Makale

ZEVKLERİ YERLE BİR EDENE DAİR

ZEVKLERİ YERLE BİR EDENE DAİR

Dr. Ekrem
KELEŞ

“insanlar uykudadırlar. Öldükleri zaman uyanırlar." Hz. Ali (1)

İlkbaharda yağan yağmurlarla toprak kabarır, kıpırdar ve rengârenk bin bir çeşit bitkiyle bezenir. Hiç solmayacakmış gibi görünen bu göz alıcı canlılık ve güzellik, bitkilerin sararıp, solup kuruyarak çerçöp haline gelmesiyle sona erer. Kur an-ı Kerim’de dünya hayatı buna benzetilir.2 Bütün canlılığıyla çocukluk, tüm enerjisiyle gençlik, duraklama dönemi diyebileceğimiz olgunluk ve nihayet hayatın en düşkün dönemi11’ ihtiyarlık... Hayatın bütün bu aşamalarını yaşaması takdir edilmiş insanların hayatlarında, Kur’an-ı Kerim’in bu tasvirini canlı olarak müşahede etmek mümkündür.
Elimizi ateşe soktuğumuz zaman yanacağına inandığımızdan daha öte biliyoruz ki bir gün mutlaka öleceğiz. Çünkü “Her nefis ölümü tadacaktır.”4’ Ölmemeye çare yoktur. Ne kadar uzun yaşamamız takdir edilmiş olursa olsun, bu dünya hayatında bize verilen süre sınırlıdır. Saatin saniye göstergesinin her vuruşu, bu süreden bir parça koparmaktadır. Attığımız her adımla ölüme doğru yol almaktayız. Aldığımız her nefes, almamız mukadder olan nefes sayısını eksiltiyor. Takvimden her gün koparılan yapraklarla arkada kalan günleri artık geri getirmek mümkün değildir.
Şairin dediği gibi dünya hayatının geçici olduğunu anlatmak üzere her gün cenazeler musallanın kürsüsüne çıkmaktadırlar.
“Fenây-ı âlenıi takrir için cemaate
Cenaze va’za çıkar kürsî musallaya.” (Nâbi)
Her gelecek, yakındır. Uzak olan, gelmeyecek olandır.
Kuran-ı Kerim’de sık sık dünya hayatının geçiciliğine vurgu yapılır: “Dünya hayatı bir oyundan bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise muttaki olanlar için elbette daha hayırlıdır. Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?”’5’
Bu ilahi mesaj, İslâmî duyarlılığa sahip olanlar için asıl olanın, Ahiret yurdu olduğunu ne güzel ortaya koymaktadır.
Allah Rasûlünün, İbn Ömer’in iki omuzunu tutarak söyledikleri şu mübarek söz, hatırımızdan çıkarmamamız gereken hadislerdendir.
“Dünyada bir yabancı yahut bir yolcu gibi o/.”16’
Gurbette yaşayan bir yabancı, orada kalıcı olmadığının farkındadır. Bu sebeple oranın dâimi sakinleri gibi hareket etmez. Geçici olarak bulunduğu o yerin ne makam ve mevkii, ne de mal ve mülkü kendisini o derece ilgilendirir. Onun düşüncesinde, daha ziyade i dönüp varacağı asli vatanı vardır. Tedariki, birikimleri, gayretleri ve hareketleri ona göredir. Yolcu da uğrayıp geçtiği yerlere takılıp kalmaz. Yolculuğu esnasında hep gideceği yeri göz önünde bulundurarak hareket eder. Oralara takılıp kaldığı takdirde, devam eden yolculuğu esnasında çok sıkıntı çekeceğinin bilincindedir. Bu yüzden tedarikini ona göre yapar.
Allah’ın elçisinden (s) yukarıda zikredilen nasihati alan İbn-i Ömer, bu hadisi kendisinden aktaran raviye şu nasihatte bulunur:
“Akşama erişince sabahı gözleme, sabaha erişince de akşamı bekleme. Sağlıklı zamanından bir kısmını hastalık zamanın için ayır, hayatından bir kısmını da ölümün için ayır,"
Böylesi bir şuurla hareket edebilen bir Müslümanın, Ahiret yurdunu unutması düşünülemez. İslâm’ı iyi özümsemiş bazı tasavvuf büyüklerinin, müminlere, kıldıkları namazları son namazlarıymış gibi eda etmeleri tavsiyesinde bulunmaları, ölüme ne derece hazırlıklı olunması gerektiği hususunda güzel bir fikir vermektedir. Bu bilinçle namaz kılan bir Müslümanın namazı, gerçekten huşu içinde kılınan bir namaz olur. Çünkü bu Müslüman, namazını bir daha Hakkın divanına durabilme fırsatının olmayabileceği şuuruyla eda etmektedir. Kur’an-ı Kerim’de insanın ölümle burun buruna gelince nasıl içtenlikle yaratıcısına yakardığına dikkat çekilir:
“Deniz dalgası unları kara bulutlar gibi kuşattığında (o anda) bütün içtenlikleriyle yalnızca kendisine bağlanarak Allah’a yakarırlar...”* Bu konumdaki yakarışlarda riyadan eser yoktur.
Sağlık zamanında hastalığı düşünerek tedarikli olmak ne kadar akıllıca bir hareketse, bu dünya hayatında Ahiret için hazırlık yapmak da o derece akıllıca bir davranıştır.
Dünya hayatı sınırlıdır. Bu sınırlı hayatın ötesinde ebedî bir hayat vardır. Kişi, bu dünyada yapıp ettiklerinin sonuçlarıyla orada muhakkak yüz yüze getirilecektir.
İnsan için önemli olan, kendisine verilen zaman dilimini olabildiğince ahiret hayatında kazançlı çıkacak şekilde değerlendirmektir. Bu durum, hayatın, dünya için de en yararlı şekilde değerlendirilmesi anlamına gelmektedir.
Dünya hayatında çeşitli hile ve desiselerle istedikleri makamları, mevkileri, malları, mülkleri elde eden bir çok kimse, kendini akıllı sanır. Halbuki Peygamber Efendimiz, asıl akıllı kişiyi şöyle tanımlıyor:
