Makale

Hz. Peygamberin Yahudi ve Hıristiyanlarla Münasebetlerine Genel Bir Bakış

Hz. Peygamber’in Yahudi ve Hıristiyanlarla
Münasebetlerine Genel Bir Bakış

Yrd. Doç. Dr. Osman CİLACI
Süleyman Demirel Üniversitesi
ilahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Türkiye Diyanet Vakfı tarafından 1989 yılından beri ülkemizde cami dışında büyük bir coşku ile icra edilmekte olan kutlu doğum haftası faaliyetlerinin, iki cihan güneşi efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’i bütün yönleriyle tanıtmadaki hizmeti her türlü övgünün üstündedir. Kutlu doğum haftası münasebetiyle düzenlenen panel, açık oturum, sempozyum, kongre, seminer vb. Toplantılar, O büyük peygamber’in ümmeti olarak bizleri ilgilendirdiği kadar, O’nun muhabbeti, aşkı ve yolunu izleme konusundaki Kur’an buyruğuna uymak için kendimize yeniden çeki -düzen verme imkanını da sağlamaktadır.(1)
Mutaassıp bazı Yahudi ve Hıristiyanların dışında Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Allah’ın son Peygamberi olduğuna inanmayan hemen hiç kimse yok gibidir. Bu gerçeğin kabul edilmesinde, Yahudi ve Hıristiyanların halen ellerinde bulunan Kitab-ı Mukaddes®^ tahriften korunduğu sanılan bazı metinlerin de büyük rolü olmuştur. Ayrıca bu hakikat birçok Yahudi ve Hıristiyan bilim ve devlet adamlarınca da telaffuz edilmiştir. Alman imparatorluğu’nun kurucusu Otto von Bismarck (1815-1896):
"Ben şunu iddia ederim ki Muhammed mümtaz bir kuvvettir. Destigâh-ı kudret’in böyle ikinci bir vücudu imkân sahasına getirmesi ihtimalden uzaktır. Sana muasır bir vücut olamadığımdan dolayı müteessirim, ey Muhammedi"(3) şeklinde sitayişkâr sözleriyle hissiyatını dile getirmeğe çalışanlardan sadece biridir.
Tevrat (tesniye, xvııı, 15- 22)’daki “Allah’ın, Rab senin için aranızdan, kardeşlerinizden benim gibi bir peygamber çıkaracak onu dinleyeceksiniz" ayetinin yorumu hakkında Yahudi bilginleri şöyle diyor:
Bu ayetlerde onların ancak Hz. Muhammed (s.a.s.)’e iman etmeleri gerektiğinde işaret vardır. Burada “kardeşlerinin arasından’ ifadesiyle “Aysogulları" kasdedilmektedir. Bir başka tevrat ayetinde (5)’" siz sair’de oturan kardeşiniz Aysogullarının hududunda bir yolcusunuz. Siz sakın onların tarafına göz dikmeyesiniz."
Bilindiği üzere Aysogulları ile İsrailoğulları kardeştirler. Buna göre İsrail’in çocukları Hz. İbrahim’in çocuklarının kardeşleridirler.(6)
Aslen Yahudi iken Allah’ın iman nasibetmesiyle müslüman- lıgı kabul ederek Samumel b. Yahya el-Ma’ribi adını alan el- Hıbr Şamüil b. Yahuza b. Abun, “Bezlu’l-Mechûd fî Ifhami’l-Ye- hûd" adlı eserinde bu konuda şöyle diyor:
“Tevrat’ta İsmailoğulları’ndan peygamberliğine işaret edilen kişi Hz. Muhammed (s.a.s.)’tir. O, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in makamlarının bulunduğu Mekke’den çıkmıştır. Hz. Muhammed (s.a.s.) Mekke’nin Faran çölünde doğmuştur. Orası dedeleri Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’in yurdudur. Hz. Muhammed (s.a.s.)’e vahiy ilk defa Faran dağları’nın bir parçası olan Hira Magarası’nda yalnızken ve ibadet ettiği sırada nazil olmuştur. (7)
İslam kendi dışındaki dil, ırk, din vb. farklılıkları taşıyan bütün insanlarla giriştiği münasebetlerde daima hoşgörü ve adaleti esas almıştır. Savaşa girildiğinde bile bu ölçüler daha üst düzeyde korunmuştur. Hz. Peygamber’in orduya hitaben:
“Hile ve desise yapmayın, çocukları öldürmeyin. Bir düşman ordusuyla kendi topraklarında çarpıştığınız zaman kendi halinde yaşayan sivil halka zulüm etmeyin. Zayıf olan kadınları esirgeyin. Memedeki çocuklara ve hastalara merhamet edin. Meyve bahçelerini tahrip etmeyin, hurma ağaçlarını kesmeyin.’(8) Talimatına bugün Yahudi ve Hıristiyan toplumlarının yöneticileri dünden çok daha fazla muhtaç bulunmaktadırlar; çünkü XX. Yüzyılın son yılını yaşadığınız şu zaman diliminde Flistin, Bosna-Her- sek, Azerbaycan, Çeçenistan vb. ülkelerdeki müslümanlara karşı Yahudi ve Hıristiyanların giriştikleri soykırım ve katliam dinmek şöyle dursun, giderek şiddetlenmektedir.
