Makale

Başyazı - BÜYÜK FETİH

Başyazı

BÜYÜK FETİH

Mehmet Nuri YILMAZ
Diyanet İşleri Başkanı

İslam’da “Fetih” ve “Fütuhat” kavramı bazı yazarların zannettikleri gibi bir işgal, istila veya sömürgeleştirme yöntemi değildir. İslam çağrısının ve tevhid mesajının ulaştırılmasının en önemli vasıtası olan İslam Fetihleri; Hakkın tebliği, zulmün sona erdirilmesi ve barış ortamının sağlanması açısından önemli tarihi bir misyonu yerine getirmiştir. Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Ön Asya’da sağlanan siyasi-iktisadi birlik ortamı Ortaçağ boyunca İslam medeniyetinin devamının da alt yapısını oluşturmuştur. Osmanlı - Türk devletinin yıkılışından önce, Ortadoğu’da asırlarca muhafaza edilen dirlik ve barış ortamının ardından, bu bölgede son elli yıldan beri yaşanan belirsizlik ve kargaşa; tarafsız düşünebilen tarihçilerin, İslam medeniyeti ve İslam imparatorlukları hakkında daha müsbet yorumlar yapabilmelerine imkân tanımaktadır.
Cağ açıp, çağ kapayan büyük bir fetih olayı sayılan İstanbul’un Fethi, diğer büyük İslam Fetihleri gibi yeni bir medeniyet ve nizamın teessüsüne vücud veren büyük bir olaydır. Sultan Fatih, yerli Hristiyan halka, bütün hak ve hürriyetleri tanımış; halkı sürüp çıkarmak gibi istilacı bir politika izlememiştir. Tam tersine, Anadolu’dan İstanbul’a gelip, yerleşmek isteyen Müslüman ve gayr-i müslim topluluklara imkânlar sağlanmıştır. Surlar içine sıkışıp kalmış elli-altmış bin nüfuslu şehir, onun aldığı tedbirler sayesinde hızla büyüdü ve gelişti. Fetihten bir asır sonra, Kanûni Sultan Süleyman döneminde dünyanın en önemli siyasi, ticari ve kültürel merkezi haline geldi. Medreseleri, vakfiyeleri, ticaret hanları ve kültürel mü- esseseleri ile İstanbul, İslam dünyasının da gözbebeği idi. Dersaadet, Âsitâne, İstanbul ve Makarr-ı Hilafet vb. isimlerle yâd edilmeye başlandı. Osmanlı - Türk Medeniyeti İstanbul’da teşekkül etti. Yazı dilimizin özü ve temeli olan o güzel İstanbul Türkçesi bu dönemde gelişti. Bazı müsteşriklerin bile hayranlıklarını ifade ettikleri o nezih ve kibar lisan dar bir zümrenin değil, her seviyeden insanın konuştuğu tabii ve akıcı bir lisan idi. Refik Halid KARAY’ ın eserlerinde zevkle okuduğumuz ve hayran kaldığımız İstanbul Türkçesi, günümüz aydınlarının ve yazarlarının bile müstağni kalamayacakları bir hazine olarak ortada duruyor. Bu hâzineyi keşfetmek için Yahya Kemal’in milli tarih şuurunu ve İstanbul’u yorumlayış tarzını iyi kavramalıyız.
1969 yılında Fas’ın Rabat kentinde gerçekleştirilen ilk İslam zirvesinden itibaren İstanbul’un İslam dünyasındaki önemi ve yeri yeniden gündeme gelmeye başlamıştır. Özellikle Türkiye’nin, “Avrasya Ülkeleri” tabir edilen Türkî Cumhuriyetlerle gelişen çok yönlü ilişkileri Anadolu milli kültürümüzün Orta Asya’ya taşınmasında önemli bir rol oynayacaktır. Benzer bir ilişki diğer İslam Ülkeleri ile Türkiye arasında da - yine İstanbul aracılığı ile gerçekleştirilebilir. Son on yılda İstanbul’un finansman ve ticaret konusunda kazandığı önem, bu konuda yeni avantajlar ve üstünlükler sağlamıştır. Bu imkânların sağlayacağı manevi ve kültürel zeminin de değerlendirilmesi gerekir.
İslam- Türk kültüründeki “Fetih” ve “Fütuhat” kavramını ilkçağda barbar kavimlerin Avrupa’yı istilası ile ya da Moğolların İslam dünyasını işgali ile aynılaştıran tarih yorumculuğu hem ilmi dayanaklardan yoksundur ve hem de yabancı kökenli, kasıtlı anlayışların ürünü olmak hasebiyle, “illetli” bir zihniyeti yansıtmaktadır. İslam literatüründeki “Fütûhat” başlıklı eserler, sadece bir savaş tarihi değil, fakat aynı zamanda ve hatta ondan da önemli olmak üzere birer “hukuk tarihi”, “medeniyet tarihi” ve “iktisad tarihi” kitaplarıdır. Belâzûri’nin Fütûhu’l- Buldan’ının İslam iktisatçılarınca titizlikle incelenmesi boşuna değildir. İslam’ın yayılışı konusunda yeni yorumlar getirmek isteyenler, öncelikle, onaltıncı asırdan itibaren Batılıların gerçekleştirdikleri coğrafi keşifleri ve müstemlekecilik faaliyetlerinin tarihini incelemelidir. Coğrafi keşifler, sömürgeleştirme, oryantalizm ve misyonerlik faaliyetleri bütün boyutlarıyla yeniden araştırılmalıdır.
Haçlı Seferleri ve Moğol istilaları sonunda bitip, tükendi sanılan İslam Uygarlığını, isstanbul’un fethiyle birlikte yeniden ihya ederek yeni bir cihan devleti kuran Fatih Sultan Mehmed’i ve onun ordusunda yer alan ilim, irfan ve cenk erlerini rahmet, minnet ve saygıyla yâd ediyorum.