Makale

HER YÖNÜYLE YUNUS EMRE TÜRK CUMHURİYETLERİ İLE KAYNAŞMADA DİL BİRLİĞİNİN ÖNEMİ

HER YÖNÜYLE YUNUS EMRE
TÜRK
CUMHURİYETLERİ İLE KAYNAŞMADA DİL BİRLİĞİNİN ÖNEMİ

Dr. Ali Yakıcı

Haziran ayının son haftası içerisinde Karaman, önemli bir kültür ve sanat olayına sahne oldu.
20-21 Haziran günlerinde iki ayrı sempozyum düzenlendi. Bu sempozyumlardan ilki, "Her Yönüyle Yunus Emre" konusunda yapılmıştır. İkincisi ise, "Türk Cumhuriyetleri ile Kaynaşma Konusunda Dil Birliğinin Önemi" konusunda gerçekleştirilmiştir. Her iki sempozyumun oturum başkanlığını Selçuk Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Saim SAKAOĞLU yürütmüştür.
Sempozyumlarda çok kıymetli tebliğler sunuldu. Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Milli Birliğin Oluşmasında Dil Birliği’nin önemini kendine has bir üslupla dinleyicilere anlatmıştır. Doç. Dr. Sema Barutçu ise, kültür ve kader birliğinin sağlanması hususunda ortak bir Türk yazı dilinin kullanılması mecburiyeti üzerinde durmuş, bu konuyu detaylı bir şekilde dile getirmiştir. Prof. Dr. I. Hulusi Güngör ve Dr. H. Mehmet Armutlu, Yunus Emre’nin Karamanlı olduğu hususunu belgelerle ifade etmişlerdir.
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Mermer, Karama-noğlu Mefımed Bey’in Fermanından Dil Birliğine bir köprü kurmuş, şunları söylemiştir
Türk dili ve tarihinin bütünlüğü içerisinde XIII. asır, Türk dilinin de, Türk tarihinin de bir dönüm noktasıdır. XI. asrın ilk yıllarından başlayarak bugünkü Iran, Azerbaycan ve Anadolu’ya gelen Türk akınlan, göçleri ve yerleşmeleri, XIII. yüzyılda bu yerlerin yeni bir Türk yurdu haline gelmesini sağladı.
Anadolu’da kurulan Beylikler, Karamanoğulları, Aydınoğulları, Germiyanoğulları... gibi büyüklü küçüklü yirmiye yakındır.
Konumuz itibariyle bu beyliklerden bizi ilgilendirecek olan Karamanoğulları ve Kara-manoğlu Mefımed Beydir. Selçuklulardan sonra ilk kurulan beylik Karamanoğullarıdır. Bu beyliğin önde gelen Beyi de Karamanoğ-lu Mehmed Be/dir. Karamanoğlu Mehmed Bey Konya’yı işgal ettiğinde 13 Mayıs 1277de, "Bugünden sonra divânda dergâhta, bârgâhta, mecliste ve meydanda Türkçe’den başka dil kullanılmaması’ hakkında bir ferman yayınlamıştır. Bugüne kadar söz konusu ferman üzerine tarihçiler ve Türkologlar çeşitli fikirler beyan etmişlerdir. Beyan edilmiş fikirler, hem tarihçiler hem de Türkologlar arasında iki farklı görüş noktasını ortaya çıkardı. Bunlardan bir kısım tarihçi ve Türkolog, Türkçenin zaferi, bir kısım tarihçi ve Türkolog da bunun zaruretten olduğu fikrini savunmuşlardır.
Türkçe’nin devlet işlerinde ilk defa kullanılması, resmi dil olması, Anadolu beyliklerinde gelişen kültürel faaliyetlerin bir sonucu olarak Osmanlılara ailliği konusunda bütün kaynaklar hemfikirdir.
