Makale

İSLÂM'DA İRŞAD VE TOPLUM

Halil Karlık
Din Öğretimi Genel Müdür Yardımcısı

İSLÂM’DA İRŞAD VE TOPLUM

İslam’da irşad, yani toplumun dini konularda aydınlatılması ve din kültürü yönünden geliştirilmesi yaygın bir .din öğretimi faaliyetidir.
Bu öğretim, insanın manevi ihtiyacı olan iman, ibadet, günahlardan arınma, sevap kazanma gibi duyguların geliştirilmesine yönelik davranışlar kazandırmak üzere yapılır. Çünkü din, insanın ilgi, ihtiyaç ve eğilimlerinin odak noktasını teşkil eder, insanlar ruhsal huzuru ve tatmini büyük ölçüde onda bulurlar. Onun içindir ki yaygın din öğretimi yoluyla insana kazandırılacak davranışlar, hem kişinin hem de toplumun sağlıklı yaşayışı ve mutluluğu yönünden büyük önem Taşır.
Böyle önemli ve yüce görevin yerine getirilmesi sorumluluğu da, öncelikle Anayasal bir kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığı’na aittir. Anayasa’nın bu kuruluşla ilgili 136. Maddesinde, "Genel idare içerisinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı laiklik ilkeşi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirir" demektedir.
Genel olarak toplumun din konularında aydınlatıldığı, din kültürünün geliştirildiği ve diğer din hizmetlerinin yerine getirildiği yerler de camilerdir,, mescidlerdir. Bunlar, İslâm’ın şerefi ve kuvvetidir. Onun içindir ki camilerin toplum hayatımızda ayrı bir yeri ve değeri vardır. Çünkü inancının, duygu ve düşüncelerinin gereği olarak dini vecibelerini yerine getirmek üzere bu kutsal mabedlere gelen insanlar, hem kulluk görevini yerine getirmenin, hem de yeni bilgiler öğrenmenin kazandırılmış olduğu güç ile, mutlu olarak camiden çıkıp çalışma hayatına yönelirler.
Camide oluşan bu olgu, aynı zamanda moral bir güç kaynağı olarak cami dışında da insanların günlük hayatlarını büyük ölçüde etkiler. Mesela, insanlar birbirine karşı daha anlayışlı ve saygılı olur. Sosyal ilişkiler, sağlıklı bir şekil alır. Böylece toplumda hem birlik ve beraberlek güçlenir, hem de iş hayatında canlılık meydana gelerek işin verimini artıracak bir zemin oluşur.
Ayrıca, belirtmemiz gerekir ki, yaygın din öğretimi faaliyetleri, çağımızda değişen ve gelişen dünya konjonktüründe camilerin dışına taşan boyutlar kazanmıştır. Toplumumuzun dini konularda aydınlatılması, din kültürü yönünden geliştirilerek moral güçlerinin yükseltilmesi bakımından yapılan Radyo ve Televizyon konuşmaları ile çeşitli konferans, panel, ve seminerler de buna örnek olarak gösterilebilir.
Bütün bunlar, yaygın din öğretimi olarak nitelendirilen bu faaliyetlerle iş hayatı ile manevi hayatı bütünleştirici; insanların moral güçlerini yükseltici ve çalışma hayatına dinamizm sağlayıcı metodla- rın geliştirilmesi zorunlu hale getirmektedir. Çünkü insanların ilgi, ihtiyaç ve eksikliklerini bilmeden ve onları tanımadan va’az (öğüt) vermek, buz üzerinde yazı yazmaktan pek fazla farkı olmasa gerektir. Belki bu tür konuşmalar heyacan uyandırabilir, ama kalıcı etkisi olduğu söylenemez.
O halde nasıl ki bir doktor, hastasını muayene ederek teşhis koyduktan sonra ilaç (reçete) vermek zorunda ise, hatip veya va’iz de hitap ettiği kitlenin (cemaatin) özelliklerini; ilgi alanlarını, ihtiyaçlarını, eksikliklerini v.b. bilmesi lazımdır. Bununla her kademede görev icra eden din görevlisinin her çeşit duygusallık ve peşin hükümlerden ayrılarak, çağımız ilmi çalışma yöntemlerinden yararlanmak suretiyle insanların dini alandaki bazı eksiklikleri ve ihtiyaçları tesbit edip onları giderecek irşad faaliyeti içerisinde bulunmalarının gerekliliğine işaret etmek istiyoruz.
