıllarında ABD’de içki yasaklandı, fakat sonra yeniden serbest hale geldi. Amerikalı akademisyen Prof. Dr. Julius Hirsh bu konuda şöyle der: “Hz. Muhammed (s.a.s.) Kur’an vasıtasıyla içkiyi men etmiş ve asırlarca büyük insan kitlelerini içkinin zararlarından koruyabilmiştir. Bu netice XX. asırda münevver ABD’de her nevi propagandaya ve fenni terakkiye rağmen elde edilememiştir”.106 Öte yandan Kur’an sarhoşluk veren şeyleri yasaklarken tedrici bir metot izlemiş ve bunda da son derece başarılı olduğunu tarihi olaylar ispat etmiştir.107
3.3.4. İbadet Pratikleri: İdeal olarak sunulan ilkeler, ibadetlerin yerine getirilişi ile hayat bulmaktadır. Son tahlilde, Kur’an’da sosyal bütünleşmeye yöneltici örnekler bulmak ve bunları çoğaltmak mümkündür. Gerçekte ise konuya bütünleşme açısından bakıldığında Kur’an’da geçen bütün emirler, yasaklar, tavsiyeler, namaz, oruç, zekat, hac, kurban yani bütün ibadetlerin sosyal bütünleşmeyi sağlamaya yönelik faktörler oldukları ifade edilebilir.
Namaz ibadeti ile insanların günde beş kez birlikteliği temin edilmekte, aynı saflarda kenetlenerek kaynaşmaları ve bütünleşmeleri sağlanmaktadır. Haftada bir günde aynı sosyal ortamda bulunan bütün inananların birlikteliği, Cuma namazı ile pekiştirilmektedir.
Hac ibadetinde de farklı milletlere, ırklara, sosyo-ekonomik şartlara sahip dünyanın bütün insanları toplanmakta, ayrı bir dinamizm ve canlılıkla sosyal bütünleşme sağlanmaktadır.
Oruç ibadeti, sosyal açıdan aralarında ekonomik farklar bulunan insanların bütünleşmesi açısından önemlidir. Özellikle zenginlerin fakirlerin durumunu değerlendirmesi ve onlara yardım etmesi ikisi arasında bir kaynaşma sağlar.
Zekâtın, sosyal bütünleşme açısından önemini düşündüğümüzde; zekâtı veren ve alan açısından çok büyük bir öneminin olduğunu görürüz. Allah insanların tümünü aynı kabiliyet ve güçte yaratmamıştır. İnsanların fizikî yapılarında olduğu gibi malî güçlerinde de farklılıklar vardır. İnsanlar ya zengin, ya fakir ya da orta hallidirler.
Dünyanın çeşitli yörelerinde zenginlerin alabildiğine lüks ve israfa dalmaları, sayelerinde kazanç sağladıkları fakirleri düşünmemeleri, onlara yardım ellerini uzatmamaları, fakirlerin kendilerine kıskançlık ve kin duymalarına sebep olmuştur. Bunun neticesi olarak da toplumlarda sosyal patlamalar, huzursuzluklar ve isyanlar görülmüştür. İşte zekât, bütün bu olumsuz hadiselerin önünde en güzel settir. Toplum içerisindeki fertlerin düşecekleri dar durumlarda onları koruyan sosyal bir sistemdir. İnsanlar arasındaki dayanışmanın sağlanmasına yardımcı olur. Zenginlerle fakirler arasındaki mesafeyi daraltır. Fakirlerin gönüllerinde zenginlere karşı doğabilecek kıskançlık ve kini söndürür. İnsanlar arasında sevgi ve kardeşliği yayar. Böylece hem fakirin aç, susuz ve çıplak kalmasını önler, hem de toplumun düzen ve huzurunun bozulmasına engel olur.
