Makale

İNSAN VE EĞİTİM

İNSAN
VE EĞİTİM

Halil KARLIK
Din Öğretimi Genel Müdür Yardımcısı


Doğup büyüyen, yaşayan ve sonunda ölen her varlığa canlı varlık denildiğini biliyoruz. İnsan da bu yönü ile kâinattaki diğer canlı varlıklara benzer. Doğar, büyür, takdir edilen bir süre yaşar ve sonra da ölür. Nitekim Kur’an’da; "Her canlı ölümü tadacaktır"! 1) diye buyurulmuştur.
İnsanoğlu, biyolojik bir varlık olarak ele alındığında, başka canlı varlıklarla benzerlikleri pek çoktur. Yemesi, içmesi, uyuması, çalışması, dinlenmesi ve kısaca hayatını devam ettirmesi bakımından zarurî ihtiyaçlarını karşılaması gibi. Bazı bilim adamları, onu, "Gülen, konuşan, alet yapan, düşünen vb." sıfatlarla diğer yaratıklardan ayırmaya çalışmışlardır. Gerçi insan alet yapar ve onu geliştirir. Yer altı ve yer üstü kaynakları işleyerek büyük eserler vücuda getirir. Onun bu üstün meziyetlerine dayanılarak, onu diğer canlı varlıklardan ayırmak için daha bir çok sıfatlar da kullanabiliriz. Bu, bir bakıma yapan ve yapıcı, birleştirici olduğu sürece doğrudur. Ancak, her zaman bu böyle olmuyor. Bazen yıktığı, bozduğu ve bir takım felâketlere zemin hazırladığını insanlık tarihi bize göstermektedir.
Eğitimin konusu ve ham maddesi insandır. Bu bakımdan eğitim, insanı yetiştirme ve geliştirme faaliyeti olarak tezahür etmektedir. Bu faaliyetin bir ifadesi olarak "Kişiye arzu edilir davranışlar kazandırmak" gibi eğitimin her ne kadar çeşitli tarifleri yapılmışsa da, en geniş anlamı ile eğitim, "insanda istenilen yönde davranış geliştirme faaliyetidir. Yani biyolojik insandan kültür insanına geçmektir. "(2) Çünkü insan, veraset yolu ile getirmiş olduğu değerlerle, içinde doğup yaşadığı ve yetiştiği çevrenin karşılıklı etkileri arasında gelişerek kültür insanı olarak bir şahsiyet kazanmaktadır. Öyle ise insanın gizli güçleri üzerine çevrenin yapacağı çeşitli etkilerden en faydalısı ve doğrusu eğitim yolu ile yapılanıdır.
İnsan hayatının çeşitli dönemlerini içine alarak beşikten mezara kadar devam eden öğrenme faaliyetinin en önemli kademesi, hiç şüphesiz okul öncesi eğitimidir. Çünkü çocuk, bu dünyaya birtakım kaabiliyetlerle birlikte saf ve tertemiz olarak gelir. Çevre, onun için henüz bilinmeyenlerle dolu bir yerdir. Rahatsızlık, sıkıntı ve hoşnutsuzluklarını ağlamakla belirtir. Hoşlandığı şeyleri de hafif tebessümü ile anlarız. Böylesine davranışları çok dar ve sınırlıdır. Çocuk, çevreyi tanıma, anlama ve öğrenmeye ana kucağında başlar. Bu sebeple, çocuğun ilk eğitim yeri ailedir. Başka bir ifade ile, aile ocağı, her insan için eğitimin ilk ve temel okuludur diyebiliriz.
Günümüzde Eğitim Psikolojisi bilim dallarındaki gelişmeler, okul öncesi çağ (0-6 yaş) çocuklarının eğitiminin ne derece önem taşıdığını ön plâna çıkarmıştır. Çünkü bu çağ çocukları, hem sosyal, hem de ferdi yönden geliştirici bir dönem olarak kabul edilmektedir. Kişiliğin hızlı oluştuğu bu çağ, aynı ölçüde ruhsal problemlerin yeşerdiği bir dönemdir. İleri yaşlarda ağır ruhi bozukluklarla sonuçlanabilecek gelişme sapmaları, bu dönemde daha çok kendini göstermektedir. Bu bakımdan özellikle aileye ve okul öncesi eğitim kurumlarına bu konuda büyük görevler düşmektedir.
Kabul etmek gerekir ki, insanlık temellerinin atıldığı, topluma intibakı sağlayacak davranışların kazandırıldığı ve geliştirildiği çağ, insan hayatında çocukluk çağıdır. Çünkü insan tabiatında mevcut olan değişik eğilimler, iç güdüler ve duygular normal bir şekilde gelişmeye ye terbiye edilmeye muhtaçtır. Özellikle karakter teşekkülünde ve insan şahsiyetinin oluşmasında bu kuvvetlerin büyük önemi vardır. Hatta insanın üstünlük ve mükemmeliyeti de bu kuvvetlere bağlı olarak tezahür etmektedir. Bu sebeple insan hayatının her döneminde, özellikle çocuğun eğitim çağında bu kuvvetlerin hiç ihmal edilmemesi gerekir. Çünkü bunları ihmal etmek, insanı tanımamak ve onun normal gelişmesine aykırı hareket etmek demek olur. Bu manevi kuvvetlerin başında hiç şüphesiz kutsal bir varlığa inanmak; dolayısıyla dini his gelir. Bu hissi öğretim, telkin ve itiyatlarla beslenirse ahlâkî, estetik, yardımlaşma, aile ve toplum duygulan da beraberce gelişerek yükselir.
