Makale

TARİH HAZİNEMİZ TOPKAPI SARAYI

TARİH HAZİNEMİZ

TOPKAPI SARAYI

AHMET ARSLAN


Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u aldığı zaman İstanbul’daki bütün Bizans sarayları yıkıntı halinde idi. Bu yüzden İstanbul’da kalmayıp fetihten sonra Edirne’ye döndü ve orada oturdu. Bir yıl sonra Beyazıt’taki Senato Sarayının yerine yeni bir saray yaptırdı. (Bugünkü İstanbul Üniversitesi merkez binası). Tarihimize "Eski Saray" diye geçen bu sarayda kısa bir süre oturdu. Şehrin daha kenarında Sarayburnun’da Marmara, Haliç ve boğaza hakim bir tepe üzerinde çeşitli köşk ve binalardan oluşan bir saray yaptırmaya başladı. Fatih Sultan Mehmed, bu yapıların etrafını geniş bir surla çevirtti. Bu saraya "Saray-ı Cedid-i Amire" (Yeni İmparatorluk Sarayı) dendi.
Topkapı Sarayı bugünkü haline gelinceye kadar pekçok safhalar ve değişiklikler geçirerek gelmiştir. Fatih’den sonra gelen hemen her padişah buraya daireler, köşkler, cami, çeşme, bahçe, havuz, kütüphane, kule, mutfak gibi kısımlar ekletmiştir. Bu saray uzun bir süre "Yeni Saray" diye anıldı. Daha sonra Sarayburnu kıyısında yapılmış ve sonradan yanmış olan küçük Topkapı Sarayı’nın adı Yeni Saray’ın yerini almıştır.
699 bin metre karelik bir alana sahip olan Topkapı Sarayı, Fatih Sultan Mehmed’den Abdulmecid Han’ın Dolmabahçe Sarayına taşındığı 1856 yılına kadar yaklaşık 380 yıl Osmanlı Padişahlarına mesken, Osmanlı Devleti ne de hükümet konağı olmuştur.
Topkapı Sarayı Kanuni döneminde çok genişlemiş, dünyanın merkezi haline gelmiştir. Etrafı surlarla çevrilmiş olan sarayın bugün deniz tarafındaki surlarının çoğu çeşitli sebeplerle ortadan kaldırılmıştır. Surların 6 büyük ve ayrıca Koltuk Kapısı denilen kUçük kapılan vardı. Deniz surlarındaki kapılar- Saraybumu’nda saraya adını veren Topkapısı, Değirmen kapısı, Bahk kapısı, kara sularına açılanlar ise Soğukçeşme kapısı, Demirkapı ve Babı Hümayun kapılandır.
Demirkapı, Sirkeci’dedir. Soğuk- çeşme kapısı, bugün Gülhane Parkının giriş kapısıdır. Bab-ı Hümayun Kapısı ise sarayın ana dış kapısı olup Ayasofya Meydanına açılır, İmparatorluk Kapısı, padişaha mahsus kapıdır. Sarayın iç kapılan ise üç tanedir. Bab-ı Hümayun, birinci kapı sayılır. Buradan bilinci avluya geçilir. Bu avlunun sol tarafında Aya İrini Kilisesi görülür. Burası Osmanlı devrinde eski silahların konduğu yerdi. Sonra da askeri müze oldu. Sağ taraftaki boş arsaya Tanzimattan sonra Maliye Nezâreti yapılmış, 1866 da yanmıştır. İleride Darphane bulunmaktadır. İkinci kapı BabUsselâm (selamet kapısı) ile ikinci avluya geçilir. İki yanında iki külahlı kule vardır. Saltanat eşiğinin başladığı bu kapı şimdi müzenin giriş kapısıdır. Halk ağzında bu kapıya "Orta Kapı" denir. İkinci kapıya Alay Meydanı da denmiştir. Büyük bayram törenleri, kapıkulu ocaktan, üç ayda bir ulûfe dağıtma töreni burada yapılırdı. Sağda Matbah-ı Âmire denen saray mutfakları ve 20 bacası görülür, beride solda dünya politikasına yön vermiş ünlü oda, Kubbealtı yer almaktadır. Divan-ı Hümayun un (İmparatorluk kabinesi) toplandığı salondur. Hemen arkasında 18 inci asır ortalarında Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa’nın