KUR’AN-I KERİM’DE İLTİFAT SANATI
GİRİŞ
Nazil oluşundan itibaren kıyamete kadar bütün nesillere hitap etmesi dolayısıyla evrensel bir hüviyete sahip olan Kur’an-ı Kerim, mana itibarıyla olduğu kadar hiç şüphesiz lâfız itibarıyla da büyük bir mucizedir. Kur’an, ne nesirdir ne de nazım. Ancak onun, hiçbir edebî eserin kendisiyle boy ölçüşemeyecek kadar edebî üstünlüğü ve ağırlığı vardır. Nitekim Kâbe duvarına asılan ve zamanın edebiyat zirvesinin örnekleri kabul edilen, “el-Muallakâtu’s-Seb’a” adıyla meşhur şiirlerin edebî açıdan, Kur’an âyetlerine denk olmadığının bizzat zamanın edipleri tarafından itiraf edilmesi, bu üstünlük ve ağırlığın en büyük delillerinden biri sayılır.
Öte yandan Allah kelâmının kendine has bir ifade tarzı ve üslûbu vardır. Bu bakımdan o, diğer söz ve ifadelerden ayrılır. Mana açısından pek çok gerçeği ve hakikati dile getirmekle birlikte -ki o, bir mana ve gerçekler hazinesi ve kaynağıdır- ifade bakımından da teşbih, istiâre, mecaz, cinas... Gibi pek çok edebî sanatları ihtiva etmektedir. Kur’an-ı Kerim’de yer alan söz konusu sanatlardan biri de iltifat sanatıdır.
Biz bu makalemizde makalenin başlığı doğrultusunda iltifat sanatını ele almaya çalışacağız. Ancak bu arada akla şu soru gelebilir: Tefsir ilminin bu sanatlarla ilgisi nedir? Zira bilindiği üzere edebî sanatların doğrudan ilgili olduğu ilim dalı edebiyattır. Dolayısıyla iltifat sanatı da bu ilmi ilgilendirir. Tefsir ilmine konu edilmesinin amacı nedir?
Bilindiği üzere tefsir ilmi ile Kur’an ilimleri ve Kur’an tarihi arasında olmazsa olmaz türünden sıkı bir bağ vardır. Bunun yanında yine bu ilim; hadis, fıkıh, kelâm ve İslâm tarihi gibi ilimlerle olduğu kadar, dil ve edebiyat, dolayısıyla edebî sanatlarla da ilişkilidir. Çünkü bu sanatlar âyetlere çeşitli anlamlar, incelikler kazandırmakta ve birçok hikmetler ihtiva etmektedir. Bu incelik ve hikmetler âyetlerde serpiştirilmiş, bu sayede lâfız ve mana zenginliği elde edilmiştir. Bu zenginliğin farkına varmak ve âyetleri bu perspektiften hareketle tefsir edebilmek, ancak bu sanatları bilmek ve onlara vâkıf olmakla mümkündür. Biz, işte bu ilişki ve bağ münasebetiyle iltifat sanatının yer aldığı âyetlere dikkat çekerek bu âyetlerdeki rolüne işaret etmek ve bu sayede ilâhî kelâmın pek çok kişi tarafından fark edilmeyen, bu edebî yönüne dikkat çekmek istiyoruz.
I. İLTİFAT SANATI
Her dilin kendine özgü özellikleri olduğu gibi Arapça’nın da kendine özgü özellikleri, kaide ve kuralları yanında farklı söylem tarzı vardır. Nesir ve nazım gibi ifade türleri vardır. Kur’an’ın Arap diliyle nazil olması dolayısıyla bu dil ayrı bir meziyet ve değerle birlikte, eşsiz bir kültür mirasına sahip olmuştur. Buna bağlı olarak Arapça’nın edebî zenginliği ve bu zenginliğe büyük katkı sağlayan edebî sanatların ağırlığı da dikkat çeker. Şimdi yukarıda kısmen temas edilen sanatlardan biri olan iltifat sanatını ele alalım.
1. “İltifat” kelimesinin anlamı:
A. Lügat manası:
“İltifat”, Arapça’ da sağa sola döndürmek, doğru yoldan saptırmak, vazgeçirmek (1), boynuna atmak (2) demek olan, “left” kelimesinin türevlerinden biridir. Buna göre “iltifat”; bakmak, arkaya, sağa sola bakmak, yüzünü öteye çevirmek, dönüp bakmak anlamlarına gelir. (3)
Kelime olarak “iltifat”, Kur’an-ı Kerim’in iki ayrı âyetinde yer almış ve her iki âyette de arkaya bakmak manasına alınarak şöyle buyurulmuştur: “Hiç kimse arkasına bakmasın.” (Hûd, 81; Hicr, 65.)
Türkçe’ de ise “iltifat” kelimesi başlıca, yüzünü çevirerek bakma, birine güler yüz gösterme, hatırını sorma, tatlı davranma, ilgilenme, ilgi gösterme, rağbet etme ve saygı gösterme (4) anlamlarında kullanılmaktadır.
B. Istılah manası:
“İltifat” kelimesinin ıstılah manası ise, sözü bir hâlden başka bir hâle çevirmek (5) demektir. Diğer bir deyişle, sözü ikinci şahıstan üçüncü şahsa, aynı şekilde üçüncü şahıstan ikinci şahsa ya da üçüncü şahıstan birinci şahsa döndürmektir. (6) Devrinin edip ve şairlerinden olan İbnü’l-Mu’tez (ö. 297/909) de aynı tanımı kaydeder. (7) Ona göre, bahis konusu olan bir manadan başka bir manaya geçiş de iltifatın kapsamına girer. (8)
Öte yandan “Muhtasaru’l-Maânî” adlı eserin müellifi meşhur dil âlimi Mes’ud b. Ömer et-Taftazânî (ö. 791/1389)’nin kaydettiğine göre, genel tercihin “iltifat”ın, sözü birinci, ikinci ve üçüncü şahıslardan biri vasıtası ile ifade ederken, hâlin gerektirdiği ve dinleyicinin beklentisinin aksine diğer bir şahsa intikal olduğu istikametindedir. (9) Ali Nihat da bu sanatı, “Tek bir konuyu ifade ederken, heyecanın tesiri altında hitabı değiştirmektir.” diye tarif eder. (10) Kısacası iltifat sanatı, sözün yönünü değiştirme sanatıdır.
2. İltifat sanatının müstear adı:
Edebî sanatlar arasında önemli bir yer işgal eden iltifat sanatı, “Arapça’nın şecaati” olarak da anılmaktadır. Zira şecaat, cesaret ve atılım demektir. Cesur adam, herkesin yapamadığını yapabilen ve atılım gösteren kişidir. Aynı şekilde iltifat, sözdeki atılımın ve dildeki farklı tasarrufların ifadesidir. Bu yüzden bu sanat, istiâre yoluyla bu adla da anılmıştır. (11)
3. Sanatın oluşması:
İltifat sanatında “tek bir konu” kaydı esastır. Çünkü konu farklılaşır ya da aynı konu dâhilinde dış etken veya zaruret icabı hitap değişirse, bu sanat meydana gelmez. Örnek kabilinden zikretmek gerekirse bir konuyu dile getiren birinin, o esnada susayıp yanı başında bulunan birine, “Bana biraz su verir misin?” demesiyle iltifat sanatı meydana gelmez.
Diğer taraftan iltifat sanatı -tariflerde yer aldığı şekliyle- sadece şahıs bağlamında olan değişmelerle vücuda gelmez. Bu sanat aynı zamanda fiiller (yüklemler) deki değişmelerle de meydana gelir. Söz konusu sanatsal oluşum, geçmiş zamanlı fiillerden gelecek zamanlı fiillere ya da gelecek zamanlı fiillerden geçmiş zamanlı fiillere vb. intikalle de mümkündür. (12) Bununla ilgili örneklere ileride yer verilecektir.
4. İltifat sanatının Arap diline özgü oluşu:
Sözü edilen sanatın en zengin anlamıyla Arap dilinde yer aldığı ve bu dilden neşet ettiği için ona özgü olduğu ileri sürülmektedir. (13) Gerçekten de en geniş ve en bol örnekleri bu dilde vardır. Bu sanatın, Kur’an-ı Kerim’in nâzil olmasıyla ortaya çıkan bir sanat olmadığı da bilinen bir husustur. Zira cahiliye döneminde bu sanatın kullanıldığı, dolayısıyla o döneme ait şiirlerde yer aldığı görülür. Nitekim cahiliye döneminin meşhur şairlerinden İmruu’l-Kays’ın şu beyitleri bunun en büyük delilidir.
Burada şiirin orijinal metni yer almaktadır. (14)
[Asmad’da gecen (gecem) uzun oldu; zira gamsız olan uyumuş ama sen uyumadın. Orada göz ağrısına yakalanan kimsenin gecesi gibi bir gece geçirdi (geçirdim). Bu durum Ebu’l-Esved hakkında aldığım bir haberden kaynaklanmaktadır.]
Birinci beyitte şair “leyluke” lâfzıyla ikinci şahsa, ikinci beyitte “ve bâte” lâfzıyla üçüncü şahsa, üçüncü beyitte ise “câenî” lâfzıyla da birinci şahsa geçiş yaparak üç ayrı iltifat sanatı vücuda getirmiştir. Şiirde “leyluke" (senin gecen) tabirinden, şair kendi gecesini kastetmektedir.