Müslümanlar, kendilerine mukavemet etmeyenlere saldırmadıkları gibi, o insanların kilise, havra hatta âteşgede vb. mabetlerine bile dokunmamışlar, ibadet mahallerini aynen korumuşlardır. Böyle davranmak suretiyle müslümanlar, “Onlar, başka değil, sırf “Rabbimiz Allah’tır dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defetmeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılır giderdi. Allah kendisine, kendi dinine yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir”™. Buyuran Cenab-ı hak’kın yüce bir emrine uymanın haklı gururunu taşımış oluyorlardı.
Şu bir gerçektir ki, Yahudi insanı, dünyanın neresinde olursa olsun her fırsat ve imkan düştükçe kendi menfaatini daima her şeyin üstünde ele almıştır. Nitekim Hz. Peygamber döneminde Medine’de yaşayan Yahudiler de aynı şekilde hareket etmiş, Allah’ın Rasulü’nü kendi taraflarına çekebilmek için bir müddet mutedil bir politika izleyerek böyle- ce ondan azami derecede istifade etmeyi hedeflemişlerdir.
Ancak bu yoldaki niyet ve girişimleri kendi arzuları istikametinde müsbet bir gelişme göstermeyince, Hz. Peygamber’e kin ve hased duygularıyla düşmanca bir tavır takınmaktan da çekinmemişlerdir. Yahudilerin bu tür davranışlarından, aslen Yahudi iken İslam’la müşerref olan ırkdaşları da nasiplerini almışlardır. Nitekim Yahudilerin büyük alimlerinden Abdullah b. Selâm müslümanlıgı seçince bazı Yahudiler şöyle demişlerdir: "Muham- med’e iman edenler ancak bizim şirret ve kötü insanlarımızdır. Eger bu iman edenler bizim hayırlı kişilerimiz olsaydılar atalarımızın dinini terketmezlerdi".(,10) Yahudilerin bu tutum ve davranışlarının İnsanî, mantikî ve sosyal hiçbir yönünün bulunmadığını açıklayan "Onların hepsi bir değildir. Ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secde ederek Allah’ın ayetlerini okurlar”1"’ ayet-i kerimelerini hatırlatmalıyız.
Bu ayet-i kerimeler kitap ehlinin çoğunun yoldan çıktığını, çeşitli entrikalarla müslümanları rahatsız etmeğe çalıştıklarını bildirdikten sonra, ehl-i kitap’ın hepsinin bir olmadığını açıklamaktadır/’12 Abdullah b. Selam hakkında el-ahkâf, 10. Ayeti ile er-Ra’d, 43. Ayetinin nazil olduğunu ifade eden müfessirler bulunmaktadır.(13)’
Kur’an-ı Kerim’in Yahudilerle ilgili bütün ayetlerini burada açıklamak mümkün değildir. Ancak Müslümanlarla Yahudiler arasındaki münasebetlerden, Yahudilerin yalan yanlış sözlerini tasrih eden (14) ve Hz. peygamber’e sordukları sorulara cevap veren ayetleri(15)’ hatırlatmakla iktifa edeceğiz.