yaptırdığı kule görülmektedir. Üçüncü kapı Babüssaâde (Saadet Kapısı) dır. Üçüncü avluya açılır. Padişahın ikametine ayrılan asıl saray buradadır. Halk bu kapıya "Akağalar Kapısı" da demiştir. Kapının tam karşısında Arz Odası bulunur. Bu odada padişah, vezirleri, devlet büyüklerini, sefirleri kabul eder görüşürdü. Arz Odasının arkasında Üçüncü Ahmed’ in yaptırdığı kendi adıyla anılan Lale Devri Kütüphanesi vardır. Bu kütüphane sarayın en mühim kütüphanesidir. Hemen ileride Harem-i Hümayun, Hırka-i Saadet Dairesi ve Hazine-i Hümayun yer almaktadır. Harem-i Hümayun’un 360 oda olduğu söylenmekle birlikte sayılamamış ve planı yapılamamıştır. Harem’in giriş kapısı Kubbealtı’nın arkasına düşer ve adına Araba Kapısı denir. Buradan saraya arabalarla girilirdi. Bu kapıdan sonra çevresi dolaplarla çevrili Dolaplı Kubbe denilen yere geçilir. Sonra Fıskiyeli Avlu veya Fısıyeli Şadırvan denilen dikdörtgen avluya çıkılır. İleride sağda Kule Kapısı, Solda Perde Kapısı görülür. Kule Kapısı, Kubbealtı’nın arkasında bulunan 42 metre yükseklikte 105 basamakla çıkılan Adil (Adi) Kulesi’ne açılır. Perde Kapısından sonra dar bir geçit başlar. Şehzadeler Mektebi buradadır. Çocuk şehzadelerin ders gördükleri bina olup, muhteşem çini, yaldız ve nakışlarla süslüdür. Yetişmiş şehzadeler kendi dairelerinde ders görürler, şehzadeler mektebine gitmezlerdi. Mektep, muhteşem tezyinattı üç kubbe ile örtülüdür. Daha ileride sağda Kuşhane Kapısı’ndan sonra Cümle Kapısı denen şahane bir mermer kapıya geçilir. Daha sonra nöbet yeri denilen üstü örtülü taşlığa, oradan Altınyol’a, daha sonra da Valide Taşlığı denen avluya geçilir. Altınyol’ dan sağ taraftaki taş merdivenle Veliahd Dairesi’ne inilir. Ocaklı Sofadan açılan iki kapı ile de Çeşmeli Sofa ve Hasekiler Dairesi’ne geçilir. Çeşmeli Sofadan Hünkar Sofası denilen üstü sedef kakmalı, parmaklıklı, köşelerde üç çeşmeli birkaç kapılı muhteşem salona girilir. Bu salonda padişahların hanımları bayram tebriklerini kabul ederlerdi. Daha sonra Mimar Sinan’ın yapısı Üçüncü Murad Odası denen domates kırmızısının hakim olduğu göz kamaştırıcı harika çinilerle baştan başa kaplı muhteşem salona girilir. İleride Birinci Ahmed Kütüphanesi, Üçüncü Ahmed’ in kahvaltı edip sohbet etmek için yaptırdığı Yemişlik Odası, Sinan’ın eseri Hünkar Hamamı, Valide Sultan Dairesi yer almaktadır. Havuzlu Taşlık veya Asmabahçe denen avluda; Üçüncü Osman Köşkü, bir koridordan sonra Birinci Abdulhamid’in Yatak Odası, Üçüncü Selim’in Musiki Odası, üç katlı ve iki kasırlı Veliahd dairesi bulunur. Yüzme havuzundan sonra birinci Abdühamid’in Aynalı Salonuna geçilir. Dördüncü avlunun ilk bölümünün ortasında Büyük Havuz, varanda da Dördüncü Muradın Revan Seferinin anısına yaptırdığı Revan Köşkü ve Bağdat Seferi anısına yaptırdığı Bağdat Köşkü bulunmaktadır. Avluda ayrıca Kara Mustafa Paşa Köşkü ile Başlala Kulesi ve Hekimbaşı Odası yer almaktadır. Dördüncü avlunun sağ yaranda Safa Camisi ve Esvap Odası ile en son yapılan Mecidiye Köşkü vardır. Marmara Denizi kıyısındaki köşklerden ise yalnızca Sepetçiler Kasrı günümüze ulaşmıştır.
