Makale

Kaygılı kargaşalar

Kaygılı kargaşalar

Hasan Karaca

Son dönemlerde Batı ülkelerinde yerel ırkçı eğilimlerin güçlendiğini gözlemlemekteyiz. Bunun gerekçeleri literatürde çokça tartışılmıştır. Küreselleşen ve karmaşıklaşan bir dünya karşısında kendini daha dar ve güvenli bir bütüne ait görme eğilimi, ırkçılığı körükleyen etmenlerden sadece biridir. Bu ait olma hissi her zaman bir ulusa dönük kalmamakta, zaman zaman daha büyük bütünlere (örneğin Avrupa havzasına), bazen ise daha küçük birimlere (örneğin ülke içi coğrafi bölgelere, kentlere, hatta mahallelere) dönük olabilmektedir. Bu tarz bir kimlik tasarısının bizi ilgilendiren bağlamı ise, öz kimliklerin belirlenmesinde, öteki unsurunun nasıl tanımlandığıdır. Örneğin ulus merkezli bir kimlik tasarısı genel kabul görebiliyorken, aynı kimlik üzerinden ötekini dışlayan bir tasarı ırkçılığa dönüşebilmektedir. Bunun gibi kültürel kimlikler ve dinî kimlikler de sadece kendimizi ait hissettiğimiz bütünle değerlendirilemez, aynı zamanda bu kimliğin ötekine dair algısıyla da tespit edilmelidir. İslamofobi de böyle bir özbenlik ve öteki algısının ürünüdür esasında.
Bu o kadar da yeni bir tespit değildir tabii. Aksine kimlik üzerine yazılmış birçok eser, tam da bu özbenlik-öteki ilişkisini irdelemektedir. İslamofobi konusu işlenirken de durum farklı değildir. Bu yüzden de birçok eser, İslamofobiyi tarihî bir bağlama oturtmakta ve ta Ortaçağdan gelen bir silsilenin uzantısı olarak değerlendirmektedir. Oysa ilk bakışta tutarlı gelen bu yaklaşımın, İslamofobi diye tanımladığımız olguyu doğru yerinden yakalamadığı inancındayız.
Günümüzde kimlikler, öteki üzerinden değil, ötelenmiş bir karmaşa üzerinden inşa edilmektedir. Örneğin vaktiyle Hristiyan kimliği kendini öteki diye tanımladığı bir Yahudilik üzerinden inşa etmiştir, daha sonraları ise İslam tanımı kimliğin belirlenmesinde önemli rol almıştır. Ancak bugün büyük dinler, sadece bir iki büyük din karşısında kimlik belirleme durumundan uzaktırlar. Onlar farklı din ve dindarlık biçimleriyle muhataptırlar. Esasında din diye tanımlanıp tanımlanmayacağı bile tartışılır yapılar özbenliklerini tasarlamak durumundadırlar. Yani dinler, din kavramını bile bir yere kadar muğlaklaştıran bir karmaşa karşısında bir kimlik tasarısı sunmak durumundadırlar. Hakeza sair kimlik tanımlamaları da çoğu kez tek bir öteki ile muhatap kalmamakta, anlamakta zorlandığı ve büyüklüğünden ürktüğü bir karmaşa ile karşı karşıya gelmektedir. Bu anlamda İslamofobiyi yalnızca öteki diye tanımlanan bir İslam karşısındaki kaygılı duruş olarak algılamamalıyız. Aksine İslamofobi, mutlak gibi algılanan bir karmaşa karşısındaki çaresizliğin, karmaşayı düzenlemek veya ötelemek için başvurduğu bir algı (ve bazen eylem) biçimidir. Bu algı ve eylem biçiminin temel amacı ise, aidiyetin ve algı ve yaşam düzeninin garantiye alınmasıdır. Bu yönüyle İslamofobi sair kültürel ayrımcılık ve hatta ırkçılıkla ortak bir noktada buluşmaktaysa da, önemli bir hususta onlardan ayrışmaktadır da. Irkçılık, kendi dışındaki karmaşayı düzenlerken bunu üstünlük iddiasıyla gerçekleştirir. Böylelikle karmaşa değer yitirir, dikkate alınmak zorunda değildir. İslamofobi olgusunda ise durum farklıdır. Sanılanın aksine bir üstünlük iddiası bulunmamaktadır. Zaten bu yüzden o bir fobidir. Üstünlük bir yana, karşısında çaresiz kaldığınız bir karmaşa ile muhatapsınız, ondan korkuyorsunuz. Bu