Yukarıda sayılanlar, sosyal bütünleşmeye sadece birkaç pratik örneği anlatmaktadır. İslam toplumunun maddi-manevi üstünlük sağladıkları bütün zamanlarda dinin kuşatıcı özelliğini canlı tutmaları en baş amildir denebilir.
Sonuç
Kur’an, çeşitli fonksiyonları yerine getirmek amacıyla geçmişte yaşanmış pek çok tarihsel örneklere yer vermektedir. Tarihin belli dönemlerinde meydana gelmiş bu olayların aktarılmasının; işlenen bir konuyu örneklendirmek, insanlara içinde bulundukları durumun tarihte yaşanan benzerlerini hatırlatmak, onları teselli veya teşvik etmek, ya da çok temel bir ahlâk sorununa işaret etmek gibi fonksiyonları içerdiği söylenebilir.
Kur’an’ın inananlardan istediği, dinamik iman toplumu ve iyilikte yardımlaşan “orta ümmet” kıstasını hayata geçirmek ve sosyal hayatın içinde daha işlevsel hale getirmektir.
Kur’an Mekke döneminde müslüman toplumda birleşme ve bütünleşme adına tevhit inancını inşa etmiş ve arkasından Medine döneminde davranışlar, müesseseler ve sistemler oluşturmuştur. Kur’an’ı tekrar dikkatle gözden geçirerek bu zihni arka planı yeniden okumak ve oluşturmak en önemli meselelerden biri olmalıdır. Çünkü Kur’an’ın bize tavsiye ettiği toplum sistemi asla ütopik bir toplum değildir. Onun ilkeleri statik, zora dayalı ve değişmez bir denge halini içermez. Bilakis geçmişte uygulanmış ve insanlığı (insanı) en yüksek seviyeye çıkarmıştır. Bu sistemde insanların farklı kabile ve kabiliyetlerde yaratılmış olduğu gerçeği kabul edilmiştir. Hem sunulan tarihi örnekler, hem de yerine getirilmesi istenilen ilkeler de buna uygun bir durum ihtiva etmektedir.
Burada vurgulanması gereken bir husus da farklılaşmanın olmadığı bir toplumun ancak hayali olduğudur. O halde insanların zıtlarla kaim olduğu gerçeğini Kur’an kabul eder ve inananlara buna ilişkin çözümler sunar. Bu durum farklılıkları yok sayma değil, çatışmaya dönüştürmemeyi öğretir. Bu şekilde insanların kader birliği yapmaları ve bunun bilincinde olmaları dayanışmayı artırıcı bir rol oynar. Hakikaten insanları bir inanç ve ülkü etrafında bütünleştirmek bütün dinlere has olmakla beraber, bunda İslam’ın daha öne çıkan bir başarısı vardır. Kan bağı, kan davası, aşiretlerin olumsuz yönleriyle ortaya çıkan bütün karışıklıklar, mücadele ve rekabetler gibi İslam öncesi toplumunun durumu göz önüne alındığında bu başarı daha kolay anlaşılabilecektir.


* Dr., Ankara / Batıkent Akşemseddin Camii İmam-Hatibi
1 Amiran K. Bilgiseven, Genel Sosyoloji, İstanbul, 1985, s. 38.
2 Joachim Wach, Din Sosyolojisi, Çev., Ünver Günay, M.Ü.İ.F.V.Yay., İst., 1995, s. 68.
3 M. Erkal, Sosyoloji, Der Yay., İst., 1997, s. 281.
4 Ömer Demir -Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, Vadi Yay., İst., 1996, s. 223.
5 Zeki Aslantürk- Tayfun Amman, Sosyoloji, M.Ü.İ.F.V.Yay., İst. 1999, s. 322.
6 M. Erkal, a.g.e., s. 282.
7 Ünver Günay, Din Sosyolojisi, E.Ü.Y., Kayseri, 1996, s. 232.
8 Amiran K. Bilgiseven, Sosyal İlimler Metodolojisi, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1982, s. 266-268.