Öte yandan tanınmış Arap şairlerinden Cerîr’in şu beyti de yine iltifat sanatının bir örneğini teşkil etmektedir:
Burada şiirin orijinal metni bulunmaktadır. (15)
[(Ne zaman idi ki, obalar Zi Tuluh’ta bulunuyordu? Ey obalar! Size yağmurlar yağsın! Beşame ağacının dalı ile (sevgili) dişlerini parlattığı günü unutuyor musun? Beşame ağaçları sulanadursun (Allah onlara bol yağmur lütfetsin.)]
Burada “sukîti” fiilinden “sukıye” fiiline; “etensâ” fiilinden de “ârizeyhâ” lâfzının sonunda yer alan zamire yani ikinci şahıstan üçüncü şahsa geçişle iltifat sanatı oluşturulmuştur.
5. İltifat sanatının Türk dilindeki yeri:
Bahis konusu ettiğimiz sanat aynı zamanda, Türk dilinde de başarılı bir şekilde kullanılmış ve Türkçe şiirlerde bu alanda oldukça güzel örnekler verilmiştir. Bu örneklerden sadece ikisini kaydetmekle yetinmek istiyoruz. Çünkü konu dışı detaylar sadetten sapma olarak telakki edilebilir.
Osmanlı döneminde yetişen halk şairlerinden Şem’î (ö. 1834)’nin:
Pâyına yüz sürdüğüm buldu bu kadri güneş,
Ey güneş hoş südde-i ülyâya (yüce kapına) ettin ittikâ (dayandın). (16)
Beytinde “güneş”, övülenin ayağına yüz sürdüğü için değeri yükseldi, anlamında üçüncü şahısla ifade edilmiş, ardından “Ey güneş!” ifadesiyle de üçüncü şahıstan, ikinci şahsa geçilmiştir.
Cumhuriyet dönemi Türk şair tiyatro ve roman yazarı Faruk Nafiz Çamlıbel’in de:
Aradan yıllar geçti, işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim. (17) mısralarında, “han” sözcüğünden “sizde” sözcüğüne intikalle üçüncü şahıstan, ikinci şahsa geçilerek iltifat sanatı meydana getirilmiştir. Çünkü “sizde” lâfzıyla yine han kastedilmiştir.
6. İltifat sanatının amacı:
İltifat sanatı ya aynı türden bir heyecan hamlesini ya da yeni bir heyecanın doğuşunu bildirir. Yine bu sanat, dinleyiciye dinlemede zindelik kazandırır ve söze kulak vermesini sağlar. Nitekim meşhur müfessir ve dilcilerden olan ez-Zemahşerî (ö. 538/1144), bir şahıstan diğer bir şahsa intikalin sözde çeşnilik ve çeşitlilik meydana getirmek; bir üslûptan başka bir üslûba geçişin de dinleyicinin dinleme gücünü artırmak ve söze kulak vermeye yönlendirmek olduğunu belirtir. (18)
Ancak “el-Meselu’s-Sâir fî Edebi’l-Kâtib” adlı eserin müellifi İbnu’l-Esîr (ö. 637/1239) ez-Zemahşerî’ nin bu görüşüne karşı çıkarak şöyle demektedir: “Bu ifade, dinleyicinin bir tek üslûptan bıktığının delili sayılır. Bu yüzden o, dinlemede zindelik kazanmak maksadıyla başka bir üslûba geçer. Bu durum sözün bir niteliğini ortaya koymak yerine, onu kötü gösterir. Zira sözün güzel olması hâlinde dinleyici ondan bıkmaz.
Şayet ez-Zemahşerî’ nin görüşünü benimsemiş olsaydık, o takdirde onun söylediğinin sadece uzun sözlerde olduğunu kabul edecektik. Oysa bunun böyle olmadığını görüyoruz. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde, üçüncü şahıstan ikinci şahsa ve ikinci şahıstan üçüncü şahsa intikallerde, her iki söz grubunun lâfız sayısının toplamı onu bulmakta veya daha az olmaktadır.” (19)
Ona göre ez-Zemahşerî’ ye ait görüşten yani bir üslûptan başka bir üslûba intikalden anlaşılan şudur: Bu üslûp ve usûl, daha güzel bir ifade ortaya koymak maksadıyla değil, ancak sözü nakleden ile bu sözün nakledildiği kişi arasındaki muhalefet dolayısıyla kullanılır. Yoksa bir söz bütünüyle özlü ve kısa ifadelerden müteşekkil olur ya da yerli yerinde olmak kaydıyla uzun ifadeleri kapsar da bir üslûptan diğerine intikali ihtiva etmezse, bu sözler güzel değildir denemez.
İbnu’l-Esir, konu ile ilgili bu eleştirel yaklaşımından sonra iltifat sanatının birbirinden farklı hedefleri ve faydaları ihtiva ettiğini ve bu hedef ve faydaların; bir üslûptan bir diğer üsluba intikalin gerisinde bulunduğuna işaretle birlikte, bu hedef ve faydaları hiçbir şekilde sınırlamanın ve kayıt altına almanın mümkün olmadığını belirtir. Ancak bu faydaların bir kısmına işaret edilebildiğini ve bu işaretin diğer faydalar için kıyas imkânı verdiğini söyler. Ayrıca üçüncü şahıstan ikinci şahsa intikalin, muhatabın durumunu yüceltmek maksadıyla yapıldığını, bazen de yine bu maksatla ikinci şahıstan üçüncü şahsa geçildiğini ifade ederek söz konusu iltifat sanatından mülhem, muhtelif faydaların kastedilen manaya göre çok çeşitlilik arz ettiğini vurgular. (20)
Şayet ez-Zemahşerî’nin söz konusu ifadesi, iltifat sanatının sadece dinleyiciye zindelik kazandırma hedefine yönelik olduğuna hükmedilirse -ki ez-Zemahşerî’nin böyle bir sınırlaması yoktur- o takdirde İbnu’l-Esir’in bu eleştirisi haklı görülebilir. Ancak kanaatimce, bu sözüyle iltifat sanatının sadece bir hikmet ve faydasına temas etmiştir. Zira “el-İksîr fî İlmi’t-Tefsîr” adlı eserin müellifi et-Tûfî (ö. 716/1316)’nin, dinleyiciye zindelik kazandırmayı bu sanatın faydalarından biri olarak zikretmesi (21), bu kanaatimizi kuvvetlendirmektedir. Bu durumda söz konusu eleştiri yerinde görülmez. Ayrıca fesahat ve belağat alanında oldukça derin bir vukûfiyeti bulunan ez-Zemahşerî’ ye, ihtisas alanıyla ilgili bu noktada bir eksiklik ve bir zaafiyeti atfetmek isabetsiz olur kanaatindeyim.
7. İltifat sanatının türleri:
İltifat sanatı ya özne (fail) ya da yüklem (fiil) düzeyinde meydana gelmektedir. Özne düzeyinde olan iltifat sanatı, üçüncü şahıs kipinden (gaib sigasından) ikinci şahıs kipine (muhatap sigasına), ikinci şahıs kipinden üçüncü şahıs kipine, aynı şekilde üçüncü şahıs kipinden birinci şahıs kipine (mütekellime), birinci şahıs kipinden üçüncü şahıs kipine, üçüncü şahıs kipinden de birinci şahıs kipine intikalle vücuda gelir. Ayrıca ikinci şahıstan yine başka bir ikinci şahsa geçişin yanında; özneden özneye, yani tekil (müfred), tesniye (ikili) ve çoğul (cem) a intikalle meydana gelen iltifat sanatı da özne düzeyinde olan iltifat sanatından sayılır.
Yüklem düzeyinde olan iltifat sanatı ise geçmiş zamanlı (mazi) fiilden gelecek zamanlı (muzari) fiile intikalle ya da gelecek zamanlı fiilin geçmiş zamanla ifade edilmesi, aynı şekilde ism-i meful ile gelecek zamanın kastedilmesiyle oluşur. Buna ilaveten gelecek zaman veya geçmiş zamanla ilgili fiilden, görülen lüzum üzerine emir ifade eden fiile intikalle vücuda gelen sanat da yine yüklem düzeyindeki iltifat sanatından sayılmıştır. (22)
II. KUR’AN’DA İLTİFAT SANATI
Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim Allah kelâmı, dolayısıyla insanlara gönderilen son ilâhî sözlü mesajdır. Yani Cebrail (a.s.) vasıtası ile kitap hâlinde değil, şifahî olarak nakledilen ve bu nedenle konuşma dilinin hâkim olduğu özlü bir hitaptır. Bu hitap peyderpey nazil olurken bir taraftan ezberlenmiş, diğer taraftan da yazıyla tespit edilmiştir. Daha sonra ise Hz. Ebû Bekir zamanında kitap hâline getirilerek “Mushaf’ adını almıştır.
Kur’an, insanlara okunan ve onlar tarafından işitilen bir kelâm olunca, onda sözlü hitabın dili hâkimdir. Zira yazılı bir metinle sözlü anlatım birbirinden metot, söylem, üslûp ve ifade biçimi bakımından oldukça farklıdır. Bu yüzden usta bir hatibin konuşması yazıya dökülünce iyi netice vermediği gibi, usta bir yazarın yazısı da okunduğu zaman o ölçüde netice vermediği gözlenir.
