Makale

Azerbaycan Milletvekili BAHTİYAR VAHAPZADE: "Bizim başka kimimiz var?"

Azerbaycan Milletvekili
BAHTİYAR VAHAPZADE:

"Bizim başka kimimiz var?"

Son vakitlerde bazı gazetelerde Türkiye ve Türkler üzerine laflar ediliyor. Bu hoşnutsuz konuşmalar, atılan laflar başını almış gidiyor. Bu taşların nereden, hangi amaçlarla atıldığı bellidir. Fakat bu taşların nereden ve ne amaçla atıldığını bilmeden, genel akıma kapılıp konuşanlar, atılan lafları destekleyenler olmasaydı, ben belki de bu meseleye kendi alâkamı göstermez, aldırmazdım.
Ben el-ovada her zaman Türkiye Türklerine derin rağbet ve minnettarlık sedaları işitmişim. Dedemin, babamın, emmilerimin dilinden "Türk" kelimesi düşmezdi. Dedemin, babamın, emmilerimin dilinden dinledim: Dedem o zamanki Ermeni-Müslüman savaşında Esgeran’da ayağından yaralanmıştı. O, söylerdi ki, 1918 yılında Mart savaşında Türkler yardıma gelmeseydiler, Er- meniler bizi katledecektiler. Çocukluğumda tüm ihtiyarlardan, yaşlı kimselerden yalnız-bu sözleri işitirdim ve işittiklerim benim ve yaşıtlarımın kalbine Anadolu Türküne rağbet ve muhabbet tohumu ekmişti. Halen Türkiye ile aramızda bulunan sınır rejimi bir dereceye kadar hafifledikten sonra ve gidiş-geliş başlandıktan sonra Anadolu Türklerine karşı hoşnutsuz laf ve konuşmalar beni olumsuz yönden etkiliyor ve esef ediyorum. Zaman zaman işitiyoruz: "Türkler filan fabrikayı, filan mües- seseyi, filan hoteli aldılar" yahut "Türkler servetimizi taşıyorlar." Bu cahil laflara hayret ediyorsun. İlk önce onu da bildireyim ki, Türkler hiçbir şeyimizi bizden bedava almıyor, kendi parası ile alıyor. Aldığı fabrika ve işletmeleri, hoteli bizimle beraber ortak olarak işletecek, kazandığını ise tüm dostlarına bölecek. Dünya standartları düzeyinde yapacağı fabrika ve işletmeleri onaracağı hotellerle bizi dünya pazarına çıkaracak.
Eğer biz doğrudan doğruya bu kadar kendi mal ve mülkiyetimizi servetimizi değerlendirir, onun kadrim bilir, 5-10 yıl önce servetimize, millî varlığımıza, özgürlüğümüze, dinimize, imanımıza, dilimize, namusumuza, vicdanımıza, bir sözle, tüm maneviyatımıza sahip çıkan, hem de bedava sahip çıkan Sovyet imparatorluğunun yağmacılığına karşı koymayıp, köleliğimize şükürler etmiyorduk? Bütün bunları bilmemize rağmen susuyorduk. Şimdi ise kazandığımız özgürlükten, düşman aleyhine yöneltmemiz gereken nefretimizi, öfkemizi bizim tüm dertlerimize ortak olan doğma, değerli kardeşlerimiz olan Türklerin üstüne döküyoruz. Ya ayıp değil mi?
Dün bir yas töreninde ihtiyar bir erkek bana diyor ki, "Siz bir mebus olarak dilimizin ve alfabemizin değişip Türkleşmesine neden itirazınızı duyurmuyorsunuz?"... Soruyorum: "Siz hangi alfabeden ve hangi dilden konuşuyorsunuz?" Belli oluyor ki, bu cahil 1938 yılından geçtiğimiz kiril alfabesini doğma alfabemiz, son zamanlarda kullandığımız "çağdaş" gibi doğma kelimelerimizi ise yabancı kelime sanırmış. İlâhi, adam doğması ile üveyini böyle de şaşırırmış.
Şimdi böylelerine sorarım: "Sen ki, kendini bu kadar yurtsever sanırsın ya 5-10 yıl önce basit bir dilekçeyi de yabancı dilde yazanda toplantılarda herkes bülbül gibi ötende - hem de Rusça ötende- neden bir kez itiraz sesini yüceltip demedin ki, "Hani bir zavallı milletin kendi dili var?" Bilâkis, sen o zaman bunu alelade bir kaide olarak kabulleniyordun. Ya neden kendine dönüşü hor görüyorsun? Adam da bu kadar hayrını, şerrini, doğmasını, yadını, kendini, özgesini tanımayıp cahilliği yüzünden kendine düşman olurmuş!