Burada şu noktayı da belirtelim; Kur’anı Kerim’deki ayetlerin onyedisi genel olarak bizzat Yahudilerden bahsetmektedir.16’ Bu ayetlerin dışında, Yahudilerin bazı kötü davranışlarını konu edinen sureler vardır. Mesela Felak ve Nas Sureleri, Bebib b. A’sam adındaki Yahudinin Hz. Peygamber’e yaptığı sihir üzerine nazil olmuştur.17’ .
Yahudilerle ilgili olarak nazil olan ayetler incelendiği zaman genellikle bu ayetlerde onların inanç, düşünce ve fikir yapılarının açıklandığı, bu yapılanmadaki bozuk yönlerin neler olduğunun belirtildiği görülür. Ayrıca bu ayetler müslümanların Yahudilerle iyi bir diyalog içinde bulunmalarını da telkin eder. Zaten müslümanlar da bu diyalogu, dinlerinden gelen bir haslet olarak en güzel şekilde hayata geçirmişlerdir.’18’
Kur’an-ı Kerim Hz. İsa’nın diliyle kendisinden sonra Hz. Muhammed (s.a.s.)’in geleceğini şöyle beyan etmiştir:
“Hatırla ki Meryem oğlu Isa: Ey Ismailoğullarıl ben size Allah’ın elçisiyim, benden önce gelen tevrat’ı doğrulayıcı, ve benden sonra gelecek ahmed(,9> adında bir peygamberi de müj- deleyici olarak geldim” demişti. Fakat onlara apaçık deliller getirince, bu apaçık bir kandırmacadır, dediler"(21)
Müfessirlerin açıklamalarına göre bu ayet daha sonraki ayetle birleştirilince şöyle bir mana ortaya çıkmaktadır: “Ben Allah’ın resulü Ahmed (Hz. Muham- med)’in gelişine dair tevrat’ın verdiği müjdeyi tasdik etmek üzere dünyaya geldim. Ben de o’nun geleceğini bildirdiririm. Son yorum, Hz. Muhammed (s.a.s.) ’in gelişi konusunda Hz. Musa’nın kendi ümmetine verdiği müjdeye temasla ilgilidir.00
Daha önce naklettiğimiz Ki- tab-ı Mukaddes’in "Allah’ın Rab senin için aranızdan, kardeşlerinden benim gibi bir peygamber çıkaracak, onu dinleyeceksiniz’02’ net ifadesi Hz. Muhammed (s.a.s.) den başka hiç bir kimseye uymaz; çünkü geleck "Nebinin tıpkı Hz. Musa gibi olacağı belirtilmektedir. Hz. Musa ile Hz. Muhammed (A.S.) müstakil birer şeriat getiren peygamberdir. Israilogulları arasından çıkan peygamberlerin hepsi Musevi şeriatının savunucusu iken, değişik ve müstakil şeriat getirmek sadece Hz. Muhammed (s.a.s.)’e nasip olmuştur.(23)
Tevrat’tan ayrı olarak Hz. Peygamber’in dünyayı şereflendireceği müjdesi Hıristiyanların mukaddes kitabı İncil’de de Hz. İsa’nın dilinden şu şekilde ifade edilmiştir: "Size söyleyecek daha . çok şeylerim var, fakat şimdi dayanamazsınız. Fakat o hakikat ruhu gelince size her hakikate yol gösterecek, zira kendiliğinden söylemeyecektir, fakat her ne işitirse söyleyecek ve gelecek şeyleri size bildiricektir’04’
Eski İnciller Hz. İsa’nın, Hz. peygamber efendimiz’in geleceğinden "Paraklit” kelimesi ile bahsettiğini bildirmişlerdir. Yunanca "Parakletos’tan alınan paraklit, "Kendisinden yardım görülen, şahit olarak gösterilen" manalarına gelir. Fakat bu kelime İncil nüshalarında "Tesellici’ olarak geçmektedir.(26)
Kur’an-ı Kerim’den kesinlikle anlaşılmaktadır ki, Yahudiler gibi Hıristiyanlar da Eh l-i Kitap’tır. Hıristiyanların müslümanlarla olan münasebetleri Yahudilere nis- betle bazı farklılıklar ve özellikler arzetmektedir. İslam’ın ilk yayılış dönemi medine’sinde, şehir merkezinde Hıristiyan toplumun- dan yaşayan yoktur.06’ Onlar daha çok medine çevresindeki vadilerde oturuyorlardı. Bu arada Hıristiyanların zaman zaman Hz. Peygamber’e gelerek bazı problemlerini arzettiklerini, Rasulul- lah’ın da ilahi vahiyler çerçevesinde onların müşkillerini hallettiğini belirtmeyliyiz.