Terbiye üzerinde yapılan araştırmalar gösteriyor ki, insanın, en çok etki altında kaldığı devre, çocukluk dönemidir. Bu dönemde kazandırılan alışkanlıklar ve davranışlar, sonradan toplumun yapısına da yansıyarak devam etmektedir. Onun içindir ki, sosyologlar; "Toplumu meydana getiren fertler, gençliklerinde iyi veya kötü nasıl yetiştiriliyorlarsa, bunların meydana getirdiği toplum da aşağı yukarı ona göre şekillenir" diyorlar.
O halde, yarınki toplumumuzu şekillendirecek ve milletimizin geleceği olan çocuklarımızı, sağlam karakterli, sıhhatli ve moral güçleri yüksek olarak yetiştirmek için çocuk eğitimine her aile gereği şekilde eğilmelidir. Çünkü çocuğun yanlış veya doğru düşüncelerinin gelişmeye ve şekillenmeye başladığı ilk yer aile yuvasıdır. O, büyükleri örnek olarak alır. Onlara benzemeye ve onları taklit etmeye çalışır. Kısaca; büyükler onun için örnek modeldir.
Demek oluyor ki, dünyaya saf ve tertemiz olarak gelen çocuk, her geçen zamanın, ona kazandırdığı niteliklerin tesirinde büyüyerek gelişmektedir. Bu ara çeşitli olayların, onun küçücük ruhunda meydana getirdiği tepkiler de, benliğini oluşturur. Böylece çocuğun ruhî hayatı, ruh sağlığı, ana-babanın, yakınlarının, öğretmenlerin ve kısaca çevrenin etkisiyle iyi veya kötü olarak gelişir. Bu gelişmelerin sorumlusu ise, ana-baba ve çevredir. Onun içindir ki, çocuk eğitiminde, her ana-baba bu gerçeği daima gözönünde bulundurması gerekir. Buna göre aile, özellikle okul öncesi (0-6 yaş) çocuk eğitiminden başlayarak , her eğitim devresinin özelliğine uygun bir şekilde üzerine düşen görevi yapmaya ve sorumluluğunu yerine getirmeye gereken özeni göstermelidir.
Sevgili Peygamberimiz de, çocuk terbiyesi ile ilgili olarak; "Çocuklarınıza karşı iyi davranın ve onlan güzel terbiye edin "(3) buyurmaktadır. Başka bir hadislerinde; "Hiç bir baba çocuğa terbiyeden üstün bir hediye vermiş olamaz" (4) buyurmuştur. Yine Yüce Peygamberimiz diğer bir hadislerinde de; "İnsan öldüğü zaman bütün amelleri sona erer. Ancak, devam eden iyilik, herkesin yararlanacağı bir ilim, yahut kendisine hayır dua eden, yararlı bir çocuk bırakanın ameli devam eder" (5) buyurmaktadır.
Görülüyor ki, birkaç tanesini yukarıda örnek olarak verdiğimiz, Sevgili Peygamberimizin bu hadisleri, dinimizde de, çocuk eğitiminin, hem temel ilke, hem de ana problem olarak ele alındığını göstermektedir. Bu eğitimden de ana-babaları sorumlu tutmaktadır. Çünkü, çocuğun şahsiyetinin oluşmasında, karakterinin şekillenmesinde, ana-babanın etkileri inkâr edilmeyecek kadar büyüktür "Üzüm üzüme baka baka kararır" diye söylenen ata sözü bunu teyid etmektedir.
Eğitimde görüş ufku geliştirmek büyük önem teşkil etmektedir. Bu, her eğitim alanında olduğu gibi, okul öncesi eğitim döneminde de, çocuklara hem çeşitli beceriler kazandırmak, hem de kendi çağlarına uygun olarak dünyaya bakış açısı geliştirmek son derece büyük bir ihtiyaçtır. Bu konuda, önce aileye, daha sonra da öğretmenlere büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Başka bir deyişle, çocuklarla ilgilenmek durumunda olan herkes, tam, kesin ve değişmez bir şekilde bu konuya eğilmek zorundadır.
