Makale

Çalışma Dünyasına İslami Bir Bakış

Çalışma Dünyasına İslâmi Bir Bakış

Dr. Halil ALTUNTAŞ / Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Herkesin eşit maddî imkanlar içinde yaşayacağı bir dünya cenneti mümkün olsaydı keşke. Ama hayatın gerçekleri bunun şimdiye kadar mümkün olmadığını, bundan sonra da gerçekleşemeyeceğini gösteriyor. Yakın geçmişte bu hayale kapılanlar, dünya cenneti vâdi ile, dünyada cehennem azabı yaşattılar insanlara. Hayat, gerçekle hayali birbirine karıştıranlara hep pahalıya mal olmuştur. Maddî hayatın önündeki hedef mutlak eşitlik değil, adalettir. Hayatın temelinde hareket ve hareketin, üretime yönelik biçimi olan çalışma kanunu yer almaktadır.
MUTLAK EŞİTLİK YOKLUK OLURDU
Kur’an ekonomik hayatın temelinde, insanlar arasındaki ekonomik farklılığın bulunduğunu haber verir: "Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için, birini ötekine derecelerle üstün kıldık’"" Fizik dünyada geçerli olan bir kanunun, sosyal hayata da hakim olduğunu bu ayetten öğreniyoruz. Atmosferdeki ısı farkları, nasıl atmosferin hareketini ve bu da rüzgar, yağmur, kar, dolu gibi oluşumları sağlıyorsa; yeryüzündeki eğim farkları, suların akmasını, eşyanın yuvarlanmasını sağlıyor. Kısaca bir hareket ve etkileşime sebep oluyorsa, tıpkı bunun gibi, ekonomik farklılaşma da sosyal hayatın devamını sağlayan ekonomik faaliyetlerin esasını oluşturuyor. Şu halde, herkesin eşit ekonomik imkânlara sahip olduğu bir dünya; iş hayatının, daha doğrusu hayatın durduğu bir dünya demektir.
İslâm, insanın önüne ana hedef olarak ölüm ötesi hayatın mutluluğunu koyar, fakat o mutluluğun üretileceği yer olarak bu dünyayı belirler. Buradaki başarı için de çalışmayı temel, kaçınılmaz bir şart olarak öngörür. İşte bu noktada güzel Türkçemizin, “alın teri” diye ifadeye koyduğu “helâl kazanç’” kavramı ön plana çıkar. Helâl kazanç dünyası, herkesin kendi yetenekleri oranında hayatın yaşanır hale gelmesine katkıda bulunacak, çalışacaktır. Herkes kendi elinin emeğine sahip olacak, başkalarına yük olmaktan kaçınacaktır. Herkes bilmeli ki: “Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yemek yememiştir. Allah’ın nebisi Davûd (a.s.) da kendi elinin emeğinden yerdi.’2
ÇALIŞMA HER İKİ HAYATI DA
KUCAKLAYAN BİR AKTİVİTE
Kur’an, çalışmaya atfettiği önemi bir başka boyutuyla şöyle gündeme getirmektedir: "İnsan için çalıştığından başkası yoktur ve onun çalışması ileride görülecektir."3 "De ki, çalışın, Allah, Resulü ve mü’minler çalışmanızı görecektir."141 Kuranda çalışma temalı daha pek çok ayet vardır. Genel konumları dikkate alındığında, bu ayetlerin, öncelikle manevî bir muhteva taşıdıkları, vurgu yapılan çalışmanın ahiret hayatına yönelik çalışma olduğu düşünülebilir. Fakat bu, aynı ayetlerin maddî çalışmayı da kapsamadığı anlamına gelmez. Kur’an’a göre her iş manevî bir içeriğe sahip olduğu için, onun üslubu içinde manevî cephe ön plandadır.
Şüphesiz çalışma denilince hem bedenî, hem fikrî çalışma akla gelecektir. İnsanlık, çalışmanın bu iki türü arasında bir tercih yapma şansına sahip değildir. Kur’an aklı kullanma, düşünme konusunda insana ciddi anlamda öğütler yöneltmekte, aklını kullanmayanların geleceğinin iyi olmadığını önemle vurgulamaktadır.