Günümüz siyaseti ve coğrafyasındaki büyük değişiklikler zihnimizde ister istemez tarihin tekerrür mü ettiği fikrini doğurmaktadır. XIII. yüzyıl Anadolu birliğinin siyasî olarak dağılması, sonra güçlü bir devletin idaresinde yeni bir yazı dilinin doğuşu gibi, Türk dün-yasında bugün bir dağılma gözleniyor. Tabii bu dağılma olumsuz anlamda değil, olumlu manada bir dağılmadır. Bu dağılma her bir Türk cumhuriyeti hürriyetine kavuşmuş, kendi kendisini idare eder durumda siyasî bir ayrılıktır. Bu durum Türk dünyası için kaçırılmaması gereken bir fırsattır. Bu fırsatın değerini, önemini, iyi kavramak gerekir. Yıllarca Rus esareti atlında kalmalarına rağmen, bugün Türk Cumhuriyetlerindeki soydaşlarımızla anlaşabiliyor, görüşebiliyor, paylaşabileceğimiz ortak değerlerin varlığının ortada olduğunu müşahade edebiliyoruz. Bunu sağlayan güç ne? Bunu sağlayan dil birliğidir. Burada şu hususu özellikle belirtmek istiyorum: Bu kadar uzun süreli ayrılıklara rağmen, bu insanlarla böylesine kolayca anlaşabiliyorsak, bu Türkçe’nin gücünden gelmekledir. Bu kadar büyük coğrafî, tarihî ve idari farklılıklar olduğu halde, bugün de Türk dünyasının derlenip toparlanmasında en büyük gücün Türkçe olduğudur.
Göktürk kitabelerinden itibaren Türkler zaman zaman az, zaman zaman çok yabancılardan etkilenmişlerdir. Ne kadar etkilenme olursa olsun, Türk tarihinde bir Hindistan olayı yoktur. Bunun tipik misali de işte Türk Cumhuriyetleridir.
Sonuç olarak, Anadolu Beyliklerinin siyâsî bakımdan dağınıklıklanna rağmen, sosyo-kültürel yönden ikinci bir ortak yazı diliyle güçlü bir kültüre ve devlete sahip olmuş ise, şimdi de siyasî açıdan ayrı Türk Cumhuriyetleri kendi aralarında ortak bir alfabe, ortak bir imlâ, ortak bir yazı diliyle geleceğe uzanacak ve dünya yeni bir Türk İslâm rönesansına tanık olacaktır."
Yrd. Doç. Dr Şuayb Karakaş da, Türk dünyasındaki dil birliğinden gönül birliğine geçişin önemini anlatmış ve sözlerine şunları ilave etmiştir:
"Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun, 1989 yılında neşrettiği, Örneklerle Bugünkü Türk Al-fabeleri isimli kitabının söz başında, Türk dünyasındaki haberleşmenin son yıllarda artmış olmasına dikkat çekerek, "Yıllarca birbirlerinden habersiz yaşamış olan Türklerin, derin bir uykudan uyanmış gibi, birbirlerinin farkına varmağa" başladıklarını; Tarihin karanlıklarına gömülmüş veya Kat Dağı’nın ardına atılmış zannettiğimiz milyonlarca Türk’ün, ışıklı gözleriyle gülümsemeğe, tatlı dilleriyle bizlere mahnılar söylemeğe’ başla-dıklannı kaydeder.
Siyasî gelişmeler ne olursa olsun, kaderin bir oyunu olarak görmek istediğimiz asırlık ayrılıkların, Kat Dağı’nın birbirinden masal kadar uzak iki tarafında, yine birbirinden adeta habersiz yaşayan bir milletin çocuklarını ebe-diyyen ayırmağa, gücü asla yetmiyor. Zamanı gelince taş duvarlar yıkılıyor, demirperdeler yırtılıyor. Tarihin hiç bir devresinde müstakil olamamış en iptidaî kavimlerin bile kendi devletlerini kurdukları bu dünyada, günü gelince Kat Dağı aşılıyor. Maveranın iki yakası birleşiyor. Türk dünyasının ortasına çöreklenen Kaf Dağı, artık yavaş yavaş masallardaki yerine çekiliyor. Bugüne kadar yaşanan hadiseleri, Türk dünyası nasıl bir kader olarak yaşadıysa, bundan sonrasını da bütün dünya aynı şekilde, bir kader olarak yaşayacaktır. Artık talih, biz Türkler’den yana!..
Türk dünyasının ortasına çöreklenen Kaf Dağı, artık yavaş yavaş masallardaki yerine çekiliyor. Bugüne kadar yaşanan hadiseleri, Türk dünyası nasıl bir kader olarak yaşadıysa, bundan sonrasını da bütün dünya, aynı şekilde, bir kader olarak yaşayacaktır.’