9 Sezgin Kızılçelik-Yaşar Erjem, Açıklamalı Sosyoloji Sözlüğü, Saray Kitabevleri, İzmir, 1996,
s. 91-92.
10 Amiran K. Bilgiseven, Din Sosyolojisi, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1985, s. 429.
11 J. Wach., a.g.e., s. 17.
12 Münir Koştaş, Üniversite Öğrencilerinde Dine Bakış, T.D.V., Ankara, 1995, s. 8
13 Şerif Mardin, a.g.e., s. 67-68.
14 Sabri F. Ülgener, Zihniyet ve Din, İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı, Der. Yay.,
İst., 1981, s. 95.
15 Mehmet Aydın, İslam’ın Evrenselliği, Ufuk Yay., İst., 2000, s. 46
16 Mircae Eliade, Dinin Anlam ve Sosyal Fonksiyonu, Çev, Mehmet Aydın, K.B.Y., Ank., 1990, s. 19-20.
17 Amiran K. Bilgiseven, Din Sosyolojisi, s.138.
18 Amiran K. Bilgiseven, Genel Sosyoloji, İstanbul, 1985, s. 99-141.
19 Amiran K. Bilgiseven, Din Sosyolojisi, s.174-203.
20 Macdonald, D.B., “İcma”, İ.A., C.V, s. 926
21 Burada Peygambere isnat edilen ve hadis kriterleri açısından zayıf olduğu söylenen, “ümmetimin
ihtilafında rahmet vardır” sözünün/hadisinin zayıf olduğu akla gelse de bu, sosyolojik olarak
görülen/yaşanan pratikteki reel durumu etkilemez.
22 İgnaz Goldziher, “İhtilaf”, İ.A., C.V, s. 946.
23 Mustafa Aydın, İslam Toplumunun Şekillenişi, Pınar Yay., İst., 1991, s. 268.
24 Yumni Sezen, İslam Sosyolojisine Giriş, Turan Kültür Vakfı Yay., İst., 1994, s. 54.
25 M. Sait Şimşek, Kur’an Kıssalarına Giriş, Yöneliş Yay., İst., 1993, s. 71.
26 Ömer Özsoy, Sünnetullah, Fecr Yay., Ank., s. 92; Ayrıca bk; Rum. 30.
27 Ebu’l-Ala Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, Çev., Heyet, Beyan Yay., İst., 1987, s. 423.
28 Zuhruf, 32.
29 Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kuran, Çev., Alpaslan Açıkgenç, Fecr Yay., Ank., 1987, s. 67-72.
30 İmaduddin Halil, Sosyal Adalet, Çev., Said Aykut, Şule, İst., 1993, s. 39.
31 Hud, 26, 84; Enbiya, 22, 25; Nahl, 35.
32 Al-i İmran, 64.
33 Nisa, 1.
34 Nisa, 1; Enam, 98; Hucurat, 13.
35 Hucurat, 10.
36 Ü. Günay, a.g.e., s. 236.
