Makale

YENİ BİR KİTAP DOLAYISIYLA“TAHRÎCÜ’L-FUR Û’” KAVRAMI ÜZERİNE

YENİ BİR KİTAP DOLAYISIYLA
“TAHRÎCÜ’L-FUR Û’” KAVRAMI ÜZERİNE
Ahmet YAMAN
Selçuk Univ. İlahiyat Fak. Araştırma Görevlisi

Dr. Yakup b. Abdilvehhab el-Bâ Huseyn, et-Tahric inde’l-Fukahâ ve’l- Usûliyyîn (Dirâse Nazariyye Tatbîkıyye Te’sîliyye), Meklebetü’r-Rüşd, Riyad 1414, Orta boy, 398 s.

Ana gayesi, şer’î delillerden amelî hükümleri çıkarabilmeyi sağlamak olanl fıkıh usûlü yani İslam hukuk metodoloji ve felsefesi, müslümanların hukuk ilmine sağladıkları en büyük kazanımlardan biridir. Zira, Muhammed Hamidullah’ın da belirttiği gibi, insanlık tarihinde çok eski devirlerden beri hukukun izlerine rastlanır. Ancak bunlar, furû’a yani hayatta karşılaşılan meselelere verilen pratik cevaplardan veya yine aynı maksatla hazırlanmış kanun metinlerinden ibaret düzenlemelerdir. Yoksa müslümanların "usûlü’l- fıkh", anglosaksonların “jurisprudence” kavramlarıyla ifade ettikleri hukuk metodolojisi ya da hukuk ilminin esasları çerçevesinde ortaya konulmuş hükümler değildir. Bu yüzdendir ki, Islama tekaddüm eden dönemlerde hukuk metodolojisine ait bir esere de rastlanılamamıştır.2

Müslüman hukukçular, ana kaynaklarının kendilerine tanıdığı geniş imkanı kullanarak -aralarında yaklaşım farkları olmakla birlikte- tespit ettikleri bu yöntem (usûl) ile önlerine çıkan meseleleri çözümlemişler ve böylece tutarlı bir hukuk zihniyetine sahip ola gelmişlerdir.

Fakıhlerin farklı yöntemler takip etmeleri, tabiatıyla farklı hükümlerin tahricine yol açmıştır. Söz konusu yöntem farklılığı değişik usul mezhepleri arasında olabildiği gibi aynı usul mezhebi İçinde de görülebilmiştir. Mesela “Fukahâ Mezhebi” müntesipleri ile “Mütekellimûn Mezhebi” müntesipleri arasında usûl ihtilafları olduğu gibi, “Mütekellimûn”un kendi arasında da usul ihtilafları vardır, Şafii usûl alimi Cemalüddin el- İsnevî (veya el-Esnevî v. 772/1370), et-Temhîd fi Tahrici’l-Furû’ ale’l-Usul isimli eserinde3 bunun güzel örneklerine değinmiştir. Detay hükümlerdeki (furû) farklılık, temel itibariyle işte bu usûl farklılığının bir neticesidir.

Fıkıh usûlünün tarihiyle ilgili eksik bilgilenmeden dolayı “Fıkıh usulü biliminin kurucusu Şafiî’dir. Ondan önceki fakihler ellerinde istinbât için belirlenmiş ölçüler ve kurallar olmaksızın ictihad ederlerdi.”4 şeklinde iddialar olsa da gerçekte bütün İslam hukukçuları ve mezhepleri mutlaka bir metodolojiden hareketle hükümler tespit etmişlerdir.

Takib edilen usûldeki ihtilafların farklı hükümler tahricine sebep olduğunu söylemiştik. Burada şu soru hatıra gelebilir: Acaba her usûl ihtilafı tatbikî hukuk alanında bir tesir icra eder mi? Veya bütün hükümler usûl-i fıkıh sayesinde mi tahrîc edilmiştir?

Şunu hemen kaydedelim ki, her usûl farkılılığının furû’a yansıyan bir sonucu yoktur. Usûlde ihtilaf konusu olan pek çok mesele aslında kelam, gramer ve matematik gibi bilimler ile ilgilidir ki, bunlar doğrudan hüküm tahrîcinde kaynak değillerdir.

Ebu İshak eş-Şâtıbî’nin (v, 790/1388), İslam hukukunun ruhuna ve kanun koyucunun hüküm tesbitindeki maksatlarına büyük yer vererek usûl meselelerini incelediği eseri el- Muvâfakât’da dediği gibi, usûl-i fıkıhda kabul edilmiş, tartışılmış her konuya fer’î mesele bina edilmez. Usûl ilmi bunu, diğer ilimlerden emaneten alıp bahis mevzuu yapmıştır. Usûl ilminin fıkha izafesi, ona faydalı olması yönüyledir, yoksa usûlde tartışılan her konunun fıkha temel teşkil etmesi yönüyle değil. Dolayısıyla üzerine fer’î bir mesele bina edilen her şeyin usûl-i fıkıhtan sayılması gerekmez. Öyle olsaydı mesela nahiv, lügat, iştikak, tasrif, me’ani, beyan, sayım-ölçüm ve hadis gibi diğer disiplinleri de usûl’den saymak icap ederdi. Her ne kadar hüküm tahrîcinde bunlar da faydalı oluyor ve bazı fer’î meseleler bunlara istinat ediyorsa da, fıkha yardımcı olan her şey onun usûlünden sayılacak değildir.5