“Akıllı kimse bu dünyada kendisini sorgulayan ve ölüm sonrası için çalışandır...
Hz. Ömer’in şöyle söylediği rivayet edilmektedir: “Hesaba çekilmeden önce nefislerinizi hesaba çekiniz. Kendinizi en büyük buluşma için hazırlayınız. Kıyamet gününde hesap, ancak dünyada kendini sorgulayanlar için kolay olur."
“Yapılan her işin sonucu, yapan kişiyi kaçınılmaz bir şekilde takip ettiği için, İslâmî hayat görüşünde en önemli nokta; hayat için sarf edilen çabaların bu dünyanın geçici zevk ve çıkarları uğruna mı, yoksa Ahiretin son bulmayan zevkleri uğruna mı harcandığı konusudur. Bu soruya verilen cevap, kişinin iyi veya kötü olma konusundaki ahlakî tutumunu belirler.”""
Yaşadığı hayatın nasıl bir hayat olduğunu göz önüne almadan yani bir takım yüce değerlere bağlı bir hayat mı yoksa aşağılık, hiçbir ulvî değer taşımayan bayağı bir hayat mı olduğuna bakmaksızın mutlak manada ne olursa olsun hayata aşırı düşkünlük, Kur’ân-ı Kerim’de yerilmektedir:
“Andolsun ki onları, insanların hayata karşı en düşkünü, hatta müşriklerden bile daha düşkün bulacaksın. Onların her biri kendisine bin yıl ömür verilmesini ister. Halbuki uzun yaşamak kendisini azaptan uzaklaştırıcı değildir. Allah onların bütün işlediklerini görmektedir.”
Bu sebeple Ahirette kendileriyle aramızda uzun mesafeler olmasını arzulayacağımız amellerden uzak durmak gerekmektedir. Çünkü:
“Herkesin yaptığı iyiliği ve yaptığı kötülüğü hazır bulacağı günde kişi, kötülükleri ile kendi arasında uzak bir mesafe bulunmasını ister...” Hiçbir şeyin gizli kalmayacağı ve her şeyin apaçık ortaya çıkacağı Kıyamet gününde bu dünyada tüm yapıp ettiklerimizin kaydedildiği kitap elimize tu- tuşturulduğu zaman; “Gelin, kitabımı okuyun! Ben hesabımla karşılaşacağımı biliyordum" diyerek alnımız açık, yüzümüz ak mı olacağız; yoksa: "...Eyvah! Bu nasıl bir kitap ki küçük büyük hiç bir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş...” "“Keşke kitabını bana verilmeseydi. Hesabımın ne olduğunu da bilıneseydim. Keşke ölüm her şeye son vermiş olsaydı. Malım bana hiçbir yarar sağlamadı. Saltanatım da yok olup gitti.”diyerek geri dönüşü olmayan bir hüsrana mı sürükleneceğiz?
Evet, O gün kişi, gerçekle yüz yüze gelince dünyaya tekrar döndürülüp güzel işler yapmayı ne kadar arzu eder... Ama artık iş işten geçmiştir:
“Nihayet onlardan birine ölüm gelince, ’Rabbim! Beni dünyaya geri döndürünüz ki, bıraktığım dünyada salih bir amel işleyeyim’ der. Havır! Bu sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir.
“Onlar orada, ’Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim’ diye bağrışırlar. Onlara şöyle denilir; Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.”
"Hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan ölmez. Ölüm belli bir süreye göre yazılmıştır...""91
Bu ölçüye göre hiç kimse Allah’ın belirlediği zamandan bir saniye bile önce ölmediği gibi onun belirlediği zaman diliminden bir saniye de fazla yaşamaz. Mümin buna şeksiz şüphesiz inanır. Bu imanı, mümine, ölüm karşısında son derece sükunet ve metanet içinde olma imkanı verir. Zaten ölüm, Allah dostları için vuslat anıdır, "Şeb-i arus”tur. “Likaullah”tır.
“Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde.” (Yahya Kemal)
“Öldüğüm gün tabutum yürüyünce.
Bende bu dünya derdi var sanma.
Bana ağlama "yazık yazık” “vah vah" deme,
Şeytanın tuzağına düşersen vah vahin sırası o zamandır,
“Yazık yazık” asıl o zaman denir.
Cenazemi gördüğün zanıan “ayrılık ayrılık" deme
Benim buluşmam asıl o zamandır." (M evlana)
Tamamen dünyaya dalıp Ahiret yurdunu unutanlar veya Ahiret’e inanmayanlar için ise ölüm, en istenmeyen şeydir. Ama o, nice hırslara son verir, nice zalimlerin belini kırar ve nice zorbaları yere serer. Nice zevkleri yerle bir eder!
İmam-ı Gazalinin çarpıcı tasvirlerinden’ hareketle söylersek; kim, saraylardan, villalardan ve her çeşit konforu muhtevi ikametgahlardan kabirlere intikal etmek, pahalı avizelerin aydınlığından yer altının karanlığına girmek, bakılmaya kıyılamayacak güzellerle oynaşırken böceklerin kurtların içine düşmek, bin bir çeşit yiyecek ve içeceğin zevkini tadıp dururken ağzını topraklara sürmek, kuş tüyü yatakları terk edip rutubetli yerlere serilmek ister? Ama ölüm öyle bir gerçek ki, ona ne en muhkem kalelerin surları engel olabilir, ne de en sağlam sığınak ve koruganlar!
“Nerede olursanız olun, ölüm size ulaşacaktır. Sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile...”
Önemli olan, bu sınırlı hayatın sonuyla sınırsız Ahiret hayatının başlangıcı olan çizgiye varıp, ebedi yolculuğa çıkarken azıksız olmamaktır. Bu yolculuğa azıksız çıkmamanın yolu, Peygamber Efendimizin şu mübarek talimatına uymaktan geçer: “Dünya zevklerine son vereni çokça hatırlayınız.”22