Her şeyden önce insan, fıtra- ten sahip olduğu din duygusunu geliştirmek; dünya ve ahirete yönelik sorumlulukları konusunda bilgi geliştirmek durumundadır. insanın bu özelliğinden dolayı başarısı sürekli olarak eğitim ve öğretime dayanmaktadır. Bu, eğitim-öğretimin yani öğrenmenin insan hayatının ayrılmaz bir unsuru olduğunun açık kanıtıdır. Çünkü insan, hem öğrenmeye açık ve ilgi duyan, hem de kâinattaki canlılar arasında en çok eğitilmeye ihtiyacı olan varlıktır.
Onun içindir ki dinî bir vecibe olarak Cuma Hutbeleri ile vaazları, Ramazan boyunca yapılan vaazlar, Ramazan Bayramları ile diğer çeşitli vasıtalarla icra edilen irşadlar yaygın din öğretimi faaliyetleri olarak toplumu- muzda yer alır. Bu görevi icra edenler de din görevlileri (müftü, vaiz ve imam-hatipler)’dir.
Burada hüner ve marifet, bu zaman ve mekanları en iyi şekilde değerlendirerek insanlara faydalı olabilmektir. Bunun için, öncelikle insanların dinî alandaki bazı eksiklik ve ihtiyaçlarını tesbit etmek gerekir. Böyle bir çalışma esnasında metod olarak çeşitli görüşmeler, gözlemler yapılabilir, anketler uygulanabilir. Hatta çevrede insanların ilgi duydukları ve ihtiyaç gördükleri konulardaki problemlerini ortaya koyma imkanı da hazırlanabilir, burada önemli olan hangi vasıta ve yollarla olursa olsun muhataplarını tanımaktır. Onların sosyal, psikolojik, kültürel, ekonomik, ahlâki ve dinî durumlarını bilmektir.
Bu konuda özellikle çevrede insanların daha çok nelere kıymet verdiklerini, toplumun değer yargılarının neler olduğunu; bunların çocuklara moral yönünden ne nisbette yansıdığını; kısaca toplum fertlerinin (çocuk, genç, ihtiyar) nelere karşı ilgi duyduklarını ve nelere karşı ilgisiz olduklarını anlamadan yapılan irşad faaliyetleri, belki heyecan uyandırabilir, ama bunun etkili ve kalıcı davranışlar kazandırdığını söyleyemeyiz. Oysa İslâm’da emir ve yasaklar, insanı iyiye, güzele ve doğruya yöneltici nitelik taşır. Dolayısıyla insana kazandıracağı davranışlar da bu istikamettedir.
İslâmî literatürde imam, cemaatin önderi ve onların her türlü problemleriyle ilgilenmesi gereken biri olarak yer alır. Hakkı emretmek, kötülüklerden sakındırmak, onun başta gelen görevidir. İslâm’ı temsil etmenin, onun adına görev yapmanın hem anlamı, hem de sorumluluğu büyüktür. Çünkü bu din, sadece mevlit, sünnet, düğün, anma ve benzeri bir dizi sembollerle merasimler değil, bilakis amel (iş) ve itikat (inanç) dinidir, amel-i salih diye nitelendirilen güzel işlerin yapılması istenmektedir. Başka deyişle insanları, inanıp yararlı işler yapmaya davet etmektedir. Bunlar kısaca; Allah’ın rızasına uygun işleri yapmak, rızasına uygun olmayan işlerden kaçınmak şeklinde özetlenebilir.
İslâm’ın özünü teşkil eden ameller ve itikatlar, iyi anlaşılarak insan şahsiyeti ile özdeşleştirilirse toplum hayatında fertler arası ilişkiler de o nisbette iyileşecektir. Zira İslâm’da amel ve itikatlar, herşeyden önce kişinin bencil isteklerini sınırlayıcı ve başkasının iyiliği için kendisinden fedakarlık etmeyi sağlayıcı davranışları kazandıracak potansiyel bir güç kaynağıdır, özellikle inancın bir ihtiyaç olduğu ve Allah’a imanın insan davranışları üzerindeki etkisi düşünülürse, bu manevi potansiyel güç kaynağının fert ve toplum hayatı açısından ne derece önem teşkil ettiği kendiliğinden ortaya çıkar.
