Makale

SOSYAL İLİŞKİLER AÇISINDAN GÖREV VE SORUMLULUK

SOSYAL İLİŞKİLER AÇISINDAN
GÖREV VE SORUMLULUK

Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ

Peygamberlerin toplumlara karşı sorumluluğu; ilâhî vahyi, Allah’ın talimatlarını insanlara ulaştırmak, dînî konulan sözlü ve uygulamalı olarak açıklamaktır (tebliğ ve teybîn). Toplumların görevleri ise Peygamberi ve tebliğ ettiği dini kabul etmek. Allah ve Peygamberine itaat etmektir. Son Peygamber Hz. Muhammed (a.s.) son hak din İslâm’ı insanlara duyurmuş ve açıklamıştır. Artık bundan sonra peygamber gelmeyecektir. İnsanlar, Peygambere karşı görevlerini onun tebliğ ettiği Kur’ân ve Sünnete karşı yapacaklardır.
Yöneticilerin sorumluluğu, halkın yararını gözetmek, onların haklarını korumak, onlara âdil ve tarafsız davranmak ve onlara zulmetmemektir. Halkın görevi ise üzerine düşenleri yapmak ve konulan kurallara uymaktır.
Ana-babanın çocuklarına karşı sorumluluğu, onları sağlıklı, eğitimli, terbiyeli ve dindar olarak yetiştirmek, çocukların görevleri ise ana-babalarımn sözlerini dinlemek ve onlara iyi davranmaktır.
İşte böyle her kesimin karşılıklı sorumluluk. hak ve görevleri vardır. İnsanlar; inanç, söz, fiil ve davranışlarından, sahip oldukları nimetlerden; bedeni, eli, ayağı, gözü, kulağı, dili ve aklını iyi ve hayırda kullanıp kullanmadıklarından, ilmi ile amel edip etmediklerinden, görevlerini yapıp yapmadıklarından, insan haklarına riâyet edip etmediklerinden ... sorumludurlar.
Bu yazımızda insanların görev ve sorumluluklarını özet olarak ifade eden bir âyetin tahlilini yapmaya çalışacağız: Bu âyet, "Bilmediğin şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan (yaptıklarından) sorumludur." anlamındaki İsrâ suresinin 36. âyetidir.
Ayetin Etimolojik Tahlili
Ayette iki cümle vardır. Birincisi olumsuz fiil cümlesi. İkincisi ise olumlu isim cümlesidir. İkinci cümle birinci cümledeki hükümlerin gerekçesini bildirmektedir. Birinci cümledeki "ardına düşme" diye çevirdiğimiz "lâ takfü" cümlesinde geçen fiilin aslı kafâ-yakfû-kafven’dir. Kafâ. izledi, tabi oldu, uydu; "Lâ takfü" ise uyma, ardına düşme, izleme demektir.
"Mâ leyse leke bihi ’ılmün" cümlesindeki "mâ","şey" anlamında ism-i mef’uldür. "Leyse" olumsuzluk ifade eden nâkıs fiildir. Terkip olarak cümle, "senin için bilgi bulunmayan şey" demektir. Bu cümle, "la takfü” fiilinin mefulü- dür (tümleç).
İkinci cümledeki es-sem’, kulak, el-basar, göz, el-fuâd, kalp/gönül demektir. Göz, görme, gözlemleme, tanık olma; kulak, konuşulanları duyma, işitme ve dinleme; kalp ise, anlama, düşünme, bilme, hissetme ve inanma organıdır.
"Anhü" terkibindeki "hû" zamiri, göz, kulak ve kalbin yaptıklarına işaret etmektedir. "Mes’ûl" kelimesi sormak ve istemek anlamındaki "s-e-1" kökünden ism-i mef’ulü olup sorumlu demektir.
Ayetin Anlam ve Yorumu
Yüce Allah, âyette Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (s. a.s.) ve her mü’mine hitâben; "İyice bilmediğin şeyin ardına düşme, zanla hareket etme, bilmediğin konularda konuşma" buyurarak bir yasak koymakta ve bunun gerekçesini de şöyle bildirmektedir. "Çünkü göz, kulak ve kalp bunların hepsi yaptıklarından; göz gördüğünden, kulak duyduğundan, kalp azminden, düşündüğünden, bunların kötü olanlarından sorumludur ve âhiret- te sorgulanacaktır.