Öte yandan konuşma esnasında ortam ile konuşma arasında doğal bir bağ olduğundan, konuşmacı çevreye işaret etmeden konuşsa bile konuşmada bir kopukluk olmaz. Konuşmacı birinci ve ikinci tekil kiplerini sürekli değiştirerek kullanabilir. Konuşma yeteneğine göre, konuşmacı yer ve zaman unsurlarını dikkate alarak karşısında bulunan topluluğa, bazen üçüncü tekil bazen ikinci tekil şahıs kipleriyle, bazen tekil bazen çoğul olarak bazen kendi adına bazen ilâhî bir kuvvet adına, bazen İlâhî kuvvetin kendisinden naklen konuşabilir ve bütün bunlar, bir konuşmanın en güzel yönleri olarak takdir toplar. Fakat aynı üslûp yazı yazarken kullanılırsa, bir irtibatsızlık ve bir kopukluk meydana gelir. Bu sebeple bir konuşma yazıya döküldüğünde okuyucunun, o yazıda bir kopukluk hissetmesi doğaldır.
Özetle belirtecek olursak, tamamen sözlü anlatım olan Kur’an’ı dinleyenler için söz konusu olmayan bazı anlama problemleri, okuyanlar için söz konusu olabilir. Çünkü Kur’an’daki tekrarlar, konudan konuya geçişler, soru sorulmadığı hâlde verilen cevaplar, isim yerine zamirle yapılan atıflar, hazıflar, bir şahıstan diğerine yapılan intikaller vb. konuşma dilinin hâkim unsurlarından sayılır. (23)
Diğer taraftan Kur’an-ı Kerim’in dil ve edebî açıdan büyük bir mucize olduğunu, dolayısıyla pek çok edebî sanatı ihtiva ettiğini belirtmiştik. İltifat sanatı da bu sanatlar arasında önemli bir yer işgal eder. Zira bu sanat pek çok âyette yer alarak âyete ifade güzelliği yanında anlam zenginliği kazandırmış, sanatın türüne göre çeşitli hikmetlere ve farklı noktalara işaret etmiştir.
Âyet-i kerimelerde, belirtmeye çalıştığımız iltifat sanatının her türüne rastlamak mümkündür. Ancak daha sonra da işaret edileceği gibi bu sanatın söz konusu türlerine aynı oranda yer verilmediği, dolayısıyla bir kısmı ile ilgili pek çok örnek bulunurken, diğer kısmı ile ilgili örneklere nadiren rastlandığı müşahede edilir. Şimdi bu örneklerden bazılarını sınıflandırarak sunmaya ve iltifat sanatı sayesinde varılması hedeflenen noktalara işaret etmeye çalışalım.
A. Özne düzeyindeki iltifat sanatı:
Konu bütünlüğü içinde görülen lüzum üzerine ve hedeflenen gayenin tahakkuku için bir şahıs kipinden diğerine geçilmesidir. Bu geçiş sadece özne düzeyinde olmakta ve iltifat sanatının bir anlamda bel kemiğini oluşturmaktadır. Bu sebeple önce bu konu irdelenecek, ardından da diğer bölüme yani yüklem (fiil) düzeyindeki iltifat sanatına geçilecektir.
1. Üçüncü şahıstan ikinci şahsa geçiş:
Kur’an-ı Kerim’de örnekleri çok olan iltifat sanatının bir türüdür. Bu sanat türünde söz üçüncü şahıs kipiyle devam ederken, lâfız ve manadaki bazı vurgulamalar ve hikmetler sebebiyle ikinci şahıs kipine geçilmekte, bir diğer ifade ile gaipten muhatap sığasına intikal edilmektedir. Allah’a ve dine karşı saygısızlık vuku bulduğu anda, bu saygısızlığın ve kötü düşünce ve tavrın üçüncü şahıs kipiyle ifadesi daha uygun görülmüş, uyarı ve sergilenen menfi tutum ve davranışın vebalinin büyüklüğü, ikinci şahıs kipiyle ifade edilmiştir. Çünkü ikinci şahıs kipi daha müessir addedilmiştir.
Sözünü ettiğimiz sanat türünün hangi âyette ne manaya geldiği ve hangi gayeye matuf olduğunu birkaç örnekle izah etmeye çalışalım:
a) Örnek:
Fâtiha Sûresi, “Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” âyetiyle başladığı malûmdur. İlk beş âyette üçüncü şahıs yer alırken beşinci âyette, “Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz.” âyeti ile ikinci şahsa intikal edilmiş, böylece bir iltifat sanatı vücuda getirilmiştir.
Bu iltifat sanatının hikmeti şöyle izah edilebilir: Burada ifade edilen “hamd” ile “ibadet" farklı sözcüklerdir. Çünkü hamd, belli kuralları yanında zamana bağlı olan namaz, oruç ve hac gibi bir ibadet değildir. Zira ibadet yalnız Allah’a yapılır; övgü ise hem Allah hem de kurallar için söz konusudur. Bu nedenle sûrenin ilk âyetlerinde, Allah Teâlâ’nın yüce sıfatları sıralanmış ve ardından tıpkı şöyle denmek istenmiştir: “Bu eşsiz niteliklere sahip olan Allah! İbadet ve yardım dilemede sana boyun eğeriz; sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım dileriz.”
Âyetlerin bu akışı, insanı sanki gaipten İlâhî huzura intikal ettirmekte ve bu münasebetle bir taraftan onun derecesini yükseltirken, diğer taraftan da Rabbinin hizmetinde olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca bu tabloya göre insan, Rabbinin huzurunda imiş ve huşu içinde yalvarıp yakarıyormuş gibi bir durum sergilenmektedir. Neticede bu sanat sayesinde malûm olan bilinmiş, makul olan müşahede edilmiş ve belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. (24)
Ayrıca bu âyetlerde söz konusu sanatla şu noktaya da işaret edildiği söylenebilir: İkinci şahıs kipi, üçüncü şahsa oranla daha özeldir. İbadetin de hamd ve şükürden daha özel bir yönü vardır. Nitekim insan kendisi gibi bir insanı över ve fakat ona ibadet etmez. Bu sebeple âyette daha özel sayılan ibadet fiili için daha özel bir üslûp kullanılmıştır. (25)
Büyük müfessirlerden Ebû Hayyan (ö. 754/1344), meşhur “el-Bahru’l-Muhît” adlı tefsirinde, Fâtiha’nın başına, “Deyiniz” anlamında “kûlû” lâfzını var sayarak burada iltifat sanatının olmadığını öne sürer. (26) Bu durumda âyetin anlamı, “Deyiniz ki: Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur... Yine deyiniz ki, ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz. ” şeklinde olur.
Her ne kadar Ebû Hayyan böyle bir görüş ve yorum ortaya koyarsa da çoğunluğun tercihi, burada sözü edilen kelimenin takdir edilmeksizin bir iltifat sanatının var oluşudur.
b) Örnek:
“İman etmişlere gelince, onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kâfir olanlara gelince, ‘Allah böyle misal vermekle ne murat eder?’ derler.” (Bakara, 26) âyetiyle bir sonraki âyette, özne üçüncü şahıs olmaktadır. Ancak ardından gelen, “Siz ölü iken sizi dirilten Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz?” (Bakara, 28) âyetinde ise ikinci şahsa geçilmiştir. Bahis konusu edilen şahıslar aynı olduğundan, önce üçüncü şahıslar, ardından da aynı konu bütünlüğü içinde ikinci şahıslar olarak gösterildiği için iltifat sanatı vücuda getirilmiştir.
Bu sanatın burada ortaya çıkardığı fayda şudur: Allah Teâlâ, kaydedilen âyet-i kerimelerde Allah tanımazların, bu tutumlarıyla çok yanlış bir mecraya girdiklerini, izledikleri yolun vahametini ve çirkinliğini ortaya koymuş, daha sonra onları muhatap kabul ederek inkârlarından dolayı azarlamıştır. Çünkü sözün ikinci şahıs kipiyle getirilmesi, üçüncü şahsa oranla çok daha tesirlidir. İşte bu tesir iltifat sanatıyla sağlanmıştır. (27)
c) Örnek:
Meryem Sûresi’nde, “Rahman çocuk edindi, dediler.” (Meryem, 88) âyetinde üçüncü şahıslardan söz edilmiş, onu izleyen, “Hakikaten siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız.” (Meryem, 89) âyetinde de aynı şahıslar, ikinci şahıs (muhatap) kabul edilmişlerdir.
Âyet-i kerimede sözü edilenlerin; bu sanatla fena halde kınanmaları, Allah’a karşı iftiraya cüret etmelerinin tescil edilmesi, İlâhî gazap ve azabın büyüklüğünün ifadesi hedeflenmiştir. (28)
Öte yandan yine bu sanatın yer aldığı âyetlerde, yerine göre teşvik etmek (29), uyarı ve azarlamayı daha etkili kılmak (40), şereflendirmek (41) ve gerçeği vurgulamak (42), gibi mana zenginliği yanında ifade güzelliği vücuda getirilmiştir.