İslâm, insana çalışmayı emredipte onu, hırsları, kaprisleri, bencilliği ile baş başa bırak mamış, onun bu olumsuzluklarını törpüleyecek kuralları da koymuştur. Bu kuralları helâl kazanç formülü ile ifade etmek mümkündür. Helâl kazanç için birinci şart, emeğin meşru biçimde harcanmasıdır. Dinin yasakladığı iş alanlarında rızık aramak meşru değildir. Miras ve hibe gibi istisnaî durumlar dışında, emeğe dayanmayan mülkiyet alanları müslümana kapalıdır. Bu sebeple, faiz, kumar, hırsızlık, gasp ve benzeri yollarla mal edinme yasaklanmıştır. Kullanımı yasak olan malların üretiminde çalışmak ta haramdır. İslâm’ın yasakladığı şeyleri yapmak meşru olmadığı gibi, zaruret bulunmadıkça yasaklanmış işlerin yapıldığı iş yerlerinde çalışmak ta meşru değildir. Geçimini temin için başka bir iş bulamaması sebebiyle, böyle iş yerinde çalışmak zorunda kalanlar, daima meşru bir iş ve helal kazanç arayışı içinde olmalıdırlar.
İŞÇİ-İŞVEREN İLİŞKİLERİ
Çalışma hayatının kaçınılmaz olgularından biri de işçi-işveren ilişkileridir. Dinin, kişiler arası ilişkilerin temeline yerleştirdiği kul hakkı düşüncesi, işçi işveren ilişkilerinde de en önde tutulması gereken ilkedir. Allah katında hem işçi, hem işveren kul olma noktasında birleşirler. Bu sebeple her iki tarafta, birbirinin hakkını üzerine geçirmeme konusunda duyarlı olmak zorunda bulunduğunu, aksi yönde bir davranışın onu zalim durumuna düşüreceğini hatırında tutar... Bilir ki "Zalimlerin hiç bir yardımcısı yoktur.’"5’ Hz. Peygamber’in, “Zulmetmekten sakının. Çünkü kıyamet gününde zulüm kat kat karanlıktır."16’ "Kıyamet gününde bütün hakları sahiplerine mutlaka vereceksiniz. Hatta boynuzsuz koyunun hakkı bile boynuzlu koyundan alınacaktır."’7’ şeklindeki uyarılarını hep göz önünde tutar.
İŞÇİNİN GÖREVLERİ VE HAKLARI
Bütün bunların ışığında İslâm’ın, işçi için belirlenen temel görevleri şöyle sıralamak mümkündün Eğer aksi zikredilmemişse işini kendisi yapacaktır.181 Belirlenen süre (mesai) içinde sürekli çalışacaktır.’91 İşini sağlam ve güzel yapacaktır. Çünkü, "Kul bir iş yaptığı zaman, Allah kulun, işini iyi ve sağlam yapmasını sever.”"0’ Kendisine emanet edilen malları, malzemeyi ve araçları iyi kullanacaktır. En iyi işçi güvenilir olandır."" Gönül hoşluğu ile görevini yerine getiren görevli Allah rızası için sadaka veren kimsenin mükafatını alır."21
Görevler ve sorumluluklarla haklar birbirinin ayrılmaz parçalarıdır. Sosyal hayatta olduğu gibi iş hayatında da haklar ve sorumluluklar dengesinin korunması, huzur ve düzenin kaçınılmaz gereğidir.
İşini yapan, sorumluluklarını yerine getiren işçinin en temel hakkı ücrettir. Kur’an, herkese kazandığının tam olarak ödeneceğini genel bir prensip olarak şöyle tespit eder: "Herkese işlediklerinin karşılığı tam olarak ödenir. Onlara zulmedilmez."113’
Genel bir tanım olarak, emeğini kiraya veren, ücret karşılığında başkası için çalışan kimseye işçi diyoruz. İslâm Hukuku kaynaklarında böyle kimse için işçi anlamına gelen amil yerine, ücretle çalıştırılan kimse anlamına gelen, ecir kelimesinin kullanılmış olması, ücretin çalışan açısından taşıdığı önemi vurgulaması bakımından dikkat çekicidir. İş- çi-işveren anlaşmazlıklarının pek çoğunun temelinde ücretin yetersiz olması, ya da vaktinde ödenmemesi olduğu bir gerçektir. Yeterli ücret konusundaki genel prensibi koyan ayeti yukarıda zikrettik. "Ücretle çalışan kimseye ücretini, teri kurumadan veriniz.""4’ hadisi de ödemenin zamanında yapılmasının önemine dikkatleri çekmektedir. Hele ücretin tamamen ödenmemesi, gasp edilmesi, Allah’la karşı karşıya gelmek demektir. Bir kudsî hadis şöyledir: “Üç kişi kıyamet gününde beni karşısında bulacaktın Benim adıma verip haksızlık eden, hür insanı satıp parasını yiyen ve bir kimseyi çalıştırıp ta ona ücretini vermeyen.”"5’
Taraflar arasında anlaşmazlık doğuracak her türlü belirsizlikten kaçınılmalıdır. Bu sebeple, birim ücret önceden belirlenmelidir. Hz. Peygamber, ücretini bildirmeden bir kimseyi ücretle çalıştırmayı yasaklamıştır."61 Ücretin belirlenmesi, karşılıklı anlaşma ile örfe (piyasa şartlarına) göre yapılır."71
İslâm iş hukuku, işe göre ücret prensibini benimser. Değişik bir ifade ile iyi işe iyi para ödemek esastır. "Herkesin yaptığı işe göre dereceleri vardır.”"8’ “Kişi için ancak çalıştığı vardır.""’91 İşe göre ücret politikası, hem liyakat adaletine uygunluğu, hem de yeteneklerin geliştirilmesini teşvik edici olması açısından hem ahlâka, hem de verimlilik ilkesine uygundur. Buna karşılık, işçiye ancak yapabileceği kadar iş yüklenebilir. Zira kişiye yapabileceği kadar iş yüklemek20’ Allah-kul ilişkilerinde de temel prensiptir.