37 Enfal, 63.
38 Al-i İmran, 103.
39 Muhammed Kutub, İslam’da Fert ve Cemiyet, Çev. Mehmet Süslü, Beyan Yay., İst., 1985, s. 32.
40 Fatiha, 1; Ayrıca bu ifade tarzı Kur’an-ı Kerim’de bir çok yerde ve tekrarla geçmektedir.
41 Muhammed Hamidullah, İslam’da Devlet İdaresi, Beyan Yay., Ank., 1979., s.1980
42 Bakara, 85.
43 Maide, 2.
44 Bakara, 11, 12.
45 Elmalılı H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser neş., İst., 1971, C. IV, 2357-2358; V, 3189.
46 Ragıp el- İsfehani, El-Müfredat fi Garibi’l-Kur’an, Beyrut, t.y., s. 505.
47 Marufun geniş anlamı konusunda bkz; Mustafa Aydın, İlk Dönem İslam Toplumunun Şekillenişi,
Pınar Yay., İst., 1991, s. 272-273; Toshihiko İzutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, Pınar
Yay., İst., 1997, s. 281; Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Nil Yay., İzmir, 1999, s. 302
48 A. Ünal, a.g.e., s. 302.
49 Al-i İmran, 104.
50 Al-i İmran, 110.
51 Maide, 78-79.
52 Tevbe, 67.
53 Lokman, 17.
54 Y. Sezen, a.g.e., s. 61.
55 Al-i İmran, 104, 110.
56 Y. Sezen, a.g.e., s. 61-62.
57 Y. Sezen, a.g.e., s. 55.
58 İ., Halil, a.g.e., s. 40.
59 Sebe, 33-37.
60 Leyl, 8-11.
61 Maun, 3; Fecr, 17-18; Müddessir, 44.
62 Tevbe, 93.
63 Al-i İmran, 180-181; Tevbe, 34.
64 Tevbe, 34.
65 İ. Halil, a.g.e., s. 56.
66 İsra, 26; Mearic, 24-25; Zariyat, 19; Enam,141.
67 Muhammed Ebu Zehra, İslam’da Sosyal Dayanışma, Çev., E. R. Fığlalı-O. Eskicioğlu, Yağmur
Yay., İst., 1968, s.183; M. Esed, Kur’an Mesajı, s. 341.
68 Nisa, 36.
69 M. Esed, Kur’an Mesajı, s. 341.
70 En’am, 151; İsra, 31; Furkan, 68.
71 Bakara, 30.
72 İsra, 29.
73 Hac, 30; Tevbe, 119.
74 Hucurat, 12; Kaf, 18.
75 İsra, 32; Furkan, 68.
76 Maide, 38; Nisa, 20-29.
77 M. Ebu Zehra, a.g.e., s.115.
78 Bakara, 219; Maide, 90-91.
79 Nisa, 29; Bakara, 188; Maide, 42.
80 Bakara, 275.
81 Mehmet Şeker, İslam’da Sosyal Dayanışma Müesseseleri, T.D.V., Ank., 1991, s. 70-96.
82 Ejder Okumuş, Kur’an’da Toplumsal Çöküş, İnsan Yay., İst., 1995, s.112-192
83 Beled, 14-18; En’am, 151-153.
84 Enfal, 72; Mümtehine, 13.
85 Al-i İmran, 104; Nisa, 114; Hac, 41; Mücadele, 9.
86 İsra, 26; Zariyat, 19.
87 Bakara, 182, 224; Nisa, 114.
88 Araf, 29; Nahl, 76-90.
89 Al-i İmran, 103; Hucurat, 10.
90 Bakara, 263.
91 Tevbe, 60; Rum, 38.
92 Al-i İmran, 104-160; Hac, 41.
93 Tegabun, 17; Bakara, 245.
94 Bakara, 153.
95 Al-i İmran, 32, 132.
96 Necm, 39.
97 Abdurrahman Dodurgalı, Eğitim Sosyolojisi, M.Ü.İ.F.V. Yay., İst., 1995, s. 51.
98 E. H. Yazır, a.g.e., C.6, s. 4010.
99 Kasas, 36.
100 Sa’d, 4-8; Bakara, 170.
101 W. Montgomery Watt, İslam And The Integration of Society, Routlege And Kegan Paul, London,
1970, s.145.
102 Enfal, 74-75.
103 M. Esed, a.g.e., s. 341.
104 Al-i İmran, 103.
105 Ü. Günay, a.g.e., s. 239.
106 Alparslan Özyazıcı, Alkollü İçkiler Sigara ve Diğerleri, M.E.B. Eğitim Serisi, Ank., 1996, s. 15.
107 Ayetlerin tedrici sırası için bkz., Nahl, 67; Bakara, 219; Nisa, 43; Maide, 90-91.