Topkapı Sarayı son biçimini aldığı 18. yüzyılda dış (Birun), iç (Enderun) ve (Harem) bölümlerinde 10 bini aşkın bir nüfusu barındırmıştır. Her dönemde ihtiyaca göre yeni yapılar eklendiğinden mimarlık bakımından bütünlük taşmamaktadır. Bu yönüyle Osmanlı mimarlığının 15. yüzyıldan 19. yüzyıl ortalarına kadar geçirdiği safhaları Topkapı Sarayı’nda bulmak mümkündür. 15-17. yüzyıl yapıları daha yalın, 18-19.yüzyıl yapıları ise özellikle iç ve dış süslemeler bakarandan daha karmaşıktır.

TOPKAPJ SABAYI MÜZESİ
Topkapı Sarayı, 3 Nisan 1924 tarihinde müze haline getirilmiştir. Müze sarayı oluşturan çeşitli yapıların onaranından sonra gerçekleştirilen yeni bir düzenlemeyle, sarayın Harem, Bağdat Köşkü, Revan Köşkü, Sofa Köşkü, Arz Odası gibi yapılan mimarlık değerleriyle öne çıkmakta , öteki bölümlerde de saray yaşantısını yansıtan eşyalar ile çeşitli bağışlardan oluşan koleksiyonlar sergilenmekte olup dünyanın sayılı birkaç müzesinden biridir.
Ülkemize gelen turistlerin en çok ziyaret ettikleri yer Topkapı Müzesi’dir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihi boyunca fetihler sonunda elde edilen ve yabancı ülkelerin hediye olarak gönderdikleri kıymetli eşyalar ile Osmanlı sanatkârları tarafından yapılan çok değerli eserler de müzede sergilenmektedir. Müzenin zengin koleksiyonları ayrı bölümler halinde düzenlenmiştir. Saray mutfaklarında sergilenen binlerce Çin ve Japon porseleni dönemlerine göre sıralanmıştır. Bunlar Song (960-1279), Yüen (1280-1368) ve Ming (13681644) dönemlerine aittir. Gümüş yeşili ve ateş kırmızısı sırlı seledonların en gösterişli örnekleri Ming dönemindendir. Japon porselenlerin çoğunluğu 17 ve 18 inci yüzyıllara aittir. Mutfaklara» beşinci ve altıncı salonlarında sergilenen Avrupa porselenleri 18 ve 19 uncu yüzyıllara ait olup Fransız, Rus, Alman ve Avusturya ülkelerinin eserleridir. Bu bölümde ayrıca 17 ve 19’uncu yüzyıl Venedik, Bohemya ve İrlanda kristalleri de yer almaktadır.
Yedinci salonda Türk ve Avrupa işi gümüşler, İkinci Abdülhamid’in tahta çıkışının 25 inci yılında gönderilen armağanlar ve tonbak mutfak eşyaları yer almaktadır. Helvahane de ise 16 ve 19 uncu yüz yıllara ait çeşitli mutfak eşyaları sergilenmektedir.
Sarayın Seferli Koğuşu padişahların giysilerine ayrılmış, ölen padişahların giysileri bohçalanıp, etiketlenmiş ve Hazine-i Hümayunda saklanarak günümüze kadar gelmişlerdir. Sergilenen giysiler arasında Fatih Sultan Mehmed, Genç Osman ve Abdulaziz’in kaftanları da yer almaktadır. Bu bölümün arkasında ipekten yapılmış saray seccadeleri ile şehzadelere ait elbiseler bulunmaktadır.
