Makale

İSLAM’DA VATAN SEVGİSİ

Tahsin YAPRAK / Emekli Vaiz- Hacı Bayram Camii Hatibi

İSLAM’DA VATAN SEVGİSİ

Allah’a karşı daima şükür ve itaat borcumuz vardır. Çünkü Allah’ın nimetleri içinde bulunuyoruz. Devleti olmayanların haline bakınca bizim devletimiz, istiklâl ve hürriyeti olmayanlara bakınca bizim istiklal ve hürriyetimiz, bayrağı olmayanları görünce ayyıldızlı albayrağımız, vatan hasretiyle yanıp yakılanlara bakınca bizim cennet vatanımız, dini ve dini istiklâli olmayan bedbahtlara bakınca, dinlerin en yücesi ve en mükemmeli olan islâmiyetimiz, ülkemizi ve sınırlarımızı bekleyen kahraman ordumuz var... Huzur ve güvenimizi sağlayan güvenlik kuvvetlerimiz var... Sıcak aile yuvalarımız var... Varlığımızı, şeref ve nâmusumuzu, malımızı-mülkümüzü koruyan bir devlet nizamımız var... Millî ve dinî hizmetlerle destanlaşmış pırıl pırıl devirlerimiz var, asırlarımız var... Ecdadımızın bize canları, kanları mukabilinde armağan ettikleri İslam - Türk kültürümüz var... sayısız nimetlere kavuşmuşuz.
“Çanakkale asılmaz" dedirten kahraman ecdadımız niçin çarpıştı? Sakarya ve Kocatepe destanlarını yazan kahraman ordumuz, hâlen aramızda aksakallı son neferleri bulunan gâzilerimiz bunca şehidi niçin verdi? Düşmanı denize niçin döktü? Neden : “Allah bu millete bir daha istiklâl Marsı yazdırmasın!” denildi?
istiklâl Marsımız niçin yazıldı ve T.B.M.M. tarafından kanun kabul edilerek Türk milletine, kahraman ordumuza ve gelecek nesillerimize niçin millî marş olarak bırakıldı? iste bunları iyi düşünelim!..
Sokaklarda perişan halde gördüğümüz bazı kimseler içimizi sızlatıyor, vicdanımızı titretiyor. Başıboş kedi köpek veya bir kus görünce bile yuvasız kalmış diye yüreğimiz acıyla doluyor. Bu duygular, sadece bir şefkat ve merhamet mahsûlü değil, aynı zamanda yuva, vatan ihtiyacının yaratılışımızdaki duyguların galeyana gelmesinin bir sonucudur.
Yeryüzünde insanlar arasında sesleri kısık, boyunları bükük, halleri hüzünlü, kalpleri kederli kimseler görürüz; bunların pek çoğunun (evsiz-bark- sız, vatansız, devletsiz, bayraksız] bedbaht insanlar olduğunu öğrendiğimiz zaman, acı duyarak bu büyük nimetlerin ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlıyoruz.
İbadet için toplandığımız camilerimizde bile, eğer soğuksa huzurla ibadet edemiyor, nasıl ibadet huzuru bulamıyorsak, emniyetsiz bir vatanda da dinî huzur bulmak mümkün değildir. Hele vatansız bir insan, hayatında ve ibadetinde huzur bulabilir mi? Millet olabilmenin şartları vardır: Din, vatan, devlet, tarih, kültür, dil, bayrak ve istiklâl gibi. Keza bunlara sahip olabilmenin de mekânı, aynı duygu ve birlik içinde sınırları belirlenmiş bir toprak olması şarttır. Yâni bunların hepsi bir “vatan”da elde edilebilir.
Vatan denilen bir ülkenin öneminden dolayıdır ki, vatan davâsı bütün peygamberlerde ve her devirde süregelmiştir. Meselâ Cenabı Hak, Âdem ile Havva’ya cenneti vatan yaptı, onlara : “Cennette oturun, yaşayın!” dedi. Fakat düşmandan emin olamayınca cennet vatanından mahrum kaldılar. Şeytan gibi bir düşman, madde gibi bir tuzakla onları cennet gibi bir saadet yurdundan mahrum bıraktı. Bundan ibret alınmaz mı?..
Nuh [a.s.), kendisine iman edenleri gemide topladı, gemi onlara vatan oldu, inanmayanlar da tufanla helâk olarak vatandan mahrum kaldılar. Demek ki, vatan ne büyük nimet!., imansızlık gibi en büyük bir günahın cezası, dünyada vatansız kalmak oluyor!..
İbrahim [a.s.] oğlu ishak ve torunu Yakub peygamberlerin vatan duyguları hakkında Cenabı Hak Sâd sûresi 46. ayette şöyle buyurur : “Biz onları, yurtlarını düşünen ve ona bağlı kıldık.” Onların da torunu olan Yusuf (a.s.], babası, anası ve kardeşlerini yanına getirip bağrına bastığı zaman onlara : “Allah’ın dileğince, huzur ve güven içinde Mısır’a yerleşin!” diyerek vatan gösterdi. (Yusuf S. 99]