2. İkinci şahıstan üçüncü şahsa geçiş:
İltifat sanatının ikinci türü ise sözün ikinci şahıs kipiyle devam ederken, konu bütünlüğü içinde bazı maksatlar, hedef ve hikmetler gözetilerek üçüncü şahsa geçişle meydana gelir ki, Kur’an’da bu sanatla ilgili örnekler az değildir. Şimdi iltifat sanatının bu türünün yer aldığı âyetlerde, hangi hedeflerin gözetildiğini birkaç örnekle açıklamaya çalışalım:
a) Örnek:
“Sizi karada ve denizde gezdiren O ’dıır. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, o gemiler de içindekileri tatlı bir rüzgârla alıp götürdükleri zaman...” (Yûnus, 22) âyetinde söz, “Siz gemilerde bulunduğunuz” şeklinde ikinci şahısla devam ederken, “O gemiler de içindekileri” ifadesiyle üçüncü şahsa geçilmiş, böylece iltifat sanatı oluşturulmuştur. Sözün akışına göre “içindekileri” yerine, “sizi” şeklinde olması gerekirdi.
Bu sanatın bu âyetteki hikmeti, Allah tanımazların nimetlere şükretmemelerinden dolayı onları kınamak ve kötülemektir. (33) Yine bu hikmete göre, her kesime -inansın inanmasın- nimetleri hatırlatmaktır.
Ez-Zemahşerî, burada sözü edilen intikalin mübalağa ifade ettiğini ve buna göre nankör kimselerin durumunu başkalarına hatırlatmak gayesi güdüldüğünü belirtirken (34), Fahruddin er-Râzî (ö. 606/1209) ise, “Bu âyette ikinci şahıstan üçüncü şahsa geçilmiştir ki, bu da bir kızgınlığın, uzaklaştırmanın ve kovmanın söz konusu olduğunu gösterir.” diyerek Allah’ın lütuflarına nankörlük ile mukabele edenlerin akıbetinin, bu olumsuzluk olduğunu belirtir. (35)
Öte yandan Hamdi Yazır’ın da aynı konuda şu izahı yaptığı görülür: “Sizlerle” yerine “onlarla” diyerek muhataptan (ikinci şahıstan) gaibe (üçüncü şahsa) bir iltifat nüktesi yapılmıştır ki, her insan içinde bulunduğu hâli iyi düşünüp tartamayacağı cihetle bundan hem muhataplara kendi hâllerini soyutlayıp karşıdan bakar gibi seyrettirmek ve düşündürmek, hem de bunların hâllerini başkalarına hatırlatıp seyrettirmek için gayet ince bir tasvir sanatı bulunmaktadır. (36)
b) Örnek:
“Hz. Âişe’ye yapılan bu iftirayı işittiğinizde; erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile hüsnü zanda bulunup da: ‘Bu, apaçık bir iftiradır’ demeleri gerekmez miydi?” (Nûr, 12) âyetinde, “işittiğinizde” lâfzının ikinci şahıs olmasına karşılık; “demeleri” lâfzının ise üçüncü şahıs olduğu görülür. Oysa sözün akışına göre, “Hüsnü zanda bulunup da: ‘Bu, apaçık iftiradır’ demeniz gerekmez miydi?” şeklinde olması gerekirdi.
Bu iltifat sanatında hedeflenen, azarın dozunu artırmak, imanın müminlere iyi niyet beslemeyi gerektirdiğini ve inanan kesimin kendilerini müdafaa ettikleri gibi, din kardeşlerini de aynı şekilde müdafaa etmelerinin lüzumunu vurgulamaktır. (37)
c) Örnek:
“Siz Allah’ın âyetlerini alaya aldınız, dünya hayatı sizi aldattı. Artık bugün ateşten çıkarılmayacaklardır ve onların (Allah’ı) hoşnut etmeleri de istenmeyecektir.” (Câsiye, 35) âyetinde de diğer iki örnekte görüldüğü gibi, “alaya aldınız” ifadesiyle ikinci şahıstan “çıkarılmayacaklardır” tarzında, üçüncü şahsa intikal edilerek iltifat sanatı vücuda getirilmiştir.
Burada bu sanatla hedeflenen nokta, inkârcılığı yermek ve âyette sözü edilenleri, kötü gidişatlarından dolayı muhatap makamından indirmektir. (38)
Aynı sanatın geçtiği diğer âyetlerde de yine aynı şekilde muhatap makamından indirmek, sergilenen olumsuz tavır yüzünden uzak durmak (39), birinin veya bir zümrenin yaptıkları kötülükleri başkalarına hatırlatmak (40), işin önemli olduğunu vurgulamak (41), tahkir etmek (42), teşvik ve takdir etmek (43), gibi vurgulamalar yapılmıştır.
3. Üçüncü şahıstan birinci şahsa geçiş:
İltifat sanatının en yaygın türlerinden biri olup, görülen lüzum üzerine sözün üçüncü şahıs kipinden birinci şahıs kipine intikalle oluşur. Bu intikal, verilecek örneklerden de anlaşılacağı gibi, önemli görülen bazı hususları vurgulamak ve işe verilen değeri muhataba anlatmak ve dikkatini çekmek için yapılmaktadır. Kur’an’da örneklerine sıkça rastlanan söz konusu sanat sayesinde âyetlerin ifade güzelliği, lâfız ve mana akışı farklı bir boyut kazanmaktadır.
Öte yandan âyetlerde bir taraftan müminlere yönelik iltifat ve ikramların büyüklüğüne işaret edilirken, diğer taraftan da inkârcıları ebedî âlemde bekleyen İlâhî gazap ve azabın şiddeti vurgulanmaktadır. Yine aynı âyetlerde Allah Teâlâ’ nın eşsiz güç ve kudreti sergilenirken, aynı anda değer verilen iş ve durum ön plana çıkarılmaktadır. Konu ile ilgili olarak Kur’an’dan birkaç örnek sunalım:
a) Örnek:
İsrâ Sûresi’nin ilk âyetinde İsrâ olayı ile ilgili olarak, “Bir gece, (Muhammed) kulunu Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ ya götüren Allah yücedir.” buyurulmuş, ardından Mescid-i Aksâ ‘çevresini mübarek kıldığımız’ şeklinde tanımlanmış, daha sonra da bu ulvî yolculuğun hedefine, ‘kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye’ mesajı ile işaret edilmiştir.
Görüldüğü gibi bu âyet-i kerimede tek bir özne vardır ki, o da Allah Teâlâ’ dır. Burada önce kendisinden ‘esrâ’ (gece götürdü) şeklinde üçüncü şahıs kipiyle söz etmiş, arkasından ‘bâreknâ havlehû’ (çevresini mübarek kıldığımız) ve ‘linuriyehû’ (ona gösterelim diye) ifadeleriyle de birinci şahıs kipine intikal etmiştir.
Âyet-i kerimede, bu sanatla hedeflenen husus, âyette yer alan Mescid-i Aksâ’ ya özgü bereketleri ve İsrâ gecesinde, Hz. Peygamber’e gösterilen âyetleri (mucizeleri, Allah’ın varlığına, birliğine ve ululuğuna delalet eden fevkaladelikleri) vurgulamak, önemli görmek ve büyük göstermektir. (44)
b) Örnek:
“O, gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, sizi sarsmasın diye yere de ulu dağlar koydu ve orada her çeşit canlıyı yaydı.” (Lokmân, 10) âyetinde özne üçüncü şahıs iken ardından gelen, “Biz gökyüzünden su indirip, orada her faydalı nebattan çift çift bitirdik.” (Lokmân, 10) ifadesinde ise aynı özne olmasına rağmen üçüncü şahsa geçilmiştir. İltifat sanatıyla burada Allah Teâlâ’ nın güç ve kuvvetini, hikmet dolu fiillerini zihinlere yerleştirmenin ve dolaylı olarak tevhid inancını gündeme getirmenin hedeflendiği söylenebilir. Yine bu sanatla sözü dinleyenlerin dikkatini çekme ve idrak güçlerini kuvvetlendirme gayesine yönelik olduğu da ifade edilebilir. (45)
Ayrıca âyetlerde bu sanatla yağmurdan önce İlâhî iradeye dayalı gelişmeler, suyun değeri ve ölü toprağın su sayesinde canlanarak hayat bulması ile bütün bu olaylarda Allah Teâlâ’ nın cemal sıfatının tezahürü vurgulanmıştır. (46) En yakın göğün yıldızlarla süslenmesinde, İlâhî güç ve kudretinin büyüklüğü ve bu İlâhî sanatın eşsizliği ifade edilmiştir. (47) Öte yandan müjde âyetlerinde aynı üslûpla müminlere duyulan sıcak ilgi ve gösterilen yakınlık, ahirete yönelik İlâhî lütufların bolluğu, günahların af ve mağfiretin enginliğine (48); azap âyetlerinde ise uyarı, tehdit ve öfkenin büyüklüğü ile gazap ve azabın şiddetine işaret edilmiştir. (49)
“Ey akıl sahipleri! Benden korkun.” (Bakara, 197) âyetinde, bu üslûpla kalplere korku salınmakta ve “Yalnız benden korkun.” (Nahl, 51) âyetinde de aynı tema işlenmektedir. Çünkü her iki âyetin sibakında söz üçüncü şahısla devam ederken, bu âyetlerde birinci şahsa geçilmiştir. Yine aynı üslûpla Hz. Peygamber ve Hz. İbrahim’e verilen değer ve onlara duyulan yakınlık dile getirilmektedir. (50)
4. Birinci şahıstan üçüncü şahsa geçiş:
İltifat sanatının önemli bir türü de birinci şahıs kipinden üçüncü şahıs kipine intikalle vücuda gelmektedir. Bu sanatla her şeyden önce dinleyicinin dikkati çekilerek önemli bazı mesajlar vurgulanmakta ve öngörülen çeşitli hikmetlere işaret edilmektedir. Kur’an’da bu sanat türü ile ilgili pek çok örnek bulmak mümkündür. Bu örneklerde lâfız ve mana farklı bir boyut kazanmaktadır ki, aşağıdaki örneklerde bu durum açıkça görülür.
a) Örnek:
“De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben, göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın hepinize gönderdiği elçisiyim...” (A’râf, 158) âyetinde, birinci şahıs kipinden (nefsi mütekellimden) söz edilirken devamında, “... Allah’a ve ümmî (okuma yazma bilmeyen) Rasûlü’ne iman edin...” ifadesiyle üçüncü şahıs kipine intikal edilmiştir. Her iki ifadede söz konusu olan aynı kişi yani Hz. Peygamber’in kendisidir. Sözün akışına göre “Rasûlü’ne iman edin” yerine, “Bana iman edin” şeklinde olması beklenirdi. Oysa söz böyle değil yukarıda izah edildiği şekilde gelmiştir.