Sahâbî bilgin Abdullah İbn Abbas âyetin birinci cümlesine; "İyice bilmediğin şeyi söyleme", "Hiç kimseye bilmediğin bir şeyi isnat etme"; tâbiî bilgin Katâde b. Dâime, "Görmediğin halde gördüm, duymadığın halde duydum, bilmediğin halde biliyorum deme. Çünkü yüce Allah bunlardan seni sorgulayacaktır"; yine tâbiî bilgin Mücâhid b. Cebr, "İyice bilmediğin bir şeyle kimseyi kötüleme" anlamını vermiştir.
Alûsî’nin dediği gibi âyet; yalan sözü, yalancı şahitliği, iftira etmeyi, körü körüne ve bilgisizce başkalarını taklit etmeyi ve kötü işleri kurgulamayı yasaklamaktadır. Bunlardan her biri başka âyet ve hadislerde de yasaklanmaktadır.
Ayetin içerdiği Hükümler
Ayet, altı hüküm içermektedir:
* Zanla Hareket Etmemek Zan, zıt anlamlı bir kelime olup sanmak, sezmek ve itham etmek anlamına geldiği gibi bilmek ve itaat etmek anlamına da gelir. Bu itibarla zannın bazısı günah sayılmıştır: “Ey mü’minler! Zannın bir çoğundan sakının. Çünkü zannın bazısı günahtır.” (Hucûrât, 49/12) âyeti bunun delilidir. Bu anlamda zan, iyice bilmeden tahmine göre konuşmak, fikir yürütmek ve bilgi vermektir ki tahlil ettiğimiz âyet, bu tür /.andan müminleri men etmektedir. Çünkü bu tür zanda yalan ve iftira vardır. "Ahirete iman etmeyenler meleklere dişi isimler veriyorlar. Onların bu hususta bir bilgileri yoktur, sadece zanna uyuyorlar, zan ise hakikat namına hiçbir şey ifade etmez.^"(Necin,53/27-28) âyeti bu gerçeği ifade etmektedir.
Mü’min, sadece bildiği konuda konuşmak, bildiğini, gördüğünü ve duyduğunu söylemek zorundadır. Mü’min, zanna göre hareket edemez.
“Ey mü’ıııinler! Size fâsık biri bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa karşı kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz." (Hucûrât, 49/6) âyeti ve, "Zandan sakının çünkü zan, sözlerin en yalanıdır..."
“Kişiye, her duyduğu şeyi (aslını araştırmadan, doğru olup olmadığını kesin olarak bilmeden) konuşması / başkalarına anlatması günah olarak yeter" hadisleri zanla hareket etmenin günah olduğunu, zandan kaçınılması gerektiğini ifade etmektedir.
Fert ve toplumların zararına olmayan. hayra ve iyiliğe yönelik iyi zan (hüsnü zan) bu hükme dahil değildir. Mesela müşlüman olduğu zannıyla ölen bir insanın cenaze namazının kılınması, onun müslüman mezarlığına defnedilmesi; kıbleyi bilmeyen kimsenin araştırma sonucu tahmin ettiği cihete yönelerek namaz kılması, besmele çekilerek kesildiğini görmediği bir hayvanın etini “Müslüman, Allah’ın adını anarak kesmiştir” diyerek yemesi, bir insanda görülen olumsuz bir davranışı iyiye yorması bu tür zandır. Bir insanda görülen olumsuz bir davranışı iyiye hamletmek, o insanı hemen kötülememek hüsnü zandır. Peygamberimiz (a.s.), "Hüsnü zan giizel ibadetlerden biridir" buyurmuştur. Hüsnü zan, bu âyetteki yasak kapsamına girmez.
Yalan Söylememek
Yalan: Kur’ân’ın tabiriyle ‘kizb"; doğru olmayan gerçek dışı söze denir. Yalan söz; İslâm’ın yasak ettiği davranışlardan biridir ve büyük günahtır:
“Ey Mü’minler! Allah’a karşı gelmekten sakının, doğru söz söyleyin.” (Ah- zâb. 33/70),
“...Yalan sözden kaçının.” (Hac,22/30),
“... Allah, yalancı, nankör olan kimseyi doğru yola iletmez.” (Ziimer, 39/3 bk Mümin. 40/281) âyetleri;
"Size doğru sözlü olmayı tavsiye ederim. Çünkü doğruluk iyiliğe iyilik de cennete götürür..." ,
"Yalandan şakırım. Çünkü yalancılar, hak yoldan sapmış, günaha dalmış kimselerle (fâcirlerle) beraberdir. Yalancılar ve fâcirler ise cehenneme gireceklerdir..."
