Makale

KUR’AN’DA CEHALET KAVRAMI

KUR’AN’DA CEHALET KAVRAMI

Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

GİRİŞ

Cehalet, insanın inanç, söz, fiil ve davranışlarıyla ilgili olup genelde olumsuzluk ifade eden bir kavramdır. İnsanın, bu kavramla ifade edilen olumsuz niteliğini kaldırmak, temel görevidir. Cehâlet, insanın eğitim ve öğretimi, terbiye ve ahlakı ile doğrudan ilgilidir. Kur’an’da, insanın bu vasıftan uzaklaşması, cahillerden olmaması istenmiştir. Yüce Allah (c.c.) Peygamberimiz (s.a.v.)’e hitaben: “...Sakın cahillerden olma" (6/35)[1] Nuh (a.s)’a "...Sana câhillerden olmamanı öğütlerim" buyurmuştur. (11/46) Musa (a.s), "Câhillerden olmaktan Allah’a sığınırım” demiştir.(6/67) Peygamberler; Hakk’ı kabul etmeyen, kötülüklere dalan ve Allah’a ortaklar koşan müşrik, münafık, kafir ve âsi insanları cehâlet vasfıyla nitelemişlerdir. (7/38, 11 /29, 46, 27/55)

İnsan; ilâhî emanetleri yüklenmiş, sorumluluk almış bir yaratıktır. (33/72) İnsan, bu sorumluluğun gereğini yerine getirmekle yükümlüdür. Câhil vasfı, zalim vasfı ile birlikte insanın, bu İlâhi emanetlere karşı olan duyarsızlığı ile doğrudan ilgilidir.

Cehâlet, insan için yerilen bir vasıftır. Cehâleti ilmi kavramının zıddı olarak ele aldığımız zaman; insan bu vasıftan okumak ve öğrenmek ile; "hilm" kavramının zıddı olarak ele aldığımız zaman; eğitim, terbiye, itaat ve güzel ahlak ile kurtulabilir. Bunun için Kur’an’da okuma, öğrenme, ilim, iman, iyi amel ve güzel ahlak övülmüş, teşvik edilmiştir. Kur’an’da, “Rabb’ının adıyla oku” (96/1), "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu!" (39/9), "Cahillerden yüz çevir." (7/199) "Alimlerden başkası düşünüp anlamaz" (43/29) “kullarından ancak alimler Allah’tan korkarlar" (35/28), buyurulmuştur.

İlimde derinleşenler övülmüş (18,7/3) imân edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerle yükseltileceği bildirilmiştir. (58/11) Bu sebeple olmalı ki yüce Allah (c.c.) Peygamberimiz (s.a.v.)’e: "Rabb’im, ilmimi artır, de" buyurmuştur. (20/114)

İlim, salt bilgi edinmekten ibâret değildir. İlim, imân etmeyi, iyi ameller işlemeyi ve güzel davranmayı gerektirir. İnsanı İlâhî irâdeye uygun harekete götürmeyen bir "bilgi" insanı "cehalet" vasfından kurtaramaz. Dolayısıyla "cehalet" kavramı, Türkçe’deki anlamıyla sâdece "bilmezlik" ve "bilgisizlik" demek değildir.[2] Çünkü toplumda nice "bilen cahiller" vardır.

"Cehl", "cehalet” ve "cahil" kelimeleri, Arapça birer sözcüktür. Cehalet kavramı, Kur’an’da 24 âyette geçmektedir.

İlâhi irâdeye uygun hareket edebilmek için O’nun kelamını iyi anlamak gerekir. Kur’an’da kullanılmış olan bir çok Arapça sözcük Türk diline de girmiş ve yıllardır kullanılmaktadır. Ancak, Türkçe’ye giren Kur’ân menşe’li bir çok sözcük, Kur’an’daki anlamını tamamen yansıtmamaktadır. "Cehalet" ve "cahil" kelimeleri de bu tür kavramlardan biridir. Bu incelememizde "cehalet" kavramının anlamı üzerinde durmaya çalışacağız.

I- CEHÂLET KAVRAMININ ALAMI

1. Sözlük Anlamı

"Cehl" ve "Cehâlet" sözcükleri, "cehile" fiilinin mastarlarıdır. Bu kelimelerin sözlükte üç anlamı vardır.

a) Bilmemek, tanımamak, bir şeyden haberi olmamak, nefsin ilimden hâli olması. "Cehl" ve "cehalet" bu mânâda ilmin zıddıdır.[3]

b) Ahmak ve akılsız olmak, kaba, katı ve sert davranışlı olmak.[4]

c) Bir şey şiddetli olmak. Mesela kazanın kaynaması şiddetlendiği zaman "cehilet’il- kıdru", rüzgâr, ağacın dallarını hareket ettirdiği zaman "cehile’r- rîhu el-ğusne" denir.[5]

"Cehile" fiili "alâ" cer harfi ile kullanıldığında, "birisine saldırdı, tecavüz etti" anlamına gelir. Bu manâda "cehl", "sefihe" ile eş" halime" fiili ile zıt an­lamdadır.[6]

"Cehl", asıl anlamı itibariyle ’’ilim’’ kelimesinin mi yoksa "hilm" kelimesinin mi zıddıdır? Goldziher, bu kavramın ’’bilgisiz olma" anlamının ikinci derecede olduğunu ve asıl manasının ilmin değil "hilm” kelimesinin (sakin, sabırlı ve halim olmanın) zıddı olduğunu ve binâen aleyh bu kelimenin "sert, kaba yahut pek hoyrat,[7] nobran[8] ve azgın olmak, serkeşlik etmek, arzularının etkisinde kalmak ve hayvânî içgüdülere boyun eğmek manâsında olduğunu" söylemiştir.[9]

Japon profesör Toshihiko İzutsu da aynı görüştedir. O, bu kavramı şöyle izah eder: “En küçük bir kızgınlık anında iradesini kaybedip parlayan, kontrolsüz bir ihtirasla öfkesine kapılması sonucu düşünmeden hemen körü körüne atılan delikanlının ateşli ve sabırsız kişinin duygularına ve hırslarına hakim olamayan aşırı insanın davranışıdır."