Kehf suresinde (83-84] Zülkarneyni soranlara: “Gerçekten biz onu yeryüzüne yerleştirmiş ve herşeyin yolunu ona öğretmiştik.” diye cevap vermesini Cenab-ı Hak Peygamber Efendimize bildirmiştir.
İnkârcılara, inkâr cezası olarak yurtlarının ha- rab edildiği ve âhiret yurdu olarak da cehennemin hazırlandığı haber verilmiştir. Çünkü vatan büyük bir nimettir, vatansızlık da acı bir azab ve felâkettir.
Kaf suresi 36 Âyette . “Ya Muhammedi Bu inkarcılardan ünce, onlardan çok daha güçlü kuvvetli olanları bile, diyar diyar dolaşan nice nesilleri biz yok ettik.” buyrulmaktadır.
Tın suresinde de, en güzel şekilde yaratılmış insan için vatan mefhûmunun önemine dikkat çekmek üzere Cenab-ı Hak: “Bu beldeye yemin ederim.” buyurmuştur. Hz. Peygamber Efendimiz, atası İsmail (a.s.]’dan kalan Mekke’den hicret etmek çok ağır gelmiş ve Kâbe’nin kapısına tutunarak:
“Ey Mekke! Yeryüzünde en çok sevdiğim yer,
senin yerindir, fakat senin yaramaz çocukların
beni rahat bırakmıyorlar ki!..” diye serzenişle vedalaşmış ve vatanından ayrılmak istemediğini belirtmiştir. Bir hadisi şeriflerinde de : "Rızkın en hayırlısı, kendi vatanında kazanılandır.” buyurmuşlardır, isrâ suresi 80. ayetinde de: “De ki, beni en güzel bir girişle oraya döndür.” diye dua etmesi buyrulmuştur.
Enbiyâ suresi 105. âyeti kerimede ise, Cenab-ı Hak: “Yemin ederim ki, Tevrat’tan sonra Zebur’da da yeryüzüne ancak iyi kullarımın vâris ve hakim olacağını yazmıştık.” buyuruyor ve din- vatan, devlet münasebeti beraber ilham olunuyor.
Bu kutsal değerler ve büyük nimetler, Türk Milleti için özellikle bir gaye ve hayat kaynağı olmuş, korunması ibadet ve mefkûre olmuştur.
Meselâ Büyük Türk Hakanı Mete (M.Ö. 209174) “Toprak milletin köküdür, onu nasıl verebilirim?" diyerek vatan duygusunu anlatmıştır.
Bu fıtri duygu, asırlar içinden, nesillerden nesillere intikal ederken din ve istiklâl, vatan ve devlet askıyla yoğrulmuş, nihayet dinî millî istiklalimizin karakteristik formülü haline gelmiştir. Bu formül, Millî Sairimiz Mehmed Âkif Ersoy’un, millî ve dinî ruhumuza tercüman olarak kahraman ordumuza ithafen yazdığı istiklâl Marşımızda ifadesini bulmuş, dini istiklâlimizin formülü olan ezanımızla birleşerek din-devlet-vatan-millet ve istiklal münasebetleri en veciz bir şekilde yazılmıştır; (Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklâl] mısraıyla hakikati cihana ilân etmiştir.
Gerçekten, hiçbir milletin istiklâl marşı, T.C. Devletimizin ve Müslüman Türk milletimizin istiklâl marşı kadar asil ve engin manâlı değildir. Çünkü asırların sayfalarına can kalemleri ve kan mürekkebi ile yazılan destanların hepsini içinde toplayan "millî ruh"tur o... Keza hiçbir milletin bayrağı da, Türk milletinin bayrağı kadar manâlı ve güzel olamaz. Zira davaların en yücesi uğrunda yüceleşen millî varlığımızın ve imanımızın kuvvet ve asâ- let sembolüdür bayrağımız. O bayrak ki, onun dalgaları Allah’ın Rasûlüne yücelikler âleminden selâm göndermektedir.
Kelime-i Tevhidin gönül iklimlerinde ve kıtaların ufuklarında yayılması ve ezanın okunması için dökülen kanların, verilen canların, sakırdıyan kılıçların selâmlarını ulaştırmaktadır Rasûlüllaha!..
Bütün evliya ve ulemâ vatan müdafasına koşmuştur. Çünkü vatan sevgisini ve müdafaasını Allah emretmiş ve bütün İlâhi ordularıyla desteklemiş, meleklerine şöyle emretmiştir: (Enfal Suresi Âyet 12]
“Rabbin meleklere “Ben sizinle beraberim, siz de mü’min kullarımı destekleyin!” diye vah- yetti, “Ben inkarcıların kalplerine korku salacağım, siz de vurun onlara, kesin bütün güç ve kuvvet kollarını.” buyurdu.”
Allah Teâlâ, yine Kur’an-ı Kerim’de; vatansız geçen günleri hatırlayıp, vatan ve devlet kıymetini bilmenin ve Allah’ın nimetlerine şükretmenin önemini bir daha hatırlatması için Musa (a.s.)’ı âyetlerle göndermiş ve buyurmuştur ki:
“And olsun ki, Musa’yı âyetlerimizle milletini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve Allah’ın “o vatansız ve devletsiz geçen” günlerini onlara hatırlat! diye göndermiştik. Çok sabreden ve çok şükreden herkes için bunda ibretler vardır.” (İbrahim S. 5)
Yüce Peygamberimiz kavlî, fiilî ve takrir? her çeşit Hadis ve sünnetiyle din ve vatan müdafaasını teşvik eylemiş, zırhlanıp kılıç kuşanmış, gaza ve seferlere katılıp kumandanlık etmiştir. Bedirde gözyaşı dökmüş, Uhud’da mübarek dişleri kırılmış, Taif’de taşlanmış, ayakları kan revan içinde kalmıştır. Tebük seferini, 3G bin kişilik ordu ile İslâm ülkesini Bizans’a karsı korumak için yapmıştır. Bunun içindir ki, bütün İslâm ulemâsı arasında “Hub- bul vatan minel iman’Vatan sevgisi imandandır, sözü ortak bir parola olmuştur.
Gerçekten, din ve devlet sevgisi, istiklâl ve hürriyet aşkı, vatan sevgisiyle besleniyor, ideal haline geliyor. Çünkü vatan, dinin kalesi, devletin yuvasıdır. Dinî ve millî varlığın ocağıdır. Bu şuur ve imanla yaşadığı için Türk milletinin yurdu daima İslam kalesi olagelmiştir. Askerliğin, hudut beklemenin, şehid ve gazi olmanın bütün mükâfatları, din ve vatan sevgisine verilen önemin büyüklüğündendir.
Kışlasına "Peygamber Ocağı”, askerine Peygamberinin adıyla “Mehmetçik”, asker yemeğine "Peygamber çorbası" diyecek kadar ulviyet ve iman bu milletin varlığını sarmıştır. Cihad emirlerinin hepsinde, din, vatan ve ailenin korunması istihdaf edilmiştir.
Millî şâirimiz Âkif: “Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli” mısraıyle istiklâl Marşımızda: “imanıma, dinime, vatan olan yurduma hiçbir düşman girmesin, yuvama hain düşman uğramasın, mabedime düşman eli değmesin, ezan ve şehadetler susmasın, istiklâl bayrağı vatan ufuklarından inmesin, tâ ebediyete kadar” demek istemiştir.
Millî duygularımıza tercüman olan Mehmed Âkif merhum:
“Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker! “Gökten ecdad inerek öpse o pâk alnı, değer, diyerek yüceltirken, vatan sevgisini bayraklaş- tırmıştır.
Su vecizeler Türk milletinin dilinden düşmez: “Allah, dünyada vatansız, âhirette imansız eylemesin...”
"Bülbülü altın kafese koymuşlar, ille vatan demiş.”
"Ana gibi yâr, vatan gibi diyar olmaz...”
“Vatanın ne olduğunu, yabanda kalan anlar.” ve daha nice büyük sözler!..
Cenab-ı Hakk’ın "Düşmanlarınıza karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın!” fermanı, vatan ve nâmusumuzun nöbetçisi olan kahraman ordumuzun daima kuvvetli, millet ve devletimizin daima güçlü olmasını emretmektedir.
Vatan ve istiklâl, her fedâkârlığa lâyık nimetlerdir.
"Sahipsiz olan memleketin batması haktır,
Sen sahib olursan bu vatan batmayacaktır.”
derken Mehmed Âkif, bir başka şâirimiz de şöyle demiştir:
“Bayrakları bayrak yapan, üstündeki kandır, Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”
Tarih ve ecdadımızın bize kutsal emaneti, Allah’ın büyük nimetidir vatan.
Milli ruhumuzun sesini istiklâl marşımıza saygı ile dinliyelim:
“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı, Düşün, altındaki binlerce kefensiz yatanı,
Sen şehid oğlusun, incitme yazıktır atanı, Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.” Bu vatan kimin? diye soran ve cevap veren şâirimizi dinleyerek yazımızı bitirelim :
“Bu vatan, toprağın kara bağrında Sıra dağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda,
Kendini tarihe verenlerindir.
Tarihin dilinden düşmez bu destan Nehirler gazidir, dağlar kahraman Her taşı, bir yakut olan bu vatan Can verme sırrına erenlerindir.”
Cenab-ı Hakk’tan vatan ve istiklâlimizi dünya durdukça daim kılmasını diler, uğrunda can verenlere minnet ve şükranlar sunar, rahmet niyaz ederim.