"Yalandan sakının. Yalanın ciddisi de şakası da iyi değildir..."
"Devamlı doğru söz söyleyen kişi Allah katında doğru söz (sıd- dîk) olarak yazılır. Devamlı yalan söyleyen kişi de Allah katında çok yalancı (kezzâb) olarak yazılır."
"İnsanları güldürmek için yalan konuşan kimseye yazıklar olsun...." mealindeki hadisler doğru sözlü olmanın ve yalan sözden kaçınmanın gerekli olduğunu ifade etmektedir. Yalan söylemek münafıkların işi (Münâfikûn, 63/1) ve nifâk alametidir.
İftira Etmemek
İftirâ: bir insanın söylemediği sözü söyledi, yapmadığı şeyi yaptı demektir. İftira, büyük günahlardan biridir. “O namuslu, bir şeyden habersiz mü’miıı kadınlara zina suçu isnat edenler dünyada da ahirette de lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azap vardır.” (Nûr, 24/23) âyeti ve "İftira eden kimse ziyana uğramıştır." hadisi ve bunun delilidir. İftira eden kimse, iftira ettiği insanın kişilik haklarına saldırmış ve kul hakkı yüklenmiş olur.
Yalancı Şahitlik Yapmamak
“Yalancı şahitlik”; bir kimsenin herhangi bir konuda bilmediği, görmediği, duymadığı halde bildiğini, gördüğünü duyduğunu söylemesidir. Yalancı şahitlik, büyük günahlardan biridir.
“Kim şahitlik edecek durumda olmadığı halde bir Müslümanın aleyhine şahitlik ederse cehennemdeki yerine hazırlansın.""‘’hadisleri bunun delilidir.
“Şahitliği dosdoğru yapın...” (Talak, 6512)
“Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun, şahitlik ettikleriniz zengin veya fakir de olsalar adaletten ayrılmayın...” (Nisa, 4/135) buyurmuş, cennetliklerin özellikleri arasında yalancı şahitlik etmeyenleri de saymıştır. (Fürkan, 25/72)
Sahabeden Ebu Berke şöyle anlatıyor: Allah’ın Resulü (a.s.),
- “Büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi?” Dedi. Biz de,
“Evet ey Allah’ın Resulü!" dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.)
- “Allah’a şirk koşmak, ana-ba- baya isyan etmektir’’ dedi. Yaslanıyordu, doğruldu ve:
- “Yalan söz ve yalancı şahitlik (de en büyük günahlardandır)” buyurdu. Ebu Berke,
- “Hz. Peygamber, bu sözü o kadar çok tekrarladı ki, ben herhalde susmayacak diye düşündüm” demiştir.
Körü Körüne Başkalarını Taklit Etmemek
Din kurallarıyla örtüşmeyen konularda körü körüne başkalarınıtaklit etmek, dînin yasak ettiği konulardan biridir. Mü’min; iman, ibadet, itaat, ahlâk ve benzeri dînî her konuda bilinçli hareket etmek, zorundadır. Şu âyette atalarına körü körüne uyanlar kınanmaktadır:
“Onlara (müşriklere), “Allah’ın indirdiğine uyun’ denildiğinde, ‘Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız’ derler. Peki ataları anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı? (onların yoluna uyacaklardı?)” (Bakara, 2/170)
Şu âyet de Kur’an’a uygun olmayan, dînî hiçbir konuda, gelenek ve görenek haline gelse bile atalarına veya başka insan ve toplumlara körü körüne uyulmaması gerektiğini ifade etmektedir.
“Onlara (müşriklere) ‘Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) ve Peygambere gelin’ denildiğinde onlar, ‘Babalarımızı üzerinde bulduğumuz din bize yeter’ derler. Peki ataları anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklardı?)" (Mâide, 5/104)
“Çirkin bir iş işledikleri vakit, “Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk Allah, bize bunu emretti derler.” De ki: Şüphesiz Allah çirkin işleri emretmez. Siz bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz?” (A’râf, 7/28)
Yunus, 10/78, Enbiyâ, 21/53, Şuarâ, 26/74, Lokman, 31/21, Zuh- ruf, 43/22-23 âyetlerinde de körü körüne atalara uymanın doğru olmadığı bildirilmektedir.