Bu üslûpla burada iman edilmesi, uyulması, rehber ve önder edinilmesi gereken şahsın Allah’ın bir elçisi olması hasebiyle bizzat onun olduğu vurgulanmış ve böylece ırkçılık töhmeti bertaraf edilmiştir. (51)
b) Örnek:
“Biz, gökyüzünü korunmuş bir tavan gibi yaptık...” (Enbiyâ, 32) âyetinde, özne Allah Teâlâ’dır. Bu mesajda Allah, kendisinden birinci şahısla söz ederken; bir sonraki âyette, “O, geceyi, gündüzü, güneşi, ayı yaratandır...” (Enbiyâ, 33) şeklinde yine kendisinden ve fakat bu sefer üçüncü şahsa intikalle söz etmektedir.
Burada amaçlanan husus; Allah Teâlâ’nın, kullarına lütfettiği eşsiz nimetlerin değerini ve sayısız varlıkları sadece O’nun yarattığını vurgulamaktır. (52)
c) Örnek:
“De ki: Ey kendileri aleyhine haddi aşan kullarım!” (Zümer, 53) âyetinde, ‘kullarım’ ifadesindeki zamir birinci şahıs iken âyetin devamında yer alan, “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin!” (Zümer, 53) sözünde ise ‘rahmetimden’ yerine, “Allah’ın rahmetinden” buyurularak üçüncü şahsa intikalle iltifat sanatı oluşturulmuştur.
Bu sanatla hedeflenen nokta, rahmetin İsm-i Azam olan, “Allah” lâfzına izafe ile genişliğine işaret edilmiş ve bu rahmetin kapasitesinin büyüklüğü vurgulanmıştır. Çünkü “Allah” lâfzı, Allah’ın doksan dokuz isminin en büyüğü ve bu isimlerin manalarını kuşatıcı bir yönü vardır. Sözü edilen bu edebî yön, Allah Teâlâ’nın günahları bağışlayacağı vadinin doğruluğunu pekiştirmektedir. (53)
“Allah” lâfzının enginlik ve kuşatıcılığı, yine aynı sanatın yer aldığı diğer bazı âyetlerde de görülmektedir. (54) İnkârcılardan söz edilen âyetlerde, tehdit ve Allah Teâlâ’ nın celal sıfatının (55) ; buna mukabil müminlerin bahis konusu edildiği âyetlerde ise O’nun cemal sıfatının tezahürü hissedilir.
Aynı zamanda bu sanatla gönüllere korku salmak (56), hikmetlerin illetine işaret etmek (57), dikkatleri çekmek (58), sebep göstermek suretiyle haberin içeriğini vurgulamak (59), sözden kastedilen manaya önem vermek (60), dilemenin Allah’ın ulûhiyet sıfatı dairesinde cereyan ettiğini bildirmek (61), tevhid akidesini vurgulamak ve bahis konusu edilen şahsın değerini yüceltmek (62), gibi hedeflerin de gözetildiği görülür.
5. Birinci şahıstan ikinci şahsa geçiş:
Bazen iltifat sanatı öznenin birinci şahıstan ikinci şahsa intikaliyle vücuda gelir ki, Kur’an’da buna dair örnekler nadir de olsa vardır.
а. Örnek:
Yâsîn Sûresi’ nde yer aldığına göre, Antakya halkını hak dine davet eden Habîbu’n-Neccâr’ın sözlerine yer verilerek, “Bana ne olmuş ki, beni yaratana ibadet etmeyecekmişim!” (Yâsîn, 22) dediği ifade edilir. Âyetin başında birinci şahıstan söz edilirken, devamında ise öznenin seyri değiştirilerek, “Hâlbuki hepiniz O’na döndürüleceksiniz” buyurulmuştur. Böylece hem ikinci şahsa intikal edilmiş hem de tekilden çoğula geçilmiştir. İfadenin aslı, “Size ne olmuş ki, sizi yaratana ibadet etmeyecekmişsiniz!” şeklindedir.
Aslında bu ifadede dilimizde yer alan, “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit.” atasözü tarzında bir vurgu vardır. Bu da sözün daha etkili olması yanında beklenen hiddet ve tehdidi azaltmak için başvurulan bir yöntemdir. Aynı zamanda bu metot, tebliğ ve nasihatte tesirli olması açısından sıkça uygulanır. (63)
6. Bir ikinci şahıstan diğer bir ikinci şahsa geçiş:
Muhataptan muhataba intikal, iltifat sanatının bir türü olarak kabul edilmiş ve buna şu âyet örnek gösterilmiştir (64): “Ey Yûsuf! Sen bundan (onları söylemekten) vazgeç! (Ey kadın!) Sen de günahının affını dile! Çünkü günahkârlardan oldun.” (Yûsuf, 29)
Görüldüğü gibi bu İlâhî mesajda; önce Hz. Yusuf’a hitap edilmiş, ardından onun kaldığı evin hanımına hitaba geçilmiştir.
7. Özneden özneye geçiş:
İltifat sanatında bazen bir özneden diğerine tekil, ikili (tesniye) ve çoğula intikal edilmektedir. Bu intikal, söze edebî bir değer kazandırdığı gibi anlam bakımından da farklı bir boyut kazandırmaktadır. Bu tür iltifat sanatının en bariz örneği ise şu âyet-i kerimedir: “Biz, Musa ve kardeşine: Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın...” (Yûnus, 87)
Görüldüğü gibi âyette, ‘en tebevveâ’ (hazırlayın) şeklindeki emrin muhatapları, Hz. Musa ve kardeşi Harun’dur. Bu sebeple onlar tesniye kalıbıyla ifade edilmişlerdir. Daha sonra “… Ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın, namazlarınızı da dosdoğru kılın...” buyurularak muhataplar çoğul yapılmıştır. Ardından, “Müminleri müjdele! Diye vahyettik.” ifadesinde de muhatap teke indirilmiştir.
Bunun izahı şöyledir: Âyet-i kerimede söz konusu kavim için evler hazırlamak, Hz. Musa ve kardeşi Harun’un görevi olması hasebiyle emir ikili; evleri namaz kılınacak yerler yapmak ve namaz kılmak herkesin görevi olduğu için ilgili emir, o doğrultuda çoğul getirilmiştir. Müjdeleme işi dini tebliğ eden peygamberin bir görevi olması sebebiyle de âyetin sonunda tekil ifadesine geçilmiştir. (65)
Bu izahla birlikte iltifat sanatının özne düzeyindeki türlerini Kur’an’dan örnekler vererek ve bu örnekler doğrultusunda söz konusu edebî sanatın ifadelerdeki rolünü belirtmeye, ayrıca herkes için açık olmayan hikmetlerini vurgulamaya çalıştık. Şimdi de bu sanatın yüklem düzeyindeki bölümüne geçerek Kur’an’da nasıl yer aldığına bakalım.
B. Yüklem (fiil) düzeyindeki iltifat sanatı:
İltifat sanatı sadece özne ile ilgili intikallerde vücuda gelmez. Bununla birlikte aynı zamanda yüklemlerdeki değişiklikler sebebiyle de oluştuğu bilinmektedir. Nitekim geçmiş zamandan (maziden) şimdiki ve gelecek zamana (muzariye) ya da gelecek zamandan geçmiş zamana intikal veya ismu’l-meful ile muzarinin ifadesi, bu düzeydeki iltifat sanatının kısımlarını teşkil eder. Söz konusu sanatın bu kolu, söze ayrı bir lâfız ve mana enginliği kazandırmaktadır. Zira Kur’an’da bu alanda görülen örnekler bunun en belirgin ifadesidir.
Bu bölümde yüklem düzeyindeki iltifat sanatının kısımlarını, âyetlerden örnekler getirerek kısaca izah etmeye ve sözünü ettiğimiz sanat sayesinde, âyetlerin kazandığı ifade ve anlam farkını vurgulamaya çalışacağız.