Buraya kadar ki sözlerimizden şu anlaşılıyor ki, fer’î hükümler sadece usûl-i fıkıh yardımıyla tahrîc edilmezler. Bunun yanında nahiv ve lisan ilimlerinin, rivayet ilimlerinin ve aritmetiğin de hüküm çıkarımında fıkha yardımcı olduğu sezilmektedir. Şu kadar var ki, bütün bu disiplinler Öteden beri usûl-i fıkıh içinde mütalaa olunmuştur.

Bu noktada bir başka hususa da değinmemiz gerekiyor. Acaba küllî fıkıh kaideleri (kavâid-i külliyye) hüküm çıkarımında bir tesir icra eder mi? Daha açık bir ifadeyle genel hukuk ilkelerine dayanarak hüküm tespit edilebilir mi?

İslam hukukunun maksat ve esasını yansıtan fıkıh kaideleri, birbirine benzer ve bir tek kıyas altında toplanabilen hükümlerin bütününden çıkartılmış ortak noktalardır.6 Daha açık bir tarifle, detay (cüz’î/fer’î) meselelerin hükümleri bilinmek için o detay meselelerin tamamına veya çoğunluğuna uyabilen genel hükümler olarak tarif edilir.7 Bu açıdan kavâid-i külliyye, usûl-i fıkıhtan ayrı bir yapı arz etmektedir. Bu konuda Karâfı’nin (v. 684/1285) şu tespitleri bu farkın anlaşılmasını kolaylaştıracaktır: ‘‘Fıkıh, usûl ve furu’ olmak üzere iki bölümdür. Usûlü de kendi içinde ikiye ayrılır. Birine usûl-i fıkıh denir, diğerine ise kavâid-i fıkhiyye denir. Kavâid-i fıkhiyye, fıkhın inceliklerini ihtiva eder. Her bir kaide pek çok mesaiyi içine alır ki, bunlar usul-i fıkhın konusu değildir. ”8

Bununla birlikte bazı müellifler küllî fıkıh kaidelerini de fıkhın müstakil kaynakları arasında saymışlardır.9 Fakat şunu hemen ifade edelim ki, delil olarak nitelenen bu kaidelerin büyük kısmı, aslında usûl-i fıkıh kaidesi olup furû’-ı fıkıhda da çok kullanılmaları sebebiyle fıkıh kaidesi gibi zannedilenlerdir. “Adet hakem kılınır”, “Zarar ortadan kaldırılır”, “Suçsuz ve borçsuz olmak esastır” gibi daha çok Kitap ve Sünnet nassına dayalı ve hemen hemen hiç istisnaları olmadığı için küllî sayılan böyle temel kaieler hüküm istinbatında delil olarak kullanılabilirler.10 Bunların dışında kalan diğer fıkıh kaidelerine gelince, onlar hüküm çıkarımında tek başına delil olmazlar. Konuya ait özel bir delil bulunduktan sonra onu destekleyen bir asıl niteliğiyle hüküm tesbitine yardımcı olabilirler, o kadar. Mecelle şarihi Ali Haydar Efendi’nin de dediği gibi “bir kitabı mu’teberada hususi meseleye zaferyab olunmadıkça mezkur kavâid-i fıkhiyyeyı tatbikan amel ve hüküm olunamaz”11

Fakihlerin metodolojilerindeki farklı yönelişlerin değişik detay hükümleri tesbitte Önemli bir etken olduğunu zikretmiştik. Bunun yanında İslam hukukçularını birbirlerine göre değişik hükümler benimsemeye götüren bazı harici sebepler de vardır. Daha geniş bilgileri bu alanda yazılmış müstakil kitaplara bırakarak, İslam hukukçularının ihtilaf sebeplerini genel olarak şöyle bir sıralama içinde gösteri biliriz:

1. Kur’ân-ı Kerimle ilgili ihtilaf sebepleri

a. Kur’ân-ı Kerim’i okuyuştaki kıraat farklılıkları

b. Şazz kıraatlerin durumu

2. Sünnet ile ilgili ihtilaf sebepleri

a. Sünnete muttali olup olmama durumu

b. Sünneti unutma durumu

c. Sünnetin sübutuyla ilgili olarak sıhhat açısından değerlendirme Ölçülerindeki farklılık

