Makale

TÜKETİM PSİKOLOJİSİ

TÜKETİM PSİKOLOJİSİ

İbrahim URAL




İNSANLAR, hayatları boyunca ihtiyaçlara bağımlı olarak yaşayan varlıklardır. Aslında ihtiyaç sadece insanlara mahsus bir durum değildir. Hayvanlar ve bitkiler de biyolojik ihtiyaçlarının giderilmesine bağımlıdırlar. Canlı varlıklar içinde, ihtiyaçları ve tüketim çeşitleri kültür-medeniyet çevrelerine göre artış gösteren varlık olan insanlar, çağımızda zekâ ve enerjilerinin büyük bir kısmını ihtiyaç olarak gördükleri şeyleri karşılamaya yönelik faaliyetlere hasretmektedirler. Hasbî entellektüellik diye tanımlanması mümkün olan "aydın kişiler yetiştirme ortamı", bu tutumdan olumsuz olarak etkilenmektedir. Artık, kendi kendini yetiştirmiş mütefekkir tipi münevverlere rastlanamamakta-dır. Bunda son elli yılda yaşadığımız hızlı kültür değişiminin yanısıra, maddeci-tüketici anlayışı ön plâna çıkaran toplumsal anlayışların da rolü vardır.
Gerçekte tabiî bir ihtiyaçken, tüketimde aşırılığa ve ihtirasa meyledilmesi sebebiyle, çağdaş ihtiyaçlara bağımlılık bir tür tutsaklık sayılabilecek ileri ve patolojik derecelere ulaşmıştır. Kitle iletişim ve yayın araçlarının gelişmesi sonucunda ayrı bir meslek dalı olarak gelişen reklâm sektörünün faaliyetleri, tüketim hırsını alabildiğine tahrik etmektedir. Psikolojiyle ilgili eserleriyle
tanınan Erich Fromm; Sahip Olmak Veya Olmamak adlı kitabında insanın ruhunda mevcut olan eşyaya sahip olma ve harcama duygusunun aşırı şekilde geliştirilmesinin, şahsiyet gelişimini ve karakter eğitimini nasıl olumsuz olarak etkilediğini incelemiştir. Günümüzde tüketim alışkanlığı o derece yaygınlaşmaktadır ki, gelir sağlayan servet kaynakları yerine, tü-ketim ve hizmet araçlarına sahip olmak ilk plânda amaç olarak benimsenmektedir. Çok üretmek ve çok tüketmek şeklinde formüle edilen liberal üretim sistemi, yeni benimsenen globalleşme anlayışı içinde, azgelişmiş ülkelerin insanlarını, daha çok tüketici olmaya yönlendiren bir konum içine girmektedir. Bu ortamdan en çok etkilenenler, Üçüncü Dünya Ülkeleri olacaktır. İslâm Ülkelerinin çoğu da bu kategoriye dâhildir.
İslâm Ahlâkı ve Ruh Terbiyesi, insanın ferdî ve psikolojik bağımsızlığında, öz-gürleşmesinde bazı temel kavramların benimsenmesine ayrı bir önem vermiştir. Kanaat, istiğna, şükür, tevekkül vb. kavramlar bunların başında gelmektedir. Tasavvuftaki bazı terimleri de buraya eklemek mümkündür. Duraklama ve gerileme devri zihniyeti içinde pasifizme ve ten-belliğe prim vermek şeklinde anlaşılmış olan bu kavramların, gerçek mânâlarında yeniden psikolojik izahlara kavuşturulması gerekir. İlk muhad-dislerin derledikleri Kitâ-bü’z-Zühd başlıklı eserlerin şerh ve yorumları yapılmalıdır. Fakr, gönül zenginliği, kanaat vb. kavramlar Sün-net-i Seniyye’ye uygun, gerçek karşılıklarını bu şekilde bulacaktır. İsraf ve tüketim bağımlılığını yasaklayan İslâm, bu konuda, sadece psikolojik-ahlâkî tedbirlerle yetinmiş değildir. Sefih derecesine varan tüketim hastalarının kısıtlılık altına alınması kuralını getiren İslâm Fıkhı, bunu içtimaî bir disiplin haline yükseltmiştir.
Aşırı tüketim tutkusunun yerleşmesinde, Batı Medeniyetinin ihtiyaçlarının sonsuz ve sınırsız olduğu şeklindeki anlayışının büyük rolü vardır. Çağdaşlık, moda, madenîlik vb. sloganlar altında şartlandırılan dimağlar temel ihtiyaçlar için değil, ihtiyaçlar olarak empoze edilmiş tutku ve alışkanlıklar için yönlendirilmektedir. Azgelişmiş Ülkelerde enflasyonun yüksek rakamlarda seyretmesi, kitlelerin sürekli tüketime yönlendirilmiş olmalarıyla da yakından ilgilidir. Gösteriş ve lüks yaşama anlayışıyla büyük bir hacme ulaşan tüketim ekonomisinin, toplumda hayat felsefesi hâlinde yerleşmesi, İslâm toplumlarında ıslâhı kabil olmayan içtimaî yaralar açacaktır. Petrol zengini Arab toplumlarında yakından gözlemlenen bu durum, bu ülkeleri, Batılıların tüketim sömürgeleri hâline dönüştürebilecek boyutlara ulaşabilir...
Güçlü süper devletlere karşı iktisadî bağımsızlık mücâdelesi verenler, ilk plânda, hiçbir gerçek ihtiyâcı gidermeyen sunî ürünlere karşı önce psikolojik bir direnç ve zenginlik hâ-let-i ruhiyyesi içinde olmalıdır. Helâl yollardan elde edilmiş olmak şartıyla kazanca, mala ve üretime bir sınır getirilmeyip, bilâkis harcama, yeme-içme ve tüketim için sınırlar getirilmesi, İslâm’ın dengeci ve mutedil özelliğinin bir görüntüsüdür. Hayatla ilgili ihtiyaçları zaruretler ve güzellikler şeklinde belirleyen fıkıh bilginleri, tüketimle ilgili harcamaların zorunluluk derecelerini; sedd-i ramak, kifâf-ı nefs, hadd-i kifâye ve istiğna şeklinde sınıflandırmışlar, fakat israf ve lüks tüketimi yasaklamışlardır.
Gerçek zühd ve zâhidlik, dünyayı ve kazanç hayatını terketmek demek değildir. Şeyh Sadi diyor ki: Dervişlik yapmak, hırka giymek değildir. Temiz ol da, istersen atlas kumaştan giy! Tüketim ekonomisinin baskısını dizginlemede en büyük imkân, inandığı değerlere inanan, gönlü zengin, coşkulu insanlardır. Bu konuda en büyük görev, müslüman zenginlere düşmekte-dir. Tevazu, sadelik ve tutumlulukta, örnek olunmalıdır.