Gaffar TETİK

KARDA YANAN YÜREKLER...

“Doğrusu, kendisinden kaçtığınız ölüme mutlak yakalanacaksınız; sonra görüleni de görülmeyeni de bilen Allah’a döndürüleceksiniz, O size işlediklerinizi haber verecektir.” (Cuma, ayet:8)
“Her can ölümü tadacaktır. Bir imtihan olarak size iyilik ve kötülük veririz, sonunda Bize dönersiniz.” (Enbiya, ayet: 35)
Dünyaya gelen bir taraftan yasar, bir taraftan ölür, ü acılı rüzgar, vadesi gelen herkesi bir taraftan alır bir tarafa götürür. Dünya tarlasına bir taraftan ekilen canları, bir taraftan ölüm meleği biçer durur.
Ne güzel söylemiş Cahit Sıtkı:
“Neylersin, ölüm herkesin basında,
Uyudun, uyandın olacak;
Kimbilir nerede, nasıl, kaç yasında!”
O, daima bunun şuurunda olarak yasadı. Ölümü hiç unutmadı. Ve bu yüzden kendisini
o ebedi hayat için hep hazırlıklı tuttu ve 4 Nisan 1997 Cuma günü saat 22.45’te Hak’ka yü-rüdü.
Tarih, 8 Nisan 1997. Bir gün önce günlük güneşlik olan hava, o gün kar yağışlı.
Hem de öyle bir yağıyor ki kar, lapa lapa. Yağan o karın altında, Alparslan TÜRKES Bey’in Türk Bayrağı’na sarılmış tabutu, çelikten mızrak gibi pençeler üzerinde Ankara - Kocatepe Camii’ne doğru yavaş yavaş ilerliyor. Onu takip eden arabanın üzerindeki ho- porlörlerden tasan Kur’an sesleriyle, Kocatepe Camisi’nin 4 minaresinden okunan “salâ” lar biribirleriyle gönüllesiyor. Yüzbinlerin hep bir ağızdan getirdikleri Tekbirler, Salat-ü Selamlar çınlatıyor ortalığı; “Ya Allah, Bismillah, Allâhüek- ber” gürlemeleri, lapa lapa yağan karları yırtarak Ankara’nın dört bir tarafına yayılıyor dalga dalga.
Karın vasfı üşütmektir. Ama hayret (!) üşümüyor, karda yanıyor yürekler. Hiç abartısız söylüyorum ki, kaynak olmuş 2 milyon candan, 2 milyon yürekten coşanlar, yas olup akıyor göz pınarlarından ve karla hasır - neşir oluyor. Öyle bir manzara ki, gönüller kaynak kaynak, gözler pınar pınar ama, başlar dik, gözler ileride. Lapa lapa yağan karda yürekler yanıyor, gözler ağlıyor ama, bağırıp - çağırmak, saç- baş yolmak yok. Tek bir ses, tek bir nefes olmuş yüreklerden Tekbirler, Salat-ü Selamlar yükseliyor, “Ya Allah, Bismillah, Allâhüekber” ler, gürlüyor. Tam « müslümanın ! halvetine, Türkün savletine özgü...
Kocatepe Camii önündeki Musalla Taşı’na konan bu kutlu misafiri ebedi istirahat- gâhına uğurlamak için Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Başbakan Yardımcısı, parti liderleri hep oradaydı. Devlet-Millet bütünlüğünün en güzel örneği...
Cenaze Namazı’nı kıldıran Diyanet işleri Başkanı Mehmet Nuri YILMAZ sordu:
“Nasıl bilirsiniz bu merhumu?” Gök gürültüsü gibi yükseliverdi birden sesler: “İyi biliriz.” “Ahirete teal- luk eden haklarınızı helal ediyor musunuz?” “Ediyoruz”.
Sonra aynı gürleme 3 defa tekrarlandı: “Türkeş bize hakkını helal et! Bize hakkını helal et! Bize hakkını helal et!”
Ne güzel söylemiş Yûnus:
“Biz bu ilden gider olduk, Kalanlara selâm olsun, Benim için hayır duâ, Edenlere selâm olsun.”
Nur içinde yat. Mekânın Cennet olsun. Fatımatü’z - Zehra Hanım ile Ahmet Ham- di Efendi’nin oğlu, 25 Kasım 1917 doğumlu Alparslan TÜRKES. Allah rahmet etsin...