3. Nassları anlayış ve yorumlama farklılıkları

a. Müşterek lafızların durumu

b. Birbiriyle çelişen (mütearız) nassların cem, telif ya da neshindeki yöntem farklılığı

c. Hz. Peygamber’in (s.a.s) fiillerini değerlendirmedeki farklılık

d. Hz. Peygamber’den sadır olan hükmün illetindeki farklı tespitler

4. Dil bilgisi (gramer) kurallarındaki anlayış farklılıkları

5. Hakkında nass bulunmayan konularda yapılan içtihadın farklılığı

6. Ve nihayet takip edilen metodolojik yaklaşım farklılığı"12

İslam hukuk sistemi içerisinde nazari hukuk (usûlü’l-fıkh) ile tatbiki hukuk (furû’u’l-fıkh) yanyana gelişmiştir. Nazariye olmadan tatbikat mümkün olmadığı gibi, tatbik zemini bulmayan nazariyeler de eksiktir. İslam hukukunun tarih içindeki seyri ve gelişmesi dikkate alındığında onun kendi sistemi dahilinde hukukun bu iki türünü de kamil düzeyde geliştiren cephesi açıkça görülür.

Nazariye ile tatbikatın yanyana eğitimi ve uygulanması, nadir de olsa tatbikatın nazariye üzerinde etkili olmasını doğurmuştur. Kaldı ki, usul-i fıkhın doğuşunda -mütekellimun metodu ile yazılan eserler de dahil olmak üzere- mezhep imamlarının nasslar karşısındaki tutumunun yorumlanması da etkili olmuştur"13

Mesela şer’î/teklîfî hükümler incelenirken vacib bahsinde, vacibi bir çok yönden değişik kısımlara ayırmak furu’un etkisiyle olmuştur. Bilinen bir-iki meseleyi izah için değişik ayrımlar yapılmış, sadece namaz, oruç ve haccı kapsayan ’‘müvessa ’-mudayyak vacib” ayrımına gidilmiştir.

Bir başka örnek de şudur: Hanefi doktrini içindeki bir usul prensibine göre “müşterek lafız, koruluğu bütün manaları aynı anda kapsamaz= Inne’l-müşterak la ye’umm”. Fakat bu prensip, hanefi furu’u içinde bazı hükümlere uymadığından zamanla “müşterek lafız, konduğu bütün manaları ayna anda kapsamaz; ancak olumsuz bir ifadeden (nefiden) sonra kapsar = el-müşterak la ye’unun illa izâ kâne ba’de’n-nefyi feye’umm” haline getirilmiştir. Usul prensibinin bu şekilde değişime uğramasında rol oynayan furu meselelerden birisi şudur: Bir kimse birisine ‘vallahi senin mevlanla konuşmayacağım’ dese ve muhatabının hem azadlı kölesi (mevlası) hem de efendisi (mevlası) şeklinde iki türden mevlası olsa, bunlardan birisiyle konuştuğunda yeminini bozmuş olur"’14 Oysa ilk prensibe göre hüküm tespit edilseydi yeminin bozulmadığına hükmedilecekti.

Buraya kadar değişik yönlerine kısa atıflar yaptığınız, usûl ilkelerine dayanarak pratik (furu/detay) hükümler çıkarımı veya az da olsa bunun karşıtı olan furudan hareketle usûl ilkeleri tespit etme konusunda, klasik dönemlerden itibaren eserler telif edilmeye başlanmıştır.16 Bazı yazarlar, bu konuda yapılan ilk çalışma olarak V. yüzyıl hanefi hukukçularından Ebu Zeyd ed-Debûsı (veya ed-Debbûsî)’nin (v. 430/1038) Te’sisü’n- Nazur isimli eserini gösterirler. ed-Debûsî bu eserinde hanefilerle şafîiler ve malikiler arasındaki ihtilafın temelleriyle beraber, bizzat hanefi imamların kendi aralarındaki görüş farklılıklarının çıkış noktalarını beyan eder. Fakat bu eser daha ziyade fıkıh ilkelerinden hareket ederek ihtilafları ortaya koyan bir kimliğe sahiptir. Usul ile ilgili kaidelere çok az yer verilmiştir. Öyle ki, 86 asıldan ancak beş tanesi usûl meselesi olarak değerlendirilebilir. Onların da ikisi haber-i vahid, biri tahsis, biri de sahabi kavliyle ilgilidir. Şu halde bu eser, tam anlamıyla furu’un asıllara bağlanmasını yansıtan bir özelliğe sahip değildir

Şafii hukukçularından Muhammed b. Ahmed ez-Zencânî’nin (v. 656/1258) "Tahrîcü’l Furû’ ale’l-Usul" isimli kitabı usûl-i fıkhın furû’daki eseri konusunda yazılan ilk kitap olarak bilinmektedir. Zencânî bu kitabında hanefi ile şafii doktrinleri arasındaki usûl-furû ilişkisini inceler, diğer doktrinlere yer vermez. Takip ettiği metodu kendisi şöyle açıklar: işe önce furu‘un kendisine döndüğü usûl ilkesini açıklamakla başladım. Sonra her iki mezhebe göre bu usûl ilkesinin delilini zikrettim. Ardından da bit ilkeden çıkan fer’î hükümleri iliştirdim.18

Sadece usûl kaideleriyle yetinmeyen Zencânî bıınıın yanında fıkıh kaidelerine de zaman zaman yer vermiştir. Hatta bazen “usûl” kelimesinin usul-i fıkıh kaideleri yanında fıkıh kaidelerini de kapsamasını uygun görmüştür. Mesela nikah bölümünde beş usul ve üç fıkıh kaidesiyle konuyu incelemiştir.

