Makale

ÇEVRECİLİK İSLAM İLE BÜTÜNLEŞMİŞTİR


ÇEVRECİLİK İSLAM İLE BÜTÜNLEŞMİŞTİR

Doç. Dr. Mehmet Bayrakdar


ÇEVRE deyince akla, insanın içinde yaşadığı doğal ortam, yani canlı ve cansız varlığı ile insanı kuşatan tabiat akla gelir. Doğal ortama "Tabiî Çevre" diyebiliriz.
Tabiî çevreyi korumaya, çevre krizine veya kirliliğine yönelik faaliyetlere, genel olarak "Çevrecilik" diyoruz.
Çevrecilik yeni değildir. Özellikle tabiatın şuurlu bir şekilde, yani canlı varlıkların sadece ve sadece varlık oldukları için korunması anlamında bir çevreciliğin islâm Dini ve kültürü kadar tarihî geçmişi vardır. Böyle bir çevrecilik İslâm Dini’nin insanın tabiatla ve insanın Allah’la müna-
Camiler, ibadethane olmanın yanında çevreleriyle de insanlara mutluluk veren müstesna mekanlardır.
Sebetini belirleyen ahlâk ve metafizik öğretilerinin zorunlu bir neticesi olarak kendiliğinden ortaya çıkmıştır.
Çevre kirliliğinin insan ruhunda meydana getirdiği sıkıntı ve stresi, çevre krizi olarak tanımlamak mümkündür. Sağlıklı ve temiz bir ortamın insanı ruhen ve bedenen sağlıklı tuttuğu inkâr edilemez bir gerçektir. Bunu gözönüne alanlar, konuya eğilmişler, tabiî dengeyi korumayı amaçlayan çevrecilik harekâtını başlatmışlar, "Çevre Bilim" veya "Çevrecilik Bilimi" diye Türkçeleştirebileceğimiz "Ekoloji" gündeme gelmiştir. Bu kelimeyi bu anlamda ilk defa, 1873 yılında, Alman zoologu E.K.Haeckel kullanmışsa da (1), Müslümanlar, konuya bundan asırlar önce eğilmişlerdir.
Kur’an-ı Kerimde, "Her şeyin bir ölçü ve bir miktar içinde yaratıldığı"(2) vurgulanır. İşte bundan hareketle konuyu derinlemesine işleyen ilk İslâm âlimi de Bîrûnî (m. 973-1051) olmuştur. Bîrûnî, tabiattaki bu düzene "tabiî ekonomi" veya "tabiat ekonomisi" adını vermektedir. İşte bugün "Ekolojik Denge" denen şey, Bîrûnî ve onu müteakiben XVI. yüzyıl Avrupalı filozoflar ve bilim adamlarının tabiat ekonomisi deyimiyle ifade etmek istedikleri şeyin aynısıdır.
İslâm kültür tarihine bu gözle bakıldığında tabiatın bir ölçü, bir denge, bir nizam içinde yaratıldığı ve bu denge bozulduğunda her şeyin zarar göreceği gibi temel fikirlerin, şuurlu bir şekilde İslâm Dini ile ortaya konduğu görülecektir.
Kur’an-ı Kerîm’de tabiatın korunmasına dair doğrudan emirler olduğu gibi, bu emirlerin ışığı altında Hz. Peygamber çevre ve çevrenin korunmasıyla ilgilenmiştir. Bu konuda bize, tabir caizse, "Ekolojik Sünnet" bırakmıştır. (3). İslâm Dini’nin doğuşu ile çevre, şuurlu bir şekilde problem olarak görülmüş ve o gün varolan çevre problemlerine karşı önlemler alınmıştır.
Kısaca, çevrecilik İslâm ile başlamıştır. Ne yazık ki, İslâm’ın getirdiği çevrecilik çoğu zaman gözardı edilmiş, bazı yönleri, kısmen bazı kesimlerce yaşatılmaya çalışılmıştır.
Günümüzde olduğu gibi, tarihin her döneminde insanlar, tabiatı ve tabiî varlıkları sevmişlerdir. Ondan yararlanmak için ağaçlar yetiştirmişler, hayvanlar beslemişlerdir. Fakat bu çevrecilik veya ekolojik bir davranış değildir. Çünkü bu sevgide, "her varlık tabiat içinde bizatihi bir değerdir" anlayışını taşımadığı gibi şuurlu bir tedbir alma, tabiî değerlerinden dolayı koruma düşüncesi de taşımamaktadır.
Çevre ve çevreciliğe ihtiyaç olduğundan değil, emâneti korumak ve sevgiden dolayı yaklaşılmalıdır. "Yaratılanı Yaradan’dan ötürü" sevmeyen, tabiata bu bakış ile yaklaşmayanın düşünce ve tedbirleri de yavan, ruhsuz olacaktır.

1) Scruton, R.A. Dictionary of Political Thought, London 1982, s. 137.
2) Kamer Sûresi, ayet: 49.
3) Sünnet’te ekoloji ile ilgili olarak bakınız. İslâm ve Ekoloji" Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, Ankara 1992. s. 49-66.