Yahudilerin Yahve ve Elohim adını verdikleri iki tanrı inancına karşılık Hıristiyanlar da baba, oğul, ruhu’l-kuds’ten oluşan teslis (üçleme) tarzında tanrı inancına sahiptirler. İslam’a göre bir kul ve peygamber olan Hz. Isa, onlar nazarında Allah’ın oğlu vasfını taşımaktadır. Hz. Peygamber ise, kendisinden önceki bütün peygamberlerin yolunu izleyerek insanları Allah’ın birliği inancına yani’’tevhid"e çağırıyordu.0”
Müslümanların Hıristiyanlarla olan diyalogu Yahudilerden sonra başlamıştır. Bu münasebetler en fazla kesafeti hicri ikinci yılda kazanmıştır. Kur’an-ı Kerim Yahudilere olduğu gibi Müslümanlığı Hıristiyanlara karşı da ılımlı bir politika izlemelerini tavsiye etmiştir. Yine Kur’an-ı Kerim bütün Kitap Ehli’ne karşı aynı davranışta bulunmalarını müslümanlardan istemiştir. Nitekim olaylar da böyle bir seyir takip etmiştir.08’
Hıristiyanlığın Arap Yarımada- sı’na ne zaman girdiği kesin olarak bilinmemekle beraber’2” İslam dini’nin Güney Arabistan bölgesine yayılışını, Necran, Yemen, Hadramevt ve Umman olarak incelemek yaygın bir görüştür. Bu bölgeler içersinde Necran Hıristiyanları’nın müslümanlarla münasebetleri açısından özel bir yeri vardır. Ayrıca necran bölgesindeki Benî Haris b. Ka’b kabilesinin bir kısmı Hıristiyan, bir kısmı da müşriktir.
Güney Arabistan’da Necran bölgesi dışında Hıristiyan topluluklarının yaşadığı bir başka bölge mevcut değildir. Necran, gerek Hıristiyanlığın yayıldığı, gerek İslam’ın ortayaçıktıgı (Vll.yy. Başları) dönemlerde önemli bir merkez olma hüviyetini daima korumuştur.
Tarihçi İbn İshak, yirmi kişiye yakın habeşli Hıristiyan’ın kâbe’de Hz. Peygamber’le münakaşadan ve Kur’an-ı Kerim’i dinledikten sonra kendi kitaplarında tasvir edilen gelecek peygamberin Hz. Muhammed (s.a.s.) olduğunu kabul ederek İslamiyet’e girdiklerini ve ebu celil’in bunlarla tartıştığını nakleder/(30)
Hz. Peygamber Mekke’de iken yirmi kadar hiristiyanın müslümanlıgı kabul etmesi, o zamanki şartlar muvacehesinde basit bir hadise olarak değerlendirilmez. Çünkü İslamiyet’in mekke dışında yayılması bundan sonraki dönemlere rastlamaktadır.
Hz. Peygamber Necranlılar’ı İslam’a davet için bir mektup göndermiş, bu mektup onların medine’ye gelerek Hz. Muhammed (s.a.s.)’le konuşmalarına ve bir anlaşmaya varmalarına zemin hazırlamıştır. İslam tarihi ile ilgili eserlerin başında yer alan Ib- ni Hişam(31,) ve İbn Sa’d(32) ta, bu davet mektubu ve onu takip eden dönemdeki gelişmeler hakkında mufassal malumat bulunmaktadır.
