Makale

Vaaz, Vaiz ve HARUN REŞİD

Vaaz, Vaiz ve
HARUN REŞİD

Dr. Fahrettin BEKTAŞOĞLU
Ermenek Müftüsü

Dinimizde vaaz ve irşadın, nasihat edip öğüt vermenin önemli bir yeri vardır. Çünkü Allah ve Peygamber’in emir ve yasakları bu yolla insanlara ulaştırılır; toplumda iyilik ve güzellikler bu şekilde yaygınlık kazanırken, kötülük ve çirkinlikler de yine bu vasıtayla azalır.
Vaazetme ehliyetine sahip elemanlar, “Vâiz” ünvanıyla Başkanlığımız tarafından istihdam edilmişlerdir. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluş amaçlarından birisi de. İslâm dinini vatandaşlarımıza özlü bir şekilde anlatmaktır.
Bu yazımızda, kökü Hz. Peygamber (s.a.s.)’e kadar uzanan vaizlik misyonunun, ünlü Abbasi Halifesi Harun Reşid zamanında nasıl yerine getirildiğini, canlı örnekleriyle sergilemeye çalışacağız.
Corci Zeydan’ın da ifade ettiği gibi, Abbasi devletinin ilk devirlerinde yetişen halifelerin çoğu, bir fakih veya salih bir zat gördüklerinde kendilerine nasihatta bulunmasını isterler ve söylenen nasihatlar sebebiyle sakallan ıslanın- caya kadar ağlarlardı. Mev’ıza (nasihat) dinleyen Abbasi halifelerinin en meşhurları; Mansur, Harun Reşid, Mu’tasım ve Vâsık’tır."
Evet, Harun Reşid belki de bu halifeler içerisinde nasihatlardan en çok etkileneni olup, kaynaklar bunun pek çok örnekleriyle doludur. Bu aynı zamanda onun temiz kalpliliğinin ve yufka yürekliliğinin de delilidir.
Din bilginlerine saygıda kusur etmezdi. Bir defasında, dönemin meşhur vaizi İbnü Semmak huzuruna girdiğinde ona son derece saygı göstermiş ve bundan memnun kalan vaiz: “senin alçak gönüllülüğün şerefinden kaynaklanıyor ’’demiştir. Daha sonra Re- şid’e nasihatta bulunmuş ve kendisini ağlatmıştır.’21
Kaynaklar bu tür nasihat örneklerine çokça yer vermektedirler. Biz bunlardan birkaçını aktarmak istiyoruz:
Bir defasında veziri Fazl b. Rebî, halifenin emri üzerine İbnü Semmak’ı huzuruna davet eder. Harun: “Bana nasihat et” deyince şunları söyler: “Ey Mü’minlerin Em iri! Sadece ortağı olmayan Allah’tan kork, şunu bil ki yarın sen Rabbin olan Allah’ın huzuruna çıkarılacak sonra da bir üçüncüsü olmayan iki duraktan birine, Cennet veya Cehennem’e gönderileceksin”. Bu sözler karşısında Harun ağlar. Fazl hemen Semmak’a dönerek: ’Sübhanallah! Emiru’l-Mü’ minin Allah’ın hakkını yerine getirip kullarına adalet ve faziletle davrandığından inşaallah Cennete gönderilecektir, böyle bir kimseye şüphe isnat edilir mi? diyerek Halife’ye hoş görünmeye çalışır. Semmak onun bu sözüne üzülmez ve Halife’ye dönerek: “Ey Mü’minlerin Emiri, vallahi bu (Fazl) o günde senin yanında olmayacaktır. Bu sebeple sen (yine de) Allah’tan kork ve kendine bak" der. Harun Reşid ağlar, Fazl, böy- ’ lece susturulmuş olur ve bir kelime bile konuşmaz.
İlgi çekici nasihatlardan biri de şöyledir: İbnü Semmak yine bir gün Harun Reşid’in huzurunda iken Harun Reşid su ister. Tam içmek üzere iken İbnü Semmak: “Ey Mü’minlerin Emiri. Resûlüllah (s.a.s.)’a yakınlığın’41 hakkı için biraz bekle’ der. Sonra da: ’Eğer bu suyu içmekten alıkonulsaydın onu kaça satın alırdın?’ diye sorar. Halife: Mülkümün yarısını verirdim’ diye cevaplar. Bunun üzerine Semmak: ’Buyurun, için’ der. Halife içmesini bitirince Semmak: ’Resûlüllah (s.a.s.)’e yakınlığın hakkı için yine sana sorarım: ’İçtiğin bu su vücudundan (dışarıya) çıkmadığı (atılmadığı) takdirde, onun dışarı atılmasını ne ile satın alırdın? Halife: “Mülkümün hepsiyle” diye karşılık verir. Bunun üzerine Semmak şu (ibret dolu) sözleri söyler: Bir içimlik suya ve onun idrar olarak dışarı çıkarılmasına denk olmayan (yetmeyen) bir mülk (hilafet) için yarışa girmek (hilafet mücadelesi vermek) yakışık almaz.” Bu sözler üzerine Reşid duygulanmış ve ağlamıştır1’