Az önce dediğiniz Debûsî’nin Te’sisü’n Nazar’ı ile Zencânî’nin bu eserini karşılaştıran Muhammed Edib Salih şu noktalan tespit etmiştir:

a. Te’sîsü’n-Nazar’da Ebu Hanife, Imameyen, Züfer, Hasen b. Ziyad, İmam Malik ve İmam Şafii’nin ihtilafları verildiği halde, Zencânî, talakla ilgili bir meselede imam Malik’in görüşünün zikri dışında yalnızca haneli ve şafi ihtilafı üzerinde durmuştur.

b. Tahrîcü’l-Furû’da sistem olarak fıkıh babalan esas alınmış, fer’i meseleler düzenli olarak o babaların kapsamı içinde zikredilmiştir. Te’sis’de ise fıkıh babaları esas alınmış, İhtilafa sebep olan ilke (asıl) belirlendikten sonra fıkıhın hangi konusuyla ilgili olursa olsun o ilke altına giren örnekler verilmiştir.

c. Zencânî’nin eseri usûl kaidelerini temel alıp pek çok usûl kaidesi zikrettiği halde Debûsî’nin esen sadece beş usûl kaidesi ihtiva etmektedir.

d. Zencânî, usul kaidelerinin dayandığı delilleri verirken Debûsî kaideleri müssellem esaslar olarak sunar ve onları tartışmaz.19

Üzerinde ihtilaf edilen usul meselelerini konu edinen, buradan hareketle de hanefiler, şafiler ve malikler arasındaki tesir ve neticeleri inceleyen Muhammed b.Ahmed et-Tilimsânî (veya et-Telemsânî)’nin (v.771/1369) Miftahu ’l-Vüsul ila Binai’l -Furu ale’l-Usûl isimli eseri de20 konumuzla ilgili bir çalışmadır.

Bir başka şafi usûl alimi olan Ebu Muhammed Cemalüddin el-İsnevi’nin daha önce adını aldığımız et-Temhîd fi Tahrici’l-Furû’ale’l-Usul isimli eseri, daha farklı bir sistematik ve muhteva ile konuya eğilmektedir, İsenevî bu eserinde sadece şafiiler arasındaki usul ihtilaflarına yer verir ve kitabını Zencânî’nin yaptığı gibi fıkıh babalarına göre değil de usûl konularının genel başlıklarına göre tasnif eder.

İsnevî’nın et-Temhid’de takip ettiği metod genel hatlarıyla şöyle özetlenebilir: Önce usûl meselelerini tartışmalı bir biçimde fakat delillere yer vermeden ortaya koyar. Sonra şafii mezhebi içinde kimlerin hangi yolu seçtiğini ve essah olanın hangisi olduğunu tespit eder. Sonra da bunu fer’ı hadise ve hükümlerle genişletir. Çok az yerde mu’tezile ve hanefilerin görüşlerine atıflarda bulunması göz ardı edilirse, şafii mezhebi dışında diğer mezheplere hemen hemen hiç yer vermez.21 et-Temhid’i tahkik edip neşreden M. Hasen Heytu’nun tesbitine göre İsnevî, furu örneklerini %80 itibariyle talak bahislerinden seçmiştir.22

İsmi tespit edilmeyen bir şii müellife ait olan ve hicri 968 yılında yazıldığı anlaşılan Keşfü’l-Fevaid min Temhidi’t- Kavaid; Muhammed b. Abdullah et-Tumurtaşi (v.1004/1595) isimli bir hanefi hukukçuya ait olan el-Vusul ila Kavaidi’l- Usul ve yine isimi tespit edilemeyen bir şafii hukukçu tarafından kaleme alınan Tahricü’l-Furu’ ale’l-Usıd isimli eserler23 ile hanbeli usulcüsü Ibnü’l- Lahham’ın (v.803/1400) el-Kavuid ve’l- Fevaidü’l-Usiliyye ’si24 bu alanın edebiyat türleri olarak gün yüzüne çıkabilmiş eserlerdir.