"Cehalet" kavramı bu anlamda, "cehl patlamasını dizginleyebilen insan ahlakı" anlamında olan "hilm" kelimesinin zıddıdır. "Halîm" duygularım frenlemesini, kör ihtiraslarını yenmesini, ne olursa olsun, canını sıkmayıp sakin olmasını bilen, insanlar arasındaki ilişkilerde" ihsan" ve "adalet" ile hareket eden, "zulüm"den kaçınan, şehvetlerine gem vurabilen, yersiz kibir ve gurura kapılmayan kimsedir. Hilm’in dış görüntüsü vakar, cehl’m belirtisi ve fızîkî davranış hali ise zulüm’dür. "Zulüm” "cehl"in özel bir şeklidir. “CehP kavramın içi, "zulüm" ise dışıdır.[10]

2. Terim Anlamı

"Cehl" ve "celâlet" kavramı, fıkıh ve hadis terimi olarak da kullanılmıştır. Hadis ilminde hadis rivayet eden ravinin halinin bilinmemesi cehalet kavramı ile ifade edilmiş ve buna" cehâletü’r-râvi’ denilmiştir.[11]

Fıkıh terimi olarak "cehl”, kişinin inanç, söz, veya davranışları konusundaki bilgisizliğini "cehâlet" ise kendi dışında kalan durumlara ilişkin bilinmezliği ifade eder. Başka bir ifade ile “cehl” insanın, “cehalet” ise varlık ve olayların vasfı olarak kullanılır. Mesela yeni müslüman olan bir kimsenin namaz kılarken konuşmasının namazı bozacağını bilmemesi “cehl” kelimesiyle, akit sırasında kiralanan evin özeliklerinin kiracı tarafından bilinmemesi ise “cehalet” kelimesi ile ifade edilir. Bununla birlikte bazen bu iki terimin birbirinin yerine kullanıldığı görülür. Öte yandan fıkıh eserlerinde yer yer "cehl", rıza ve iradenin bulunmadığını ifade etmek üzere ’’hata’’ ve "galat" kavramlarıyla eş anlamlı olarak kullanılmıştır.[12]

"Cehl" ve "cehâlet" kavramı daha önce de zikrettiğimiz gibi "cehile" fiilinin mastarlarıdır. Kur’an’da "cehl” ve "cehâlet" arasında anlam farkı yoktur. Şimdi bu kavramın Kur’an’da ne anlama geldiğini görelim:

3. Kur’an’daki Anlamı

"Cehâlet" kavramı, Kur’an’da insan ve toplumların olumsuz tutum ve davranışlarını ifade etmek için kullanılmıştır. Bu kavram, Kur’an’da çoğunlukla zem (yerme ve kötüleme) ifade eder.

Kur’an’da, "cehâlet" kavramı, iki yerde (2/273 ve 49/6) "bilmeme, tanımama", bunun dışında, insanın ilâhi irâdeye uymayan, yanlış ve hatalı inanç, söz, fiil ve davranışlarını ifade etmek için kullanılmıştır. Cehl ve cehâlet, öfke, şiddet, kabalık, saldırganlık, serkeşlik, kibir, isyan ve azgınlık... gibi kötülükleri ifade eder.

Kur’an’da "cehâlet" olarak ifade edilen inanç, söz, fiil ve davranışları şöyle özetleyebiliriz:

a) Şirke ve küfre dalmak, yapma / uydurma ilah istemek, putperest bir kavmin putlarına imrenmek (7/13 8)[13] ve insanları putlara tapmaya davet etmek (30/64, 46/23).

b) Günah fiil işlemek (4/17, 6/54, 11/46[14], 16/119)

c) Zina etmek (12/33)[15] ve homoseksüellik yapmak. (27/55)

d) İstihza (alay ) etmek (2/67)[16]

c) Olmayacak şeye hırslanmak, sabredilecek yerde sızlanmak. (6/35)[17]

e) Allah dilemeden kimsenin iman edemeyeceği gerçeğini bilememek ve buna inanmamak (6/111)

f) Fakir mü’minleri hakir ve küçük görmek. (11/29)[18]

g) Çıplaklık. (33/34)[19]

h) Emânetlere hâinlik etmek dini görevleri ifa etmemek. (33/72)

i) Allah hakkında kötü zanda bulunmak. (3/154)

ı) Allah’tan başkasının hükümleri (kuralları) ile hükmetmek. (5/50)[20]

Görüldüğü üzere "cehalet" kavramı Kur’an’da bilgisizlikten ziyade insanın Allah’a ve insanlara karşı olan olumsuz tutum ve davranışlarını ifade etmektedir.

"Cehâlet" kavramı Kur’an’da bilgisizlik[21] anlamında da kullanılmakla birlikte daha çok şirk, küfür, nifak ve isyan gibi her türlü kötülükleri (sü’)[22] sonucu bilmeyerek işlemeyi ifade etmektedir.[23]

Kur’an’a göre "cehâlet" insanın görünen eşya ve olayların arkasındaki İlâhi iradeyi anlayamaması, Allah’ın ayetleri olan kâinât varlıklarını Allah’ın ayetleri olarak görememesi, bu husustaki yetersizliği, çok açık olan dinî gerçekleri, hatta İlâhi vahyin en kolay tarafını bile anlayamaması, insanın irâdesini ve hâkimiyetini kaybetmesidir. İnsan, bu cehâleti sebebiyle şirke, küfre, nifaka ve isyana dalar. Şu âyet bu bağlamda müşriklerin zihnî körlüğünü[24] ne güzel ifade etmektedir: "Onlara melekleri indirmiş olsaydık, ölüler onlara konuşsaydı ve her şeyi karşılarına getirseydik yine Allah dilemedikçe iman edecek değillerdi fakat onların çoğu cahillik ediyorlar" (6/111), bu gerçeği bilemiyorlar."[25]

"Cehâlet” bir insanın, gerçeği bilmeden ve haksız yere birisine saldırması ve ona zarar vermesi,[26] gerçek dışı inanç ve hareketlerde bulunması[27] demektir. Bu sebeple hem inanç hem amel bakımından kişinin Allah’a, nefsine ve insanlara karşı kötü olan davranışları cehâlettir.

Kur’an öncesinde "cehâlet" kavramı, sadece insanların birbirlerine karşı olan kötü davranışlarını ifade ederken Kur’an’da insanın, Allah’a, O’nun âyetlerine, Kitabına, Peygamberine ve insanlara karşı olan kötü davranışlarını ifade etmektedir.[28]

Bu sebeple Kur’an yorumcuları, "cehâlet" kavramını bu bağlamda açıklayıp yorumlamışlardır. Şimdi bazı müfessirlerin bu kavramla ilgili değerlendirmelerini görelim.