Tarihlerin müttefikan verdikleri bilgilere göre altmış kişiden müteşekkil Necran Hıristiyan heyeti’nin ileri gelenlerinden üç kişi Hz. Peygamberle Necranlılar adına görüşmelerde bulunmuştur/(33)
Medine’ye bir ikindi vaktinde gelerek doğruca Mescid’e giren Necran Hıristiyan Heyeti, Hz. Peygamber ve ashabının henüz ikindi namazını kıldıkları bir sırada onlarla mülaki olmuş, kendileri için de ibadet vaktinin geldiğini söyleyerek dogu istikametine doğru ibadet etmeye hazırlanmışlardır. Ashab Necranlılar’ın ibadetlerine mani olmak isteyince, Hz. Peygamber onları serbest bırakmalarını ve ibadetlerini engellememelerini emretmiştir/34’
İbadetlerini ifa ettikten sonra Hz. Peygamber, heyet adına konuşan dini liderleri Ebu Harise ile başkanları Abdu’l-Mesih’i İslam’a davet etmiştir. Onlar: “Biz senden önce müslüman olduk!" diye cevap verince Hz. Peygamber: "Yalan söylüyorsunuz, sizi İslamiyet’i kabulden üç şey alıkoymaktadır. Bunlar, domuz eti yemeniz, haç’a tapmanız ve Tanrı’nın oğlu bulunduğuna inanmanızdır" diye karşılık vermiş. Onlar: "O halde İsa’nın babası kim?" diye sormuşlardır.
Hz. Peygamber bu soruya hemen cevap vermemiştir. Bilindiği üzere Kur’an-ı Kerim’in üçüncü suresi olan Al-i İmran’ın ilk seksen ayeti Hz. İsa’nın şahsiyeti ve Hristiyanlıkla ilgilidir. Hz. Isa hakkın- daki soruya da yine bu surenin 59. Ayeti şu şekilde cevap vermektedir: "Allah nezdinde İsa’nın durumu Adem’in durumu gibidir. Allah O’nu topraktan yarattı. Sonra Ona "Ol’ dedi ve oluverdi."(35)
Daha sonra Hz. Peygamber Necran heyetine Al-i İmran suresi’nin diğer ayetlerini hatırlatarak meydan okumuş, "Eger söylediklerimi inkâr ederseniz sizinle mu- bahalel34) edeceğim" demiştir.
Hz. Peygamber’in bu teklifi karşısında necranlılar: "Ey Ebu’l-Kâsıml bize müsaade et; durumumuzu düşünelim, sonra tekrar gelerek senin davet ettiğin şey hakkında ne yapacağımızı sana bildirelim" Diyerek Efendimiz’in huzurundan ayrılmışlar, "Pey- gaberle lânetleşen bir kavmin zürriyeti kesilir" diyen Abdul-Mesih’in sözüne uyarak lânetleşmeden vazgeçmişlerdir. Daha sonra Hz. Peygamberle Necranlılar arasında bir anlaşma akdedilmiştir.
Hz. Peygamberin necran Hıristiyan heyeti ile münakaşası ve onlarla yaptığı anlaşmanın dinler tarihi açısından büyük önemi haiz olduğunu öncelikle belirtmeliyiz. Bu önem başlıca şu noktalardan ileri gelmektedir:
1- Bu heyetle yapılan münakaşlar neticesinde; İslam’ın, Hıristiyanlık ve Hz. Isa anlayışı vuzuha kavuşmuştur.
2- Hz. Peygamber bütün risalet hayatında yalnız bu heyetle tartışarak onları mübâhaleye çağırmıştır.
3- Hz. Peygamber Necran Hıristiyan Heyeti’nin Mescid-i Ne- bevi’de kendi dinlerine göre ibadetlerini serbestçe yapabilmelerine izin vermiştir/(38)’ Bu uygulama Hz. Peygamberin kitap ehli’ne karşı nasıl bir tutum izlediğinin canlı örneğini teşkil etmesi açısından ayrıca önem arzetmektedir.
Çok geniş ve detaylı bir çalışmayı gerektiren bu mevzu üzerinde şüphesiz ki söylenecek daha çok söz vardır. İslam’ın gelişiyle başlayan Müslüman-Hıristiyan münasebetleri, bazı inkıtalar nazar-ı itibara alınmazsa çeşitli vesilelerle günümüze kadar ulaşmış bulunmaktadır/3” İslam’ın doğuşu sırasında altıncı asrını tamamlanmış olan Hıristiyanlık, o dönemlerde Roma imparatorluğu, Mısır, Habeşistan, Arap Yarımadası’nın kuzey ve güney bölgelerinde hayli müntresibi olan bir din durumunda idi. Bugüde yer yüzünde en fazla mensubu bulunan dinlerin başında Hıristiyanlık gelmektedir. Ancak, o’ndan yaklaşık altıyüz yıl sonra intişar eden İslam’ın aradaki farkı süratle kapama yolunda büyük mesafeler katettigi ve günümüzde küre-i arzın hemen her köşesinde çeşitli ırk, renk, dil ve dinlere mensup müslümanların sayısının bir milyarı aştığını özellikle belirtmeliyiz. Bu, “Allah nezdinde hak din İslam’dır..”’(40)” İlahi buyruğunun parlak bir tecellisi olarak değerlendirilmelidir. Misyonersiz, teşkilatsız ve gayretsiz bir şekilde bu kadar kısa zamanda dünya coğrafyasının çok geniş bölgelerinde İslam’dan başka yayılan ikinci bir din gösterilemez.