Mustafa Said el-Hın’ın Ezher’de hazırladığı bir doktora çalışması olan Eseru’l-Ihtilaf fi’l-Kavaidi’l-Usulıyye fı Ihtilafi’l-Fukaha isimli kitabı konumuzla ilgili son çalışmalardan birisidir. Tezde, furu’daki ihtilafların ortaya çıkması ve bunların sebepleri üzerinde durulur. Başlıca ihtilaf sebepleri olarak da kıraat farklılıkları, hadiselere erişebilme keyfiyeti ve sıhhat açısından değerlendirme ölçüleri, nassları anlayış ve yorumlayış farklılıktan ve diğer yöntem farklılıkları üzerinde durulur.25

Yine Ezher’de Mustafa el-Buğa tarafından hazırlanan Eseru’l-Edilleti’l- Muhtelef fiha fi ’l-Fıkhi ’l-lslam isimli doktora tezine de işaret etmeliyiz. Müellif bu çalışmasında istislah, istihsan, istishab, örf, sahabi kavli, Medine toplumunun icması, geçmiş şeri’atlerle ihticac, sedd-i zera’i, el-ahz bı ekal mâ kîl (nakledilen miktarların sayıca en azıyla hüküm vermek) gibi ihtilaflı delilleri ve bunlardaki farklı yönelişlerin hukuk üzerindeki yansımalarını incelemektedir.26

işte yukarıda künyesini verdiğimiz ve burada tanıtmak istediğimiz eser, gerek nazari gerekse tatbiki fıkıh alimlerince takip edilen “tahrîc” yani ilke ve hüküm çıkarımı konusunda yapılmış en son çalışmalardan birisini teşkil etmektedir.

Halen İmam Muhammed b. Suud el- Islamiyye Üniversitesinde fıkıh usulü öğretim üyesi olarak görev yapan ve daha önce “Rafu’l-Harac fi’ş-Şeri’ati’l- İslamiyye ” başlıklı teziyle27 tanınan Dr. el-Bâ Huseyn, eserini bir mukaddime ve temhid ile iki ana bölümde tanzim etmiştir. Temhid (s.9-13)’de “tahric”in tarif ve çeşitlerine değinen yazar burada tahric kavramının, imamların kendi İttihatlarını oturttukları ilkelere ulaşmak veya Zencani ve İsnevi’nin kitaplarında olduğu gibi fıkhi ihtilafları usul kaidelerine müncer kılma çabası olarak anlaşıldığını ve bu anlamıyla “cedel’ kavramına yaklaştığını söylemektedir. Fukahanın çoğunluğu ise bunu farklı bir içerikle tarif etmiştir: Tahriç mukayyed bir istinbattır yani bağımsız bir hüküm çıkarımı değildir. Daha açık bir ifadeyle, hakkında mezhep imamı tarafından hüküm verilmemiş bir meseleyi, onun görüş beyan ettiği benzer bir meseleye katarak çözümlemektir. Tahric’in bir başka anlamı da şudur: Mezhep imamlarından nakledilen görüş ve içtihatları değerlendirerek onların izlediği yöntemi/ kaynakları beyan etmek..(s.11-12).

Tahricin çeşitlerine ayrılan 1. Bölüm (s. 15-295) öncelikle “Tahricü’l-Usûl mine’l Furû” yani fıkıh usulil kurallarının furu hükümlerin incelenerek tespit edilmesi konusuna eğilmektedir. Bu tür tahricin konusu, dayanaklarıyla ortaya çıkış ve gelişim seyrini (s. 17-46) anlatırken yazar şu bilgileri vermektedir: Detay fıkhi düzenleme ve içtihatlardan hareketle usul İlkelerini tespit işi, mezheplerin teşekkülüyle beraber başlamıştır. İmam Şafii, er-Risale isimli fıkıh usulü eserini yazınca. diğer mezheplerin önde gelen alimleri; kendi imamlarının izlediği yöntemi tesbit etmeye yöneldi. İhtilaf noktalarını kendi açılarından gerekçelendirme amacı belirdi. Şah Veliyyullah ed-Dehlevi’nin de dediği gibi 28 usul kitaplarındaki bilgiler imamların görüşlerinden çıkartılmıştır, "Ziyade nesihtir, amm da hass lafız gibi katidir, ravilerin çokluğu tercih sebebi değildir, mefhum-ı şart ve mefhum-ı vasfa itibar edilmez, emir kesinlikle vücub ifade eder” vs, gibi usul prensipleri, mezhep imamlarının içtihatlarından tahric edilmiştir. Bunları ‘Ebu Hanife veya Imameyn böyle söyler’ diye kendilerine izafe etmek doğru değildir. (s. 26-27)

Yazar, bu görüşünü teyit amacıyla Serahsi’nin naklettiği şu anekdota yer verir:

İmam Muhammed’e sormuşlar:

- Bunların hepsini Ebu Hanife’den mi duydun?

- Hayır.

- Peki Ebu Yusuf’tan mı duydun?