"... Sizden kim cehaletle bir kötü amel yapar, sonra ardından tevbe edip, kendini ıslâh ederse..." (5/54)

"Sonra Rabb’in, "kötü amelleri cehaletle işleyen, sonra bunun ardından tevbe edip halini ıslâh eden kimseler" içindir (bunların yanındadır)..." (16/119)

"Allah’a göre, "cehâletle kötü amel yapıp hemen ardından tevbe eden kimselerin tevbesi makbuldür. Allah, onların tevbesini kabul eder..." (4/17)

Ayetlerinin tefsirinde müfessirler "cehâlet" kelimesini şöyle tanımlamışlardır:

Katâde bin Diâme, (ö. 117/735) "Resullah’ın ashabı ister kasıtlı ister kasıtsız olsun Allah’a isyan olan her şeyin cehâlet olduğunda birleştiler"[29]

İbn Abbas (ö. 67/687), "Allah’a isyan eden herkes "câhil” diye isimlendirilir. Cahilin bu isyan olan fiiline de "cehâlet" denir.[30]

Taberî (ö. 210/825), "Kötü amel işleyenlerin bu kötü amelleri cehâlettir.”[31] demişlerdir.

Hâzin’in (ö. 725/1324) dediği gibi küfür, isyan vb. her türlü kötülüğü yapan kimse bunu ancak "cehâlet" ile yapar. Çünkü akıllı kimse, çirkin fiillere razı olmaz. Küfür ve isyan gibi çirkin fiilleri işleyen kimse bunu, ya üzerine terettüp edeceği cezanın miktarım veya isyan ettiği zâtm kadrini bilmemesi sebebiyle yapar.[32]

Peygamberimiz (s.a.v.)’in hadislerinde de cehâlet ve sefâhat kavramları Kur’an’daki anlamına paralel manâda kullanılmıştır: Mesela şu hadiste cehalet, ilmin, câhil de âlimin zıddı olarak kullanılmıştır: "Allah, ilmi insanlardan çekip almaz fakat alimleri almak suretiyle ilmi alır. O kadar ki hiç alim kalmaz, insanlar cahil kimseleri ilim mevkilerine getirirler. Bu kimselere soru yöneltilir, onlar da bilmeden fetva verirler böylece kendileri de (hak yoldan) saparlar ve insanları da saptırırlar."[33]

Şu hadislerdeki "cehalet" kavramı ise hilmin zıddı olarak kullanılmıştır: "Oruç kalkandır. Biriniz oruçlu iken kötü söz söylemesin, cahillik etmesin (kötü ve kaba davranışlarda bulunmasın). Eğer birisi dövüşmek ve sövüşmek isterse (karşılık vermesin ve) Ona "ben oruçluyum" desin.[34] "Kim yalan sözü, cehâleti ve yalan sözle amel etmeyi bırakmazsa, Allah’ın, o kimsenin yemesini ve içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur."[35]

İnsanın ister Yaratan’a isterse yaratıklara karşı olsun yaptığı her türlü kötü, kaba ve çirkin davranışları, küfür ve günâh olan fiilleri "cehâlet" olmaktadır. Bu sebeple "cehâlet", "günah olduğunu bildiği halde insanın günah fiili işlemesidir" diye de tarif edilmiştir.[36]

4. Cehaletin Çeşitleri

- İnsanı küfre götüren cehâlet,

- İnsanı âsi, fâsık ve günahkâr yapan cehâlet diye cehaleti ikiye taksim edebildiğimiz gibi,

- Allah’a ve dinine karşı yapılan cehalet,

- İnsanlara karşı yapılan cehâlet diye de ikiye ayırabiliriz.

Râğıb el-İsfehânî (ö. 502/1108) "cehâlet"in üç çeşit olduğunu söylemiş ve bunları şöyle açıklamıştır:

a) Nefsin ilimden hâli olması, (bilgisizlik)

b) Bir şeye olduğunun hilafına inanmak, (yanlış inanç)

c) Yapılması hak olan şeyin hilafına bir fiil işlemek. Bunu yaparken insan ister doğru ister yanlış bir inançla yapsın bu cehâlettir. Namaz kılmayı terk etmek gibi, (hatalı fiil ve davranış).[37]

Şerif Cürcânî (ö. 816/1413) ise "cehli" iki kısma ayırmıştır:

a) Basit Cehl

Bilinebilecek bir şeyi bilmemek.

b) Mürekkeb Cehl

Vâkıaya uygun olmayan inanç. (Bir şeyi olduğundan başka türlü bilmek veya yanlış tasavvur etmek)[38]

II- CÂHİL KA VRAMI

"Câhil" kelimesi "cehile" fiilinin ism-i failidir. Çoğulu, ciihhâl ve cehele’dir. Hem kelimenin sözlük anlamı hem de Kur’an’daki kullanımı itibariyle câhil kelimesi;

a) İlmi, bilgisi ve marifeti olmayan,

b) Kaba ve sert davranışlı, inanç, söz ve fiilleri çirkin olan kimse anlamındadır. Birincinin zıddı "âlim" İkincinin zıddı "halim"dir. "Câhil" kavramı Kur’an’da insan ve kavme (topluma) sıfat olarak kullanılmıştır.

1. Câhil İnsan

Kur’an’da 10 âyette "câhil" kelimesi geçmektedir. Bir âyette (2/273) "fakirin halini bilemeyen, onu zengin sanan[39] insana câhil denilmiştir. Burada câhil, zem (kötüleme ve yerme) ifade etmez.[40] Diğer 9 âyette ise" câhil" kelimesi zem ifadesi olarak kullanılmıştır. Kur’an’da hangi inanç, söz, fiil ve davranış sahiplerine câhil denilmiştir? Şimdi bunları görelim.

a) Kâfirler

Kureyşli kâfirler, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i babalarının dinine davet etmeleri üzerine yüce Allah, şu âyet-i kerime ile onları câhillikle nitelemiştir.”[41] (Ey Peygamberim! Onlara) de ki: Ey câhiller! Allah’tan başkasına ibadet etmemi mi emrediyorsunuz?" (39/64)

Allah’tan başkasına ibâdet eden kimse, câhildir.[42]

Ebu Cehil ve arkadaşları gibi Peygamberimiz (s.a.v.) ile alay eden müşrikler ile ilgili olarak yüce Allah; Peygamberimiz (s.a.v.)’e: “Affı tercih et, ma’rufu emret ve cahillerden yüz çevir" (7/199) buyurmuştur. “Cahillerden yüz çevir" hitabında sözü edilenler Allah’a ortaklar koşan müşriklerdir.

b) Günâhkârlar

Eski Mısır’ın hazine bakanının eşi Zeliha, Yusuf (a.s.) ile zina etmek istemiş (23/12) ve bunu kabul etmezse Yusufu {a.s.) hapse attıracağını söylemişti. (12/32) Bunun üzerine Yusuf (a.s.) Allah’a şöyle yalvarmıştır: "Yâ Rabbi! Bana göre hapis, bunların beni da’vet ettiği şeyden daha iyidir. Eğer onların düzenini benden savmazsan onlara meylederim ve câhillerden olurum ..."(12/33)

