Makale

YENİ BİN YIL

Merhaba

YENİ BİN YIL

Harun ÖZDEMİRCİ
Dini Yayınlar Dairesi Başkanı

Sevinçleriyle, üzüntüleriyle bir yılı daha geride bırakıp, yeni bir yıla giriyoruz. Ancak gireceğimiz bu yeni yıl, geçtiğimiz yıllardan farklı bir başlangıcı da oluşturuyor. Bu başlangıç hem yeni bir yüz yılın, yani yirmi birinci asrın ve hem de yeni bir bin yılın başlangıcı. Dolayısıyla yapılması gereken muhasebe sadece geçen bir yılın değil, bir yüzyılın belki de geride bırakılan bir bin yılın muhasebesi olmalı. Yirminci yüzyılın bize ve dünya insanlığına tattırdıkları, umutlan, üzüntüleri ve acıları, işte bütün bunlar hatırlanılması gereken ve edinilen kazanımlar, tecrübelerin ışığında yeni bir bin yılı, en azından yeni bir yüz yılı şekillendirmede gözönünde bulundurulması zorunlu hususlar.
İnsanlık tarihi, sanayi devrimi denilen gelişmenin yaşandığı bir yüz yılı geride bırakarak yirminci yüz yıla yeni umutlarla girmiş ve bu yüz yılın insanlık için yeni ufuk ve umutların başlangıcı olacağı düşüncesini ortaya koymuştu. Ancak yirminci yüz yılda insanlık iki kutuplu bir dünyanın oluşumunu yaşadı. Her şey bu iki kutup güç arasında şekillenip gelişti. İki kutbun kendi arasındaki yarış ve etkileme alanı arayışları neticesinde de teknolojinin hızlı bir gelişimine sahne oldu. Bu hızlı gelişim, bilginin değerini yeniden insanların önüne koydu. Bu nedenle yirminci yüz yıl tarihte ve hafızalarımızda, teknoloji asrı, bilgi asrı gibi tanımlamalarla yerini aldı. Bilgi çağı, insanın yeni arayışların içerisine girmesini de sağladı. Bir önceki asırda başlayan sanayileşmenin toplumlar üzerinde meydana getirdiği olumsuzluklar, bu arayışlarla birleşince, insan temel hak ve hürriyetlerinin yükselen değer olarak ortaya çıkmasına da vesile oldu.
Geride bıraktığımız yirminci yüz yılın bu olumlu gelişmeleri, son on beş yılında dünya üzerinde yeni bir dönemin de başlangıcını oluşturdu. Bu dönem 1917 Bolşevik ihtilali ile başlayan dinin afyon sayılarak, insanlığın en temel hak ve hürriyetlerinden biri olan inanma hürriyetinin yok sayılması döneminin sona ermesiydi. Demirperde ülkelerinde komünist diktatörlükten demokrasiye geçişin başlangıcıydı. Hafızalarımızı yokladığımızda, 1985 yılının 70 yıllık baskı ve sömürü rejiminin yıkılmaya yüz tuttuğu bir yıl olduğunu hatırlarız. Gorbaçov’un açıklık (glastnost) ve yeniden yapılanma (perestroyka) diye dünya kamuoyuna deklere ettiği politikası, totaliter Sovyet rejiminin sonu olmuş, geçmişte istila etmiş olduğu ve çoğunluğun, Müslüman Türklerin oluşturduğu coğrafyadan Rusların kendi eski sınırlarına çekilmesiyle sonuçlanmıştı. Bu iki sihirli sözcük, 70 yıllık baskı rejimine rağmen, insanların gönüllerine nakşedilmiş inançlarının ve milli kimliklerinin yok edilmesinin mümkün olamayacağının da dünyaya duyurulmasını sağlamıştı. Yıkılmaz sanılan duvarlar yıkılmış, örülen duvarların diğer yakasında kalan aynı kültür, aynı inanç ve aynı değerleri paylaşan insanların soydaşlarıyla ve dindaşlarıyla buluşmasını sağlamış ve 70 yıllık hasreti sona erdirmişti.
1990’lı yıllar dünyada iki değerin yükselişine sahne olmuş, milliyetçilik ve din yükselen değer olarak dünya konjonktüründe yerini almıştı. Bizim açımızdan ise, bambaşka bir başlangıcı da ortaya çıkarmıştı. Bu başlangıç, varlıklarından haberdar olduğumuz, ancak nasıl ve ne şekilde yaşadıklarını bilemediğimiz, ama tahmin edebildiğimiz, hasretiyle yanıp tutuştuğumuz, Anadolu’dan önceki ata yurdumuzda kalan soydaşlarımızın, bütün baskılara rağmen kimliklerini ve inançlarını unutmadıklarına ve birbiri ardına bağımsızlıklarını ilan ettiklerine şahit oluşumuzdu. Bu yıllar, dünya haritasında Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinden sonra Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan adı altında 5 yeni bağımsız Türk Cumhuriyetinin hak ettiği yeri almasını sağlamıştı.
Bu yeni oluşum, aslında başlamakta olan yeni bir bin yılın değerlerinin de oluşumuydu. Bugün bütün sosyologlar ve toplum bilimcileri yirmi birinci yüzyılın "inanç asrı" olacağından bahsediyorsa hiç şüphesiz ki yirminci yüz yılın son on beş senesindeki gelişmelerin buna katkısı büyüktür. Doğrudur, insanlık geçen yüz yılda bir çok mesafeler kat etmiştir. İnsanlık, sanayide, teknolojide ve iletişim araçlarında baş döndürücü hızda gelişmiş bir boyuta ulaşmış, dünyamızı saran atmosferin ötesine geçerek uzaya bile çıkmıştır. Ancak bütün bu gelişmeler, insanı istenilen düzeyde mutlu etmemiş ve yarınlarına umutla bakmasını sağlayamamıştır. Eksik olan bir şey vardır. İşte o eksik olan insanı ruh huzuruna ulaştıracak inanca yönelme ameliyesidir. İnsanoğlundaki bu fıtri ihtiyaç her zaman onu yeni arayışlara sevk etmiştir.
İşte milenium’a yani iki bininci yıla, insanlık bu eksiğin farkına vararak giriyor ve bu yeni dönemde bu değerlerin üst değerler olarak yaşatılması kararlılığını sergiliyor. Biz de bu yeni bin yılın geçen bin yılda sergilenen insan kıyımlarının, din ve kültür savaşlarının yerine, dinler arasında barışın tesis edilerek, farklılıkların, uzlaşmazlık aracı olmadığı tüm insanlığın zenginlik kaynağı olduğu bilincinin yerleştiği, sevgi, hoşgörü, barış ve kardeşliğin sağlandığı bir bin yıl olmasını diliyoruz. İnsanlık ancak böyle mutlu olabilir. Dünya hepimize yetecek kadar büyüktür.
Bu duygu ve düşüncelerle, yeni bin yılın hayırlara vesile olmasını yüce Allah’tan niyaz ediyorum. Her şey gönlünüzce olsun. Hoşça kalınız.