Sevgili Peygamberimiz, "Allah’ın en çok sevdiği kullarından birisi de ailesine ve çocuklarına son derece faydalı olanıdır." (6) buyurmaktadır. Aile kutsal bir yuvadır. Ana ve babalık görevi de aynı ölçüde kutsal ve yücedir. Onun için ana-babanın görevi, çocuğu dünyaya getirmekle bitmiyor, esas görev bundan sonra başlıyor. Onların haklarının büyük oluşu görev ve sorumluluklarının çok yüksek oluşundadır. Bu görev ve sorumlulukları, çocuğun dünyaya gelmesinden itibaren başlayarak, onların evlenip yuva kurmasına kadar devam eder, gider. Ancak bundan sonra, ana-baba ve çocuklar arasındaki roller değişir
İslam’da. Çocuğun istikbâldeki başarısını etkileyen, onun zayıf veya kuvvetli bir şahsiyete sahip olmasını sağlayan bir çok sebepler vardır. Bunları pedagoglar, en küçük ayrıntılarına kadar tesbit ederek ortaya koymuşlardır. Biz de onların görüşlerine dayanarak, çocuğa sağlam ve kuvvetli bir şahsiyet kazandırmak ve geleceğe en iyi şekilde hazırlamak için, her ana-babanın bu konuda takip edeceği metodu maddeler halinde kısaca belirtmeye çalışalım:
- Çocuğu sevgi ve şefkatle büyütmek; ona yakın ilgi göstermek, onunla devamlı ilişki içinde bulunmak,
- Aile yaşayışımıza dikkat etmek,
- Çocuğa iyi örnek olmak, -Çocuğun karşısında sabırlı olmak,
- Onlara karşı şefkatli ve bağışlayıcı davranmak,
- Onları sadece bir yönüyle değil, bütün yönleriyle ele alarak iyi yetiştirmek,
- Onların fizikî ve ruhî gelişmeleriyle yakından ilgilenmek,
- Onları ilgi, istidat ve kaabiliyetlerine göre anlayışla eğiterek, geleceğe iyi bir şekilde hazırlamak,
- Ona hayatı boyunca yaşayışını düzen içinde en iyi şekilde yürütme alışkanlık ve davranışlarını kazandırmak,
- Bu arada hayatın çeşitli güçlük ve problemlerine de göğüs germesini öğretmeye çalışmak, kendi kendine yetinebilme kişiliğini geliştirmek,
- Onları, hiçbir zaman yapamayacakları, başaramayacakları ve erişemeyecekleri hayali hedeflere yönlendirmemek,
- Görev ve sorumluluk duygusunu geliştirmek,
- Millî ve manevi değerleri sevme, onları
koruma ve kollama bilincini vermek,
- Yardım etme veya diğergamlık duygusunu geliştirmek,
- Karşılıklı yardımlaşma, büyüklere saygı, iyi ahlâk, tasarruf gibi sosyal değerlerin korunması gerektiğini devamlı işlemek,
- Aileyi ve toplumu bozan faktörlerden, kumar, içki, sigara ve uyuşturucu madde alışkanlıklarının insan sağlığını tahrip ettiği ve dolayısıyla aile bağlarını zedelediğini kavratmak,
- Hoşgörü ve yaratılanı yaratandan dolayı sevme, değer verme bilincini vermek,
- Kardeşler arasında ayrıcalık yapmamak, eşitlikten ayrılmamak, dürüst davranmak,
- Ayrıca kardeşler arasında, birbirlerine karşı kıskançlık beslemelerine sebep olan ortamı hazırlamamak, gibi hususlar en başta gelenleridir.
Burada yeri gelmişken, kıskançlık konusunu biraz açmak yerinde olacaktır. Çünkü, tarihte olduğu gibi, günümüzde de, toplumda görülen çekişme, kavga ve huzursuzlukların temelinde çoğu kez hasedlik veya kıskançlık gibi kötü huylann sebep olduğu davranış bozukluklarından kaynaklandığı müşahede edilmektedir. Meselâ; Şeytanı Allah’a isyan ettiren ve böylece küfre sevkettiren şey, Adem Aleyhisselâm’a verilen nimetlere hased etmesidir.. Adem Aleyhisselam’ın evlatları arasında ilk olarak meydana gelen ilk öldürme olayının nedeni, yine kıskançlıktır. Cahiliye devrinde Arabistan Yarımadası ileri gelen kimselerin küfürde direnmelerinin sebebi, hasetlikten başka bir şey değildir. İnsanlık tarihinde kıskançlığın sebep olduğu pek çok olaylara rastlanmaktadır.
Kıskançlık, insanın tabiatında mevcut olan kötü bir duygudur. Bunun tezahürleri, çocukluk çağında daha çok görülür. Bu sebeple Pedagoglar, çocuğun bu gelişme safhalarında onu, kıskandıracak her tür, hal, hareket ve davranışlardan kaçınılmasını, bilhassa ana-babalara tavsiye etmektedirler. Onun için çocuk terbiyesinde bu konuya, özellikle ayn bir önem verilmelidir.
Özetlemek gerekirse, çocuğa verilen değer, sadece ailelerin değil, milletlerin geleceğini çok yakından ilgilendirmektedir.. Onu gereği şekilde eğiterek hayata hazırlamakla, hem kendimize, hem çocuğumuza, hem de vatanımıza ve milletimize karşı kutsal görevimizi ifa etmiş oluruz.