Müzenin en ilgi çeken bölümlerinden birisi de Hazine’dir. Dört ayn salonda sergilenen hazine eşyaları paha biçilemeyecek değerdedir. Bu eşyaların çoğu altından yapılmış olup üzerleri elmas, yakut, zümrüt ve inci ile süslüdür. Sergilenen ahıbin kadar eser arasında padişah sorguçtan, kılıçlar, kalkanlar, ok-yay torbalan, yeşim taşından kaplar, yazı takımları, murassa hançerler, oyun takımları, zümrüt askılar, bastonlar, kandiller, nargileler gibi birçok eser bulunmaktadır. Bunlar arasında her yıl Sürre Alayı ile Kâbe’ye gönderilen 46 kilo ağırlığında som altından yapılmış ve binlerce pırlanta ile süslü iki şamdan dikkati çekmektedir. Binlerce zümrüt, yakut ve inci ile bezenmiş Nadirşâh Tahtı, 86 kırat değerinde elmas ve 49 pırlanta ile süslü kaşıkçı elması, kabzasında Uç iri zümrüt bulunan Topkapı Hançeri, ceviz üzerine altınla kaplı ve 1475 elmas, 1210 yakut, 520 zümrütle bezenmiş olup altın beşik, altın kaplamalı ve 954 topazla süslü tören tahtı bu bölümün en kıymetli ve seçkin örneklerindendir. Hazine bölümündeki bu eşsiz eserlerin çoğunluğunu Yavuz Sultan Selim, Iran Seferlerinden ganimet olarak getirmiştir. Tarih, Yavuz’un getirdiği bu hâzinelerle Enderun ve Harem hâzinelerinin dolduğunu, Yavuz Sultan Selim’in buyruğu ile bu hâzinelerin O’nun adıyla mühürlendiğini yazmaktadır.
Günümüzde hazine bölümünün kapılan törenle açılıp kapanmakta, müzenin özel mührüyle mühürlenmektedir.
Müzenin müdüriyet kapısının solundaki salonda Osmanlı padişahlarının portreleri sergilenmektedir.
Bu tabloların bazı- lan padişahların kendi dönemlerinde, bazıları da belgelerdeki tanımlara göre sonradan yapılmıştır. Padişah portrelerinin yanındaki saatler bölümünde 17 ve 19 uncu yüzyıllara ait çeşitli Osmanlı saatleri sergilenmektedir. Değişik formları ve teknik özellikleri ile ilgi çeken bu saatlerin bir bölümünü yapan ustanın imzasını taşımaktadır. Sergilenen bu saatler arasında 19 uncu yüzyıla ait iskelet saatler, altın üzerine mine işlemeli değerli taşlarla süslü cep saatleri, duvar saatleri ve biblo saatler vardır.
Müzenin en önemli bölümlerinden birisi de Kutsal Emanetlerin bulunduğu "Has Oda" ya da Hırka-i Saadet dairesidir. Bu bölümü ayrı bir başlık altında ele alacağız.
Ağalar Camii Osmanlı döneminden kalan değerli el yazma eserlerin sergilendiği yer olarak ayrılmıştır. Burada
yaklaşık 24 bin 500 el yazması eser sergilenmektedir. Bu eserler Osmanlı’nın çeşitli dönemlerinden minyatürleri ve Osmanlı hattatlarının el yazma kitaplarından meydana gelmektedir. Bütün bu elyazma eserler Yeni Kitaplık adı altında bilimsel araştırma yapan herkese açık bulunmaktadır. Bu bölümde ayrıca 144 Bizans yazması eser bulunmaktadır. Paha biçilmez orjinal vesika lan içine alan bu arşiv dünyanın en değerli koleksiyon- lan arasındadır.
Kubbealtı yanındaki iç Hazine, günümüzde müzenin silah bölümünü oluşturmaktadır. Silah bölümünde 7 ve 20 nci yüzyıllar arasında kullanılmış olan Arap, Iran, Memluk ve özellikle Türk silahlarından oluşan zengin bir koleksiyon sergilenmektedir. ikinci Bayezid, Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman’ın kılıçları, Türk, Iran, Kafkas miğferleri; İkinci Mahmut döneminden kalma tüfekler, sedef ve mercan kakmalı tabancalar, Iran ve Türk alemleri, tuğlan yer almaktadır. Ayrıca 18 inci yüzyıldan kalma çakmaklı Türk tüfekleri, çeşitli Avrupa ülkeleri kılıçları, Japon kılıcı ve zırhı bu bölümde sergilenmektedir.