- Yok, ondan da duymadım. Biz bu kuralları müzakere ederek (hükümleri inceleyerek) tespit ettik. 29 (s. 27)

Diğer mezheplerde de durum böyledir. Mesela ‘emrin fevr (hemen ilk fırsatta yamak) mı, yoksa terâhî (uzun vadede yerine getirmek) mi ifade edeceği konusunda imanı Malik’ten bir görüş nakledilmemiştir. Fakat İbnü’l-Kassâr’ın da (v. 398) belirttiği gibi maliki uleması İmam Malik’in yaklaşımının fevr yönünde olduğunu söyler. Bu neticeyi de Onun ‘hac fevridir’ şeklindeki içtihadından çıkarırlar. (s. 29) İmam Muhammed’ın ise emrin terâhî ifade edeceği görüşünde olduğunu Onun el-Cami’u’l-Kehîr’deki nezir ile ilgili şu içtihadından alırlar: Bir kimse eğer bir ay i’tikaf edeceğim diye nezretse dilediği herhangi bir ayda bu nezrini yerine getirir. Aynı şekilde bir ay oruç tutacağını diye nezretse dilediği ayda tutar. 30 Zaten Serahsi de zaman zaman, usul ilkesini tespit ettikten sonra ‘böyle olduğuna alimlerimizin benimsediği hükümler de işaret etmektedir= fe âlâ hâzâ de dellet mesâilü ulemâ ina’ der. 31 (s.30)

Bu şekilde belirlenmiş usul kaidelerini (el-Usûlü’l-Muharrace) örneklerle gösteren (s.29-35) ve bunların mezhep imamlarına nisbetini tartışan (s. 36-43) el-Bâ Huseyn, ikinci tahric türü olarak “Tahricü’l-Furû’ ale’l-Usûl” yani önceden belirlenmiş usûl kaidelerine dayanarak furu hükümleri çıkarmayı ele alır. (s. 47-182) Burada özetle şu bilgileri verir: Tahricü’l-Furu’ ale’l-Usûl bir ilim olarak IV. yüzyılda ortaya çıktı. Debûsî’nın Te ’sisü’n-Nazar ’ı, İbnü’l-Kassâr el-Maliki’nin (v. 398/1008) Uyunu’l-Edille’si, Gazzâli’nin (v. 505/1111) Kitabu’l-Meâhiz’i ve Ibnü’s-Sa’âtî’nin (v.694/1295) el-Bedi’ fi Usûli ’l-Fıkh ’ı bu alanın ilk eserleridir. Bu konuda yazılan eserlerin ana konulan şunlar olmuştur:

a. Delillerin durumuna ve ihtilaflı kaidelerin doğrululuğuna ilişkin bahisler

b. Hükümlerin delillerden çıkarılma aşamalarına ve nassın zahire, mütevatirin ahada tercih edilmesi gibi istidlal şartlarına ilişkin bahisler, (Tabiatıyla bütün istidlal şartlan değil, tartışma konusu olan şartlar)

c. Hukukçuları İhtilafa sevk eden sebepler

d. Tahric yapacak olan hukukçu ile ilgili şartlar

e. Mezhep imamının ilkeleriyle aralarındaki ilişkileri tespit açısından detay hükümler.

Daha sonra usul ilkelerine göre hüküm çıkarımının teknik yönlerine ve bu yolla ulaşılan hükümlerin mezhep imamlarına nisbetinin ne kadar doğru olacağına değinen yazar (s. 99-106) ayrıca bu tür tahric edebiyatının belli başlı ürünlerini de kısaca tanıtmaktadır, (s. 107-182)

Birinci Bölüm’de son olarak ele alınan konu, furu çözümleri baz alarak yine furu hükümler tespit etmek diye karşılayabileceğimiz “Tahricü’l-Furu’ ale’l- Furu” türüdür, (s. 183-294) Tahricin bu türü, sonraki fukahanın yeni çıkan meseleleri, imamların önceden çözümledikleri konulardan hareketle çözümlemek ve ayrıca bir fıkhi kaideden hüküm istinbat etmek (s. 185) şeklinde tanımlanmaktadır. Böyle bir tahric İşleminin kaynakları olarak da nass, mefhumü’n- nass, ef’alü’l-eimme, takriratü’l-eimme, sahih hadis ve kıyas sayılmaktadır.

Kitabın İkinci Bölümü, tahric yapacak alimlerin hiyerarşik mertebeleri, taşımaları gerekli nitelik ve şartlar ile tahric yoluyla elde edilen hükümlerin çeşitleri gibi konulara ayrılmıştır (s. 295-342). İbn Kemal Paşazade’nin (v.940/1534) hanefı fıkıh alimlerini kuşatan meşhur tasnifi ile İbnü’s-Salah’ın (v. 643/1246) Edebü’l-Müfti ve’l-Müstefti isimli eserinde yaptığı tasnif ve İbn Hamdân’ın (v. 695/1296) Sıfatü’l-Fetva ve’l-Mufti ve ’l-Müstefti’deki tasnifinin değerlendirilmesinden sonra tahric ehliyetine sahip hukukçuların nitelik ve şartları incelenmektedir.