Başkalarını taklit eden kimse, taklit ettiği insanın inanç, söz, fiil ve davranışlarını benimsemiş demektir. Peygamberimizin (a.s.), “Kişi sevdiği ile beraberdir" anlamındaki hadîsi bunu ifade etmektedir.
Mü’min îman, ibadet, farz, helal ve haram, emir ve yasak ile ilgili dînî konulan öğrenmekle yükümlüdür.
Sonuç olarak “Bilmediğin şeyin ardına düşıne" İlâhî fermam özellikle dini konularda körü körüne başkalarını taklit etmeyi, yalan söylemeyi, yalancı şahitlik, iftira ve zanla hareket etmeyi ve bilmeden konuşmayı yasaklamaktadır. Bu itibarla mü’min bilmediği halde biliyorum, anlamadığı halde anladım, görmediği halde gördüm, duymadığı halde duydum dememeli, bildiği şeyi söylemeli, sadece iyice bildiği konuda konuşmalıdır. Çünkü bütün söz, fiil ve davranışlarından sorumludur.
Sorumluluk
Sorumluluk; bir insanın görevlerini yerine getirip getirmediği, iman, amel, fiil, söz ve davranışlarının doğru olup olmadığı konusunda hesaba çekilmesi demektir.
Tahlil etmeye çalıştığımız âyetin ikinci cümlesinde insanın göz, kulak ve kalbinin yaptıklarından sorumlu olduğu bildirilmektedir. Müfessirlerin beyanlarına göre insanın uzuvlarından her biri fiil ve davranışlarından hesaba çekilecektir. Kalp, inandığı, düşündüğü, planladığı, yapmaya azmettiği şeylerden; göz, gördüğü ve baktığı, kulak, duyduğu ve işittiği şeylerden sorgulanacaktır. Mesela insana âhirette “dinlemen helal olmayan şeyi niçin dinledin, bakman helal olmayan şeye niçin baktın” diye sorulacaktır.
Peygamberler dahil bütün insanlar âhirette sorgulanacaklardır. Sorgulanmayan tek varlık Allah’tır: “O, yaptığından dolayı sorgulanamaz fakat onlar sorgulanacaklardır.” (Enbiya, 21/23)
Ayet ve hadislerde insanların nelerden sorgulanacağı bildirilmiştir. Bunları söyle sıralayabiliriz:
Peygamberlere, peygamberlik görevini yapıp yapmadıklarından, fert ve toplumlara ise peygamberin davetine uyup uymadıklarından, sorulacaktır.
“Kendilerine peygamber gönderilenlere (fert ve toplumlara) mutlaka soracağız ve peygamberlere de soracağız.” (A’râf, 7/6) “(Ey Peygamberim!) Şüphesiz bu Kur’an, sana ve kavmine bir öğüt ve şereftir. Ondan sorulacaksınız.” (Zuhruf, 43/44) âyetleri bunun delilidir.
Allah, fert ve toplumlara peygamberlerin tebliğ ettiği emir ve yasaklara, helal ve haramlara, öğüt ve tavsiyelere uydular mı uymadılar mı diye: peygamberlere ise dînî kuralları insanlara tebliğ ettiler mi etmediler mi, fert ve toplumlar davete icabet ettiler mi etmediler mi, Kur’an ahkâmını uyguladılar mı uygulamadılar mı diye soracaktır. Şu âyetler de bu gerçeği ifade etmektedir:
“Allah kıyamet günü onlara seslenir ve peygamberlere ne cevap verdiniz der.” (Kasas, 28/65),
“O gün Allah, peygamberleri toplar ve onlara, ‘size (davetinize) ne derece uyuldu’ der.” (Mâide, 5/109)
“Rabbine andolsun ki, onların hepsine yapmakta olduklarını mutlaka soracağız.” (Hıcr, 15/92-93),
“Allah’a andolsun ki, uydurmakta olduğunuz (iftira ettiğiniz) şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.” (Nahl, 16/56) âyetleri bu gerçeği ifade etmektedir.
Yöneticiler yönettiklerinden sorgulanacaklardır.