1. Geçmiş zamandan şimdiki zamana geçiş:
Şimdiki zamanlı bir fiilin geçmiş zamanlı bir fiile atfedilmesiyle oluşan bu sanata, Kur’an-ı Kerim’de yer yer rastlanır. Bu sanat türünün en karakteristik özelliği, süreklilik ifade etmesi ve olayın tesirinin devam ettiğini bildirmesidir. Bu durumu örneklerle izah etmeye çalışalım.
a) Örnek:
Hac Sûresi’nin 25. âyetinde şöyle buyurulmaktadır: “İnnellezîne keferû ve yesuddûne an sebîlillâh...” (İnkâr edenler ve Allah yolundan alıkoyanlar…) Bu âyette yer alan ‘keferû’ fiili mazi bir fiil olmasına karşılık, ardından gelen ve bu fiile atfedilen ‘yesuddûn’ fiili muzari bir fiildir. Aralarında zaman farkı bulunan bu iki fiilden birinin diğerine atfedilmesinde hedeflenen nokta şöyle izah edilebilir:
Bu âyet-i kerimede sözü edilen şimdiki zamanlı fiil, ne şimdiki zaman ne de gelecek zaman için değil; sürekliliği ifade etmek için getirilmiştir. “Falan fakirlere iyilikte bulunuyor, güçsüzlere yardım ediyor” cümlesinde olduğu gibi bir devamlılık söz konusudur. Buna göre burada sanki kâfirlerden beklenen bir durum ve bir tutum sergileniyor. Yani Allah’ı tanımayanların temel görevleri ve meşguliyet alanları, hak yoldan alıkoymak ve sürekli bunun için çaba sarf etmektir. Bu fiil, şayet mazi olarak getirilmiş olsaydı inkârcıların, Allah yolundan alıkoyma fiillerinin son bulduğu anlamı ortaya çıkacaktı. Oysa âyette, bu olumsuzluğun devam ettiğinin ifade edilmesi hedeflenmiştir. İşte bu hedef, fiilin muzari olarak getirilmesiyle gerçekleştirilmiştir. (66)
b) Örnek:
“Görmedin mi, Allah gökten yağmur indirdi de bu sayede yeryüzü yeşeriyor.’’ (Hac, 63) âyetinde, “enzele” (yağmur indirdi) kelimesi geçmiş zamanla ilgili bir fiil olmasına karşılık, ardından gelen "fetusbihû" fiili ise şimdiki zamanlı bir fiildir.
Burada farklı zamanlı iki fiilin ardarda getirilmesi, yağmurun etkisinin uzun bir süre devam ettiğini ifade etmeye ve dolaylı olarak bu nimetin büyüklüğüne işarete yöneliktir. Nitekim, “Biri bana şöyle şöyle ikramda bulundu, bu yüzden akşam sabah ona şükranlarımı ifade ediyorum” deme yerine; “Akşam sabah ona teşekkür ettim” dense, asla birinci cümlenin yerini tutmaz. Çünkü söz konusu süreklilik meydana gelmez. (67)
c) Örnek:
“Rüzgârları gönderip bir bulut harekete geçiren Allah’tır. Biz onu, ölü bir bölgeye gönderdik...” (Fâtır, 9) âyetinde, “ersele” (gönderdi) fiili geçmiş zamanlı; ardından gelen “fetusîru” (harekete geçiyor) fiili ise şimdiki zamanlıdır. Daha sonra “fesuknâhu” (gönderdik) fiiliyle yine geçmiş zamanlı fiile intikal edilmiştir.
Burada farklı zamanlar dikkate alınarak yapılan intikallerin, İlâhî kudrete delalet eden bu eşsiz tabloyu gözler önüne sermeye ve geçmişte cereyan eden bir olayın etkisini yakinen hissettirmeye yönelik olduğu söylenebilir. (68)
Bu arada Kur’an’da yer aldığını söylediğimiz bu sanat ve üslûbun bu örneklerle sınırlı olmadığını, bunlarla birlikte değişik sûrelerde aynı konuda örnek teşkil eden âyetlerin mevcudiyetini (69) ve bu âyetlerde de benzer sebep ve hikmetlere işaretler edildiğini ifade etmekte yarar vardır.
2. Gelecek zamanlı bir eylemin geçmiş zamanla ifadesi:
Gelecek zamanda meydana gelecek bir olayın geçmiş zamanla ifadesi, Kur’an’da görülen ve özellikle âhiretle ilgili sahnelerden söz eden âyetlerde sıkça rastlanan bir üslûp ve metottur. İltifat sanatının bir türü sayılan bu üslûpta, başka bir ifade ile gelecek zamanlı bir fiilin bulunması gereken yerde, geçmiş zamanlı bir fiilin yer alarak olayın geçmişte olmuş gibi gösterilmesi; bir gerçeğin vurgulanması ve gelecekte meydana gelecek bir hadisenin doğruluğunun pekiştirilmesidir.
Konu ile ilgili olarak birkaç örnek vererek yapılan fiil değişikliklerinin sebep ve hikmetlerini irdelemeye çalışalım.
a) Örnek:
“(Kıyamet gününde) hepsi Allah’ın huzuruna çıkmış (çıkacak) ve zayıflar, o büyüklük taslayanlara demişler (diyecekler) dir ki: Biz size uyduk. Şimdi siz, Allah’ın azabından herhangi bir şeyi bizden savabilir misiniz?” (İbrahim, 21) âyetinde, "berazû" (çıkmışlar) kelimesi “yebruzûn” (çıkacaklardır) anlamındadır.
Yani âyette sözü edilen zümre kıyamet günü, Allah’ın emri doğrultusunda kabirlerinden çıkacaklardır.
Burada gelecek zamanın geçmiş zamanla ifadesi, işin mutlaka tahakkuk edeceğini vurgulamaktadır. Zira Allah Teâlâ’nın haber verdiği her şey doğrudur, mutlaka gerçekleşecektir. Âyette ifade edilen husus, sanki olup bitmiş ve bahsi geçen kimseler varlık âlemine girerek var olmuşlardır. (70)
b) Örnek:
"O gün dağları yerinden götürürüz ve yeryüzünün çırılçıplak olduğunu görürsün. Hiçbirini bırakmaksızın (tüm ölüleri) mahşerde topladık (toplayacağız).” (Kehf, 47)
âyetinde ise “nuseyyiru” (götürürüz) ve “terâ” (görürsün) fiillerinden sonra, “haşernâ” fiili (topladık) fiilinin geçmiş zamanlı olmasına rağmen gelecek zamanı ifade etmektedir. Çünkü kıyamet günü henüz tahakkuk etmemiş ve yeniden dirilmeden sonra sözü edilen toplanma vücuda gelmemiştir. Bu olay tamamen gelecekte cereyan edecek bir durumdur. Bu olayın geçmiş zamanla ifadesi, onun mutlaka gerçekleşeceğinin vurgulanmasına yöneliktir; aynı zamanda toplanma hadisesinin, âyette yer alan dağların yerinden götürülmesi ve görme fiilinden önce meydana geleceğinin işaretidir. (71)
3. İsmu’l-meful ile gelecek zamanın ifadesi:
İsmu’l-meful ile gelecek zamanın ifadesi de iltifat sanatının bir türü olarak kaydedilmiş (72) ve bu tarz bir ifade ile söze anlam zenginliği ve söylem güzelliği sağlanmıştır. Nitekim bu tür sanatın en güzel örneğinin şu âyet-i kerime olduğu görülür:
a) Örnek:
"İşte bunda ahiret azabından korkanlar için elbette bir ibret vardır. O gün bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür..." (Hûd, 103) âyetinde geçen “mecmu” (bir araya toplandığı) kelimesi, “yucmeu”(bir araya getirileceği) anlamında kullanılmıştır. Bunun en belirgin ifadesi, “Mahşer vaktinde sizi toplayacağımız gün, işte o zarar günüdür.” (Teğâbun, 9) âyet-i kerimesidir. Zira bu âyette "mecmu" kelimesi yerine, “yecmeu” ism-i meful yerine gelecek zamanlı fiil kullanılmıştır. Bu üslûpla âyette sözü edilen günün, mutlaka vuku bulacağı gerçeğinin vurgulanması hedeflenmiştir. (73)
4. Gelecek zamanlı fiilden emir bildiren fiile geçiş:
Bu intikalde gelecek zamanlı fiilin ifadesini güçlendirmek, değerini artırmak ve dolaylı olarak işin önemini vurgulamak, bu arada emir ifade eden fiilin muhatabını da hor görmek ve basite indirgemek gibi birtakım hedefler gözetilir. Bu durum şu âyet-i kerimede bariz bir şekilde görülür:
a) Örnek:
"Biz, ‘Tanrılarımızdan biri seni fena çarpmış!’ demekten başka bir söz söylemeyiz. Dedi ki: Ben Allah’ı şahit tutuyorum; siz de şahit olun ki ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım." (Hûd, 54) âyetinde, “uşhidullâhe” (Allah’ı şahit tutuyorum) tabirinden sonra “veuşhidukum” (sizi de şahit tutuyorum) deme yerine, "veşhedû" (siz de şahit olun) ifadesi getirilmiş, böylece iltifat sanatının bir türü meydana gelmiştir.