İkinci Bölümün üçüncü faslı, tahric metoduyla elde edilen yeni hükümlerin (el-ahkamü’l-muharrace) çeşitlerine ve mezheplerin bu tür hükümleri hangi kavramlarla nitelediklerine ağırlık vermektedir. Buna göre ahkam-ı muharrace şöyle sınıflandırılmaktadır:

1. Rivayet - Rivayetân – Rivâyât: Bütün mezheplere göre herhangi bir mesele hakkında bizzat mezhep imamının o meselenin hükmüne ait olarak sarf ettiği ifadeye rivayet denir.32 Fakat bazı hanbeliler, mezhebin ileri gelen ilk fakihlerinden (ashabından) yapılan nakillere de rivayet demişlerdir. Bir mesele hakkında birden fazla rivayet (rivayetân veya rıvayât) bulunursa bunların hepsi de mezhep imamına ait olamaz. Zira nakilde ihtilaf edildiği için rivayetler de çoğalmıştır. Yoksa imam o konuda iki ayrı görüş ileri sürmüş değildir. Ama kavleyn denilirse o takdirde bu iki kavil de imama atfedilebilir. Rivayetlerden sadece birisi imama ait olacağından eğer tarihleri biliniyorsa sonuncusu onun görüşü sayılır. Tarihleri arasında öncelik sonralık tespit edilemiyorsa artık içtihatla birisi tercih edilir. 33 (s.345-346)

2. Tenbîhât: Daha çok hanbeli kitaplarında rastlanılan bir terimdir ve şu anlamda kullanılmaktadır: imam Ahmed’e atfedilen fakat ona kesin ve sarih bir ibare ile değil de cümlenin gelişinden tahminen nisbet edilen içtihatlardır. Hanbeli hukukçular böyle içtihatları “Evmee ileyhi Ahmed = Ahmed bunu ima etti; Eşara ileyhi - Buna işaret etti; Delle kelamüh aleyh = Onun sözü buna delalet eder; Tevakkafe fih = Bu konuda sustu” gibi ifadelerle belirtirler.34 (s.347).

3. Kavi - Kavlan - Akvâl: Hanefilere göre imamın bizzat kendisinin söylediği içtihatlardır.35 Şafiiler bu kavrama daha geniş bir muhteva kazandırmışlardır. Buna göre imamın ilk sözüyle uyuşmayan başka bir sözünden çıkarılan hüküm için de kavi terimi kullanılabilir.36 Hanbelilerde ise kavleyn terimi, imamın nassan belirttiği hükümler veya birini belirtip diğerini ima yoluyla gösterdiği hükümler için kullanılmaktadır.37 (s. 347)

4. Vech - Vechân - Evcüh: Şafiilerde, şafıi mezhebinin önde gelen ilk hukukçularının, İmamlarının usulüne göre çıkardığı hükümlerdir / görüşlerdir.38 Hanbelilerde de, mezhep ashabının tahric yoluyla ulaştığı hükümler olarak şafi- ilerle aynı anlamda kullanılmıştır.39 (s.348)

5. Turuk: Şafiiler tarafından kullanılan bu tahric terimi, mezhep ashabının mezhebin bir konudaki görüşünün kavleyn mi yoksa vecheyn mi olduğunda ihtilaf etmiş olduklarını göstermektedir.40 (s. 349)

Bütün bu konuları irdeledikten sonra geniş bir sonuç bölümüyle çalışmasını bitiren Dr. el-Bâ Hüseyn, kitabın sonuna eklediği fihristlerle eserden istifadeyi bir kat daha artırmıştır. Kitap bu haliyle “tahric” kavramının her üç türüyle de ilgili olarak derli toplu bilgiler veren, çağdaş araştırma tekniklerine uygun olarak hazırlanmış hüviyetiyle takdire şayan bir etüt özelliğini taşımaktadır.

(1) Molla Husrev, Mir’ât (İstanbul 1312), s. 24, Şakır Han beli, Usulü’l-Fıkhi’l-lslâmî (Suriye 1368), s. 36-38

(2) M Hamidullah, İslam Hukuk Etütleri (İstanbul 1984), s 49-51.

(3) İsnevî, et-Temhîd fi Tahrhicri’l-Furû’ ale’l- Usûl, thk. M Hasen Heylu (Beyrut 1987)

(4) Zıyaüddın Rayyıs. İslamda Siyasi Düşünce Tarihi (İstanbul 1990), terc. A. Sarıkaya, s. 134

(5) Şaubî, el-Muvafakat fî Usûli’ş-Şeri’a (Beyrut ty„), 1/42-46

(6) Ebu Zehra, Usûlü’l-Fıkh (Kahire ty ), s 8.

(7) Hamevi, Ğamz Uyûni’l-Basâir Şerh Kitabi’l- Eşbâh ve’n-Nazair (Beyrut 1985), 1/51, Güzelhisarı, Menâfi’u’d-Dekâik Şerh Mecâmi’ı’l-Hakâik (İstanbul 1303). s 305.