Peygamberimiz (s.a.s.), “Allah, her yöneticiyi, yönetip korumakla sorumlu olduğu şeyleri korudu mu yoksa zayi mi etti diye soracak hatta kişiyi eşi ve çocuklarından sorguya çekendir.” “...Şüphesiz Allah, yöneticileri yönettiklerinden sorgulayandır." buyurmuştur. Hz. Peygamberin şu hadisi ise bütün insanların yönetici olduklarını ifade etmektedir:
“Hepiniz yöneticisiniz ve hepiniz yönettiklerinizden sorumlusunuz. Devlet başkanı yöneticidir ve yönettiklerinden sorumludur. Erkek, eşi ve çocuklarının yöneticisidir ve onlardan sorumludur. Kadın, eşinin evinde yöneticidir ve yönettiğinden sorumludur. Hizmetçi/işçi iş verenin (uhdesine verdiği) malının/işinin yöneticisidir ve yönettiğinden sorumludur."
Bütün insanlar, üstlendikleri görevlerden sorumludurlar. Dolayısıyla her insan görevini hakkıyla yapıp yapmadığından sorgulanacaktır.
İnsanlar, nimetlerin şükrünü yerine getirip getirmediklerinden sorgulanacaktır.
“Sonra o gün nimetlerden mutlaka sorulacaksınız.” (Yunus, 102/8) âyeti ve
“Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, kıyamet giinii nimetlerden mutlaka sorgulanacaksınız.",
-"Kıyamet günü insan ilk olarak nimetlerden sorguya çekilecektir ..." hadisleri bunun beyanıdır. Ayet ve hadisler, insanın sahip olduğu maddî ve manevî nimetlerin hakkını verip vermediğinden, nimetlere şükredip etmediğinden, nimetlerden fakirleri ve muhtaçları yararlandırıp yaralandırmadığından, nimetleri israf edip etmediğinden hesaba çekilecektir. İnsanları nimetlerinden dolayı sorgulayacak olan ise Allah’tır.
İnsanlar, verdikleri sözlerden ve yaptıkları sözleşmelerden sorumludur.
Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü (insan verdiği) sözden sorumludur.” (İsrâ, 17/34),
“Allah’a verilen sözden (insan) sorumludur.” (Ahzâb, 33/15) âyetleri buna işaret etmektedir.
İnsan, Allah’a verdiği sözden sorumlu olduğu gibi insanlara verdiği sözden ve yaptığı sözleşmelerden de sorumludur. İnsan bir şey yapmaya veya yapmamaya söz verdiği mesela şu saatte buluşalım, şu işi yapalım, şuraya gidelim dediği, herhangi bir konuda sözleşme yaptığı zaman bu sözüne ve sözleşmesine uymak zorundadır. İnsan, amellerinden sorgulanacaktır.
“Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.” (Nahl, 16/93) âyeti bu gerçeği ifade etmektedir. İnsanın bilinçli olarak yaptığı her iş ameldir. Dolayısıyla insan dünyada bilerek ne yaparsa ondan sorumludur. Yaptığı iyi ve yararlı ise bunun mükâfatını, kötü ve zararlı ise cezasını görecektir.
İnsan göz, kulak, dil, el, ayak, kalp ve diğer uzuvlarından, ilmi ile amel edip etmediğinden, malını nereden kazanıp nereye harcadığından sorgulanacaktır:
“İyice bilmediğin şeyin ardına düşme çünkü göz, kulak ve kalp, bunların hepsi yaptıklarından sorumludur.” (İsrâ, 17/36) âyeti buna işaret etmektedir. İnsan bütün uzuvlarını haramlardan korumakla yükümlüdür. Gözü ile bakılması haranı olan şeylere bakamaz, kulağı ile dinlenmesi haram olan sözleri dinleyemez, eliyle, haram fiilleri işleyemez, midesine haram lokma koyamaz, ayaklarını haram yollarda kullanamaz, kalbi ile zihni ile haram ve günah şeyleri düşünüp planlayamaz.
“Mümin erkeklere söyle gözlerini haramdan sakınsınlar.” (Nûr, 24/30),
“Mümin kadınlara da söyle gözlerini haramdan sakınsınlar.” (Nûr, 24/31),
“... Birbirinizin gıybetini yapmayın” (Hucûrât, 49/12) âyetleri ve
"Kıyamet günü insan, beş şeyden sorulmadıkça bırakılmayacaktır: Ömrünü nerede tükettiğinden; ilmi ile amel edip etmediğinden; malını nereden kazanıp nereye harcadığından ve bedenini nerede yıprattığından sorulacaktır" hadisi bunun delilidir.