Çağımızda hızla gelişen teknoloji ve bunun ürünü olan iletişim araçları dünyayı olduğundan fazla küçültmüştür. Bu durum, bütün dünya ülkelerinin, sosyal, ekonomik ve siyasi yönden etkileyen bir ortamı hazırlamaktadır.
Günümüzde gelişmiş ülkelere yetişmek için Teknokratlarımız, bir takım programlar hazırlamakta ve ona göre çalışmalarını sürdürmektedir. Hedef, çağdaş medeniyet seviyesinin üzerine çıkmaktır. Kalkınmış ülkeler ise, herşeyi alt üste eden gelişmenin etkisinden insanlarını kurtarmak için acil çıkış yolları aramaktadır. Amerika’nın, Türk aile yapısının sağlam oluşunun nedenleri üzerinde etüd yaptırma çalışmalarını örnek olarak gösterebiliriz.
İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an, akla ve düşünceye hitap eder. Nitekim, Kutsal Kitabımız Kur’an-ı Kerim incelendiğinde, pek çok ayette "Düşünmüyor musunuz? Akıl erdirmiyor musunuz?" diye sorulduğu görülür. Aynı şekilde bir çok ayette "düşünme ve tefekküre" yer verilmektedir. Bununla beraber, "dolaşarak araştırıp ibret almaya, ders çıkarmaya" ve "ilme" yönelik olan ayetlerin sayısı da bir kitap konusu olacak kadar çoktur. Onun için görüş ufku geniş, bilgi düzeyi yüksek ve düşünce melekesi gelişmiş din görevlisine olan ihtiyaç, günümüzde giderek önem kazanmaktadır. Özellikle dünya konjüktüründe gelişmiş ülkelerin bu sosyal ve siyasal çıkmazlarından bir ders çıkararak, Allah’ın ölçülerini mantıklı bir şekilde ortaya koymak ve alternatifi göstermek görevi, herhalde ihtisas sahibi din adamlarına düşmektedir. Bu her şeyden önce toplumun gerisinden gitmekle değil, onları yönlendirecek görüş ve düşünceler ortaya koymak ve örnek olacak faaliyetler yapmakla olur. Çünkü İslâm, haktan yanadır, tüm batıl şeylere karşı bir alternatif, bir mesajdır. Nitekim İslâm’ın kendisi bir kuvvet odağı olduğuna göre bu mesajı insanlara duyuracak, pedagojik metotlar çerçevesinde onlara nefret ettirmeden sevdirip kolaylaştıracak, müjdeleyecek, bıkmadan ve usanmadan sabırla insanları Hak’ka davet edeceklerin başında din adamları gelir. İyiliğe teşvik ve kütülükten sakındırma, her ne kadar bütün inananların (mü’minlerin) görevi ise de, bu konudaki mesuliyetin ağırlığının, din görevlilerine ait olduğu unutulmamalıdır. Çünkü onların, cemaat (inananlar) karşısındaki değeri büyüktür. İnançlarının gereği olarak herbakımdan onlara güvenir, herşeyi ile onlara teslim olur, yanlarında yer alırlar, bu, inançlarının (imanlarının) tabii bir tezahürüdür. bunu sosyolojik bir vak’a olarak toplum hayatının her kesiminde müşahade etmek mümkündür.
O halde böyle bir olgu, her kademe ve sahada görev yapacak bu meslek elemanlarının bilgi, ibadet, güzel ahlâk ve inançlarıyla seçkin; yorumlarını dini konulara ayırmış, her çeşit menfaat ve politik çıkarlardan uzak, eğiticilik formasyonuna kavuşmuş bir kişiliğe sahip olmalarını gerektirir. Onların mihrapta başlayan dini vecibelerin yerine getirilmesine ilişkin kutsal ve yüzlerce görevleri vardır. Bu görevleri çeşitli vesile ve yollarla yerine getirirken halkla içiçe olmak durumundadır. Ayrıca bu meslek elemanlarının gönül mabedini sevgiyle inşa edecek ve geliştirecek geniş bir görüş ufkuna sahip olmaları da gerekir.