Yusufun (a.s.) "cahillerden olurum" sözü ile kastettiği kimseler zina edenlerdir.[43] Bu, günah işleyen kimsenin câhil olduğuna delalet eder. Zina eden Allah’a isyan etmiş, günahkârlardan olmuştur.[44] Dolayısıyla her türlü günah olan fiilleri işleyen kimse cahildir. İbn Abbas (ö. 67/687) Kim kötü bir fiil işlerse işte o kimse cahildir.[45] Süddî, ’İnsan Allah’a isyan ettiği sürece cahildir."[46] Mücahid b. Cebr, (ö. 100/718) "İster kasten ister hatâen olsun Allah’a isyan eden her insan ma’siy et / günah olan fiili terk edinceye kadar cahildir.” demiştir.[47] Buna göre ma’siyeti itaate,[48] dünyayı âhirete[49] tercih eden insan cahil olmaktadır. Bu anlamda bilgin bir insan da eğer günah işliyor, Allah’a isyan ediyorsa cahil sayılır. Hatta Süfyan bin Uyeyne’nin (ö. 198/813) beyanına göre "Bildiği ile amel etmeyen alim, insanların en câhilidir."[50] Fürkan, 25/63 ve Kasas, 28/55 âyetlerinde müslümanlara kaba davranan, onlara kötü sözlerle sataşan, boş laflarla oyalanan kimseleri “Cahiller” nitelenmiş ve mü’minlerin bu cahillere nasıl davranacakları bildirilmiştir. “Rahman’ın kulları ki onlar yeryüzünde mütevazı olarak yürürler (halim kimselerdir.)[51] Cahiller (süfehâ’)[52] kendilerine laf atarlarsa "selam" de(yip geçe)rler, (karşılık vermezler.”[53] (25/63) "Müslümanlar (28/53), boş söz (lağviyat) işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve "Bizim amelimiz bize, sizin ameliniz size, selamün aleyküm, biz cahilleri istemeyiz (onların kötü amellerine katılmayız)" derler." (28/55).

Bakara, 2/67 âyetinde mü’minlerle alay edenlerin câhil olduklarına işâret edilmiştir:[54] "Musa, kavmine: "Allah size bir inek kesmenizi emrediyor" demiştir. Onlar (Bizimle alay mı ediyorsunuz" dediler. (Musa): "Câhillerden olmaktan Allah’a sığınırım" dedi." (2/67) Musa (as)’ın Allah’a sığındığı cahiller, mü’minlerle alay edenlerdir.

Yusuf (a.s.) kendisini kuyuya atan kardeşlerine, bu davranışı yaptıkları zaman onların câhil olduklarını söylemiştir. (12/89)

Müşriklerin imandan yüz çevirmeleri Peygamberimize (s.a.v.) zor gelmişti. (6/35) Bu durum karşısında Yüce Allah, "Ey Peygamberim!) Sakın câhillerden olma." buyurmuştur. (6/35) Bu âyette geçen “câhiller” ile murat, Allah’ın dilemesi halinde bütün insanların îmân edeceği gerçeğini bilmeyenler,[55] olmayacak şeye boş yere hırs edenler, sabredilecek yerde üzülüp sızlananlardır.[56]

Nuh’un (a.s.) kendisine îman etmeyen oğlu denizde boğulunca (11/11-13) "... Rabb’im! Oğlum benim ailemdendir..." (11/45) demesi üzerine Yüce Allah; "Ey Nuh, dedi, o, senin ailenden değildir. O, salih olmayan amel (sahibi)dir. Bilmediğin bir şeyi benden isteme, sana cahillerden olmamanı öğütlerim.” buyurmuştur. (11/46)

Nuh (a.s.) oğluna "Yavrum! (gemiye) bizimle beraber bin, kafirlerle beraber olma" (11/42) demiş fakat oğlu kabul etmemişti (11/43). Nuh (a.s.), bu oğlunun boğulmasına karşı Allah’a sitem etmişti. Bunun üzerine Allah, Nuh’a (a.s.) “cahillerden olma” dedi. Kurtubî, (ö. 671/1212), bu âyette geçen,"câhiller" kelimesini "günahkârlar" diye tefsir etmiştir.[57] Günah / Zelle olan fiil, Nuh’un (a.s.) bilmediği bir şeyi Allah’tan istemesidir.[58] Bir sonraki âyette Nuh’un (a.s.) bu davranışı sebebiyle Allah’tan af ve mağfiret dilediği bildirilmiştir.

Söylediklerimizi özetleyecek olursak Kur’an’a göre asıl câhilin; bilgisiz insan değil, Allah’ı, âyetlerini ve Peygamberlerini inkâr eden kafirler, itâat etmeyen, isyana dalan günahkârlar, insanlara kötü davranan, kaba, kırıcı ve çirkin huylu insanlar olduğunu söyleyebiliriz.

2. Çok Câhil İnsan

Bir âyette insanın sıfatı olarak çok câhil anlamında "cehul” kelimesi kullanılmıştır.

Yüce Allah, emaneti (itaati),[59] dini görevleri,[60] göklere, yere ve dağlara arz ettiğini, bunların emâneti yüklenmekten kaçındıklarını, onun sorumluluğundan korktuklarını, onu insanın yüklendiğini beyan ettikten sonra "insanın çok zâlim çok câhil olduğunu" bildirmiştir. (33/72)

"Çok câhil insan" kimdir? Bir sonraki âyetin de delaletiyle "çok zalim insanın ” İlâhî emanetlere riayet etmeyen, hainlik eden, itaati terk eden kâfir ve münafıklar olduğunu anlıyoruz. İtaatkâr mü’minler, “çok zalim, çok cahil”[61] vasfı ile nitelenmezler,

3. Câhil Kavim

"Kavim,” az veya çok insan topluluğuna denir. Kur’an’da 4 ayette cahil kavimden söz edilmiştir. Şimdi hangi davranışta olan toplumlara câhil kavim denilmiş bunları görelim:

a) Müşrik Toplum

Hud (a.s), müşrik kavmine: “...Allah’tan başkasına ibadet etmeyin, ben sizin büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum...(46/21) demesi üzerine kavmi, "Sen, bizi tanrılarımızdan çevirmek için mi geldin? Doğrulardan isen bizi tehdit ettiğin şeyi getir, dedi." (46/22) Bunun üzerine Hud (a.s.) kavmine; "(Bu konuda) bilgi ancak Allah katindadır. Ben, benimle gönderilen şeyi size tebliğ ediyorum, fakat sizi câhillik eden bir kavim görüyorum, dedi." (46/23)

