Makale

Ohri Halveti Tekkesi ve Horasan Erleri

Seyahat Notları

Balkanlar’dan İzlenimler -11

Ohri Halveti Tekkesi ve Horasan Erleri

Halit GÜLER
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

Gece şiddetli yağmurla Arnavutluk’tan Makedonya’ya geçtik. Arabamızın ön camından, silecekler bile temizlemeye yetişemeyecek derecede, önümüzü görünmez hale getiren yağmur sularını seyrederek şehre ulaştık.Ohri’de daha önce kalmış olduğumuz Metropol oteline yerleştik.
Sabah kahvaltısında Makedonya İslam Birliği Ohri Şubesi Başkanı Maksut Ali ve arkadaşları Faruk Mustafa ile beraber olduk. Bize rehberlik yapmak ve camileri gezdirmek için gelmişler. Bu iki genç insan her sözün başında biz Türk’üz diyorlardı. Buna neden ihtiyaç duyuyorlardı bilemiyoruz ama bu söz, bizim de hoşumuza gidiyordu.
Ohri’de yaşayan 10 bin Müslümandan 4 bini Türk’müş. Ohri merkezinde 8 camiden 7 si ibadete açıkmış ve 6 camide de beş vakit namaz kılınıyormuş. Benim Konya’lı olduğumu öğrenince Faruk Mustafa, kendisinin de aslen Konyalı olduğunu söyledi.
Otelden bir daha dönmemek üzere ayrılarak önce Keşanlı Camii’ne uğradık. Caminin tamirine izin alabilmek için uğraşıyorlarmış. Ohri’nin en büyük mabedi Ali Paşa Camii’ni de ziyaret ettik. Caminin iç kısmını tamir ettirmişler ama, her nedense cephe duvarının tamir ettirilmesine izin vermemişler. 1796’da inşa edilen camide Ramazan Ramazanî 13 yıldır imamlık yapıyormuş. Ali Paşa Camii’ni tecrübeli ve gayretli imamına emanet ederek oradan ayrıldık ve Halveti Tekkesi’ne gittik.
Üçyüz senelik geçmişi olan tekkenin şu andaki şeyhi Pir Hayati, cami görevlileriyle ve müritleriyle bizi kapıda karşıladı. Düzgün giyimli ve ciddi tavırlı Şeyh Efendi, bu haliyle tekkeye ve mürşitliğe yakışıyordu. Tekkenin şeyhlerinden 13’ü burada medfunmuş. Horasan’dan gelmişler, buralarda İslam’ın yayılması için çalışırken Rablerine kavuşmuşlar. Türbe çok temiz ve bakımlı. Külliyede cami ve türbenin dışında, kütüphane ve misafirhane de var. Hepsi de, zevkle düzenlenmiş yemyeşil bir bahçenin etrafında sıralanmış. Tekkenin camisinde kıldığımız öğle namazından sonra İsmet SELİM Hocanın okuduğu Kur’an-ı Kerimi huşu içerisinde dinledik. Okunan Kur’an-ı Kerim den ve kılınan namazdan hasıl olan sevabı Horasan Erlerinin ruhlarına hediye ederken, bu topraklarda bulunuşumuzu onlara borçlu olduğumuzu bir kere daha hatırladık. Namazdan sonra ellerimiz sevgi ve hasretle tokalaşırken Tekkenin Şeyhi Cuma sabahları mutlaka Yasin-i Şerif okuruz ve zikir çekeriz, dedi. Rahmetli Turgut Özal’ın da bu tekkeyi ziyaret ettiğini şeref defterindeki imzasını görünce anladık.
Tekkenin oturma odasında müritler, şimdiye kadar içtiklerimizden farklı, nefis bir çay ikram ettiler.
Ohri Halveti Tekkesi Meşihat İdaresine bağlı imiş ve Tekkenin Şeyhi maaşını Meşihat İdaresinden alıyormuş.