İnsan, kalbi ve zihni ile haram ve günah olan bir şeyi kurgulamasından, kötü niyetinden dolayı da sorumludur.
Kâdî Beydâvî, tahlilini yapmaya çalıştığımız İsrâ suresinin 36. âyetinin, kişinin kalbiyle günah ve isyan olan söz, fiil ve davranışları kurgulamasından dolayı sorgulanacağına delil olduğunu söylemiştir. Şu hadis de bu gerçeği ifade etmektedir.
Ebû Bekre’den rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber (a.s.),
"iki Müslüman birbirine kılıç çektiği zaman öldüren de ölen de cehennemdedir." buyurmuştur. Ebu Bekre,
“Ey Allah’ın Resülü! Öldürenin durumu belli, ama ölen niçin cehennemdedir?" diye sormuş, bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.),
"Çünkü o da, arkadaşını öldürmek istiyordu." buyurmuştur.
Ancak kötü ve haram olan bir şeyi yapmaya niyet eder de sonra bu niyetinden vazgeçerse sorumlu olmadığı gibi kötülüğü terk etmesinden dolayı sevap da kazanır. Nitekim Peygamberimiz (a.s.),
"Yüce Allah, iyilik ve kötülükleri takdir edip yazdıktan sonra bunların iyi ve kötü oluşunu şöyle açıkladı: "Kim bir iyilik yapmaya niyet eder de yapmazsa Allah katında bu iyi niyete tam bir iyilik yazar, iyilik yapmak ister ve yaparsa Allah bu kimseye on katından yedi yüz katına kadar hatta daha fazla sevap yazar. Bir kimse kötü bir şey yapmak ister fakat bundan vazgeçerse Allah bu kimseye tam bir iyilik sevabı yazar. Kötii bir fiil yapmayı ister ve yaparsa ona bu yüzden bir tek kötülük günahı yazar." demiştir. Çünkü ameller niyetlere göre değer kazanır.
Ancak kişinin yapmak istediği kötülüğü kimseye söylememesi gerekir. Peygamberimiz (a.s.); "Allah ümmetimin zorla yaptırıldığı şeylerle göğüslerinin kendilerine vesvese verdiği şeylerden, bunlarla anıe! etmedikleri ve bunları başkalarına anlatmadıkları takdirde kendilerini cezalandırmaktan vazgeçmiştir." buyurmuştur.
Yalan söylemek ve gıybet etmek günah olduğu gibi yalanı ve gıybet olan sözü dinlemek de günahtır. Yüce Allah, lanetlediği ve gazap ettiği kimseleri, “Onlar, yalanı çok dinleyen haramı çok yiyenlerdir.” şeklinde nitelemiştir. (Maide, 5/42) Göz, kulak, kalp ve diğer organlarımız birer nimettir, bu nimetlere şükredilebilmesi için bu uzuvların iyide kullanılması gerekir. Nitekim yüce Allah;
“(Ey Peygamberim!) De ki: “O Allah, sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve kalpler verendir. Ne kadar da az şükrediyorsunuz.” buyurmuştur (Mülk, 67/23).
Sahabeden Şekl İbn Hameyd diyor ki: Peygamberin yanına gittim ve:
Ey Allah’ın Peygamberi! Allah’a sığınmam gereken şeyleri bana öğretir misiniz? Dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber, elimden tuttu ve şöyle buyurdu:
"Allah’ım! Kulağımın şerrinden, gözümün şerrinden, dilimin şerrinden, kalbimin şerrinden ve tenasül uzvumun şerrinden sana sığınırım, de."
Yaratılmışların en şereflisi ve en değerlisi olan insan, boş yere yaratılmadığı gibi dünyada başı boş da bırakılmamıştır. Her insanın; Yaratan’ına, kendisine, eşi ve çocuklarına, ana, baba, kardeş ve yakınlarına, doğal çevre ve topluma, Peygamber ve tebliğ ettiği dîne karşı görev ve sorumlulukları vardır. İnsan; gözü, kulağı, eli, ayağı, dili ve kalbinin yaptıklarından; ilmi, ameli ve sahip olduğu maddî ve manevî bütün nimetlerinden sorgulanacaktır. Yüce Allah, bütün bunları İsrâ suresinin 36. âyetinde şöyle ifade etmektedir: “Bilmediğin şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan (yaptıklarından) sorumludur.” Ayet altı hüküm içermektedir:
- Zanla hareket etmemek,
- Yalan söylememek,
- İftira etmemek,
- Yalancı şahitlik yapmamak,
- Körü körüne başkalarını taklit etmemek
- Sorumluluk.