Hud’un (a.s.) kavmi niçin cahildi? Cahildi, çünkü Ad kavmi; Allah’tan başka ilahlar edinen, (70/7) suçlu (mücrim) (11/52) ve zorba (26/30) bir kavimdi. Hud’u (a.s.) yalanlamışlar, (22/42) onu câhillik (7/66) ve yalancılıkla (23/38) itham etmişlerdi. Allah’ı inkâr edip (11/60) âyetleri, (7/72) mucizeleri (14/9) ve âhireti (23/33) yalanlamışlar, Peygamberin öğütlerinden yüz çevirmişlerdi. (26/136) Şeytana (29/38) ve her zorba inatçıya uymuşlardı. (11/58) Böylece kâfir (23/33), âsi (11/59 ve zâlim (8/54) olmuşlardı.

Bütün bunlar cehaletin sonucudur. Bu tür davranışlara sahip olan her toplum câhildir. Nitekim Kur’an’da peygamberlerini yalanlayıp isyan eden ve neticede helak edilen bütün kavimler için benzeri özellikler zikredilmiştir.

Allah’tan başka ilahlar aramak ve onlara tapmak en büyük cehalettir. Nitekim Frevun’un zulmünden kaçıp Kızıl Denizden geçirilen İsrail oğullan, putlara tapan bir kavme rastlayınca Musa (a.s.)’a: "...Ey Musa! Bu kavmin ilahları gibi bize de ilahlar yap, dediler" Musâ (a.s.) da onlara; "Siz gerçekten câhil bir kavimsiniz" dedi. (7/135)

Allah’ın büyüklüğünü, emirlerini ve ondan başka ibadete layık bir ma’bud bulunmadığını bilmeyen ve Allah’a itaati terk eden her toplum cahildir.

b) Âsî Toplum

İnsanlar Allah’a ibâdet ve itaat için yaratılmışlardır. (51/56) Bunun gereğini yerine getirebilmek için Allah’ı bir olarak kabul etmenin yanında O’nun ve Peygamberinin emir ve yasaklarına uymak zorunluluğu vardır. Allah’a ortaklar koşanlar, cahil olduğu gibi isyan edenler, emir ve yasaklara riayet etmeyenler de cahildir.

Allah, zinayı ve homoseksüelliği şiddetle yasaklamıştır. Allah, (c.c.) bu yasağı ihlal eden Lut’un (a.s.) peygamber gönderildiği Sedom halkının üzerlerine taş yağdırmak suretiyle helâk etmişti. (11/82-83) Lut (a.s.), homoseksüellik yaptıklan için bu toplumu cahillikle nitelemiştir: “Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi yaklaşıyorsunuz. Siz gerçekten cahil bir toplumsunuz. ” (27/55)

Bu çirkin fiili işleyen Sedom halkı; bozguncu (müfsid), (29/30) sınırı aşan, (26/166), suçlu (mücrim) (15/5), müsrif, (7/81) fâsık ve kötü (21/74) bir kavim idi. Lut (a.s.)’u yalanlamışlar (22/43) ve ona isyan etmişlerdi. (69/10).

Bu özelliklere sahip bir toplum elbette cahildir. Bir toplumun "câhil" vasfı ile nitelenebilmesi için o toplumu oluşturan fertlerinin çoğunun" câhil" olması gerekir. Yukandaki beyanlardan anlaşılacağı üzere "câhil” vasfı, fert ve toplumlara "alim/bilgili" vasfının zıddı olarak değil İlâhî iradeye uymayan inancın, amelin ve insanlara, kaba davranışların ifadesi olarak kullanılmıştır. Cehâlet vasfının iki boyutu vardır: Biri Allah’a diğeri insanlara yöneliktir. Şu ayet buna işaret etmektedir: Nuh (a.s.) kavmine: “Ey kavmim! ... Ben (siz istemiyor, hakir görüyorsunuz diye iman edenleri kovacak değilim. Çünkü onlar, Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi cahillik eden bir kavim görüyorum" demiştir (29/11).

Nuh’un (a.s.) kavmi; inkâr, (11/43) ve isyan (51/46) ederek Allah’ın, hakir ve hor görerek mü’minlerin (26/111) haklarına saygısızlık ediyorlardı.[62] Çünkü Nuh kavmi; putperest, (71/23) fâsık (51/46) kötü, (21/77) haddi aşan, (10/74) büyüklenen, (71/22) zorba, (14/15) ve kâfir (11/43) bir kavimdi. Aralarında 950 sene (29/14) kalan Nuh Peygambere büyük çoğunluğu iman etmediği gibi onu delilik, (23/25) sapıklık, (7/60) ve yalancılıkla (11/29) itham etmişler, onu alaya almışlar (11/38) ve ona eziyet etmişler, hatta dövmüşlerdi.[63] Peygamberin öğütlerinden yüz çevirdikleri (10/72) gibi Hakk’a karşı batılı savunmuşlar (40/5) ve bir çok insanı Hakk’tan saptırmışlardı. (71/ 23) Mü’minleri hakir görüyorlar, onlara ayak takımı ve bayağı kimseler diyorlardı. (26/111,11/27) İşte bu yüzden Nuh (a.s.), kavmine cahil demişti.

III- CAHİLİYE KAVRAMI

Kur’an’da4 ayette "câhiliyye" kavramı kullanılmıştır. "Cahiliyye" kavramı, İslam döneminde ortaya çıkmış bir kavramdır.[64] Bu kavram, İslam’dan önce Arap halkı tarafından kullanılmamıştır.[65] Kur’an’da ve hadislerde, Arapların İslam’dan önceki inanç, tutum ve davranışlarım İslâmî devirdekinden ayırt etmek için kullanılmıştır.[66]

"Câhiliyye" kavramı, genelde İslam öncesi Arapların, inanç, fiil ve davranışlarını ifade etmekle birlikte aynı inanç, fiil ve davranış yaşandığı her devir bu kavramla ifade edilebilir. İslâm’a uymayan her fiil, cahiliyyeyi ifade eder.[67] Nitekim Kur’an’da 33/33 ayetinde "ilk cahiliyye" (el-câhiliyyetü’l-ûlâ) tabiri kullanılmış, bunun İslam’dan önceki cahiliyyeyi, bunun mukabili olan “Sonraki cahiliye” (el-câhiliyyetü’l-uhrâ) ise İslâmî dönemindeki itâatsizliği ifade ettiği söylenmiştir.[68]

Buharî (ö. 256/869), Sahîh adlı eserinde iman bölümünün 22. babının başlığını "el-meâsî min emri’l-cahiliyyeti" (günah fiiller, câhiliyye işidir) başlığını koymuştur. Peygamberimiz (s.a.v.)’in "Bir kavga esnasında bir adamı annesi ile ayıplayan Ebu Zer’i (r.a.) bu davranışı sebebiyle, "Sen, içinde cahiliyye kalmış bir kimsesin" demesi[69] insanların İslâm’a uymayan davranışlarının da "câhiliyye" sonucu olduğunu ortaya koymaktadır.