İslam’ın işte bu müsbet gelişmesi sebebiyledir ki, 1095’te başlayarak çeşitli fasılalarla 210 yıl süren haçlı seferleri ile İslam’ı yenemeyeceğini anlayan Hıristiyan dünyası şimdi misyonerlik ve diyalog çalışmalarıyla İslam’ı söndürme gayreti içindedir.’41’
Hıristiyan âlemi, dini taassup ve siyasi mücadele sebebiyle tâ başlangıçtan beri müslümanlara karşı takındığı menfi tavrı hâlâ terketmek niyetinde görünmüyor. Nitekim ikinci vatikan konsili (1962-65),’nin aldığı kararlar arasında İslam’ın din, Hz. Muhammed (s.a)’in Peygamber olduğu gerçeğine temas edilmeksizin müslümanlarla münasebetlerin sürdürüleceği derpiş edilmiştir.
Fiziki mesafe mefhumunun ortadan kalktığı, iletişim vasıtalarının çok büyük gelişmeler kaydettiği günümüzde, dinler arası münasebetler, taassup ve bağnazlıktan uzak kalınarak gerçekleştirilirse, bu tür diyalog bütün dinler için müsbet neticeler verir. Diğer dinlere karşı münasebetlerin en güzel örneklerini tâ Hz. Peygamberin risaletinin başlangıcından beri sergileyen İslam’ın günümüzde de sevgili Peygamber’ini aynı şekilde izlemesini engelleyecek hiç bir faktör mevcut değildir.

(1) Bir ayeti kerimede, “Andolsun ki Rasulüllah’da sizin için Allah’a ve âhi- ret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için mükemmel bir örnek vardır”(el Ahzab, 21) buyrulmuştur.
(2) Bkz. Kitab-ı Mukaddes, Eski ve Yeni ahit, İstanbul, 1958.
(3) Eşref Edib, Garb Mütefekkirlerine Göre Kur’an, İstanbul, 1957, s.4. I.John Daverprt, Hz. Muhammed ve Kur’an-ı Kerim, Çev: N, Arar. Ankara, 967.
(4) Bezlu’l-mechûd, s.59
(5) Bezlu’l-mechûd, s. 56 Tevrat ve Incil’in eski metinlerinde Hz. Muhammed (s.a.s.)’in geleceğinin müdelen- mesi ile ilgili olarak geniş bilgi için b.k.z abdullahad davud, tevrat ve Incil’e göre Hz. Muhammed, çev. Nusret çam, İzmir, 1988.
(6) Haydar bammat, İslam’ın çehresi , çev. ö.fehmi giritli, İstanbul, 1975, s:72; a. Himmet berki, o.keskioğlu, Hz. Muhammed ve hayatı, Ankara, 1960; Isav, Hz.peygamber ve aile hayatı, İstanbul, 1989; a. İzzet begoviç, doğu ve batı arasında İslam, çev. S.Şaban, İstanbul, 1987
(7) el-hac, 40. Aynı konu ile ilgisi yönünden ayrıca bkz. En-Nahl, 125; el- ankebut, 46; eş-Şûra, 15.
(8) Muhammed Rıza, Muhammed Rasulullah, Beyrut, 1975, s. 152 vd.
(9) el-Kurtubi, el-Câmi li Ahkâmi’l- Kur’an, Beyrut, 1965, viii, 253
(İO)AI-İ Imran, 113.
(11) Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul, 1989, II, 96.