SOSYAL HAKLAR
Batı dünyasında, ancak sanayi devrimin- den sonra ve işçi kesiminin verdiği uzun mücadelelerden sonra benimsenen sosyal haklar kavramının asıl sahibi İslâm’dır, Hz. Pey- gamber’dir-, "Kim bizim işimizde (devlet işinde) çalışır da ailesi olmazsa evlensin, hizmetçisi yoksa hizmetçi tutsun, evi yoksa ev edinsin.”12’’ hadisi sosyal haklar kavramının temelini atmıştır. “Hadisi iki şekilde yorumlamak mümkündür. Bir yoruma göre çalışanın, bu sayılan şeyleri ücretine mahsuben alması mubahtır. Bunun dışında işlediği maldan bir şekilde istifadesi caiz değildir. Diğer yoruma göre ise çalışanın ev ve hizmetçisi yoksa devlet bunları onun için kira ve ücretini verip tutar. Çalışan işe devam ettiği sürece bunlardan yararlanır.’"22’ Sonuçta her iki yoruma göre de işçi nornal geçim şartlarına kavuşturulmuş olmaktadır.
İşçi çalışma sırasında dinî vecibelerini yerine getirme hakkına sahiptir. Bu sebeple farz namazlarını kılmak için işverenden izin almak zorunda değildir. Ancak vakit çıkmıyorsa mesai sonrasında kılması uygundur.
ÖNEMLİ BİR İLKE: LİYAKAT
İslâm’ın çalışma hayatında gözettiği temel ilkelerden biri de liyakat ilkesidir. İş layık olana yaptırılmalıdır. İşin Üstlendiği görevi gereği gibi yapamayacak kimseye verilmesi, hem o işe daha layık olanların hoşnutsuzluğuna sebep olur, hem de işten beklenen verim alınamaz. Liyakat alanında yaşanan bu zaaf hali, zamanla, gittikçe büyüyen halkalar halinde yayılır ve sonuçta genel bünyeyi olumsuz yönde etkiler. Liyakat prensibinin gözetilmesi, çalışan kesimin kalitesinin yükselmesine, adil şartlar içinde bir iş gücü rekabetinin oluşmasına da sebep olur. Çalışanlar arasında kıskançlığın değil, gıpta duygusunun hakimiyetini sağlar. Liyakat prensibi adama iş değil, işe adam anlayışının hayata geçirilmesini ifade eder. Adam kayırma, eş dost gözetme adına işlerin liyakatsiz ellere teslim edilmesi sonuçta toplumun bünyesini öylesine sarsar, zarara uğratır ki, bu durum o toplumun kıyameti demektir. Bu noktada Hz. Peygamber’in şu hadisi ne kadar anlamlıdır: "İş, ehli olmayana bırakıldığı zaman kıyameti bekle.’"231 Gerçekten de, işi ehline yaptırmamak, ya da işi yapacak ehil adamlar yetiştirmede ihmalkâr davranmak, çok pahalı bir lükstür. Buradaki liyakati sadece maddî yönüyle değil geniş anlamıyla anlamak gerekir. Zira işin ahlâkî tarafı da vardır ki, çok kere maddî planın da önüne geçer. Maddî anlamda kalifiye olan bir kimse, manevî değerlerden yoksunsa, hak kavramından habersizse, yine istenen verimi sağlayamayacak, aldığını hak etmek gibi bir kaygısı olmayacaktır.
