Makale

Terazinin Dili Tutulunca

Terazinin Dili Tutulunca
Doç. Dr. Halil Altuntaş Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

“Hayat mücadelesi” diye bir deyim var dilimizde. Yaşamak için zorunlu olan ihtiyaçları karşılama yolunda sarf edilen çabayı dile getiriyor. İhtiyaçlarımızı karşılayınca ortaya çıkan durumu da yine bir deyimle ifade ediyoruz: Hayatı kazanmak. Bu ikinci deyim, hayat mücadelesinin sonucu olması bakımından, onun içerdiği meşakkat ve çabayı derinden derine üzerinde taşır.
Hayat ve onun kaçınılmaz gereği olan mücadele söz konusu olunca, insanın sahip olduğu bütün içgüdü merkezleri sınır tanımaz bir şekilde faaliyete yönelecek ve yaşama; üreme, hâkim olma, çok kazanma ve refaha kavuşma arzusu gibi pek çok alanda bir anarşi hâli ortaya çıkacaktır. Oysa insan başıboş yaratılmış değildir. (Kıyame, 75/36.) Bu sebeple, söz konusu eğilimleri var eden kudret, kurduğu “haram-helal” mekanizması ile bu eğilimlerin normal ölçülerde tutulmasını sağlayacak nizamı da getirmiştir. Bu bakımdan dinî hayat temelde haramlardan korunmaya ve helal dairesinde yaşamaya odaklanır.
“Hayatı kazanmak” anlam olarak genel ve teorik bir yapıya sahiptir. Buna karşılık ‘kazanmak’ ya da daha açık bir ifade ile ‘kazanç elde etmek’ dediğimiz zaman konuyu somut ve pratik bir çerçeve içine almış oluyoruz. Dinimizin getirdiği helal dairede yaşama ilkesinin kazanç üzerinden gündelik hayata uygulanması ile ‘helal kazanç’ gibi İslami hayatın temel bir ilkesi vücut bulur.
Kazanç, ya bedenen çalışmakla, ya da ticaret yolu ile elde ediliyor. Bunlar temel iki yöntem. Fiilen çalışarak, üretim yaparak elde edilen kazancın helal olması için, yapılan işin dince yasaklanmamış (meşru) bir alanda gerçekleşmesi gerekir. Kazancın helal ve meşru olması için çalışmanın meşru alanda olması yetmez; iş ahlakına uymak şartı da aranır. Çalışan kimse işveren konumunda ise alanı ile ilgili dinî, ahlaki, hukuki kurallar doğrultusunda çalışmalı ve işçilerinin hakkını gözetmeli; işçi konumunda ise aldığı ücreti hak etmek için bütün samimiyeti ile gayret etmelidir.
Kur’an-ı Kerim insanın kazandıklarının kendi geleceği üzerinde belirleyici role sahip olduğunu birçok ayette önemle vurgular. Bu ayetlerin büyük çoğunluğunda söz konusu olan kazanç maddi kazançtan çok, kazanımlar yani eylemlere terettüp eden bağlayıcı sonuçlar olup nihai olarak ölüm ötesi hayata işaret eder. Bununla birlikte dünyevi kazanca ilişkin ayetler de önemli bir yekûn tutar. Ne var ki bu tür ayetlerin -bir iki istisna ile- (Mesed, 111/2; Bakara, 2/267.) büyük çoğunluğunda “kazanmak” kelimesi yer almaz; doğrudan kazanç sağlama faaliyetinin kendisi olumlu ya da olumsuz yönü ile zikredilir. Bu bağlamda genel olarak haram kazanç yolları ele alınır, kumar, riba, hırsızlık gibi yasak olan kazanç yolları üzerinden yasaklama getirilir. Yasaklanmayan kazanç yolları “Eşyada aslolan mübahlıktır” genel ilkesi içinde helal olarak değerlendirilir. Bununla birlikte helal kazanç olgusu özel bir teşvik alanı olarak Kur’an-ı Kerim’in genel üslubu içinde önemle dikkatlere sunulur. Yeryüzünün insanın hayatını sürdürüp geçimini sağlayacağı imkân ve fırsatlarla dolu (Hicr, 15/20.) olduğu, insana düşenin, orada çalışıp çabalamak ve Allah’ın lütuflarına, nimetlerine erişmek (Cuma, 62/10.) olduğu hatırlatılır.
