Makale

DOĞRULUK İLKESİ

ABDULLAH ŞAHİN / Musahhih

DOĞRULUK İLKESİ

Doğruluk ilkesi, bütün İlâhî ı dinlerde ve beşerî hukuk sistemlerinde yer alan temel bir ahlak kuralıdır. Halk arasında oldukça yaygın olan "sözünde- özünde sadâkat” ifadesindeki sadâkat kelimesi de, “sıdk” kökünden türetilen bir kelimedir. Zaten bu kelimeden kasdedilen mana da, sözünde özünde doğruluktur. Söz konusu kelime bu anlamda Kur’an- ı Kerim’de yaklaşık 130 yerde geçmektedir."1 Söz konusu “sıdk" kelimesi ile ilgili ayetlerde verilen mesajlar ise, Kur’an’da sadece bizim Peygamberimize ve dolayısıyla müslümanlara yönelik olmayıp, diğer bütün peygamberlere ve onların ümmetlerine de şâmil olduğu görülmektedir.
Binaenaleyh doğruluk ilkesi insanoğlunun dünya hayatı boyunca sağlamca sarılarak bağlılık göstermesi gerekli evrensel bir ahlâk kuralıdır.
Ayrıca doğruluk vasfı, bütün peygamberlerde müştereken bulunması gereken sıfatların da başında yer almıştır. Zira sözünde ve davranışlarında samimiyetsizlik görülen birinin, peygamberlik bir tarafa, küçük bir toplumun bile güven ve itimadını kazanarak onları bir fikir altında toplaması mümkün değildir. Kaldı ki peygamberlik, yüce Allah (c.c)’ın kullarından dilediğine takdir ettiği ulvî bir dava olup, bütün peygamberlerin sözlerinde ve davranışlarında tutarlı olmaları zaruridir. Nitekim bu husus önemine binaen Kur’an-ı Kerim’in pek çok ayetlerinde açık bir şekilde vurgulanmaktadır.
Şöyle ki:
“Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip, eğer sözünüzde doğru olanlardan iseniz, şunlann isimlerini bana bildirin." dedi.2
Bu ayetin peşinden gelen ayetlerde, melekler bilgisizliklerini ve acziyetlerini ifade etmişler, Adem (a.s.) ise Allah (c.c)’ın emri doğrultusunda söz konusu isimleri dosdoğru haber vermiştir. Ayet-i kerimede, zan ile değil, tam bilgi sahibi olunca söz etmenin gereği ihtar edilmiştir.
Konumuza ışık tutan diğer ayetlerden birkaçı da şöyledir.
“(Rasûlüm) Kitap’ta İbrahim’i an! Zira o gerçekten (sözünde- özünde) dosdoğru bir peygamberdi."3
“- (Rasûlüm) Kitap’ta Musa’yı da ani Şüphesiz o, ihlas sahibi (samimi) bir rasûl, bir peygamberdi.’4
“(Rasûlüm) Kitap’ta İsmail’i de ani doğrusu o, sözünde sâdık bir rasûl, bir peygamberdi.’5
"(Rasûlüm) Kitap’ta ldris’i de ani Hakikaten o, sözünde pek sadık bir peygamberdi.’6
“(Rasûlüm) Beraberinde tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”7
İşte örnek olarak takdim edilen bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi, Hz. Âdem’den Peygamberimize (s.a.s.) gelinceye kadar bütün semavi dinlerin ortak paydalarından birisi de doğruluk ilkesi olmuştur. Binaenaleyh, arzedildiği üzere sözde-özde doğruluğun, evrensel bir ahlâk olduğu tartışılmaz bir hakikattir.
Ashab-ı Kiramdan rivayet edildiğine göre Kur’an’da Rasûlüllah (s.a.s.)’a inen en şiddetli ayet Hûd süresinin bu ayet-i kerimesi olarak gösterilir. Zira Allah Rasûlü (s.a.s.):
“Beni Hûd Sûresi ihtiyarlattı’ buyurarak, söz konusu ayetteki-sözünde ve özünde doğru olmak- prensibine, başta olmak üzere tüm insanlığın dikkatini çekmiştir. Zira dinde usûl ve furû’a ait ne kadar hüküm konulmuşsa, ameliyat ve nazariyatla ilgili de ne kadar kemâlat ve güzellikten söz edilmişse, hepsinde de olmazsa olmaz ortak şart doğruluk ilkesidir.
Ayrıca verilen sözlere ve yapılan ahidlere (andlaşma) tam bir sadakat göstermek de, bu yüce emir doğrultusunda hareket etmekle mümkündür. Bu husus bütün dinlerde şaşmaz bir kuraldır.8
Binaenaleyh doğruluk ilkesi insanın inanç, söz ve davranışlarındaki samimiyetinin en bariz bir göstergesi ve ölçüsüdür. Yani bu vasıf insanla ilgili her alanı kapsamakta olup, insanın ve insanların oluşturduğu toplumların belli biraheng ve düzen içinde yürüme ve yükselmeleri, bu ilkeye gösterdikleri duyarlılıkla doğru olarak orantılıdır. Örneğin, ekonomik alanda ve ticari hayatta ilerleyip yükselmek için, iç ve dış piyasada güven ve itimat kazanarak para kazanmak ve o işi ilerletip başarıdan başarıya koşmak için, dürüstlük en önemli kuraldır. Zaten yüce dinimiz de işin ta başında bu yolu sağlık vermektedir. Nitekim Abdullah ibni Mes’ud (r.a.)’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır.
“Kendine güvenilmeyenin imanı, yaptığı andlaşmaya riayet etmeyenin de dini tam değildir. Muhammedin nefsi yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, kişinin dili doğru olmadıkça dini doğru olmaz, kalbi doğru olmadıkça da dili doğru olmaz. Zulüm ve aldatmasından komşusu emin olmayan kimse cennet’e giremez. Herhangi bir kişi, helal olmayan bir mal elde eder de, o malı harcarsa bereketini göremez, tasadduk ederse kabul olunmaz. Arta kalanı ise cehennem azığıdır. Zira haram mal kişiyi cehenneme sokar. Ancak helalinden kazanılan malla kişi kendini kurtarabilir..’9,buyrulmuş, olup bu hadisten önceki İbn-i Ömer (r.a.) rivayetinde de, “Güvenilir olmayanın imanı, namazı olmayanın da dini tam değildir.” şeklinde ki paşka bir rivayette de benzeri mesaj verilmektedir.