Burada fiilin gelecek zamanlı olması yerine emir olarak getirilmesinin hikmeti şudur: Şirkten uzak durulduğuna dair Allah’ı şahit tutmak, doğru ve isabetli bir şahit tutmadır. Allah tanımazları bu alanda şahit tutmak ise onların inancını basite alarak hiçe saymak, zımnen de kendilerine değer vermemektir. Bu yüzden söz konusu fiil değişikliğine gidilmiştir. Tıpkı bir adamın, ilgisini kestiği kişiye değer vermemek ve hâlini beğenmemekten ötürü, "Şahit ol! Artık ben seni sevmiyorum." demesi gibidir. (74)
5. Geçmiş zamanlı fiilden emir bildiren fiile geçiş:
Allah kelâmında az da olsa geçmiş zamanlı fiilden emir bildiren fiile intikal edildiği müşahede edilir. Bu intikalde genel olarak emir ifade eden fiilin işaret ettiği duruma önem vermek ve dikkatleri çekmek gibi bir gaye hedeflendiği söylenebilir. Örnek kabilinden şu âyet-i kerimeyi zikredebiliriz:
a) Örnek:
“De ki: Rabbim adaleti emretti. Her secde ettiğinizde, yüzlerinizi O’na çevirin ve dini yalnız Allah’a has kılarak O’na yalvarın.” (A’râf, 29) âyetinde, “emere” (emretti) fiilinden sonra “ekîmû” (çevirin) emri yer almıştır. Bu ifadenin aslı, “Rabbin adaleti ve her secde ettiğinizde, yüzlerinizi O’na çevirmenizi emretti.” şeklindedir. Ancak burada bu söylem yerine, namazı öne çıkararak önemini vurgulamak ve dikkatleri çekmek maksadıyla emir bildiren fiil getirilmiştir. Çünkü namaz, İslâm’ın şartlarından biridir ve dinin direği addedilmiştir. Ardından da ihlâs ve samimiyet ifade edilmiştir. Zira yapılan ameller, iyi niyet ve samimiyetle yapıldığı takdirde değer ifade eder. (75)
NETİCE
Netice olarak şunu diyebiliriz: İltifat sanatı önemli edebî sanatlardan biridir. Bu sanat gerek İslâm öncesi dönemdeki Arap edebiyatında ve gerekse Kur’an’da muhtelif âyet ve sûrelerde yer alarak bu sayede farklı noktalara işaretle birtakım vurgulamalar yapılmış, böylece hem mana zenginliği hem de lâfız güzelliği ve akıcılığı sağlamıştır.
Yukarıda da ifade edildiği gibi iltifat sanatının her türüne Kur’an’da rastlamak ve bu alanda çeşitli örnekler bulmak mümkündür. Biz bu konuda yeterince örnekler sunarak gerekli gördüğümüz izahları yapmaya ve bu arada söz konusu sanatla hedeflenen noktalara işaret etmeye çalıştık. Buna göre bu sanatın âyetlerde; yerine göre bir taraftan ifadelerdeki akıcılığı sağlarken, diğer taraftan da dinleyicinin dinleme gücünü artırarak dikkatini belli noktalara çektiğini gördük.
Öte yandan yine bu sanatla bazen muhtelif uyarılar yapılmış, tehditler savurulmuş, kin ve nefret sergilenmiş; bazen de sevindirici haberlerin müjdesinin verilmesi hedeflenmiştir. Bunun yanında bazı işler takdir edilirken bazı işler de tahkir edilmiş, övülmek istenen kişi üçüncü şahıs iken ikinci şahıs yani muhatap kabul edilerek övülmüş; yerilmek istenen kişi ise bunun tersi bir ifade ile muhatap olmaktan çıkarılarak üçüncü şahsa indirgenerek yerilmiştir.
Kısacası, bazen bir cümle bazen de birkaç cümle veya daha fazla belki de sayfalarca tutan bir meram, talep ya da bir fikir veya bir düşünce, iltifat sanatı sayesinde ifade edilmiş ve çeşitli vurgulamalarla ana fikre dikkat çekilmiştir.
(1) Nitekim Firavun ve taraftarlarının, Hz. Musa’ya hitaben söyledikleri sözün nakledildiği âyette, “(Babalarımızı üzerinde) bulduğumuz (dinden) bizi vazgeçiresin diye mi geldin?” (Yûnus, 78) buyurulmuştur. Bu ifadede geçen left kelimesinin, vazgeçirmek anlamına geldiği görülür.
(2) el-Cevherî, es-Sıhâh, Beyrut 1984, “lefete”; er-Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât fi Garîbi’l-Kur’ân, Beyrut trs. s. 452; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, Beyrut 1990, “lefete”; el-Fîrûzâbâdî, Besâiru Zevi’t- Temyîz, Beyrut trs. 4/437; ez-Zebîdî, Tâcu’l-Arûs, Mısır 1306, “lefete”.
(3) es-Sıhâh, “lefete”; el-Müfredât, s. 452; Lisânu’l-Arab, “lefete”; Besâiru Zevi’t-Temyiz, 4/437; Tâcu’l-Arûs, “lefete”; et-Taftazânî, Muhtasaru’l-Maânî, İstanbul 1977, s. 111; Tâhirü’l-Mevlevî, Edebiyat Lügati, İstanbul 1973, s. 62.
(4) Heyet, Türkçe Sözlük, (Türk Dil Kurumu) Ankara 1988, “İltifat”.
(5) el-Gırnâtî, A’lâmu’l-Mağrib ve’l-Enduls, Beyrut 1987, s. 59.
(6) A’lâmu’l-Magrib ve’l-Enduls, s. 59; es-Suyûtî, el-Muzhir fî Ulûmi’l-Lüğa ve Envâihâ, Kahire, trs. 1/334.
(7) İbnü’l-Mu’tez, Kitâbu’l-Bedî’, Beyrut 1982, s. 58.
(8) Kitâbu’l-Bedî’, s. 58.
(9) Muhtasaru’l-Maânî, s. 112.
(10) Ali Nihat, Edebi Sanatlara Dair, İstanbul 1933, s. 22.
(11) İbnu’l-Esîr, el-Meselu’s-Sâir fî Edebi’l-Kâtib ve’ş-Şâir, Riyad 1983, 2/181; et-Tûfî, el-İksîr fî İlmi’t-Tefsîr, Kahire trs. s. 140.
(12) el-Meselu’s-Sâir, 2/181.
(13) Bkz. el-Meselu’s-Sâir, 2/181.
(14) İmruu’l-Kays, Dîvân, Paris 1836, s. 47-48.
(15) Kitâbu’l-Bedî’, s. 59.
(16) Edebiyat Lügatı, s. 63.
(17) Edebî Sanatlara Dair, s. 23.
(18) ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Beyrut, trs. 1/14.
(19) el-Meselu’s-Sâir, 2/182.
(20) el-Meselu’s-Sâir, 2/182-183.
(21) et-Tûfî, el-İksîr fî İlmi’t-Tefsîr, s. 140.
(22) bkz. Kitâbü’l-Fevâid, s. 98-104; el Meselu’s-Sâir, 2/183-199. İltifat sanatı ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. “The Abstracted Self in Arabic Poetry”, Journal of Arabic Literature, XIV, s. 22-30, 1983, Leiden.
(23) Dücane Cündioğlu, “Kur’an’ı Anlamanın Anlamı”, I. Kur’an Haftası Kur’an Sempozyumu (3-5 Ocak 1995), Ankara 1995, s. 214.
(24) Bilgi için bkz. ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Beyrut trs., 1/13-14; er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, Mısır 1938, 17/69; el-Meselu’s-Sâir, 2/184; Kitâbü’l-Fevâid, s. 98; Kâdî Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, İstanbul 1329, s. 4; Ebussuud, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, 1/11.
(25) el-İksîr fî İlmi t-Tefsîr, s. 141.
(26) Ebû Hayyân, el-Bahru‘l-Muhît, Beyrut 1992, 1/43.
(27) Envâru’ t-Tenzîl, s. 32; el-Bahru’l-Muhît, 1/209; İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, 1/54.
(28) el-Keşşâf, 3/45; Kitâbü’l-Fevâid, s. 98; el-Bahru’l-Muhît 7/35; Envâru’t-Tenzîl, s. 412; İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, 2/116.
(29) Bakara, 233; Nisâ, 128; A’râf, 145.
(30) Âl-i İmrân, 55; A’râf, 169; Sâffât, 38; Tûr, 39; Tahrîm, 4; Muhammed, 22; Kıyâme, Abese, 1, 34; Fecr, 17; Tîn, 7. (bkz. el-Keşşâf, 4/566, 4/710; et-Tefsîru’l-Kebîr, 30/44; el-Bahru’l-Muhît, 5/211, 10/210; İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, 1/532, 2/647, 2/669, 2/536; Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili (sadeleştirilmiş), 8/526; Safvetu’t-Tefâsîr (cüzler hâlinde), Beyrut 1981, 4/51, 20/21, 20/58.
(31) Fetih, 20.
(32) Sebe, 37.
(33) Kitâbü’l-Fevâid, s. 99.
(34) el-Keşşâf, 2/338.
(35) et-Tefsîru ’l-Kebîr, 17/69.
(36) M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 4/468.
(37) Keşşâf, 3/218; et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/l77; Envâru’t-Tenzîl, s. 464; el-Bahru’l-Muhît, 8/21; Safvetu’t- Tefâsîr, 10/12.
(38) İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, 2/496; Safvetu’t-Tefâsîr, 15/79.
(39) Fussılet, 13 (el-Bahru’l-Muhît, 9/293).
(40) Bakara 57, 61; Nahl, 72; Mu’minûn, 53; Sâffât, 158; İbn Kayyım el-Cevziye, Kitâbu’l- Fevâid, Mısır 1327, s. 100; İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, 2/412; Safvetu’t-Tefâsîr, 14/25.
(41) Nisâ, 64.
(42) Vâkıa, 51.
(43) Rûm, 39; Sâd, 44; Hucurât, 7; el-Bahru ’l-Muhît, 9/514; İrşâdü ’l-Akli’s-Selîm, 2/520.