Kazanç olgusunun dünya hayatına bakan yüzü helal kazanca teşvik yoğunluklu ve ticaret ağırlıklı olarak Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hadislerinde de hayatın içinden olgularla dile getirilmiştir.
Ticaret/alışveriş denilince akla ilk gelen temel ahlaki ilke, ölçü ve tartı işlemlerinde dürüst olmaktır. Ölçü, hacim ve uzunlukların belirlenmesinde, tartı ise ağırlıkların belirlenmesinde başvurulan yöntemler. Bu işlemler gündelik hayatta öylesine sıklıkla tekrarlanırlar ki âdeta ticaretin, alışverişin sembolü olmuşlardır. Belki hak ihlallerinin yoğun olarak gerçekleştiği alanlar olarak daima öne çıkmış olmaları da bu yüzdendir.
Kur’an-ı Kerim, ilişkiler ahlakının temeline oturttuğu adalet ilkesinin pratik uygulama alanlarından biri olarak ölçü ve tartı işlemlerine dikkat çekmek üzere “Ölçüyü tam yapın. Eksik verenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın.” (Şuara, 26/181-182.), “Tartıyı adaletle yapın, teraziyi eksik tutmayın.” (Rahman, 55/9.) uyarılarında bulunur. Ölçüye riayetin Kitap (vahiy) olgusunun temel ilkelerinden biri ve bunun da adalet ilkesinin esası olduğuna işaret eder. (Hadid, 57/25.) Bununla da kalmaz, adalet kavramı ile ölçü ve mizan (terazi) kavramları arasında fiili bir bağ kurar. Kur’an dili Arapçada “adalet” ile terazinin kefeleri arasında denge hâlini gösteren ve terazi dili anlamına gelen “idl” kelimesi aynı kökten gelir. Dahası, terazi dünya ölçeğinde de adaletin sembolüdür. Ortasında tutmaya yarayan sapı bulunan ve iki ucuna birer ‘kefe’nin asılı bulunduğu “seyyar terazi”den söz ediyoruz. Kefelerin dengede olduğunu gösteren “dil”, yatay gövdenin ortasından sap yönünde dikine uzanır. Yani el ile “dil”in buluştuğu yerdir burası ve olan da burada olur. Teraziyi tutan el hile yapmak, azı çok göstermek isterse, parmaklarının ucu ile dile baskı uygulayarak kefeleri dengede imiş gibi gösterir, el çabukluğu ile “marifet”(!) sergiler. Terazinin dilini tutan elin vicdanı da tutulmuştur. Artık ortada olan bir “esnaf” değil, gözünü hırs bürümüş, etten bir heykeldir.
Ölçü ve tartı işlemlerinde yapılan hileleri son semavi kitap “tatfif” başlığı altında toplar ve cehennem azabı ile tehdit ettiği bu kurnazlığın temel karakteristiğini “ölçüp/tartıp alacağı zaman tam almak, vereceği zaman ise eksik vermek” şeklinde ortaya koyar. (Mutaffifîn, 83/2-3.) Tatfifin temelinde, muhatabına fark ettirmeden hak ettiğinden fazlasını almak yatar. Aldatılan kimseye göre zahiren her şey normaldir, ama gerçekte bir miktar hakkı çalınmıştır.