Unutulmamalıdır ki Kur’an-ı Kerim’in bir ayetinde, "Yüce Allah’ın, İnsana şah damarından daha yakın olduğu" (Vakıa; 85) bildirilmektedir. Bir hadis-i kudside de, "Allah’ın göklere ve yerlere sığmadığını, ancak inanmış kulun kalbine sığdığı" beyan buyurulmaktadır. Nitekim bu olgu, en büyük ve en kutsal mabedin herşeyden önce insanın gönlü olduğunu göstermektedir. Onun içindir ki İslâm’da herşey, döner dolanır gönül noktasında toplanır. Hatta gönül, söz, hareket, davranış ve fiilleri yansıtan bir ayna mahiyetindedir.
Çünkü; gönül temizliği, ancak, ibadet faaliyeti ile mümkündür. Bu Yaratılanı yaratandan dolayı severek insanları kaynaştırıp kucaklaştıracak bir ortamın temel kaynağıdır, insan kalbi sürekli olarak manevi besinlerle beslenirse toplumda ihanet, horlama, horlanma, ezme, ezilme, aldatma ve aldatılma gibi davranışların önüne büyük ölçüde geçilmiş olur. Hatta sevgi, hoşgörü, acıma, paylaşma, samimiyet, doğruluk, fazilet, adalet v.b. güzel "arzu edilir" davranışlar doğup gelişebilir. Bununla birlikte toplumda huzursuzluğa zemin hazırlayan kin, korku, nefret, öç alma, yalan, çifte standart (iki yüzlülük), hile, baskı, eziyet, bağnazlık gibi faziletsiz davranışların da önüne geçilmiş olur.
O halde yasalarımıza göre camilerde mihrab ve minber görevlerini yürüten meslek elemanlarına, hem toplum kalkınması hem de fertlerin refah ve mutluluğu açısından önemli görevler düşmektedir. Bunlar, görevlerinin gereği olarak kimi zaman hutbe ve va’az, kimi zaman radyo ve televizyon, kimi zaman da basın ve yayın yoluyla halkı dini yönden aydınlatma çalışmaları yapmaktadır. Bu çalışmalar, günümüz karmaşık ortamında toplumumuzda inanan kimselerin kalblerini yumuşatmalı, onlarda hem yüce duygular uyandırmalı, hem de iyiliğe özendirerek iyi ve güzel davranışlar kazandıracak şekilde yapılmalıdır. Çünkü İslâm moral gücü yükseltici, çalışmayı destekleyici, iyi, güzel ve doğru olan davranışlara yöneltici niteliklere sahip bir dindir. Onun içindir ki yaygın din öğretimi olarak yapılan irşad ve vaazların, insanlara doğru ve güzel davranışların kazandırılması; toplumda birlik ve beraberliği güçlendirerek fertlerin huzur, güven ve mutluluğunu sağlayacak bir ortamın oluşturulması yönünden büyük önemi vardır. O halde bu meslek de; öğretmenlik mesleği gibi özellik isteyen bir ihtisas mesleğidir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın her kademesinde görev icra edecek bu meslek elemanlarının genel kültür, özel alan ve pedagojik formasyon yönünden iyi yetiştirilmeleri gerekir. Çünkü mihrapta önlerine geçip namaz kıldırdıkları cemaatın, dini vecibelerin yerine getirilmesindeki rehberliklerinin yanında, her yaş ve kültür seviyesinde insanları dini yönden aydınlatma gibi çok önemli görev ve sorumluluğa da sahiptirler. Çünkü din, fert ve toplum hayatından soyutlanmayan kutsal bir duygudur. Hatta bu duygunun etkileri, ferdin hareket, davranış ve fiilleriyle birlikte; sosyal ilişkilere kadar uzanır. Böylece sosyal, ekonomik ve siyasi hayatımızın her alanını da büyük ölçüde etkilediği görülür. Çünkü insan, hem iyilik, hem de kötülük yapabilecek bir nitelikte yaratılmıştır. Ondaki eğilimler, ihtiyaçlar ve istekler kimi zaman iyilik, kimi zaman da kötülük yapmaya yöneltmektedir. Onun içindir ki insanın yaratılışındaki safiyet ve temizliğin devamlılığı bakımından yaygın din öğretimi büyük önem taşımaktadır.