Yine devrin ünlü simalarından Esmaî’nin anlattığına göre, Reşid bir gün pek çok yemek hazırlatır ve ziyafet meclisini güzelce süslettikten sonra şair Ebü’l-Atahiye’yi huzuruna çağırtır, ona: “İçinde bulunduğumuz şu dünya nimetlerini bize anlat’ der. Bunun üzerine şair: ’Fırsatın oldukça yüksek sarayların gölgesinde sağ salim yaşamaya devam et’ anlamında bir beyit söyler. Halife: “Güzel söyledin" der ve bundan sonra ne söyleyeceğini sorar. Ebü’l-Atahiye: ’Sabah akşam arzu ettiklerin hemen huzuruna getiriliyor’ mısralarını söyler. Halife yine: ’Güzel dedin, bundan sonra ne söyleyeceksin bakalım?’ deyince şair: ’Göğüs çukurlarının gölgesinde canların çıkma hırıltıları başladığında, işte o zaman sadece bir aldanış içerisinde olduğunu iyice bileceksin” beyitlerini söyler. Bu sözlerden duygulanan Reşid ağlamaya başlar. Orada bulunan Fazl b. Yahya (Harun Reşid’in vezirlerinden) şaire dönerek: ’Mü’minlerin Emiri seni kendisini neşelendiresin diye çağırdı, sen ise onu üzdün’ der. Reşid ise Fazl’a dönerek, manevî uyanıklığını ispat eden şu sözleri söyler: "Onu bırak, çünkü o bizi basiretsizlik (ve taşkınlık) içinde gördü ve gafletimizin artmasını istemedi (ği için böyle dedi)."
Bir defasında da İmam Şafiî’ye: Kendisiyle Mü’minlerin Emiri’ne vereceğin bir öğüt(ün) yok mu?’ diye sormuştur. Şafiî der ki: “Hemen Tavus-u Yemani’nin öğüdünü hatırladım ve bununla ona nasihatta bulundum; ağladı bana 50.000 (dirhem) emretti ve bir at getirildi...’
Öte yandan, öğüt veren kimsenin ağır ve kırıcı sözlerle nasihat etmesine -haklı olarak- karşı çıkardı. Nitekim bir adam kendisine ağır sözlerle öğüt vermek istediğini ve buna katlanmasını söyleyince Reşid bunu kabul etmemiş ve şu çok güzel karşılığı vermiştir: "Şüphesiz Allah senden daha iyi bir kimse (Musa)ye, benden daha kötü bir kimse (Firavun) için yumuşak söz söylemesini emretmiştir. Peygamberi Musa (a.s.)’yı Firavun’a gönderirken: “(Gidin de) ona yumuşak söz söyleyin. Olur ki nasihat dinler, yahut (Allah’dan) korkar”8 buyurdu. Bu yerinde cevap, aynı zamanda onun kuvvetli bir din kültürüne sahip olduğunu da göstermektedir.

1- Corci Zeydan İslam Medeniyeti, yerbelirsiz. 1974. IV. 364.
2- Süyûti Târihu’l-Hulefâ, Beyrut tarihsiz, 309.
3- Taberî, Târihu’l- Rusuli ve’l-Mü- lûk, Mısır. 1966, VIII. 357; ayrıca. İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Niha- ye. Beyrut. 1977. X. 183.
4- Abbasiler’in soyu Hz. Peygamber (s.a.s.)’in amcası Abbas’tan geldiği için. (F.B.)
5-İbnu l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Târih, Beyrut, 1965, VI 219 vd. ayrıca, İbıııı Abdi Rabbih, el-’Ikdü’l-Ferîd, Kahire, 1956, III, 634.
6- İbnü’l-Esîr, a.g.e.. VI. 220 vd.; ayrıca. Ibnu t-Tıktaka. el-Fahrî, Be- yıa. tarihsiz, 13 vd.
7- Yakut, İrşadu’l- Erîb, Mısır, 1930.VI. 372.
8 - Tâ Hû. 44.
9- İbnü Abdi Rabbih. a.g.e.. 165.