Hadis-i şeriflerin konumuzla ağırlıklı olan yönü, sözde ve özde doğruluk, güvenilirlik ve itimadı sarsmamak, her alanda olduğu gibi, ticari hayatta da, zulüm ve sahtekârlıktan sakınarak, insan haklarına saygılı olmaktır. Zaten dinimize göre de, kul haklarının sadece sahiplerince bağışlanabileceği malûmdur. Aksi takdirde cezayı müciptir.
Ayrıca ticari hayattaki dürüstlük, insana dünya hayatında çok şerefli bir mevki sağladığı gibi ahi- ret hayatında da, kendisine üstünlük üzerine üstünlük sağlayacaktır. Zira Allah Rasûlünden gelen rivayete göre, “Doğru ve kendisine güvenilir müslüman tacir, kıyamet gününde şehitlerle beraberdir.”10 buyrulmuştur. Diğer bir rivayette de, bu vasfı taşıyan ticaret ehlinin, başta peygamberler olmak üzere diğer bazı üstün sınıflarla beraber olacağı bildirilmiştir. İşte doğruluğu kendisine prensip edinenler, hem dünyada, hem de ahirette mutlu kişilerdir. Bunun gerçekleşmesi için de, sözün öze uygunluk sağlaması zorunludur. Zira dil, kalbin tercümanı olup dilin istikameti, kalbin istikametine en güzel bir işarettir. Halk arasında -dervişin fikri neyse, zikri de odur- sözü de bu gerçeği vurgulamaktadır.
Söylendiği zaman doğru bile olsa, söz konusunda sakınılacak hususlara da dikkat etmek gerekir ki, bunlardan birisi yemindir. Özellikle de ticaret ehlinin bu konuda duyarlılık göstermesi gerekmektedir. Efendim yemin etmezsek, kâr sağlayamıyoruz, gibi mazeretleri öne sürmek, kişiyi sorumluluktan kurtarmaz. Zira Ebu Katâde (r.a.) Allah Rasûlü (s.a.s.)’nün, “Aman ha bir şey satarken yemin etmekten sakınınız! Çünkü bu hâl size nifak (sözü özüne uymamak) bulaştırır, (malınıza revaç sağlar görünürse de) sonra hepsini mahveder.’11 buyurduğunu işittim demiştir. Hadiste murad olunan yemin, yalan yere yemin değildir. Zaten o, haram olduğu gibi, münafıklığın açık belirtilerinden de biri sayılmıştır.12
Binaenaleyh kişi çoğu zaman sözleri ve davranışlarıyla özünde olan asıl kimliğini dışa sızdırır. Zaten -Küp, içinde olanı sızdırır- sözü de bu mesajı vermektedir.
Bu itibarla hangi meslek erbabı olursa olsun, elde edeceği başarının ve kemâlin (olgunluğun) yolunun doğruluktan geçtiği görülmektedir.
Bunu sağlamanın en sağlıklı ve tartışılmaz yolu da, toplumu gerek dini ve kültürel, gerekse sosyal alanlarda aydınlatmaktır. Özellikle geleceğin teminatı olan gençliğe, en verimli çağlarında, bilhassa erken yaşlarda, doğruluk ve dürüstlüğün paha biçilmez bir haslet olduğunu aşılamaktır. Aksi takdirde her yetkili ve söz sahibinin, ilerde karşılaşılması kaçınılmaz olan acı faturaların yükümlülüğünü şimdiden kabullenmesi gerekmektedir. Zira her akıl sahibi, müptelası olduğu kötü alışkanlıkların ve zararlı davranışların farkındadır. Ne var ki zamanında alınmayan tedbirlerin ve gösterilen ihmalkârlıkların kurbanı olmuştur. İşte doğruluğun tam zıddı olan yalancılık ve sahtekârlık da insanı küçük düşürücü ve şahsiyetini ayaklar altına alan kötü alışkanlıklardandır. Bu nedenle Allah Rasûlü (s.a.s.)’nün, zikri geçen Hûd suresiyle ilgili sözleriyle gösterdiği duyarlılık, şahsından ziyade, toplumla ilgili bir endişeden kaynaklanmaktadır. Çünkü söz konusu ayette, şirkten tevbe edipte Allah Rasûlünün maiyyetinde bulunan mü’minlerden de söz edilmektedir."13
Zaten Peygamber (s.a.s.) Peygamberliğinden önce de, doğru ve dürüstlüğüyle meşhur olduğundan, içinde bulunduğu toplum tarafından “el-Emin yani sözüyle özüyle dosdoğru" lakabıyla anılmaktaydı. Dolayısıyla ümmetinin konuyla ilgili göstereceği özveri hususunda endişe duymaktaydı. O nedenle de doğruluk konusunda çokça uyarılarda bulunmuştur. Örneğin, Abdullah İbni Mes’ud’un, Buharı ve müslim’de yer alan rivayetinde Allah Rasûlü (s.a.s.): “Doğru sözlülük iyiliğe, iyilik de cennetin yolunu açacağında şüphe yoktur. Kişi doğru sözlülüğe devam ettikçe, Allah nezdinde sıddıklar derecesine ulaşır. Yalan ise kötülüğü, kötülük de cehenneme götürür. İnsan yalancılık yapa yapa nihayet Allah katında yalancılar defterine kaydolur.’"14 buyurmuşlardır.
Hadis-i şerifte verilen mesaja dikkat edilirse, doğru sözlülüğün peşinden, güzel ameller dile gelmiştir. Demek ki, kişi sadece doğ- rlıyu söylemekle yetinmeyip, davranışlarının da sözleriyle uyum sağlaması gerekmektedir. Zira söylenilenin inandırıcılığı ve etkisi ancak bu uyumla gerçekleşir. Nitekim Kur’an’da da, bu yol sağlık verilmiştir.

