Makale

Mustafa Sabri Efendi

Mustafa Sabrı Efendi

Fatih KOÇ

Mustafa Sabri Efendi, Osmanlı imparatorluğunun son Şeyhü’l-İslâmlarındandır.1” O’nu tanıyanlar, hep böyle tanırlar. Mustafa Sabri ismi onu, bilenlere belki de hep bunu hatırlatacaktır. Ama benim için farklı şeyler, çok farklı şeyler hatırlatmaktadır.
Mısır’da Ezher Üniversitesi’nde öğrencilik yaptığım yıllarda, Konulu Tefsir dersi, Mustafa Sabri Efendinin yazmış olduğu tefsirin şerh edilmesi idi. Bu benim o derse daha dikkatli çalışmamı sağladı. Çünkü o, bir Türk âlimi, aynı zamanda kendi memleketim Tokat’ta yetişmiş ender şahsiyetlerden biri idi. Konulu tefsir dersinde kitabını şerh ettiğimiz bu değerli şahsiyetin, kabrinin Kahire’de olduğunu bildiğim halde, her seferinde bir maninin çıkması nedeniyle, çok istememe rağmen bir türlü ziyarete gidememiştim.
Bir gün fakültede fıkıh dersinde, ders hocası konuyu anlatmış ve ’bir sorusu olan var mı?’ diyerek sınıfa sormuştu. Ben de hocanın bir görüşüne pek kani olmadığım için soru sormak istedim ve konuyu doğru anlayıp anlamadığımı kontrol etmek amacıyla, soracağım soruyu önce yanımda oturan Mısırlı bir öğrenciye sordum. Mısırlı önce bana manidar bir şekilde bakarak bu soruyu sormamamı bana söyledi. "Neden" dediğimde, "Çünkü, sorumun hocaya muhalefet manasında olacağı için hocanın buna kızacağım" söyledi. Arkadaşımın uyanrıını dikkate almadan sorumu hocaya yönelttiğimde hoca dikkatle beni süzdükten sonra:
-Sen Türk müsün? dedi.
-Evet, dedim.
-Nerelisin? diye sordu.
’Tokatlıyım" diyecektim ki; hocanın Tokat’ı bilemeyeceğini düşünerek vazgeçtim:
-Türkiye’nin kuzeyinde, küçük bir şehirdenim, dedim.
-Neresi diye ısrarla sorusunu yineledi.
-Tokat’tan efendim.
-Mustafa Sabri’nin memleketinden yani.
Cevabı karşısında donakaldım; hem mahcup oldum, hem de gurur duydum. Mustafa Sabri Efendinin büyük bir zat olduğunu bir kez daha öğrenmiştim. Çünkü onun şöhreti İslâm dünyasında oldukça yaygın idi. MalezyalI, EndonezyalI Mısırlı ve diğer müslüman ülkelerden bir çok öğrenci onun kitabı Mevkıfü’l-Akl’ını kitapçılardan ısrarla soruyorlardı. Artık kabrinin ziyaretini daha fazla geciktire- mem dedim.
Akşam eve geldiğimde hep bu konuyu düşünüyordum. 0 akşam ders çalışmadım. Zaten Ulusal Takımımızın Avrupa Kupası maçları vardı. 0 akşam Ulusal Takımımız Hırvatistan’la oynamış ve son dakikalarda yediğimiz golle 1-0 yenilmiştik.
Sabah ilk işim, Mustafa Sabri Efendi’nin kabrini ziyaret etmek üzere kabristanlığın yolunu tutmak oldu. Kabri bulduğumda, kapısının anahtannı® yandaki kabrin türbe- darına sordum:
-es-Selamu aleykum.
- Ve aleykümü’s-selam ve rahmetullahi ve berakatuhû.
Hep böyle içten, samimi bir şekilde alırlardı selamı Mısır’da. Bu yüzden de iletişim kurmak pek kolay olur ve beş dakikada beş yıllık arkadaşmış gibi samimi olurlar insanla. Siz de rahat bir şekilde konuşursunuz muhatabınızla.