Sarayın Has Ahır bölümü saltanat arabalarına ayrılmıştır. Osmanlı döneminde meydana gelen büyük yangınlar yüzünden altın, gümüş ve değerli taşlarla süslü olan saltanat arabalarından günümüze ulaşan çok az örnek bulunmaktadır. Müzede sergilenen arabalar 18 inci yüzyıl sonu ve 19 uncu yüzylıldan kalan saltanat arabalarıdır. Bunların arasında İkinci Abdulhamit Han’ın saltanat arabası ve Pertevniyal Valide Sultan’ın arabası bulunmaktadır. Bu bölümde ayrıca at eğerleri, gemleri, kamçılar, üzengiler ve koşum takımları da sergilenmektedir.
Fatih Sultan Mehmed’den Tanzimat’a kadar, Osmanlı padişahtan bu sarayı resmi ikametgâh olarak kullanmışlarsa da dönem dönem her padişah başka saraylarda da oturmuşlardır. Sarayın bir çok kısmı çeşitli zamanlarda yanmış ve yeniden yaptırılmıştır.
Padişahlar, sarayda bulunan bu kıymetli eşyaları kullanmak üzere alırlar, sonra tekrar saraya iade ederlerdi. Kesinlikle bu eşyaları harcamaz, satmaz ve hediye etmezlerdi. Bu eserler kesinlikle saraydan çıkarılmazlardı. Bununla birlikte saraydaki bu kıymetli hazineler 1915’te İttihat ve Terakki Hükümeti’nce sandıklara doldurularak Konya’ya nakledilmiş, Çanakkale’nin düşmesi tehlikesi ortadan kalkınca geri getirilerek tekrar yerlerine konmuşlardır. 1922 yılının sonlarında ise İngiltere ile harp ihtimaline karşı Ankara’nın emri ile hâzinenin en değerli parçalan Ankara’ya nakledilmiş, sonra yine gizlice geri götürülerek Topkapı Sarayına konmuştur. 1941 yılında Alman işgali tehlikesi karşısında, hazine Konya ve Ankara’ya nakledilmiş, sonra tekrar geri gönderilmiştir. Ancak 1922 ve 1941 yıllarında hâzinenin Ankara’ya nakli sırasında çok değerli bazı mücevherlerin Ankara’da devlet hesabına banka kasalanna konduğu ve iade edilmediği kaydedilmektedir.

“Sultan İkinci Mahmud’a kadar "Has Oda" olarak tanınan bu bina. Sultan İkinci Mahmud’un Topkapı Sarayı’nı fiilen terketmesi ve Dolmahahçe Sarayına yerleşmesiyle tamamen Mukaddes Emanetlere tahsis edilmiş, Hırka-i Saadet veya ,Emanat-ı Mukaddese Dairesi ismini almıştır.”

MUKADDES EMANETLER:
İslâm dini ve tarihi bakımdan büyük önem taşıyan, Peygamber Efendimiz ve diğer din büyüklerine ait bazı mübarek şahsi eşya ve hatıralara verilen isim.
İslâm tarihinde, Mukaddes Emanetlerin toplanması ve muhafazasına, Peygamber Efendimiz zamanında başlanmış, Ashab-ı Kiram bu emanetleri muhafaza etmiştir. Dört büyük halife devrinden sonra Emevi ve Abbasi halifeleri bu eşyaların toplanması ve korunmasına büyük ihtimam göstermişlerdir.
Mukaddes Emanetlerin Osmanlı Devletine geçişi, Yavuz Sultan Se- lim’in 1517 de Mısır’ı fethedip halife Unvanını almasıyla olmuştur. Yavuz Sultan Selim Kahire’ye girdiği zaman, Halife el-Muntasır Billah’m gözetiminde bulunan ve daha önce Bağdat’tan Hûlâgu’nun elinden kaçırılan Mukaddes Emanetleri teslim aldı. Ayrıca Mekke-i Mükerreme şerifi Ebül Berekât’ın oğlu Ebu Nümeyyâ ile gönderdiği Mukaddes Emanetleri de teslim alarak İstanbul’a gönderdi.