Kur’an’da 4 çeşit cahiliyyeden söz edilmiştir:

a) Cahiliyye Zannı

Uhud Savaşı’nda müslümanlar, savaşın başında galip iken bazı müslümanların Peygamberin talimatına rağmen görev mahallini terk etmeleri ve ganimet toplama sevdasına kapılmaları[70] sonucu bozguna uğramışlar ve düşmandan kaçmaya başlamışlardı. Bundan dolayı Allah, onlara gam (keder, üzüntü) üstüne gam vermişti (3/153). Sonra onları bu gamın ardından "bir güven ve uyuklama" kaplamıştı. (3/154)

İşte Uhud Savaşı’nda, savaşa katılanların bir kısmını bu "güven ve uyuklama" kaplamış, bir kısmı da kendi canlarının kaygısına düşmüştü. (3/154) Yüce Allah, bu ikinci grubun; “Allah’a karşı cahiliyye zannı (gibi) haksız bir zanda bulunduklarını" bildirmektedir. (3/154).

Yüce Allah, bu haksız cahiliyye zannına sahip olanların, "Bu işten bize bir şey var mı?" dediklerini", "Peygambere açıklayamadıklarını içlerinde gizlediklerini" ve "Bu işten bize bir fayda olsaydı burada öldürülmezdik" dediklerini (3/154) haber vermektedir. Bu mânada zan, gerçeğe dayanmayan ve kuruntudan kaynaklanan bir vehimdir. Bu vehme kapılanlar; “Muhammed hak Peygamber olsaydı Allah ona böyle küffârı musallat etmezdi”[71] diyorlar, Peygamberin davasının batıl olduğunu Allah’ın O’na yardım etmeyeceğini zannediyorlar, kaderi yalanlıyorlardı.[72] "Bütün işlerin Allah’a ait olduğunu”, (134/3) "Allah’ın dilediği şekilde hükmettiğini” (1/5) ve “dilediğini yaptığını” (22/14), "öldürülmesi yazılmış / takdir edilmiş olanların, evlerinde bile olsalar mutlaka ölüm gelip kendilerini bulacağını (3/154) bilmiyorlardı. Böyle bir zanna ancak câhiller sahip olabilir.[73]

İbn Zeyd (ö. 136/753), Allah’a karşı, bu cahiliyye zannına sahip olanların münafıklar olduğunu söylemiştir.[74]

Demek ki gerçeği bilmeden ileri geri konuşmak ve Allah hakkında kötü zanda bulunmak da, İlâhî sırrın arka planını görememek ve olaylara yüzeysel bakmak da câhiliyye düşüncesi olmaktadır.

b) Câhiliyye Hükmü

Câhiliyye döneminde, sade vatandaşa uygulanan hüküm, herhangi bir cezaî müeyyide, ileri gelenlere uygulanmıyordu. Yahudiler, cezalan, zengin ve kuvvetli olanlara değil, fakir ve zayıf olanlara tatbik ediyorlardı.[75]

Yahudilerden Benî Nadîr ve Benî Kureyza kabilelerinin kısasta aralarında üstünlük iddia ederek câhiliyye ehlinin hükmü ile hükmetmesini Rasulullah’tan istemeleri üzerine[76] Yüce Allah Peygamberine; “Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet, onların keyiflerine uyma ve onların Allah’ın indirdiği şeylerin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın” (5/49) dedikten sonra şöyle buyurmuştur: “Yoksa (onlar) câhiliyye hükmünü mü istiyorlar. İyice bilen bir toplum için Allah’tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?" (5/50)

Bu âyette geçen "câhiliyye hükmü", Allah’ın hükmünün tam karşısında zikredilmiştir. Şu halde Allah’ın hükmüne ters düşen her hüküm “câhiliyye hükmü" olmaktadır. İbn Abbas’m dediği gibi câhiliyye hükmünde, zulüm ve dâlâlet vardır.[77] Dolayısıyla Allah’ın hükmünden başka bir hükümle hükmeden câhiliyye hükmü ile hükmetmiş) karar vermiştir.[78] Buna göre İslam’a ters düşen, içinde zulüm bulunan, zengin-fakir, kuvvetli-zayıf, şöhretli-şöhretsiz ... gibi ayırım yapılan her hüküm câhiliyye hükmüdür. Peygamberimiz (s.a.v), veda hutbesinde; "Dikkat edin her türlü cahiliyyve işi ayağımın altındadır, kaldırılmıştır,"buyurmuştur.[79]

c) Câhiliyye Hamiyyeti

"Hamiyyet" "h.m.y." kökünden gelen bir isimdir. "Bu kökün sözlük anlamı, bir işi yapmaktan kaçınmak, yapmaya tenezzül etmemek" demektir. İsim olarak "hamiyyet"; taassup, bir şeyden çekinme,[80] ar, gayret, şiddet ve haksız yere yapılan gazap ve tehevvür,[81] insanın koruması gerekli olan şeyleri korumaya düşkünlüğü[82] namus gayreti ile kızma, öfke kuvvetlerinin kabarıp çoğalması gibi anlamlara gelir.