İŞVEREN CEPHESİ
İşveren sermayeyi elinde bulundurduğu için güçlü taraftır. Bu sebeple, işçi-işveren ilişkilerinde ilk akla gelen şey işçinin korunmaya muhtaç bir konumda olduğu düşüncesidir. Bundan dolayı da işçi hakları her zaman gündemdedir. Karşılıklı hak ve görevler açısından taraflar arasında bir fark yoktur. İslâm, sermaye sahibine her fırsatta bir emanetçi olduğunu, malının gerçek sahibinin Allah olduğunu, o mallarda fakirlerin de hakkı bulunduğunu hatırlatır. Burada amaç, maddî gücün insan ruhuna sindireceği tahakküm ve zorbalık temayüllerini törpülemek, kendisinin de ölümlü olduğu bilincini diri tutmaktır. Bu noktada, sahip olduğu büyük servetin verdiği azgınlıkla halkına zulmetmeye kalkışan Karun’un malikanesiyle birlikte yere geçirilişini Kur’an’ın bir ibret levhası olarak sunması dikkat çekicidir. 24’
İslâm, sermayeyi, sahibi eliyle topluma yönelik hale getirdiği gibi, sermaye sahibini, işvereni de, işçi ile ilişkileri açısından, patrondan çok bir baba, bir koruyucu konumuna getirmeyi hedefler. Bu tutumu, onun ahlâkî bir davranışı haline getirmeye çalışır. İşçi-işveren ilişkilerinin, kul-Allah ilişkilerine de yansıdığını vurgular ve kulun Allah katında değerini artırdığını ifade eder. Hz. Peygamberin bize yansıttığı şu tablo bu konuda oldukça dikkat çekici bir örnektin Üç arkadaş yolculukları sırasında yağmura tutulurlar ve bir mağaraya sığınırlar. Derken yuvarlanan bir kaya gelir mağaranın ağzını kapatır. İçinde bulundukları durumu aralarında görüştüler ve içlerinden birisi; “bizi bu durumdan Allah’tan başka kimse kurtaramaz. Her birimiz yapmış olduğumuz iyi bir işi anarak Allah’a yalvaralım, belki kurtuluruz", dedi. İkisi söylendiği şekilde dualarını yaptılar. Her birinin duasından sonra taş biraz aralandı.
Nihayet üçüncüsü:
“Allah’ım! (biliyorsun ki) ben bir keresinde ücretle bazı işçiler çalıştırdım. Ücretlerini verdim. Ancak biri ücretini almadan gitti. Ben de onun ücretini (ticaret yaparak) çoğalttım. Öyle ki ücreti bir servete dönüştü. Bir zaman sonra o işçi geldi ve bana, ’Ey Allah’ın kulu, ücretimi ver’ dedi. Ben de ona, ’şu gördüğün deve, koyun, sığır ve (onlara bakan) köleler hep senin ücretinden meydana gelmiş bir servettir’ dedim. Adam, ‘Ey Allah’ın kulu, benimle alay etme! dedi. Ben de ona, ’Hayır, seninle alay etmiyorum, (malını al, götür)’ dedim. Derken o bunların hepsini sürüp götürdü. Bunlardan bir şey bırakmadı1. Ey Rab- bim! Bunu senin rızanı isteyerek yaptıysam şu kaya parçasıyla bunaldığımız şu darlıktan bizi kurtar!" diye dua etti. Kaya tamamen açıldı. Yürüyüp gittiler."25
İslâm işverenden, işçinin patronu değil; babası ve koruyucusu olmasını istiyor. Bu ilkelerin uygulanması, iş dünyasının iki kesimi arasındaki kutuplaşmaları en aza indirecek, çalışma barışının daha kolay sağlanmasına yardım edecektir.

1- Zuhruf, 32.
2- Buhârî, Sahih, Büyü’, 15; Tirmizî, Ahkâm, 22; Nesâi, Büyü’,).
3- Necm, 39-40.
4- Tevbe, 105.
5- Hac, 71.
6- Müslim, Sahih, Birr, 56-57.
7- Müslim, Sahih, Birr, 60.
8- Mecelle, mod. 571.
9- Mecelle, ma d. 425.
10- Keşfü’l-Hafâ, II. 245-246.
11- Kasas, 26.
12- Buhâri, Sahih, Icâre, 1; l’bn Mâce, Sünen, Ticârât, 65.
13- Ahkâf, 19.
14- İbn Mâce, Sünen, Rehn, 5.
15- Buhârî, Icare, 10; İbn Mâce; Sünen, Rehn, 4.
16- Nesâî, Sünen, Ey mân, 44.
17- Ücretin belirlenmesindeki bu temel prensibin dayanağı için bak: Talak, 6.
18- Ahkâf, 49.
19- Necm, 39.
20- Bakara, 233.
21- Ebû Davûd, Sünen, Haraç, 10 (Hadis no. 2945).
22- Hattâbî, Medlirnu’s-Sünen (Ebû Davud’un Sünen’i ile birlikte), III, 304.
23- Buhârî, Sahih, İlim,2.
24- Kasas, 76-84.
25- Buhârî, Sahih, icare, 2.