Makale

AFFETMEK İNSANI YÜCELTİR

Vaaz Örneği

AFFETMEK İNSANI YÜCELTİR

Lütfi ŞENTÜRK

Değerli Müminler!
Bugünkü sohbetimiz af ile ilgili olacaktır.
Afv kelimesi sözlükte, yok etmek, silip süpürmek elemektir. Dindeki anlamı ise kötülük ve haksızlık edeni, suç veya günah işleyeni cezalandırmaktan vazgeçip bağışlamaktır.
Afüv, Allah Teala’nın güzel isimlerinden (Esma-i Hüsna’dan) biridir ve kullarının günahlarını bağışlayıcı demektir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:
"Kuşkusuz Allah afüv’dür, gafur’dur (affedicidir, bağışlayıcıdır).’" buyurulmuştur. Kur’an-ı Kerim’de Allah Teala’nın en çok tekrarlanan isimlerinin başında O’nun bağışlayıcı ismi gelir. Küfür ve şirkin dışındaki günahları dilediği kimseden bağışlayacağı Kur’an-ı Kerim’de bildirilmişti r.2
Zümer Sûresinin 53’üncü ayetinde şöyle buyurulmuştur:
"Deki, "Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin, çünkü Allah, bütün günahları bağışlar, şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir."
"Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz" ifadesinin Kur’an-ı Kerim’de en çok ümit veren ayet olduğu söylenir. Ancak bu ifade, günah işleyin nasıl olsa Allah affeder, demek değil, en büyük günah işleyenlerin bile ümitsizliğe düşmeyerek tevbe edip Allah’a yönelmeleri gerektiğini ifade etmektedir.
Bir başka Ayet-i Kerime de şöyledir:
"(Ey Muhammed) Kullarıma, çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver’"31
Allah Tealâ alemlere rahmet olarak gönderdiği ve en yüksek ahlaka sahip olduğunu bildirdiği Peygamberimize ve dolayısı ile biz mü’min-lere şu talimatı vermiştir:
"(Ey Muhammed) Af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.’"4’
Allah Teâlâ Ayet-i Kerime’de üç şey emrediyor:
Birincisi, affedici ol. İnsanlarla olan ilişkilerinde, hoşgörülü ol, herkesin eksiğine kusuruna bakma, kusurları bağışlamak, özür dileyenleri affetmek, önde gelen özelliğin olsun.
İkincisi, ma’rufu emret. Örf, güzel ve faydalı olan her iş demektir. Dinin de aklın da iyi güzel olduğuna hükmettiği her şey ma’ruftur.
Üçüncüsü, cahillerden yüz çevir. Düşünmeden duygularına göre hareket eden, usul ve adab bilmeyen, büyük ve küçük tanımayan, kendini bilmez, kaba ve saygısız olan kimselerle ilgilenme. Cahillerin ahmakça sözlerine, akılsızca işlerine karşılık verme. Furkan Sûresi’nin 63’üncü âyetinde de şöyle buyuruluyon "Rahman’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) selâm derler (geçerler)."
Az önce mealini sunduğum A’raf Sûresinin 199’ncu ayet-i kerimesi nazil olduğu zaman Peygamberimiz kendisine vahiy getiren Cebrail (a.s.)’e:
-Bu nedir diye sordu. Cebrail aleyhi’s-selam:
-Allah Tealâ, sana haksızlık edeni bağışlaman, sana vermeyene vermen ve seninle ilgisini kesenlerle ilgilenmeni emrediyor dedi.’5’
Ayet-i Kerime ile ilgili olarak Abdullah İbn Zübeyr (r.a.): "Allah Teala Peygamberine, insanların ahlâkından affı almasını emretmiştir" de-miştir.161
İbn Abbas (r.a.) şöyle bir olay naklediyor:
Uyeyne İbn Hısn bir ara Medine’ye gelmiş, kardeşi oğlu Hurr İbn Kays’e konuk olmuştu. İbn Kays ise Hz. Ömer’in yakın adamlarındandı. Hz. Ömer’in meclisinde genç, yaşlı bir takım kurra ve fakihler bulunurdu. Halife önemli kamu işlerini bunlarla görüşür ve tartışırdı. Uyey-ne kardeşi İbn Kayse: "Ey kardeşim oğlu, Halifenin yanında yüksek mevkin var. Benim için bir izin alsan da ziyaret etsem" dedi. O da izin aldı. Uyeyne huzura girdiğinde, halifeye hitaben:
-Ey Ömer, bize ne bol dünyalık verirsin ne de aramızda adaletle hükmedersin, dedi. Hz. Ömer, kendisine bu şekilde hitap edilmesinden öfkelenerek Uyeyne’nin üzerine yürüdü. Bu sırada, kardeşi oğlu İbn Kays araya girerek: "Ey müminlerin emiri, Allah Teala Peygamberine: "Ey Muhammet" halkın kusurlarını affet, Ma’ruf ile emret, kendini bilmez cahillerden de yüz çevir" buyurdu. Uyeyne de o cahillerdendir, dedi. İbn Abbas diyor ki: ibn Kays bu ayeti okuyunca o heybetli Halife olduğu yerde çakılmış gibi irkildi. Vallahi bir adım ileri gitmedi.