Tekkenin ve caminin kapılarından başımızı eğmeden giremediğimiz gibi yine başımızı eğmeden de çıkamadık. Bu kapılar, tekkeye gelenlere kibir ve gururdan kurtulmanın, Allah’ın huzuruna tevazu ile varmanın lüzumunu hatırlatıyor. Müridlerin kibir ve gururla, dünyevi gösteriş ve çalımla tekkeye girmelerine mani oluyor ve burada kazandıkları alışkanlıkla dışarda da insanlara öyle davranmalarını, sevgi ile yaklaşmalarını sağlıyor.
Kul olduğunu unutma, kibirle yürürsen, dünyada bencillik davası güdersen, bir- gün başını kayaya çarparsın, ona göre dikkatli ol, denmek isteniyor.
Tekkenin şeyhi ve müritleri gelişimizde olduğu gibi ayrılırken de aynı sıcak ilgiyi göstererek ve arabalarımızın bulunduğu yere kadar gelerek bizi yolcu ettiler. Tekkenin kapısından başını eğerek giren insanlara bu davranış yakışırdı.
Makedonya’nın önemli turistik yerlerinden ve maneviyat merkezlerinden biri olan Ohri’den güzel hatıralarla ayrıldık. Bir müddet sonra Kırçova şehrine geldik. Bu şehirde de üç Halveti tekkesi ve bir cami varmış. Keşke vaktimiz olsaydı da bu tekkeleri de ziyaret edebilseydik.
Vaktiyle Balkanlarda yaşayan insanlarla, Anadolu’da yaşayan insanlar arasında gönül bağları ve kültür birliği bu tekkeler vasıtasıyla sağlanırmış. Dirayetli şeyhlerin yönetimindeki bu tekkeler, maneviyat yolcularının ciddiyet ve disiplinini gönül erlerinin emniyetini sağlayan karakollar olarak görev yapmışlar.
Kırçova’dan sonra Gostivar şehrindeyiz. Gostivar’ın merkezinde 3 cami varmış Kırçova bölgesinde 40, Gostivar bölgesinde 60 olmak üzere Makedonya’nın bu kesiminde 100 cami olduğunu söylüyorlar.
Bu camiler, tekkeler ve türbeler Balkanlar’ın kıyamete kadar İslâm inancından, Kur’an-ı Kerim’in feyiz ve bereketinden mahrum kalmıyacağının işaret ve teminatı.
Gostivar’ın işlek bir caddesinde giderken bir pastahanenin önünde durduk. Arabalarımızdan indiğimizi gören pastahane sahibi koşarak yanımıza gelerek bizi yerine davet etti. Gostivar Müftüsü Arif Emin’ide yanımızda idi. Pastahanenin sahibi bizim Türkiye’den gelmiş misafirler olduğumuzu öğrenince sevincinden ne yapacağını şaşırdı. Bir bayram neşesiyle nesi varsa hepsinden ikramda bulunmak istiyordu. Gostivar’ın meşhur bozasından işe başladık. Bozalarımızı bitirmeden dondurmalarımız geldi. Dondurmayı keşkül takip etti. İkram edilenlerin hepsi de gerçekten birbirinden nefisti.
Gostivar çok güzel bir şehir. Halkı muhafazakâr. Bilhassa hanımların giyinişleri, hem Islâm’a uygun, hem de göze hoş görünüyordu. Bu kıyafetlerle sokaklar daha emin görünüyordu.
Pastahane sahibinin önümüze koyduğu ikramlardan çok, içindeki memnuniyetin gözlerinde parlayışı dikkatimizi çekiyor, biz de aynı şekilde mukabele etmeye çalışıyorduk. Biz pastahanenin önünde otururken arabalarımızın petrole çekilmiş ve güzelce temizlettirilmiş olduğunu da sonradan farkettik. Bu incelik de ayrıca bizi memnun etti.
Pastahanenin önünde aslen Gostivar’lı olupta İstanbul’da oturan bir beyefendi ile tanıştık. "Her sene gelir buralarda en az üç ay kalırım" diyordu. Bu beyefendi gibi yapan yüzlerce soydaşımız vardır diye düşündüm.