Mısır’ın fethinden sonra, Topkapı Sarayı’nda toplanmaya başlayan Mukaddes Emanetler, daha önce Silahtar Hâzinesi, Revan Köşkü gibi yerlerde muhafaza edilmiş, zaman zaman da "Has Oda’ya alınmıştır. Sultan İkinci Mahmud’a kadar (1808-1839) "Has Oda" olarak tanınan bu bina, Sultan İkinci Mahmud’un Topkapı Sarayını fiilen terketmesi ve Dolmabahçe Sarayına yerleşmesiyle tamamen Mukaddes Emanetlere tahsis edilmiş, Hırka-i Saadet veya Emanat-ı Mukaddese Dairesi ismini almıştır.
Bu daire Fatih Sultan Mehmed tarafından (1474-1478) yaptırılmıştır. O zaman adı "Has Oda" olan bu yerde padişah günlük devlet işlerini görür, ziyaretçileri kabul ederdi. Bina yapıldığı zamanki mimari şeklini ve iç dekorasyonunu muhafaza edememiştir. Yüzyıllar boyunca zamanın ve meydana gelen zelzelelerin tahribatına maruz kalan bu mekan, yapılan tamirler ve tadilatlarla bugünkü şeklini almıştır.
Mukaddes Emanetler arasında şu emanetler yer almaktadır:
Hırka-i Saadet: Mukaddes Emanetlerin en mühimidir. Halen Sultan Abdülaziz Han’m yaptırdığı üzeri nakışlı ve paftalar halinde ayet yazılı bir sandık içinde , kıymetli kumaşlardan yapılı bohçalarla sanlı ayrı bir ahun çekmecenin içerisinde muhafaza edilmektedir. Hırka-1 Saâdet, Peygamber Efendimiz (S.A.S.)’in Kâb Ibni Züheyr’e hediye ettiği hırka olup içi krem renkli, astan siyah yüzlü bir kumaştan yapılmıştır. Tarihi kaynaklar Hırka-i Saâdet’in Kâb a intikalini şöyle anlatmaktadır:
Kâb .şiirleri Kâbe duvarına asılmaya layık görülen meşhur Arap şairlerindendir. Mekke’nin fethine kadar Islâm’a ve Hz. Peygambere karşı çıkmış, şiirleriyle ağır hücumlarda bulunmuş, Hz. Peygamber Efendimizi ve Müslümanları çok üzmüştür. Bunun için kanı helal sayılan müşriklerdendir. Mekke, müslümanlar tarafından fethedilince Hz. Peygamber, evvelce İslam’ın aleyhinde çalışan ve müslümanların aleyhinde haddi aşan bu insanları siyasi af kapsamına almamıştır. Kâb bu haberi duyunca dehşete kapılmış, pişman olmuş ve müslüman olmaya karar vermiştir. Bir yolunu bularak Medine’ye gelmiş Mescid-i Nebîde Peygamberin huzuruna çıkmış ve Hz. Peygambere: ’Ya Muhammedi Zilheyr’in Oğlu Kâ’b yaptıklarından pişman olup tövbe eder ve müslüman olursa kendisini kabul eder misin?" diye sorar . Hz. Peygamber cevaben "Evet kabul ederim" deyince, Kâ’b İbni Züheyr; "İşte Kâ’b Ibni Züheyr benim" der ve beraberinde getirdiği meşhur kasideyi boynundan çıkanp okumaya başlar. Bu kasideden çok hoşlanan Peygamberimiz, Kâb’ı affetmekle kalmaz. Sırtından hırkasını çıkararak ona hediye eder. Bu sebepten dolayı da bu kasideye hırka kasidesi anlamına (Kaside-i Büre veya Bürde) derler. Hırkayı, Emevi Hükümdarlarından Muaviye, onbin dirhem gümüşe Kâb’dan satın almak isterse de Kâb satmaz. Kâb ın ölümünden sonra varisleri yirmi bin dirhem gümüşe satarlar. Hırka böylece evvelâ Emevilere, sonra da Abbasilere intikal eder. Abbasiler’den Mısır’a gelişi hakkında çeşitli rivayetler vardır. Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethi sırasında Hırka-i Saâdet de diğer mübarek emanetlerle birlikte Topkapı Sarayına gelmiştir.