farktaki noktayı gözden kaçırmamızın temel sebeplerinden biri, ırkçı eylemler, yabancı düşmanı eylemler ve İslamofobiye dayalı eylemleri yeterince birbirinden ayırmamamızdır. Örneğin Belçika hapishanelerinde Müslüman tutukluların işkence ile öldürülmesi farklı bir olaydır. Yine Belçika’da yaşanan, başörtülü bir kadının kucağındaki öz çocuğu hakkında "Sarışın bir çocuk esmer bir kadın tarafından kaçırılıyor" ihbarına muhatap kalması farklı bir olaydır. Birincisinde gardiyanların mutlak üstünlük iddiaları bulunmaktadır. Bu bir fobi değildir. İkincisinde ise anlamadığı bir kargaşa karşısında olabilecek senaryolar tasarlama ve rasyonel olmayan bir kaygı yaşama durumu, yani bir fobi söz konusudur. Yani İslamofobi olgusunda esasında fobiyi yaşayan kişi güçsüz konumdadır. Saldırganlığı bundandır. Bu anlamda İslam karşıtı eylemleri değerlendirmeye kalktığımızda, İslamofobi başlığı altında ele aldığımız birçok konunun, başka başlıklara ait olduğunu göreceğiz.
İslamofobi konusunu sadece gündelik olaylar bağlamında düşünmek tek boyutlu bir bakış açısını yansıtmaktadır. Zira bu gündelik kaygıları besleyen çerçeve unsurlar bulunmaktadır. Bunlar arasında ilk akla gelen elbette medyadır. Nitekim kitlelere olayları yorumlamada (karmaşayı düzenlemede) çoğu kez basit söylemler sunan yapı medyadır. Medyanın İslamofobiyi körükleyici tavrı karikatür krizinden bu yana bilinmektedir. Ancak medyadan daha derin yapılar İslamofobiyi körüklemektedir. Bunlar arasında belli siyasi yaptırımlar ve hukuki düzenlemeler yer aldığı gibi, kullanılan dilin de rol oynadığı malumdur. Örneğin Danimarka’da cami yapımında İslami sembollerin (kubbe, minare) inşasına izin verilmemesi bu tarz bir yaptırımdır. Burada hukuki düzenleme esasında bir mimari yasak değil bir dil yasağı uygulamaktadır. Zira kubbe ve minare bir mimari unsur olarak algılanmamakta, bir sembol, yani anlam taşıyan bir işaret olarak algılanmaktadır. Buradaki yaptırım gerçek bir İslamofobi örneğidir. Zira bir dil üstünlük iddiasıyla yasaklanmaz. Dil, o dilin taşıdığı anlam öğelerinin yaygınlaşması ve o dilin oluşturduğu kimlik bütünlerinin pekişmesinden korkulduğu için yasaklanır. Bu yasaklama böyle bir aidiyetin ve yaygınlaşmanın gerçekten kaygı verici olduğu imajını güçlendirmektedir. Nitekim birçok ülkede rastladığımız başörtüsüne dair yasaklamalar da bu baptandır. Buna karşın örneğin Müslüman çağrışımı yapan isimlerin işe alınmaması çoğu kez bir kaygının eseri değildir, aksine bir üstünlük iddiasıdır. Daha doğrusu bu kişilerin yeterliklerinin bulunmadığına dair bir önyargının sonucudur.
İslamofobi ile diğer ayrımcılık biçimlerini ayırmadığımız sürece, bu farklı olgulara vereceğimiz ve vermemiz gereken tepkileri belirlemede de sıkıntı yaşayacağız. Ancak İslamofobiyi diğer ayrımcılık biçimlerinden ayrıştırmak kadar aralarındaki ilişkiyi kurmak da elzemdir. Irkçı unsurların artması ile İslamofobinin ortaya çıkması aynı karmaşanın doğurduğu sonuçlardır. Ancak bunların doğuş biçimleri ve işlevleri farklıdır. Bununla birlikte bu öğeleri ilişkilendiren bir kurgu da yok değildir. Son dönemde sistematik olarak yapılan küresel işkence biçimleri ise bunlar arasında belki de en dikkate alınması gerekenidir. Ne var ki bu çoklu ilişkinin ciddi bir izdüşümü yapılmış bulunmamakta veya en azından bizim malumumuz değildir. Aslında tam da bu kargaşa İslamofobiyi ve ırkçılığı besleyen unsurlardan biridir.