İnsanları mülayim, sokakları emin, çarşıları temiz, kadınları mesture, bahçeleri yemyeşil, parkları düzenli. Gostivar’dan istemeyerek ayrılarak Üsküb’e doğru yola çıktık. Sol tarafımızda kalan Şar- dağ’ın eteklerindeki düzlükte köyler, köylerde minareler var. Makedonya minareler ülkesi.
Mahalli saatle 12.00 de Üskübteyiz. Dinî İdare Merkezi’nde otururken Süleyman Receb’i Kosova Meşihat Başkanı Dr. Recep Boya aradı. Bizi yalvarırcasına Kosova’ya davet ediyordu. Keşke şartlar müsait olsa da gidebilseydik.
Sofya’ya gitmek için saat 15.00 de Üsküb’ten ayrıldık. Artık Türkiye’ye dönüş başlamıştı. Oniki günlük Balkanlar seyahatimizin sonuna gelmiştik.
Kafamızı meşgul eden sorular vardı:
Balkanlara doyduk mu? Soydaşlarımızla hasret giderebildik mi? Her biri bulunduğu yerde önemli görevler ifa eden Osmanlı eserlerini teker teker ziyaret edebildik mi? Yerlerinden sökülüp atılan kabir taşlarını yerlerine koyabildik mi? Camilerin, türbelerin küflenen kapı kilitlerini değiştirebildik mi? Minarelerin yarım şerefelerini tamamlayabildik mi? Bütün çeşmelerinden su içebildik mi? Köprülerinden geçebildik mi? Düğünlerin katılıp, cenazelerinin sallarından yapışabildik mi? Vakıf eserlerin esas sahiplerine teslimini sağlayabildik mi? Dinlerini öğrenmek isteyen gençlere ne yapmaları gerektiğini anlatabildik mi?
Bu soruları daha da çoğaltmak mümkün.
Her gün 1000 km. den fazla yol katederek gerçekleştirdiğimiz bu seyahat bizim için çok faydalı olmuştur. Başkalarına bu gördüklerimizi anlatarak soydaşlarımızın sıkıntılarının giderilmesine ne ölçüde faydalı olabiliriz bilemiyorum ama anlatmak, yazmak ve şekillendirmek zorundayız.
Makedonya İslam Meşihatı Başkanı Süleyman Recep ve arkadaşları bizimle Bulgaristan gümrüğüne kadar geldiler ve oradan yolcu ettiler.
Bu geceyi Sofya’da geçirdik. Salı sabahı vatanımıza dönmek üzere Sofya’dan ayrıldık. Harmanlı’ya kadar hiç mola vermeden yolumuza devam ettik.
Türkiyeye çok yaklaştığımız içimizde uyanan güven duygusundan anlaşılıyordu.
Harmanlı’da bir büfenin önünde soğuk bir şey içerek serinlemek için durduk. Yanımızdaki masalardan birinde bir genç oturuyordu. Bizi görünce ben de Türküm diyerek yanımıza geldi ve bu büfede çalıştığını söyledi.
Büfe sahibi bir Bulgar kadın. Gence, Harmanlı’da ne kadar
Türk var diye sordum. Genç içini çekerek; "Bu kasabada eskiden çok Türk vardı. Büyük bir kısmı çeşitli zamanlarda Türkiye’ye gitmişler. Harmanlı’daki Türklerin sayısı şu anda 15 haneyi ve 100 kişiyi geçmez" dedi.
Bizim dinî bir heyet olduğumuzu anlayan genç, "Benim dedem de imamdı" dedi. Dedesi imam olan nice torunlar bu Bulgar kadınları yüzünden kaybolup gitmişti.
Türkçeyi iyi konuşan büfeci Bulgar kadından birer tekerlek kaşar peyniri satın aldık. Sıkı pazarlık yapan kadın Türkçeyi bizim gibi müşteriden öğrendiğini söylüyordu.
Bulgar kadının büfesinde çalışan Türk gencine Allaha ısmarladık diyerek Harmanlı’dan ayrıldık.
Bulgar kadını sattığı kaşardan dolayı sevinçli görünüyordu.
Bu seyahatimizin son konuşması Bulgar kadının büfesinde çalışan Türk genci ile oldu. ♦ SON