Name-i Saadet (Peygamber Efendimizin Mektub-u Şerifi): Peygamber Efendimizin Mısır (kıpt) hü- kümdan Mukavkıs’ı İslâmiyete davat için yazdığı mektuptur. Deri üzerine yazılan mektup oniki satırdır ve mektubun altında Peygamber Efendimizin Mühr-i Şerifi vardır.
1850 yılında garplı araştırmacı Bartelmi tarafından Mısır’da manastırların birinde Kopt İncilinin kabına yapışık olarak bulunmuştur. Sonradan Hz. Peygamber (S.A.S.)’in mektubu olduğu anlaşılınca Sultan Abdülmecid’e takdim edilmiş, O da etrafına al- tun bir çerçeve yaptırarak üzeri nefis işlemeli altun bir kutu içine koydurarak Mukaddes Emanetler arasına almıştır.
Mübarek Kılıçları: Mukaddes emanetler arasında ikisi Hz. Peygambere ait 21 adet kılıç vardır. Peygamber Efendimizin kılıçlarının, km, kabza ve balçığı Sultan Birinci Ahmet tarafından tamamen ahundan yaptırılmış ve üzeri kıymetli taşlarla süslenmiştir. Diğer kılıçlar ise sahabelere aittir. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Cafer, Hz. Halid bin Velid’in kılıçları da bunların arasındadır. Bu kılıçların kınları da Osmanlı padişahları tarafından kıymetli madenlerle kaplanmış, üzerleri mücevherlerle bezenmiştir.
Dendan-ı Saadet (Hz. Peygamberin Dişleri): Hz. Peygamberin Uhud Gazası nda kınları dişinden bir parçadır. Bohçalara sarılmış , ahundan yapılmış olup üzeri kıymetli taşlarla süslü bir kutu içerisinde muhafaza edilmektedir.
Mühr-ü Saadet: Hz. Peygamber Efendimiz (S.A.S.)’in kırmızı akikden yapılmış mührüdür. Üzerinde küfihat ile "Muhammed Resulüllah" yazılıdır. 19. asır sonlarında Bağdat’ta bulunarak getirilip mukaddes emanetler arasına konulmuştur.
Mushaf-ı Şerif: Ceylan derisine yazılmış Kur’anı-Kerim’dir. Hz. Osman’ın şehit edildiği anda olduğu Kur’an-ı Kerim olarak kabul edilmektedir. Üzerinde kan lekeleri bulunmaktadır.
Sancak-ı Şerif: Mukaddes emanetlerin en mühim eşyalarından biridir. Mısır’dan Ha- yırbay tarafından gönderilmiştir. "Ukab" adı verilen Sancak-ı Şerif , siyah renkli bir kumaştır. Padişahlar veya Serdar-ı Ekremler sefere çıkarlarken daima orduyla beraber götürmüşlerdir. Bu sancak, zamanla yıprandığı için sonradan yeşil ipekten bir sancak yapılarak bunun üzerine Sancak-ı Şeriften parçalar dikilmiştir. Sancak-ı Şerif ise bohçalara sarılıp bir sandukaya konularak muhafaza edilmiştir.
Lihye-i Saadet (Sakalı Şerifleri): Hırka-i Saadet dairesinde altmışa yakın Sakal-ı Şerif bulunmaktadır. Bunlardan 24 kadarı altın ve kıymetli taşlarla süslü muhafazalarda veya sedef kakmalı kutularda saklanmaktadır.
