Makale

Hoşgörü, İnsan Sevgisi ve MEVLÂNA

Hoşgörü, İnsan Sevgisi ve
MEVLÂNA

Mustafa Turan
Mengen - Gökçesu İlköğretim Okulu Müdürü

Gönüller mimarı, sevgi ve hoşgörünün mihenk taşı, kullukta zirvelere yükselen ve te- vazuda teslimiyetin sembolü olmuş büyük insan Mevlâna. 0, büyük İslam mütefekkiridir. Aşk bahçelerinin şakıyan bülbülüdür, büyük edip ve büyük şairdir. Onun yaşadığı XIII. yy. da Anadolu siyasî, sosyal, dînî ve mezhep bakımından çok çalkantılı bir dönemden geçiyordu. 0 henüz çocukken arkadaşlarıyla oynadığı bir sırada, çocuğun birisi: "Gel bu damdan ötekine atlayalım" deyince, küçük Mevlâna: "Hayır, bu iş, kedi ve köpeklerin kolayca yapabileceği bir iştir. Eğer gücün yetiyorsa gel göklere çıkalım ve alemleri seyredelim." dediğine bakarsak, onun çocukken derin manalara vakıf olduğunu görürüz.
"Canım var oldukça ben Kur’an’ın kölesiyim. Ben Hz. Muhammed’in ayağının tozu toprağıyım. Eğer benim sözümden bundan başka en ufak bir şey bile bir kimse naklederse, o kimseden de, o sözden de tiksinirim." diyen gönüller sultanı Mevlâna, nice sultanlara, sufilere ve bilginlere dahi Kur’an reçetesinden şifalar dağıtmaktaydı. Başka dinlere mensup kişiler bile gelip ona gönülden bağlanıyorlardı.
Mevlâna kendi çağını ilmiyle ve nuruyla aydınlattığı gibi, bütün çağlara da hoşgörü ve insan sevgisi, neş’e, umut ve muhabbetle ışık saçmıştır. 0, bîçarelerin dostu, yoksulların yoldaşı, her türlü fikrin ve düşüncenin barınağıydı. Halka zulüm ve haksızlık eden sultanları bile ikaz ediyor, nasihatler veriyordu. Selçuklu sultanı II. İzzettin Keykavus maiyeti ile birlikte ziyarete gelip öğüt isteyince: "Ne diyeyim sana, çoban ol demişler, kurt oluyorsun. Bekçilik et demişler, hırsızlığa kalkıyorsun. Rahman seni padişah yapmış, sen tutuyorsun şeytana uyuyorsun..." diyerek sultanı ikaz edip hatalarını yüzüne vurmaktan çekinmemiştir.
Derin düşünce ve geniş fikir adamı olan Mevlâna, insanları sırf insan oldukları için sevmiş, olduğu gibi anlamış ve saygıdeğer bulmuştur. Soy, mezhep, zenginlik ve hatta din farkı gözetmeksizin hepsine sevgi çağlayanı olmuştur. Onun binbir çeşit konu hakkındaki görüşleri bir ummandır. Tıp’tan astronomiye, tarihten nebatata, hadisten telseteye, edebiyattan san’ata kadar bütün ilimleri eserlerinde yansıtmıştır. Ünlü Alman edibi ve şairi Goethe dahi onun hayranı ve talebesidir. Mevlâna, kendisinden önce ve sonra hiçbir dünya şairinin tanımadığı bir hayal dünyasının mucidiydi. Onu tanıyan milletler duydukları saygı ve hayranlıktan etkilenip eserlerini kendi dillerine çevirerek, zevk ve heyecanla okumuş ve bir çoğu da hakikati bulmuştur. Mevlâna, insanlığın manevî susuzluğunu giderecek, bitmez tükenmez coşkulu bir çağlayandır. Ruhî ıstırapları dindirecek hayat iksiridir. Gönül kovanlarını sevgi balıyla doldurup şifa dağıtan bir hekimdir o. Onun en büyük eseri 6 ciltten meydana gelen 25618 beyitlik Mesnevisidir. İlk yazmaya başladığında: “Dinle bu ney nasıl şikayet ediyor, ayrılıklardan hikayet ediyor." diye başlayan 18 beyitlik mersiyeyi büyük coşku, heyecan ve göz yaşları içinde okuyan Çelebi Hüsameddin, Mevlâna’nın isteği üzerine yazma işlemini üzerine almıştır. "Yaz, öyleyse göz nuru Hüsameddin yaz" diye 19. beyitte:
"Kurtul zincirleri kırıp ey
oğul
Yelmez mi ki, altınlara
oldun kul.
Sözleriyle başlamış ve Mevlâna gece gündüz aşkla şevkle söylemiş, aynı şevkle de Hüsamettin yazıp tamamlamıştır. Mevlâna’yı gerçek veçhesiyle tanımak ve yüksek fikirlerinden istifade etmek için; Mesnevi mutlaka okunmalıdır. Mesnevi için der ki: "Bu kitap masal diyene masaldır. Bu kitapta halini gören ise er kişidir. Mesnevi, Nil ırmağının suyuna benzer. Kıptiye kan görünür. Ama Musa’ya âb-ı hayat". Mesnevi den başka, Divân-ı Kebir, Fihi Mafih, Mecâlis-i Sâb’a ve Mektubat gibi eserlere de imzasını atan Mevlâna, kıt kanaat geçin- miştir. Çoğu kere evinde bir dilim ekmeğin dahi bulunmadığı oluyordu. İşte o vakit: "Evimiz bu gün ne mutlu. Peygamber evine döndü." diye seviniyordu. "Bize almayı değil vermeyi öğrettiler." diyerek, eline ne geçerse etrafına dağıtacak kadar gönlü zengin ve cömertti. Müritlerinin hepsinin de bir san’at vardı. Bir lokma bir hırka felsefesine şiddetle karşıydı. Başkasından bir şey beklemeyi zül sayardı. Gayreti ve çalışmayı her zaman öğütlemiştir. Diğer yandan söylediği her sözü, her bakışı, ve her hareketiyle, karşısındakini tesiri altına alabilecek bir yapıya sahipti. Bir gün görüştüğü bir papaza: "Sen mi büyüksün, yoksa sakalın mı?" sorusuna papazın: "Ben sakalımdan 20 yaş büyüğüm" demesi üzerine: "Senden 20 yaş küçük olan sakalın ağarmış... yazık değil mi ki sen hâlâ karanlıklar içindesin." diyen Mevlâna’nın derin anlamlı sözlerini kavrayan papaz oracıkta Islâm’la şereflenmiştir. O, çevresine daima iyilik ve güzellik nurları saçmakta, sevgi ve hoşgörüyü bayraklaş- tırmakta ve dostluğun en güzel numunelerini vermekteydi. Bir gün kavga edenlerden birisi, karşısındakine: "Bana bir söyle, benden bin işitirsin." dediğini duyunca hemen yanlarına gidip: "Ne söyleyeceksen bana söyle. Benden bir bile işitemezsin." der ve
kavgacılar susup barışarak onun önünde saygıyla eğilirler. Her türlü kötü duygu ve düşüncelerden arınmanın yegane yolunun sevgiden geçtiğini, her şeyi sevmenin insanı olgunlaştırıp huzura kavuşturacağını, dostluğun ve sulhun kaynağının, insanların birbirlerini sevmelerinde olduğunu her defasında çevresine yaymaktaydı. Zaman zaman oğlu Sultan Velede: "Oğlum, eğer düşmanını, düşmanının da seni sevmesini istiyorsan, 40 gün onun hayrını ve iyiliğini söyle, göreceksin ki o düşman, senin en yakın dostun olacaktır. Çünkü gönülden dile, dilden de gönüle yol vardır." tarzında nasihatler yaptığını görüyoruz.
Gerçek aşkı dünyevî aşktan ayırmak gerekir. Onun aşkı, ilâhî aşktı ve o bu aşkını, sema ile beslemekteydi. O, semanın İlâhi vuslata erişmek için yapıldığını ifade eder. Mevlâna, imanlı tam bir müslüman, Allah’ı seven ve ona kulluğunu ifa eden bir sufiydi. Kullukta öylesine merhaleler aşmış ve zirvelere ulaşmıştır ki, çevresi hayretler içinde kalmıştır. Şu özlü sözlerinden onun kulluktaki mükemmeliyetini anlamak mümkündür. "Ben kul oldum, kul oldum, kul oldum... Bu zayıf kul, kulluğu lâyıkıyla ifa edemediği için utandım ve başımı önüme eğdim. Her köle azat olunca sevinir. Ya Rabbi, ben sana kul olduğum için seviniyorum."
O, dini bütün sadeliği ve berraklığıyla düşünmüş, sonradan birtakım hurafelerin dinden gibi gösterilmesinden büyük üzüntü duymuştur.