1- Bkz., Ebu’l-Hayr Mııhammed b. Abdurrahman es-Sehavi (ö. 902 Hicrî), el- Makâsıdii’l-Hasene fi Beyâni Kesirin mine’l-Ehâdîsi’I-Müştehere al’l-Elsine, Nûn Maddesi. Rivayet Numarası: 1240.
2- Bakınız: Kehf 45; Yunus, 24.
3- Bakınız: Nahl, 70.
4- Al-i Imran suresi, 185; Enbiya suresi, 35;Ankebut, 57.;
5- Enam, 32; Bakınız: Tevbe, 38; Yunus, 7.
6- Buhârî, Rikak, 3; Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, 12/357.
7- Buhârî, Rikak, 3; Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, 121357.
8- Lokman , 32.
9- Tirmîzi, Kıyame:, 25 (Hadis No: 2459).
10- Tirmîzi, Kıyame, 25 (Hadis No: 2459).
11- Ebu’l A’la Mevdûdî, Tefhimu’l Kur an, İnsan Yayınları, İstanbul, 1986,11262.
12- Bakara. 96.
13- Al-i İmran, 30.
14- Hakka, 19-20.
15- Kehf, 49.
16- Hakka, 25-29.
17- Mü’minûn, 99-100.
18- Fatır, 37.
19- Al-i İmran, 145.
20- Ebu Hanıid Muhammed b. Mııhammed el-Gazali, Ihyau Ulûmi’d-din, Elif ofset, İstanbul. 1985, Temel Neşriyat, 161103 (2847).
21- Nisa. 78.
22- Tirmîzi, Zühd: 4 (Hadis No: 2308).