Mısır’ın güneyinden olduğu lehçesinden anlaşılan, muhatabım, 45-50 yaşlarında, kuvvetli olasılıkla okuma yazması olmayan bir şahsiyet idi. Yaklaşık 4 milyon kişi bu kabristanlara yatağını, ocağını, televizyonunu yerleştirir, buralarda barınırlardı. Bu şahıs da onlardan biri idi. Yılların çilesi yüz hatlarından belli idi. Ama bütün çilelere rağmen, birçok Mısırlı gibi o da hayat mücadelesine devam edip, ayakta kalmayı başarabilmişti. Bana, kabir ziyareti için geldiğimi bilir gibi baktı. Ben de Mustafa Sabri Efendi’nin kabrini göstererek sordum:
-Ben şu kabri ziyaret için gelmiştim amal?
-0 kabrin anahtarı Sabır’da, dedi ve oğlunu çağırdı.
-Muhammed, oğlum git, Sabır amcanı çağır, kabri ziyaret edecek kimse var de. Gelemezse anahtarı versin, getir.
- Çocuk, tamam baba, deyip, ok gibi fırladı, gitti.
Bu arada gözüm, kabrin içinde bulunduğu odada çalışmakta olan renkli televizyona ilişti. Yaşadığı hayat şartlarıyla hiç de uyuşmayan bir durum diye düşünürken, hiç de yadırgamadım. Zira, Mısır’da bu tür tezatlara rastlamak mümkündü ve buna alışmıştım.
-Neredensin reis? sesiyle irkildim.
-Türkiye’denim, Türküm.
-Ya sahi, dün akşam televizyonda bir maç vardı. Türkiye ile Hırvatistan mıdır nedir? Siz, Türkiye Müslüman bir ülke mi? Nerede bu ülke? Amerika’da mı?
-Bir kısmı Avrupa’da, bir kısmı Asya’da. Ama Mısır’la aramızda sadece Akdeniz var.
-Haa. Tamam. Baktım maçta spiker futbolcuların adla- nnı söylerken, Türkiye’den Abdullah diye bir isim söyledi. Tamam dedim, bunlar mutlaka Müslüman’dır, mutlaka ’lâ
ilahe illallah’ diyorlardır diye Türkiye’yi tuttum. Ama bir oyuncu son anlarda Hırvatlara faul yapsa gol yemeyecektik. Güzel de oynadık ama kazanamadık. Çok üzüldüm.
Muhatabıma duygulanndan dolayı teşekkür ettim ve biz de dünya kupasında Mısır’ı desteklediğimizi söyledim.
Daha sonra tanıştık. Adının Abdusselam olduğunu, sohbetimiz ilerledikçe de Mısır’ın güneyinden; Asyut’tan olduğunu, okur-yazar olmadığını, ama imzasını atabildiğini gururla söyledi. Abdusselam’ın dar bir dünyada yaşamasına rağmen Ulusal Takımımızı desteklemesindeki bakış açısını ibretle gördüm. Daha sonra tekrar, dünkü derste olanlara gitti aklım. Gelişen olayları tekrar kafamda yorumlamaya başladım.
Türbenin anahtarı geldikten sonra kabri ziyaret edip, Kur’an-ı Kerîm’den sûreler okuyup dua ettim. Türbedara bahşiş bırakırken ben de, o da tanışmaktan mutlu olduğumuzu söyledik. Ama iki gündür yaşadığım hep aklımda kaldı. Mustafa Sabri Efendi sözü ile ben hep bunları hatırlıyorum. Allah’ın rahmeti üzerine olsun.

1- Mustafa Sabri Efendi (Tokat-1869, Kahire-1954). II. Meşrutiyetten sonra (1918) Tokat’tan Mebus seçildi. Beyanü’l-Hak Dergisinin başyazarlığını yaptı. Damat Ferit Paşa kabinesinde Şeyhü’l-lslam oldu (1919). Ferit Paşa’nın istifasından sonra ikinci kez Şeyhü’l-lslamlıga getirilmiştir (1920). Sh:262, Meydan Larousse.
2- Mısır’da kabirler, genellikle dört duvar arasında türbe şeklindeki üstü açık odalann içerisine yerleştirilir. Bu odaların kapılarının anahtarı, bizde türbedar diyebileceğimiz kişilerce alıkonur.