Müslümanlarla Mekke Müşrikleri arasında akdedilen Hudeybiye sözleşmesine müşriklerin temsilcisi Süheyl; “Bismillahirrahmânirrahîm” ve “Muhammedü’r-Resûlüllah” cümlelerinin yazılmasından imtina etmişti.[83] Yüce Allah, şu âyette bunun cahiliyye taassubundan kaynaklandığını bildirmektedir: "O zaman inkâr edenler, kalplerine hamiyyeti, o cahiliyye hamiyyetini koymuşlardı. Allah da elçisine ve mü’minlere sekîneti indirdi ve onları takva kelimesine bağladı, zaten onlar buna layık ve ehil idiler...” (48/26)

Kâfirlerin cahiliyye hamiyyelerine mukabil; mü’minlere "sekînet" verildiği ve onların "takva kelimesFne bağlandığı bildirilmiştir. “Sekînet”; vakar, sükûnet, gönül hoşluğu (itminan-ı nefs); "takva" ise "iman ve ahde vefa"[84] demektir. Demek ki, İlâhî gerçeklere karşı çıkmak, hiddet, öfke ve kızgınlık göstermek, kibir ve gurur sebebiyle Allah ve Rasulün’ün emir ve yasaklarına uymamak câhiliyye taassubundan başka bir şey değildir. Bu taassup, hakkı kabule mani olur.[85] Mekke müşriklerinin iman etmemelerine de bu cahiliyye hamiyyesi / taassubu mani olmuştur.[86]

d) Cahiliyye Teberrücü

Ahzab, 33/33 âyetinde yüce Allah, peygamber (s.a.v.)’in hanımlarına hitaben; "Evlerinizde oturun, ilk cahiliyye (kadınları)nın açılıp saçılması gibi açılıp saçılarak yürümeyin, namazı kılın, zekatı verin, Allah ve Rasulü’ne itâat edin..." buyurmuştur.

"Teberrüc", Mükâtil b. Hayyan"m beyanına göre; kadının baş örtüsünü başa koyması fakat güzelce bağlayıp örtünmemesi, gerdanını, kulaklarını, küpelerini ve boynunu açmasıdır.[87]

Cahiliyye kadınları hiç başörtüsü kullanmaz değillerdi. Fakat yalnız başörtüsünü enselerine bağlarlar veya arkalarına bırakırlardı. Yakalan önden açılır, gerdanları ve gerdanlıkları açık olur ve zînetleri görünürdü.[88] Allah, bu şekilde örtünmeyi yeterli görmemiş ve" başörtülerini yakalarının üzerine vursunlar" (24/31) "yani başlarını, saçlarını, kulaklarını, boyunlarını, gerdanlarını, göğüslerini açık tutmasınlar, sımsıkı örtünsünler ve bu emri yerine getirebilecek baş örtüsü kullansınlar" buyurmuştur.[89]

Buraya kadar yaptığımız incelemeden "cahiliyye" kavramının İslâm öncesinde insanların batıl inanç, çirkin söz, kötü amel ve bozuk davranışları ifade ettiği, İslâm geldikten sonra da Kur’an’a uymayan her inanç, söz, fiil ve davranışın cahiliyye ürünü olduğu anlaşılacaktır.

SONUÇ

Kur’an’da "cehalet" kavramı büyük çoğunlukla zem (kötüleme ve yerme) ifade eder. İnsanın bu vasıflardan kurtulması gerekir.

"Bilgisizlik" anlamında "cehalet" izâfıdir. Bir insanın her şeyi bilmesi mümkün değildir. Herkesin bilmediği bir şeyler vardır. Ancak insanın; dini ve dünyası, işi ve mesleği ile ilgili asgari bilgileri edinmesi, en azından leh ve aleyhine, yarar ve zararına olan şeyleri, haklarını, aile ve toplumla ilgili görgü kurallarını bilmesi ve çevresini tanıması gerekir. Bu kadar bilgileri edinmeyen insan cahildir ve bu sebeple yerilir. Fakat, ilmin sonu yoktur. Başka bir insanın bildiği şeyleri bilmeyen insan cahil sayılmaz. Herkesin birbirinden farklı bilgileri vardır. İnsan en azından bilmesi gereken şeyleri öğrenerek "cahil" vasfından kurtulabilir.

Kur’an’da "celâlet" kavramının bilgisizlikten öte kötü ahlak, kaba davranış, şirk, inkâr, nifak ve isyan anlamında kullanıldığını söylemiştik. Asıl zemmedilen cehalet budur. İnsan bundan, iman ve ibadet etmek, salih ameller işlemek, ahlakını ve davranışlarını düzeltmek ve İslam’a uydurmakla kurtulabilir.

Peygamberimiz (s.a.v.), "Rabb’im! Hatamı, cehaletimi ve bütün işlerdeki israfımı bağışla” diye dua ederek "cehaletinin" bağışlanmasını dilemiş ve evinden çıktığı zaman, "Allah’ım! Cahillik etmekten ve kendime cahillik edilmesinden sana sığınırım"diye dua ederek cehaletten Allah’a sığınmıştır. Mü’min de her tür cehaletten Allah’a sığınmalı ve câhilî davranışlarından bağışlanmasını da Allah’tan istemelidir.

"Cehalet" kavramı; insan davranışları ile ilgili genelde olumsuzluk ve kötüleme ifade eden Kur’an’m temel kavramlarındandır. Allah, cahil olan insanları yermiş “Cahillerden olmamayı" ve "onlardan yüz evirmeyi" öğütlemiştir. Sözlükte "bilmemek, kaba, katı ve sert davranışlı olmak, bir şey şiddetli olmak, birine saldırmak" anlamlarına gelen "cehalet" kavramı, Kur’an’da bilgisiz olmaktan ziyade insanın ilahi iradeye uymayan yanlış ve hatalı inanç, söz, fiil ve davranışlarını ifade etmek için kullanılmıştır. İnsanın, Allah’a ve insanlara karşı yaptığı her türlü kötü, kaba ve çirkin davranışlar, şirk, küfür, nifak, isyan ve günah olan fiiller cehalettir. Dolayısıyla her müşrik, münafık, kâfir ve fâsık câhildir.

"Cahiliyye" kavramı, İslam öncesi Arapların inanç, fiil ve davranışlarını ifade eder. İslam! dönemde İslama uymayan her inanç, söz, fiil ve davranış da cahiliyye ürünüdür.


[1] Yatık çizgiden önceki rakam süre numarası, sonraki rakam ise ayet numarasıdır.

[2] Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük, s, 153. Ankara, 1979.

[3] İbn Manzur, Lisaııü’J-Arap, XI, 129, Beyrut, 1956, Asım Efendi, Kamus Tercümesi, IV, 1224, İstanbul 1886. Sertunî, Akrabul-Mevâ- rid, I, 146, Beyrut 1889.

[4] Levis Me’lüf, el-Müncid, s. 108. Beyrut, 1986. Râğıb el-İsfehâni, el-Müfradâtfi Gartbi’l- Kur’an, s. 102. Mısır, 1961.

[5] Rağıb, s.102, Şertünî, 1, 146. Levis Me’lüf, s. 153.

[6] İbrahim Ahmed Abdlllfettah, el-Kâmüsü’I- Kâvîm Li’l-Kur’ani’l-Kerim, I, 135. Şertûnî, 1,146.