İnsanın sorumlu olduğu şeyler ise Kur’an ve hadislerde özet olarak şöyle bildirilmektedir:
-İnsan; gözü, kulağı, eli, ayağı, dili ve kalbinin yaptıklarından, ilmi, ameli ve nimetlerinden,
-Yöneticiler, yönettiklerinden,
- Verilen söz ve yapılan sözleşmelerden,
- Peygamberler, dini tebliğ edip etmediklerinden,
- Fert ve toplumlar, ilâhî kurallara uyup uymadıklarından sorgulanacaklardır.

1- Kurtubî, Muhammet! b. Ahmed, el-Câ- mi’ Li Ahkâmi’l-Kur’ân, X, 257-258, Kahire, 1935; el-Alûst, Rûhu’l-Me- ârıî fi Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm ve’s- Seb’ı’l-Mesânî, XV, 73, Lübnan tarihsiz.
2- Taberî , Muhammed b. Cerîr, Câ- mi’u’l-Beyân An Te’vîli’l-Kur’ân, IX; 15/86-87; Kurtubî, X, 257-258; Nesefî, Ebu İ-Berkât, Medâriku’ t- Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, Hâzin; Ali b. Muhammed, Lübâbu l-Te’vîl fî
Meânt’ t-Tenzîl; Fîrûzâbâdî, Muhammed b. Ya’kûbb, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, IV, 38. (Mec- mûatü’n Mine’t-Tefâsîr). Şihâbü’d- dîn Mahmut ÂIûsî, Rûhu l-Meânt Tefstru’ l-Kur’ âni’ l-Azîm Ve’s- Seb’ı’l-Mesânî, XV, 73; Daru İh- yâü’t-Türâsî’l-Arabiyyi, Beyrut, tarihsiz.
3- ÂIûsî, XV, 73.
4-Râğıb, 317.
5- Müslim, Birr, 28, III, 1985.
6-Ebû Dâvûd, Edeb, 88, No: 4992, V, 266.
7- Alûsi XV, 73.
8-Ebû Dâvûd, Edeb, 89, No. 4993, V, 266.
9- Ebû Dâvûd, Edeb, 88, No. 4989, V,
264.
10- İbn Mâce, Dua, 5, No. 3849. II, 1265.
11-İbn Mâce, Mukaddime, No. 46, 1,18.
12- Müslim, Birr, 102.
13- Ebû Dâvûd, Edeb, 88, No. 4989, V, 264.
14- Müslim. İman. 107, I, 78.
15- Ahmed, 1, 91.
16-Ahmed, II. 509.
17- Buhârî, Edeb, 6V.71.
18- Buhârî, Edeb, 96, II, 2034.
19- Kurtubî, X, 259.
20-Nesefı, IV, 38.
21- Fîrûzâbâdî, Muhammed b. Ya’kûb, Tenvîru l-Mikbâs Min Tefsîri İbn Abbâs, I, 523. (Mecmûatün Mine’t-Te-
fâsîr)
22- Süyûtî, Celâlüddîn, Câmi’us-Sa’îr, No: 1760, 1,209.
23- Müslim, İmâı e, 45, II, 1472; Buhârî, Enbiya, 50, IV, 144.
24- Buhârî, Cuma, 11, 1, 215; Cenaiz, 32; Tirmizî, Cihad, 27.
25- Müslim, Eşribe, 140, II, 1610; Tirmizî, Cihad, 27; Ahmed, II, 297.
26- Tirmizî, Tefsir, Sure, 102, V, 448.
27- Tirmizî, Kıyame, 1, No: 2417, V, 612.
28- Kâdî Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Es- râru’t-Te’vîl, IV, 37-38. (Mecmûatün Mine’ t-Tefâsîr)
29- Buhârî, İman, 22; Müslim, Kasâme, 33; Ebû Dâvûd, Fiten, 5.
30-Buhârî, Rikâk, 31; Müslim, îmân, 207, 259.
31- Buhârî. Bed’ü’l-vahy, 1, imân, 41; Müslim, Imare, 155.
32- Buhârî, İman, 5; İbn Mâce, Talalk, 16, No. 2044. 1,659.
33- Nesâî, İstiâze, 4, 10, 11, 38, VIII, 255-256; 259-260.