Esasen Hz. Ömer, Allah Kitabının yüce katında durmak adeti idi.’71
Peygamberimizin hayatı incelendiği zaman, Allah’ın kendisine ve dolayısıyle bizlere olan bu talimatına nasıl uyduğu; kendisine yapılan haksızlıkları nasıl bağışladığı görülecektir. Bir insanda çok az bulunan özelliklerden birisi, onun düşmanlarına karşı hoşgörülü olmasıdır. Bir insanın, kendisine yapılan kötülüğe aşırı gitmemek kaydiyle karşılık vermesi hakkıdır. İnsan, bu hakkı kullandığı için kınanmaz. Bu hakkını kullanmaması ise bir erdemliktir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:
"Bir kötülüğün cezası ona denk bir kötülüktür. (Buna rağmen) Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükafatı, Allah’a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez."(8>
Peygamberimiz, hiçbir zaman kendisine yapılan kötülüğe karşılık vermemiş af yolunu tutmuştur. Hz. Aişe (r.a.) şöyle diyor.- "Peygamberimiz kendisi için intikam almazdı. Ancak Allah’ın yasaklarına uyulmadığında uymayanları cezalandırırdı."1"
Mekke ileri gelenleri (Kureyş) Peygamberimize her türlü hakarette bulunmuşlardı. Onunla alay etmişler, onu ölümle tehdit etmiş, yoluna dikenler sermiş, üzerine pislikler atmış, boynuna kemend atarak sürüklemiş, ona sihirbaz, kahin demişlerdi. Peygamberimizin kendisine karşı yapılan bütün hakaretlerin bütün haksızlıkların intikamını alabileceği fırsat Mekke’nin fethedildiği gündü. İşte o gün:
-Ey Kureyş topluluğu, şimdi size ne yapacağımı, nasıl davranacağımı sanırsınız, diye sordu. Onlar hep bir ağızdan:
"Hayır umarız, sen iyi bir kardeş, cömert ve şerefli bir kardeş oğlusun, dediler, Peygamberimiz:
-Yusufun kardeşlerine dediği gibi ben de size-, "bugün sizi sorgulamak yok, haydi gidiniz serbestsiniz, diyorum", buyurdu."01
Peygamberimize Taif ileri gelenlerinin yaptıkları Peygamberimizi çok üzmüştü. Hatta Uhud Savaşı yenilgisinden daha çok o Taiflilerin yaptığından etkilenmişti. Taif yolculuğu gerçekten acıklı bir yolculuktu. Peygamberimiz Ku-reyş’in adice saldırılarına uğramaya başlayınca Taif halkını uyarmayı ve onları doğru yola davet etmeyi düşündü. Kendisine ilk inananlardan Zeyd b. Haris’i yanına alarak Taife gitti. Orada halk üzerinde etkinliği olan Umeyr kabilesinin üç reisi vardi: Abd-i Yalil, Mes’ud ve Habib. Peygamberimiz bunları görerek onlara İslami-yeti anlattı. Bunların olumlu cevabı halk üzerinde etkili olacaktı. Bunlar çok ters cevap verdiler. Buna çok üzülen Peygamberimiz onlara: "Bari gelip görüştüğümüzü saklı tutunuz" buyurdu. Bundan maksadı Mekkeliler bunu duyarlarsa inanmış olanlara çok eziyet edebilirlerdi. Ama onlar bunu da dinlemediler: "Bizim memleketimizden çık da nereye gidersen git" dediler. Taifliler yalnız bu sözlerle de kalmadılar. Kendilerine gelen bir misafire insanlık kurallarını çiyneyerek hakaret ettiler. Ayak takımını toplayarak Peygambere hakaret için üzerine saldırttılar. Bunlar yolun iki tarafına sıralanarak Peygamberimizi taşa tuttular. Mübarek ayaklarını kaldırıp yere bastıkça sağdan, soldan atılan taşlarla ayakları kana bulandı. Ayaklarına değen taşların acısı yürümesine engel olup oturdukça, kendilerini zorla ayağa kaldırıp yaralı ayaklarına yeniden taşlar atarlar ve yürekler dayanamayan bu hale eğlenip gülerlerdi. Peygamberimizin hayatında karşılaştığı en büyük eza bu olmuştur. Nihayet Peygamberimizin pek uzak sayılmayan akrabasından Utbe b. Re-bia b. Abd-i Şems ile kardeşi Şeybe’ye ait bir bağa sığınmakla izlenmekten kurtulmuş oldu."" Bundan on yıl sonra Müslümanlar tarafından Taif kuşatıldığı sırada Peygamberimiz şöyle dua etmişti: "Allahım, Taif halkına doğru yolu göster ve onları müslümanlara ilhak et." Acaba dünyada hoşgörülüğün bundan daha yüksek bir örneğine tesadüf olunur mu? Sonuç olarak Taif in ileri gelenleri müslüman olmuş ve Allah’ın dinine boyun eğmişlerdi.