Şöyleki:

"(Ey bilginler) Sizler Kitabı (Tevrat’ı) okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, İnsanlara iyiliği emredip de, kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?”15
“Ey iman edenler! yapamayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? (zira) yapamayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.’"16
“De ki: Ey Kavmim! Eğer benim, Rabbim tarafindan (verilmiş) apaçık bir delilim varsa ve O, bana tarafından güzel bir rızık vermişse buna ne dersiniz? Size yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak, size aykırı davranmak istemiyorum.17 buyurul muştur.
Binaenaleyh sorumluluktan kurtulmanın yolu, özüyle-sözüyle doğru olmak ve davranışlarıyla da, sözyeriyle çelişki içinde olan hareketlerden sakınmaktır. Zaten güven ve itimat kazanmanın yolu da budur. Nitemik Allah Rasûlü de şu uyarıda bulunmuştun
“Kıyamet gününde bir kimse getirilip cehennem’e atılır da, bağırsakları karnından dışarı fırlar ve o halinde değirmen çeviren merkep gibi döner. Cehennemlikler onun yanına toplanır ve:
- Ey Fülân! Bu ne hal? Bize iyiliği emredip kötülükten nehyeden sen değil miydin? Derler de, o da:
- Evet, ben iyiliği emrederdim, fâkat onu yapmazdım. Kötülüğü de nehyederdim, onu kedim işlerdim der.""18’ buyurmuşlardır.
Bu hadis-i şerifte de sözün ve özün davranışlarla uygunluk sağlamasının gerekli olduğu açıkça görülmektedir.
Sonuç olarak, bütün semavi dinlerin ortak olarak birleştikleri ahlâk kurallarından birisi de, sözünde ve özünde doğruluk olup, aynı zamanda sözüyle davranışları arasında da bir çelişki bulunmama prensibidir. Bu ahlak ve karakter yapısına sahip olan insan, güvenilir ve saadet ehli insandır, bu insanlardan oluşan toplumlar da en medeni ve mutlu toplumlardır.
“Ey iman edenleri Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin. (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Rasûlüne itaat ederse, büyük bir kurtuluşa ermiş olur."”

(1) el-Miftah Tere. s. 280-81, Timaş Yay. İst.
1989.
(2) Bakara, 31.
(3) Meryem, 41.
(4) Meryem, 51.
(5) Meryem, 54.
(6) Meryem, 56.
(7) Hûd, 112.
(8) el Cemal ale’l Celâleyn, 2/427-28, Kahraman
Yay. 1st. 1987.
(9) Kenzu’l-Ummal, 3/64.
(10) Ibn-i Mâce, Ticaret 1.
(11) Riyazu’s-Sâ liflin Tere. Miislimden 3/251.
(12) a.g.e. 3/123-4, Buhari-Müslim.
(13) M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 4/2830 Bedir Yay. 1st.
(14) Riyazu’s-SâIihîn Tere. Müslimden 3/123.
(15) Bakara, 44.
(16) Saff, 2-3.
(17) Hûd, 88.
(18) Müslim, Zühd, 7.
(19) Ahzâb, 70-71.