[7] "Hoyrat" kelimesi Yunanca asıllı olup kaba ve hırpalayıcı anlamındadır. Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük, s. 385, Ank. 1979.

[8] "Nobran”, davranışı kaba, sert ve gönül kırıcı olan kimse demektir.

[9] İslâm Ansiklopedisi III, II. MEB Yay. İst. 1987. Mustafa Çağrıcı, DİA, VII, 219. İstanbul 1993.

[10] Toshihiko İzutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, s. 193-194. Çeviri, Süleyman Ateş, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay. Ank., 1975.

[11] İsmail Lütfi Çakan, TDVİA, VII. 219.

[12] İbrahim Kâfi Dönmez. DİA, VII, 219-220.

[13] Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, IV, 2273. Eser Kitabevi, İstanbul, 1971.

[14] İbn Kesir, İsmail b. Ebî’l- Fidâ, Tefsiru’l- Kur’ani’l-Azim, (Muhtasar-ı Tefsiri İbn Kesîr). IX. 48. Beyrut, 1988.

[15] Fîrûzâbâdî, Muhammed b. Ya’kub, Tenvîru’l-Mikbâs Min Tefsiri İbn Abbas, III, 404. (Mecmüatün Mine’t-Tefâsir) Çağrı Yay. İst.

[16] Beydâvî, Abdullah b. Ömer. Envârü’t- Tenzil ve Esrâru’t-Te’vîl, I. 139. (Mecmûatün mine’t-Tefâsîr)

[17] Beydâvî, II, 403.

[18] Kurtubî, Muhammed b. Ahmed, el- Câmi’ LiAhkâmi’l-Kur’an, IX, 26. Kahire. 1935.

[19] İbn Kesir, III. 483.

[20] İbn Kesir, II, 67. 21

[21] İbn Kesir, I, 324.

[22] Rağıb.s. 102.

[23] Mesela bkz. 4/ 17, 6/54, 16/19. Kurtubî, III. 652.

[24] İzutsu, s. 201-202.

[25] Taberî, Muhammed b. Cerîr, Câmi’u’l- Beyân an Te’vîli Âyi’ 1 -Kur’ân, V, 8/1. Beyrut, 1988.

[26] İ.A. Abdlllfettah, I, 135.

[27] Rağıb, s.102.

[28] İzutsu, s. 204.

[29] İbn Kesîr, I, 463. Kurtubî, V, 92. Hâzin Alâilddîn Ali b. Muhammed, Lübâbü’t-Te’vîl fi Meâni’t- Tenzil, II. 35. (Mecmüatün mine’t-Tefâsîr)

[30] Hazin, II, 35.

[31] Taberî, III, 4/299.

[32] Hazin, III, 652.

[33] Müslim, İlim, B. III, 2058. Buhâri, İlim, 34.1, 34.

[34] Buharî, Savm, 2. II, 226.

[35] Buharî, Edeb, 51; Müslim, Savm, 8.

[36] Hazin, II, 35

[37] Rağıb, s. 102.

[38] Kitâbü’t-Ta’rifat, s. 80. Baskı yeri ve tarihi yok.

[39] İbn Kesîr, I, 324.

[40] Rağıb, s. 102. İbn Manzur, XI, 130.

[41] İbn Kesir, İV, 61 .Hâzin, V, 330.

[42] Hazin, V, 330.

[43] Firûzâbâdî, III, 404.

[44] Hâzin, III, 404; bkz. Taberî, III, 12/211. Kurtubî, IX, 185.

[45] Taberî, 111,4/299.43.

[46] Taberî, III, 4/298.

[47] Taberî, a.g.e., III, 4/298. İbn Kesîr, I, 4. Hazin, II, 415.

[48] Nesefî, Abdullah b. Ahmed, Medâriku’t-Tenzil ve Hakâiku’t-Te’vîl, II, 415. (Mecmûatün mine’t- Tefâsir)

[49] Kurtubî, VI, 436. Hâzin, II, 415.

[50] Dârimî, Mukaddime, 32. I, 96.

[51] Taberî, XI, 19/35.

[52] Nesefî, IV, 454

[53] Ibn Kesîr, III, 325.

[54] Hâzin, I, 139.

[55] Taberî, V, 7/185.

[56] Beydâvî, II, 403.

[57] Kurtubî, IX, 48.

[58] Salih olmayan amelin Nuh (a.s.)’ın sorusu olması da söz konusudur. Çünkü mü’min olmayan bir insanın azaptan kurtuluşu için şefaat edilmek istenmiştir. Mehmet Vehbi Hülasatü’I-Beyân fi Tefsiri’1-Kur’atı, VI, 2351, İstanbul, tarihsiz, Üçdal Neşriyat.

[59] Nesefi, V, 142-143.

[60] Kurtubî, XIV, 253.

[61] Nesefı, V, 143.

[62] Taberî, VII, 12/30

[63] Taberî, XIII, 27/28.

[64] Mustafa Fayda, TDVİA Cahiliyye Maddesi VII, 17. İst. 1973.

[65] Ahmet Emin, Fecru’I-İslam, s. 94 çeviri, A. Serdaroğlu Ank. 1976. Kılıç Kitabvevi.

[66] Mustafa Fayda, TDVİA. VII, 17. Ahmet Emin, s.94.

[67] İzutsu, s. 190. TDVİA. VII, 19.

[68] Beydâvî, V, 113.

[69] Buhârî, İman, 22. I, 13. Edeb, 44. VII, 85. Müslim, İman, 38, 40. Ebu Davud, Edeb, 138. Tirmizî, Tefsir Sure, 22.

[70] Levis Me’fuf, s. 481. Zan, sözlükte kesin olarak bilmek anlamına da gelir.

[71] Yazır, II, 1206.

[72] Kurtubî, IV, 242.

[73] Taberî, III, 4/ 141-142. Nesefı, I, 609.

[74] Taberî, III, 4/142.

[75] Kurtubî, VI, 214

[76] Beydâvî, II, 299.

[77] Hâzin, II, 299.

[78] İbn Kesîr, II, 67.

[79] Ebu Davud, Menasik, 57.11,461. Tirmizî, Tefsir, 9. İbn Mace, Menasik, 76.

[80] Levis Me’luf, s. 156.

[81] Mehmet Vehbi, XIV, 5468.

[82] İzutsu, s. 190.

[83] Yazır, VI, 4431.

[84] Taberî, XIII, 26/103. İbn Kesir,V, 194.

[85] Yazır, VI, 4431.

[86] Beydâvî, VI, 31.

[87] İbn Kesîr, III, 483.

[88] Yazır, V, 3506.

[89] Yazır, V, 3505.