Peygamberimiz hoş görülü ve affedici idi. Taiften üzüntü içinde dönerken Mekke’ye iki konak mesafede bulunan Kam-i Saalip denilen yere geldiğinde kendisine Cebrail aleyhi’sselam gelerek:
-Ey Muhammed, Allah, kavminin seninle ilgili söylediklerini kuşkusuz işitti. Seni korumak istemediklerine de vakıf oldu. Allah, sana şu dağlar meleğini gönderdi, emrine amade kıldı, kavmin hakkında ne dilersen ona emredebilirsin, dedi. Bunun üzerine de dağlar meleği Peygamberimize selam verdi. Sonra:
-Ey Muhammed, Cebrail’in söylediği gerçektir. Sen ne istersen emrine hazırım; eğer Ebu Kubeys ile Kayakan denilen şu iki dağın onlar üzerine çökerek birbirine kavuşmasını ve onları yerle bir etmesini istersen hemen emret, dedi. O, gönlü insan sevgisi ve insanlara merhametle dolu olan Peygamber cevap verdi:
-Hayır, hayır, onu istemem. İstediğim olur ki, Allah bunların soyundan, yalnız Allah’a ibadet eden ve Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayan bir nesil yaratsın dedi."2’
Böyle bir durumda bu hoşgörüyü kim gösterebilirdi? Onların bunca zulüm ve işkencelerine kaşı onları başka kim affedebilir ve cezalandırma imkanı kendisine verildikten sonra bundan kim vazgeçebilirdi? Hiç şüphe yok ki bu hoşgörüyü ancak Peygamberimiz gösterebilirdi. Çünkü 0, alemlere rahmet olarak gönderilmişti. Gönderilişinin amacı insanları cezalandırmak değil, aksine onların dünyada da ahirette de mutlu olmalarını sağlamaktı.
Peygamberimizin kendisine yapılanları affettiği konusunda sayısız örnekler vardır. Bir iki örnek daha vermek, onun yüksek ahlakını belirtmek ve onu örnek almak isteyenleri aydınlatmak bakımından yararlı olacaktır.
Peygamberimiz arkadaşları ile birlikte Necid Savaşından dönüyordu. Yorulmuşlardı. Ağaçlı bir vadiye geldiklerinde kuşluk vakti olmuştu. Burada konakladılar. Askerler ağaçların altında gölgelenmek için dağıldılar. Peygamberimiz bir Semüre ağacının dalına kılıcını astı ve uyuya kaldı. O esnada bir Bedevi bu durumdan yararlanarak Peygamberimizin kılıcını kınından çekmiş ve Peygamberimize hücum etmişti. Tam bu sırada Peygamberimiz uyanmış, Bedevi’nin elinde kılıçla üzerine yürüdüğünü görmüştü. Bedevi bağırdı:
- Ey Muhammed, şimdi seni elimden kim kurtarır dedi. Peygamberimiz hiç tereddüt etmeden : - Allah kurtarır dedi. Bu cevap karşısında Bedevi’nin elindeki kılıç yere düştü. Kılıcı alan Peygamberimiz Bedevi’ye:
Seni benden kim kurtarır, dedi. Bedevi: Cezalandıranların hayırlısı ol, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz:
Allah’tan başka ilah bulunmadığına ve benim Allah’ın elçisi olduğuma şahitlik eder misin? Yani: "Lailahe İllallah Muhammedü’r-Resu-lüllah" der misin? buyurdu. Bedevi:
Hayır, fakat sana karşı savaşmamak ve savaşanlarla beraber olmamak hususunda sizinle anlaşma yapabilirim, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz onu salıverdi. Bedevi arkadaşlarının yanına gelince onlara:
-İnsanların hayırlısının yanından geldim, dedi ve Peygamberimizin hoşgörüsünü ifade etti.’131
Peygamberimiz, kendisini haksızlık ve adaletsizlikle itham etme cüretinde bulunan insanları cezalandırmamış, affetmiştir. Abdullah İbn Mes’ud (r.a.) anlatıyor: Huneyn Savaşı sonunda, Peygamberimiz ganimet mallarını bölüştürürken bazı kimselere fazla verdi. Mesela Müellefe-i Kulup’dan (Kalbleri İslam’a ısındırılacak olanlardan) Akra İbn Habis’e yüz deve, Uy-yeyne’ye de bunun kadar vermişti. Arap ileri gelenlerinden bazılarına da böylece yüz deve ihsan buyurmuş ve bu Arap ileri gelenlerini bu ganimet taksiminde başkalarına tercih etmişti. Peygamberimizin bu taksimdeki amacını anlamayanlardan bir kişi itiraz ederek
- Vallahi bu taksim, kendisinde adalet gözetilmeyen yahut kendisiyle Allah rızası kasdedil-meyen bir taksimdir, dedi. İbn Mes’ud diyor ki: Ben de, Allah ve Resulü adalet etmezse kim eder? Allah, Musa aleyhisselam’a rahmet etsin. Bundan daha çok sözlerle cezalandırıldı da sabretti ve böyle kendini bilmezleri cezalandırmadı. İbn-i Mesud diyor ki: Peygamberimize haber verdiğim bu sözle onu üzdüğümü anladım ve bundan sonra bu gibi bir sözü kendisine haber vermedim."4’
Peygamberimiz, kendisine kaba davrananları daima hoşgörü ile karşılardı.