Tatfif kurnazlığının önde gelen çağdaş yöntemlerinden biri de -tanıtım değil- temelinde beyin yıkama ve şartlandırma tekniğinin yer aldığı reklam uygulamalarıdır. Bu yöntem, insanı ihtiyaç hastası hâline soktuktan sonra satımı hedeflenen ürünü onun eline tutuşturup cüzdanındakini almak felsefesini güdüyor. Akıl ve muhakeme terazisi dumura uğrayan insan artık “müşteri” değil, emredileni yerine getirecek kıvama gelmiş bir kişidir. Bu yöntemle yapılan “terazi hileleri” klasik terazi hilelerinden çok daha günah, ayıp ve acımasızdır. Klasik hileler insanın parasını ve onurunu alırken bunlar bir de insanın ruh sağlığını alıyor. Gerçek dışı ve abartılı reklam bombardımanına tutulmuş bir insandan daha çaresiz kimse olabilir mi?
Adalet ilkesinin atlandığı kazanç ortamında hak etmediğine sahip olma yöntemleri nefes almak kadar tabii görülür. “Atalarımızın mirasyedilik diye adlandırdığı faziletsiz ve haksız kazanç” (Nurettin Topçu) faydayı her şeyin üstünde tutan dünya görüşünün de semirttiği acımasız “kenz” felsefesi eliyle meşrulaştırıldı. Bu şartlar altında ortaya çıkan manzara emeği istismar edilmiş, onuru ve kişiliği darbe yemiş insandan başka bir şey olamazdı. Siz farklı bir şey görebiliyor musunuz?
Helal kazanç, temelinde inanç ve ahlakın yer aldığı bir irade ve eylem işidir. Meşru kazanç alanlarının tüm genişliğine rağmen kişi kendini haram kazanca başvurma eğilimi içinde bulabilir ve pek çok dış etken de bu konuda bir baskı unsuru oluşturabilir. Böyle durumlara karşı insanın psikolojik bir direnç donanımına sahip olması gerekiyor. O sebeple, Rasulüllah’ın tavsiye ettiği yönteme başvurup, “Allah’ım, helal kıldıkların sayesinde, haram kıldıklarına muhtaç olmaktan beni koru.” (Ahmet b. Hanbel, Müsned, II, 134.) dilekçesiyle Allah’a yönelmek gerekiyor.
Kur’an-ı Kerim’in dünya hayatına bakan yüzünün kul hakkı meselesi gibi önemli bir söylemi kendi kabuğuna çekilip cami kürsülerinin himmetine, bazı dindarane yazı ve sohbetlerin ilgi alanına mahkûm olmasıyla helal kazanç algısı büyük darbe aldı. Bu alanda farkında bile olmadığımız bir tür eksen kayması yaşanır oldu. Helal kazanç emrinin muhatabı olarak, dinî nasihat dinleyen ve genelde kazandığını yiyen sınırlı maddi imkânlara sahip insanlar zihinlere geliyor. Teraziyi, ölçüyü doğru tutacak olan yaşlı bakkaldır, köşe başındaki manavdır, köyden getirdiği sütü sokak sokak dolaşıp satan kendi hâlindeki sütçüdür. Çünkü günlük hayatımızda bunlar hemen yanı başımızdadır ve onların ölçüp tartmasını, terazisini, metresini, litresini görürüz. Bu pratik durum zaman zaman kişiyi helal kazanç konusunda bir tür dar alan hapsine alır. Oysa Kur’an-ı Kerim’in “keyl”, “vezin” ve “mizan” (ölçü, tartı ve terazi) kelimeleri zahiri ve pratik anlamları yanında her türlü alışverişte, daha da geniş bir bakış açısıyla her türlü kazanç faaliyetinde hassasiyet ve hakkaniyeti temsil gibi sembolik birer anlam da taşırlar. Bu durum kazanç faaliyeti genişledikçe, el değiştiren değerlerin miktarı arttıkça Kur’an-ı Kerim’in telkin ettiği bu hassasiyetin de aynı oranda arttırılmasını gerektirir.
“Öyle bir zaman gelecek ki kişi malını helalden mi haramdan mı elde edindiğini önemsemeyecek” (Buhari, Ticaret, 58.) buyurmuş Efendimiz. Ne dersiniz, acaba o devirde mi yaşıyoruz?