"Pergel gibi ayağımla şeriat üstünde sağlamca durarak, diğer ayağımla 72 milleti dolaşıyorum." diyerek hoşgörüsünü anlatır. İnsanların edep ve ahlâklı olmasını ve nefislerini yenmesini, kendisinin de beş yaşında nefsini öldürdüğünü ifade eder. Allah korkusunun imanlı bir kalbin ziyneti olduğunu, ondan mahrum olan gönüllerin harap ve şehvet yuvası haline geleceğini vurgular. Ahlâk, edep, fazilet, haya ve iffet gibi manevî kıymetlerin, insanın süsü ve özü olduğuna inanır ve: "İnsanoğlu edepten
nasibini almamışsa insan değildir. Aslında insanla hayvan arasındaki fark da edeptir." diyerek huysuz insanları vücuttaki çıbanlara benzetir. "Kendine gel, benlikten çık, uzak dur. İnsanlara karış, insanlarla bir ol. İnsanlarla bir oldun mu bir madensin, bir ulu deniz. Kendinde kaldın mı bir damlasın, bir dane." diyen Mevlâna, insanlar arasında fark gözetmeksizin herkesle görüşür, onları sabırla dinlerdi. Ancak bir de söze başladı mı, kuvvetli delillerle karşımdakileri mest eder ve kazanırdı. O, aşk ve cezbeyle sohbet ve irfan yolunun mutlu ve umutlu bir yolcusuydu. "Kusursuz dost arayan dostsuz kalır." diyerek hoşgörünün en güzel örneğini vermiş ve insanlığı kavgadan uzaklaştırıp, sevgi, saygı ve dostluğu hedefleyip birlik, dirlik ve huzurun yollarını göstermiştir.
Keşke insanlık onun sevgi pınarlarından çorak gönüllerini kana kana sulayabilse... Yüksek fikirlerini idrak edip istifade edebilse... O zaman yeryüzüne tam bir sulh ve huzur hakim olacaktır. "Bütün ömrünün hülasası şu üç sözden fazla değil: HAMDIM, PİŞTİM, YANDIM." diyen güzide insan, büyük mütefekkir Mevlâna, güzel Anadolumuzun Türkleşmesinde ve İslâmlaşmasında kültür yönüyle en büyük role sahiptir.
Sevgi, tevazu ve hoşgörünün en güzel abidesi, o gönüller sultanı Mevlana’yı rahmet ve minnetle anıyor, onun fikirlerinin 21. asra girerken hâlâ tazeliğini koruduğunu ve bu gün dünyanın bu fikirlere ne kadar ihtiyaç duyduğunu ifade ediyoruz.