Şimdi böyle sözler dinliyoruz: "Sovyetler bize iyilikten başka ne yaptı ki?" Tanrım bu kadar da unutkanlık mı olur? Şimdi ben onlara yüzümü tutup diyorum: Sovyet imparatorluğu seni köle yapmıştı. Kendi servetinin sahibi değildin. dinini, imanını, mezhebini, dilini, millî varlığını elinden almıştı. Senin bağımsız demokrasi devletini yıkıp, yerinde diktatörlük totaliter rejim yaratmıştı. 1930’lu yıllar kolhoz harekatına karşı çıkan Şamahı, Gence, Şeki isyanlarını kan denizinde boğmuştu. 1937 yılında 50 bin kadar aydını Sibirya buzluklarında mahvetmişti, ikinci Cihan Harbinde yarım milyona yaklaşık gençleri Rusya’nın savunmasında katletmişlerdi. En sonunda, tam dün 1990 yılının 20 Ocak ayında milletini tankların altında çiğneyip ezmedi mi? 1988 yılından bugüne kadar Ermeninin haksız Karabağ iddiasını desteklemiyor mu? Ermeni ile birle- şip seni mahvetmedi mi? Ya bunları ne çabuk unuttuk biz?
Şimdi ise Türkiye Türklerinin bize yaptıkları üzerine konuşalım. Yukarıda kaydettiğim gibi, 1918 yılında kendisi üç devletin saldırısına, ihanetine maruz kalmasına rağmen, Azerbaycan’a askerî birlikler gönderdi ve bu toprakta yüzlerce şehit verdi. Aynı kişilere demek istiyorum: "Şirvan tarafına derseniz, Şamahı ve Mereze arasında yolun sol tarafında bulunan tenha Türk subayının mezarına bak. O, Anadolu’dan buraya geldi ve senin toprağın uğruna şehid oldu. Hiç olmazsa, o mezardan utan, ayıp, pek ayıp. 1920 yılında bol- şevikler senin cumhuriyetini yıpratanda, türlü rezaletler çıkaranda, aynı hükümetin liderlerine kendi kucağında barınak verdi de. Mehmet Emin Resul- zâde’ler, Mirzebala’lar, Ali Bey Hü- seynzade’ler, Ahmet Bey Ağayevi’ler indirilen bayrağımızı Ankara’da yücelttiler. Son günlere kadar Kengerli’lerin, A. Karaca’ların, C. Ünal’ların dirayeti sayesinde muhacerette millî devletimizi yaşattılar. İkinci Cihan Harbi yıllarında Almanya’nın ölüm kamplarında can veren esirlerimize sahip çıktılar. Nihayet, 1990 yılında Millî Cumhuriyetimiz yeniden onarılanda onu ilk önce tanıyan Türkiye oldu. Ermenilerin Karabağ iddiası meydana gelende bizim hak sesimizi dünyaya Türkiye iletti. Beyaz Saray’da bizim için Buşlar’la, Klinton- lar’la karşı karşıya gelen yine de Türkiye’dir. En sonunda, 20 Ocak olayı baş gösterende Türkiye’nin tüm camilerinde şehidlerimizin ruhuna mevlit okutup İhsan veren, tüm Islâm dünyasını ayağa kaldıran Türkler değil midir? Karşılıksız, temennasız gönderdikleri buğday ve başka yiyecek türleri (gıda maddeleri), geçen ay bize verdikleri - faizsiz borç olarak sunulan 250 milyon dolar ne çabuk unutuldu? Geçen yıldan 2000 talebemizi, 300 öksüz öğrencilerimizi karşılıksız, hele üstelik burs vererek kendi okul ve yüksek okullarında eğitip, öğretmiyorlar mı? Ya kişi de bu kadar hakkı çiğneyip, nankörlük yapar mı?"
Bu yaygaracılar, kışkırtıcılar belki bugün Türklerin gelip bizim yerimize Ermenilerle savaşmasını da istiyorlar? Hayır, beyler, hayır. He% halk kendi toprağını kendi korumayı, yabancılara karşı savunmayı başarmalıdır. Belki bu madrabazlar istiyorlar ki, tarlalarda yı- ğılmayıp kalan pamuğumuzu da Türkler gelip toplasın versin bize? Tembelliğimiz yüzünden yıllarla ne kadar mahsulümüz çürüyüp toprağa karışır. Sovyet rejimi devrinde her yıl imparatorluğa 700 bin ton pamuk veren bu halk, geçen yıl kendimiz için 300 bin ton pamuğu toplayamadı, ihmal etti. Ya bunun suçu kimde?
İstanbul’da Kapalı Çarşı’da bir Azerbaycan Türkü Türk tüccarından bir gömleği istediği fiyata alamıyorsa, tüccar kıymet üstünde onunla çene çalıyorsa, meğer bu Türkün yamanlığına mı delalet ediyor? Haydi, gelin sokak- piyasa münakaşasını genelleştirip, abartıp büyük millete ait etmeyek.
Sözümü bu mesele üzerine benimle hem fikir olan kalem sahibi Nurengiz Hanım’ın sözleriyle bitirmek istiyorum: "Bugün dünyanın tüm Türk meskenleri içerisinde Garb’ın mekrine- hilesine kalkan olabilecek yegâne bir güç varsa, o Türkiye devletidir. Bugün sayılan devletler sırasında durar. Türkiye ve bugün tüm zavallı Türklerin ana kapısında ayakları üstünde pekçe duran bir kudretin labüdlüğü ile fahretmeğe değer. Meğer bu sabitlik bizim için bir teselli değil mi? Onlardan başka bizim kimimiz var hani?