(12) Bkz. Nisaburi, Esbâbu’n-nüzûl, Kahire, 1968.232 36 53
(13) Bkz. el-Bakara, 42,44, 75.
(14) Bkz. el-Bakara, 97,107,189.
(15) Bu ayetlerden 14’ü Al-i Imran, 3’ü Tevbe, Maide ve Nisa Surelerinde bulunmaktadır.
(16) Geniş bilgi için Bkz. Nisaburi, a.g.e., s.310; M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, 1935.
(17) Mevlana, Muhammed, Ali, Peygamberimiz, Çev. Ö. Rıza Doğrul, İstanbul, 1341; Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam tarihi, İstanbul, 1986, l-XVIV. ; Mansur Muhammed Avis, Er- Rasul. Trablus. 1972
(18) Sahlh-i Müslim’de geçen bir hadis-i şerifte, "Ben Muhammed’im, ben Ahmed’im..." buyrulmuştur. Bundan Hz. Peygamber’ln bir adının da Ahmed olduğu anlaşlımaktadır.
(19) Es-saf, 6.
(20) Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, Türkçe Çev. İstanbul, 1986, VI, 242
(21) Tesniye, XVIII, 15..
(22) Geniş bilgi için bkz. Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, Çev. A. As- har, İstanbul, 1983.1.576 vd.
(23) Yuhanna, XVI, 12-13. Yuhanna Incili’nın diğer bablarında da Hz. Isa, Hz. Peygamber Efendimiz’in geleceğinden bahsetmiştir. Bkz. Yuhanna, XIV, 26; XVI, 13; XX, 17.
(24) Geniş bilgi için bkz. Osman Cilacı, Kur’an İşığında Üç Peygamber Üç Kitap, İstanbul, 1977.
(25) Corci Zeydan, Medeniyet-i Is- lamiye tarihi, çev. Z. Megamiz. İstanbul, 1328, l-V; Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, Çev. s. Tug, İstanbul, 1967,1-11.
(26) T.V. Ardnold, Intişar-ı İslam Tarihi, Çev. M.h. Halid. İstanbul, 1343; Sey- yid Emir Ali, Musavver Tarih-i İslam, Çev. M.Rauf, İstanbul, 1329, l-ll.
(27) M. Hamidullah, Hz. Peygamberin Altı Orjinal Diplomatik Mektubu, Çev. M. Yazgan, İstanbul, 1970.
(28) Cevad Ali, Tarihu’l-Arab, Bağdat. 1965, vi. 55.
(29) Mustafa Fayda, Islamiyetin Güney Arabistan’a Yayılışı, Ankara, 1982, s.23 vd.
(30) Es-siretu’n-Nebeviyye, Kahire, 1955
(31) et-Tabakâtü’l-Kübrâ, Beyrut, 1957-60
(32) Ibn Hişam, A.g.e., 1,573-75.
(33) Ibn Hişam, A.g.e., 1,574-75; Ibn Sa’d, A.g.e, I, 357; İslam Peygamberi, I, 413.
(34) Daha geniş bilgi İçin bkz. Mustafa Fayda, A.g.e. s.28 vd.
(35) Mubahale Lüğatta, ’Birbirine Beddua etme, ilenme, birbirinden nefret etme" Anlamlarına gelir.
(36) Ibn Hişam, A.g.e., ı, 583-84; Ibn sa’d, a.g.e., 1,357.
(37) Heyet, Ebedi Risalet. (bildiriler) İzmir, 1993, l-ll.
(38) W. Montgomery Watt. Hz. Muhammed Mekke’de, Çev. R. Ayas, A. Yüksel, Ankara, 1986; R.Garaudy, İslam ve İnsanlığın Geleceği, Çev. G. Aydın, İstanbul, 1990; Hüseyin S. Nasr, Dünyada Geleneksel İslam. Çev. S.Ş. Barkçın, h. Arslan, İstanbul, 1989; M.Watt, Hz. Muhammed, Çev. H.Örs, İstanbul, 1963.
(39) Al-i Imran, 19.
(40) S. Süleyman Necvi. Peygamberimizin tebligat ve talimatı, Çev. Ali Genceli, İstanbul, 1968, İ-V.
(41) Geniş bilgi için Bkz. Asrımızda Hırlstiyan-Müslüman Münasebetleri, İstanbul, 1993.