(8) Karafi, el-Furûk (Beyrut ty.), 1/2-3

(9) Ebu Said el-Hadımî, Mecâmi’u’l-Hakayık (İstanbul 1307). s. 16, İzmirli İsmail Hakkı, İlm-i Hılâf (İstanbul 1330). s 191.

(10) Karafi, Furuk, IV/40; Ali Nedvî, el-Kavâidü’l- Fıkhiyye (Dımeşk 1991), s 294-295.

(11) Ali Haydar, Düreru’l-Hukkâm (İstanbul 1330), 1/23

(12) bkz Mustafa S. el-Hın, Eseru’l-İhtliaf fi’l- Kavaidi’l-Usuliyye fi Ihtitafi’l-Fukaha (Beyrut 1985), s. 5 vd., Türkçe tercüme, İslam Hukukunda Yöntem Tartışmaları, terc: Halit Ünal (Kayseri 1993), .s. 21 vd, Abdullah et-Turki, Eshabu Ihtilafi’l-Fukaha (Riyad 1974), s 3 vd

(13) İ. Kafi Dönmez, “İslam Hukukunda Müctehidin Nasslar Karşısındaki Durumu”, MUIF Dergisi sayı 4 (1986), s.47

(14) Zekiyyüddin Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Ankara 1990), s 33

(15) Z. Şaban, age., s. 33 (Merğînâni, el-Hidâye, IV/315).

(16) Bu konuda, bundan sonraki satırlarda bizim de kendisinden istifade ettiğimiz Muhammed Hasen Heylu’nun İsnevî’nin et-Temhid’ine yazdığı Mukaddime’ye s 15 vd, na bkz

(17) bkz: ed-Demûsî, Te’sisü’n-Nazar (Kahire ty)

(18) Zencani, Tahrîcü’l-Furu ale’I-Usûl, thk; M Edib Salih (Beyrut 1987), s 35

(19) M E Salih, Zencani’nın Tahricu’l-Furu’u’na yaydığı Mukaddime, s 19-20.

(20) bkz et-Tilmisani, Miftahu’l-Vusul ila Binai’l-Furu’ ale’l-Usul (Kahire l962).

(21) Mesela bkz: el-Temhid, s. 62, 69, 151, 201

(22) M.H. Heytu, ag Mukaddime, s 34.

(23) M H Heytu, ag Mukaddime, s 15 vd

(24) Ebu’l-Hasen el-Ba’lı Ibnü’l-Labham, el-Kavaid ve’l-Fevaidû’l-Usuliyye (Mısır 1403).

(25) M.S. el-Hin, Eseru’l-İhlilaf fi’l-Kavaktidi’l- Usuliyye fi Ihtilafi’l-fukaha (Beyrut 1985) Aynı eser “İslam Hukukunda Yöntem Tartışmaları” (Kayseri 1993) ismiyle Halit Ünal tarafından Türkçeye de tercüme edilmiştir.

(26) M. el-Buğa, Eseru’l-Edilleti’l-Muhtelef fîha fi’l-Fıkhi’l-lslami (Dımeşk ty).

(27) Yakub b. Abdillah el-Ba Huseyn, Raf’u’l- Harac fi’ş-Şeri’ati’l-İslamiyye (Dirase Usuliyye Te’sıliyye) 1415 yy (Daru’n-Neşr ed-Devli) 2 yayın

(28) Dehlevi, el-İnsaf fi Beyani Sebebi’l-Ihtilaf, s. 88-89

(29) Serahsi, Usul, I/378-379

(30) Serahsi, age., 1/26

(31) Serahsi, age., 1/132-133

(32) Nevevı, el-Mecmu’, I/65, Muhibbullah b. Abdişekur, Müsellemü’s-Sübut, II/394

(33) İbn Abıdin, “Ukud Resmi’l-Müfti”, s 23

(34) Müsvedde, .s 532

(35) ibn Abidin, ag risale, s 21,

(36) Nevevi, age , 1/65

(37) Müsvedde, s 533

(38) Nevevi, age , 1/65

(39) Müsvedde, s. 533.

(40) Nevevi, age .

DAĞINIK GAZEL

Nevbahâr perişândır eyyâım darmadağındır.

Gönül köşküm târumâr sevdam darmadağındır.

Bütün beyazlarımı boyamışlar siyaha,

Gecenin bir yerinde rüyam darmadağındır.

Bir ırmak büyütüyor sevgilim gözyaşımdan,

Her damlanın içinde dünyâm darmadağındır,

Şaşırdım yeryüzünde yapayalnız kalınca,

Uyandım ki daldığım hülyâm darmadağındır,

Ay hilâle bürünmüş artık n’etsem n’eylesem.

Yüzüne kapandığım akşam darmadağındır.

Bir şarkı söylemeden göçeceğim dünyâdan.

Gönül sazım bin parça, makam darmadağındır,

Güle rengini veren şeydâ bülbülün aşkı,

Yâdıma düştü bugün, yaram darmadağındır.

Nazir AKALIN