Enes İbn Malıik (r.a.) anlatıyor: Peygamberimizle beraber yürüyordum. Üzerinde Necran kumaşından sert yakalı ve kalın bir cübbe vardı. Bir Bedevi ona ulaşarak cübbesinden kuvvetlice çekti. Peygamberimizin ensesine baktım ki, Bedevi’nin kuvvetli çekişinden cübbenin sertliği oraya iz bıraktı. Bedevi: Ey Muhammed, sendeki Allah malından bana verilmesi için emret, dedi. Peygamberimiz Bedeviye döndü ve güldü, sonra da ona bir şey verilmesini emretti."51
Kur’an-ı Kerim, kaba ve çirkin hareketlerde bulunanlara, kusur işleyenlere hoşgörü, af ile davranılmasını tavsiye etmiş ve böyle yapanları övmüştür. Bir Ayet-i Kerime’de şöyle buyu-rulmuştun "O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta hulunanları sever.""6’ Bir hadis-i Kudside de şöyle buyurulmuştur: "Erdemliliklerin en üstünü, seninle ilişkisini keseni, senin arayıp sorman, seni mahrum bırakana senin ihsanda bulunman ve sana haksızlık edeni senin af-fetmendir.""7’
Değerli mü’minler, az önce de ifade ettiğimiz Hz. Aişe (r.a.) Peygamberimizin bir kere olsun, uğradığı haksızlıktan dolayı intikam almaya kalkışmadığını ifade etmiştir. İnsanın gücü yeterken intikam almayıp affetmesi gerçekten büyük bir erdemdir. İmam-ı Gazali: "İhyai Ulu-mi’d-din" adlı meşhur eserinde Musa aleyhisse-lam: -Ya Rabbi, senin yüce katında en aciz kulun kimdir? diye sorduğunda, Allah Teala’nın: "İntikama gücü yeterken affeden kimsedir", buyurduğunu nakleder."81 Gerçekten intikama gücü yettiği halde affetmek en büyük erdemdir. Böyle yapan hem insanlar yanında saygınlık kazanır, hem de Allah katında derece alır.
Konuşmamızı Peygamberimizin bir hadisi ile tamamlayalım. Ebû Hureyre (r.a.)’nin rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştun "Sadaka malı eksiltmez. Af sebebiyle Allah bir kulun ancak şerefini artırır. Bir kimse Allah için tevazu gösterirse Allah onu yükseltir."1""

Dipnotlar:
Hac, 60; Mücadele, 2.
Nisa, 48.
Hicr, 49.
4-A ’raf, 199.
Alusi, Ruhu’l-Maöni, c 9, s. (47.
Sunarı, Te/sîru’l-Kur’an, 4.
Buhari, Tefsîru’l-Kufan, A’raf Sûresi, 5.
şûra, 40.
Müslim, Fedâil, 20.
ibn Hişam, c. 4, s. 412; Zadü’l-Meâd. c. 2, 180-181.
Buhari, Bed’ül-Helk, 7; Müslim, Cihad, 39; Sabih-i Buhari, Muhtasarı. Tecrid, C. 2, S. 759, 760.
Buhari, Bed’ül-Halk, 7, Müslim, Cihad, 39.
Buhari, Meğazi, 31; Müslim, Kitabu Salati’l-Müsafirine ve Kasrihius, 57.
Buhah, Farz’l-Humus, 19; Müslim, Zekat, 46.
Buhari, Farz’l-Humus, 19.
Al-i imran, 134.
Ahmed b. HanbeJ, c. 3, s. 438.
18- ihyau U/umi’d-Din, c. 3, s. 158.
19-Mû’sl/m, Bİrr, 19.