(44) el-Keşşâf, 2/648, Kitâbu’l-Fevâid, s. 98; el-Bahru’l-Muhit, 7/10; Envâru’t-Tenzîl, s. 370; İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, 2/40.
(45) et-Tefsîru’l-Kebir, 25/143; İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, 2/335; Hak Dini Kur’an Dili, 6/268; Safvetu’t-Tefâsîr, 12/25; İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, 2/381; Fussılet, 12 (Kitâbu’l-Fevâid, 98; Hak Dini Kur’an Dili, 6/550).
(46) A’râf, 57; En’âm, 99; Furkan, 48; Fâtır, 9,27; Zuhruf, 11.
(47) Fussılet, 12.
(48) Âl-i İmrân, 145; Nisâ, 31, 54, 162.
(49) En’âm, 108; Enfâl, 54; İsrâ, 97; Kehf, 29; Ğâşiye, 25.
(50) Nahl, 122; A’lâ, 8.
(51) el-Keşşâf, 2/167, el-Bahru’l-Muhît, 5/197; Envâru’t-Tenzîl, s. 225; Kitâbu’l-Fevâid, s. 101; İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, 1/527.
(52) İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, 2/156; Safvetu’t-Tefâsîr, 9/14.
(53) el-Bahru’l-Muhît, 9/212; Safvetu’t-Tefâsîr, 14/69.
(54) Âl-i İmrân, 57; Nahl, 101.
(55) Bakara, 159; Âl-i İmrân, 11,57.
(56) Mâide, 14; En’âm, 108, 112; Yûnus, 46; Ahzâb, 73.
(57) Nisâ, 47, 56; Hicr, 25.
(58) Nisâ, 164; Yûsuf, 2l; Ra’d, 37; İbrahim, l, 4; Kehf, 45; Sebe’, 21.
(59) Ra’d, 41.
(60) Enbiyâ, 33.
(61) A’lâ, 7.
(62) Kevser, 2.
(63) el-Keşşâf, 4/10, Kitâbu’l-Fevâid, s. 102; el-Bahru’l-Muhît, 9/56.
(64) Kitâbu’l-Fevâid, s. 99.
(65) el-Keşşâf, 3/4, et-Tefsîru’l-Kebîr, 17/147; Kitâbu’l-Fevâid, s. 101-102; Envâru’t-Tenzîl, s. 286; İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, 1/654. Benzer örnekler için bkz. Yûnus, 61; Hûd, 112; Sebe’, 11; Fetih, 9.
(66) el-Keşşâf, 3/151; et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/33; Kitâbu’l-Fevâid, s. 99; Envâru’t-Tenzîl, s. 442; İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, 2/178.
(67) el-Keşşâf, 3/168; et-Tefsîru’l-Kebîr, 23/62; Kitâbu’l-Fevâid, s. 103; Envâru’t-Tenzil, s. 448; İrşâdu’l- Akli ’s-Selîm, 2/187.
(68) el-Keşşâf, 3/601; Kitâbu’l-Fevâid, s. 102; Envâru’t-Tenzîl, s. 575.
(69) Bakara, 57, 59; Ra’d, 28; Mu’minûn, 76; Zümer, 21.
(70) el-Keşşâf, 2/548; et-Tefsîru’l-Kebîr, 19/107; Kitâbu’l-Fevâid, s. 103; Envâru’t-Tenzîl, s. 339; İrşâdu’l- Akli’s-Selîm, 1/765.
(71) el-Keşşâf, 2/726; Kitâbu’l-Fevâid, s. 103-104; Envâru’t-Tenzîl, s. 394; İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, 2/83-84. Diğer örnekler için bkz. Neml, 78, 87; el-Keşşâf, 2/386; Kitâbu’l-Fevâid, s. 103; et-Tefsîru’l-Kebîr, 24/20; el-Bahru’l-Muhît, 8/272; Envâru’t-Tenzîl, s. 509; İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, 2/295; Hûd, 5 (el- Bahru’l-Muhît); Nahl, 1 (el-Keşşâf, 2/592; Kitâbu’l-Fevâid, s. 103; el-Bahru’l-Muhît, 6/503); Hac, 31 (Kitâbu’l-Fevâid, s. 98).
(72) bkz. Kitâbu’l-Fevâid, s. 104.
(73) el-Keşşâf, 2/428; Kitâbu’l-Fevâid, s. 104; Envâru’t-Tenzîl, s. 306; İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, 1/697.
(74) el-Keşşâf, 2/403-404; Kitâbu’l-Fevâid, s. 101; İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, 1/683.
(75) el-Meselu’s-Sâir, 2/193.
BİBLİYOGRAFYA
Ali Nihat, Edebi Sanatlara Dair, İstanbul 1933.
El-Askerî, Ebû Hilâl el-Hasen b. Abdullah b. Sehl, Kitâbu’s-Sinâ’ateyn, Kahire 1952.
El-Beydâvî, Abdullah b. Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, İstanbul 1329.
El-Cevherî, İsmail b. Hammad, es-Sıhâh, Beyrut 1984.
Cündioğlu, Dücane, “Kur’an’ı Anlamanın Anlamı”, I. Kur’an Haftası Kur’an Sempozyumu (3-5 Ocak), Ankara 1995.
Ebû Hayyân, Muhammed b. Yûsuf, el-Bahru’l-Muhît, Beyrut 1992.
Ebu’l-Velîd İsmail b. Ahmer, A’lâmu’l-Mağrib ve’l-Enduls, Beyrut 1987.
Ebussuud, Muhammed b. Muhammed, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâyâ Kitâbi’l-Kerîm, Mısır h. 1275.
El-Fîrûzâbâdî, Muhammed b. Yakub, Besâiru Zevi’t-Temyîz, Beyrut, trs.
El-Gırnâtî, İsmail b. Ahmer, A’lâmu’l-Mağrib ve’l-Enduls, Beyrut 1987.
Heyet, Türkçe Sözlük (Türk Dil Kurumu), Ankara 1988.
İbn Kayyım el-Cevziye, Şemsuddin Ebû Abdillah Muhammed b. Abdilmelik, Kitâbu’l-Fevâid, Mısır h. 1327.
İbn Manzûr, Muhammed b. Mükerrem, Lisânu’l-Arab, Beyrut 1990.
İbnu’l-Esîr, Ziyâuddin Nasrullah b. Muhammed el-Meselu’s-Sâir fî Edebi’l-Kâtib ve’ş- Şâir, Riyad 1983.
İbnu’l-Mu’tez, Abdullah b. el-Mu’tez Billâh, Kitâbu’l-Bedî’, Beyrut 1982.
İmruu’l- Kays, Dîvân, Paris 1836.
Er-Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, Beyrut trs.
Er-Râzî, Fahruddîn Muhammed b. Ömer, et-Tefsîru’l-Kebîr, Mısır l938.
Es-Sâbûnî, Muhammed Ali, Safvetu’t-Tefâsîr, Beyrut 1981.
Es-Suyûtî, Celâluddîn Abdurrahman, el-Muzhir fî Ulûmi’l-Luğa ve Envâihâ, Kahire trs.
Et-Taftazânî, Mes’ûd b. Ömer Sa’d, Muhtasaru’l-Maânî, İstanbul 1977.
Tâhiru’l-Mevlevi, Edebiyat Lügati, İstanbul 1973.
“The Abstracted Self in Arabic Poetry”, Journal of Arabic Literature, XIV, Leiden 1983.
Et-Tûfî, Süleyman b. Abdilkaviy b. Abdilkerim, tahkik, Abdülkadir Hüseyn, el-İksîr fî İlmi’t-Tefsîr, Kahire trs.
Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, (sadeleştirilmiş) trs.
Ez-Zebîdî, Muhammed b. Muhammed, Tâcu’l-Arûs fî Şerhi’l-Kamûs, Mısır 1306.
Ez-Zemahşerî, Mahmud b. Ömer, el-Keşşâf, Beyrut trs.
BAYRAKSIZ OLAMAM
Bir çocuksam
Kucaksız,
Oyuncaksız;
Bir delikanlıysam
Atsız,
Pusatsız
Olabilirim.
Bayraksız olamam.
Taşıp yirmi yaş dileklerinden
Ufuk ufuk süzülen
Bir gemiyim ben;
Rüzgarsız olabilirim
Yelkensiz olabilirim
Bayraksız olamam.
Eşsizsem, yalnızsam
Kısmetini bekliyen bir genç kızsam
Ve gelirse eğer mutlu günüm
Yapılırsa bir gün düğünüm
Telsiz, duvaksız olabilirim
Bayraksız olamam.
İster erkek, ister kadın
Çocuğuyum bu vatanın
Ve gazada can borcuyum
Serhadda kale burcuyum
Susuz olabilirim
Uykusuz olabilirim
Bayraksız olamam.
Ölürsem, taşım yazım
Kaygu olmasın yakınlarıma
Birşey istemem
Yeter ki ay doğsun mezarıma
Taşsız olabilirim
Yazısız kalabilirim
Bayraksız olamam.
Konaksız, saraysız
Evsiz, yuvasız, köysüz
Kalabilirim
Sevdiklerim gidebilir
Sevenlerim ihanet edebilir
Her şeysiz kalabilirim, her şeysiz olabilirim.
Bayraksız olamam
Bayraksız olamam
(...)
Arif Nihat ASYA