Nakş-i Kadem-i Peygamberi (Hz. Peygamberin Ayak İzleri): Renkli somaki mermer üzerinde Peygamberimizin sağ ayaklarının izidir. 1847 yılında Sultan Mecid zamanında Trablusgarp’tan getirilerek padişaha takdim edilmiştir. Mukaddes emanetler arasında bulunan bu mübarek ayak izine, İkinci Abdülhamit tarafından kapaklı altın çerçeve yaptırılmıştır.
Keman-ı Peygamberi (Hz. Peygamberin Yayı): Kamış cinsli bir ağaçtan yapılmıştır. 1-17 metre uzunluğunda uçlan sivridir. Altın yaldızlı bir mahafaza içerisinde korunmaktadır.
Teyemmüm Taşı: Hz. Peygamber (S.A.S.) in teyemmüm taşı olarak kullandığı rivayet edilen taştır. Üzerinde 57 satır çivi yazısı bulunmaktadır. Bu yazılar Prof. Unger tarafından okunmuştur. Yazıların Asur kralına yazılan bir mektubun metni olduğu öğrenilmiştir. Hz. Peygambere izafe edilen bu teyemmüm taşı, Asurlular devrine ait bir tablettir.
Tövbe Kapısı Kanadı: Beytullah’ın içindeki tövbe kapısı, Sultan Üçüncü Murad tarafından (1592) Kabe-i Muazzama tamir ettirildiği sırada yenisiyle değiştirilmiş ve bu kanat da İstanbul’a getirilerek mukaddes emanetler arasına alınmıştır.
Hacer-iil Esved Mahfazası: Kâbe ziyaretinde tavafa başlama noktası olarak kullanılan Hacer-Ul Esvedin ziyaretçilerin el ve yüz sürmeleri sebebiyle aşınmaması için etrafına altın ve gümüşten muhtelif çerçeveler yapılmıştır. Aşınan bu çerçeveler yenileriyle değiştirilmiş, aşınan çerçeve de mukaddes emanetler bölümüne alınmıştır.
Altın Oluk: Kanuni Sultan Süleyman tarafından (1520-1566) gümüşten yaptırılmış üzeri altun yaldızlı su oluğudur. Diğer bir Olukta Sultan Birinci Ahmet tarafından altundan yaptırılan oluktur. Her ikisi de Kâbe damı üzerinde biriken suyun akması için yaptırılmışlardır, yenileriyle değiştirilince bu olukların ikisi de kutsal emanetler bölümüne getirilerek konmuşlardır.
Nâlin-1 Saadet: Hz. Peygamber (S.A.S.)’e izafe edilen tahta bir nalindir. Boyu 0,25 metredir. Ayak şeklinde olup üzerine Ayet-el Kürsi yazılıdır.
Gasli Nebevi Suyu: Hz. Peygamberin gaslinde kullanılan sudan teberrüken saklanmış ise de, bilinmiyen bir sebepten dolayı şişe kırılmış ve su zayi olmuştur. Yalnız kırık şişe kalmıştır.
Kâbe Anahtarları ve Kilitleri: Yavuz Sultan Selim Mısır’ı fethedince Mekke Emîri Muhammed Ebul Berekât oğlu vasıtasıyla Harem-i Şerifin anahtarlarını Yavuz Sultan Selime göndermiştir. Daha sonra bu anane asırlarca devam etmiştir. Gönderilen bu anahtarlar mukaddes emanetler bölümüne alınmış ve korunmuşlardır.
Bu mukaddes emanetlerden başka Hz. Musa ve Hz. Şuayb Aleyhis- selama ait asalar, Nuh Aleyhisselama ait tencere, İbrahim Aleyhisselama ait kazan, Yusuf Aleyhisselam’ın gömleği, Davut Aleyhisselamın kılıcı, Hz. Fatıma’nın seccadesi de burada muhafaza edilmektedir.

KAYNAKLAR
’ Büyük Larousse
* Meydan Larousse
* Temel Britannlca
* Yeni Türk Ansiklopedisi
* Yeni Rehber Ansiklopedisi
* Hayat Ansiklopedisi
* Eyyüb Sultan ve Mukaddes Emanetler (Recep AKAKUŞ)
’ Mukaddes Emanetler (Turtan ve Tanıtma Bakanlığı Yayını)