Makale

AVRUPA BİRLİĞİ HUKUK MÜKTESEBATINDA DİN

AVRUPA BİRLİĞİ HUKUK MÜKTESEBATINDA DİN

Gazi ERDEM
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

GİRİŞ

Avrupa’da ulusal uzlaşmazlıkları aşabilecek bir örgütlenmenin kuruluşu İkinci Dünya Savaşı sırasında totaliter yönetimlere karşı savaşan direniş hareketlerinden kaynaklandı. Avrupa’da bütünleşme sürecine ivme kazandıran, biri federasyon yanlısı diğeri işlevsel iki akımın başlıca savunucuları İtalyan federalist Altiero Spinelli ile 1951’de Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun (AKÇT) kurulmasına yol açan Schuman Planı’nın ilham kaynağı Jean Monnet’dir.

Bugün Avrupa Birliği; ekonomi, sanayi, siyaset, yurttaş hakları ve dış politika alanlarını kapsayan çok-sektörlü bütünleşmenin en ileri biçimidir. Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu (AKÇT) kuran Paris Antlaşması (1951), Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nu (Euratom) kuran Roma Antlaşmaları (1957), Avrupa Tek Senedi (1986) ve Maastricht Avrupa Birliği Antlaşması (1992), üye devletleri egemen devletler arasındaki geleneksel anlaşmalardan daha sıkı bir biçimde birbirine bağlayan AB’nin hukuki temellerini meydana getirir. Avrupa Birliği, doğrudan uygulanma imkanı olan bir mevzuat oluşturabilmekte ve yurttaşları lehine özel haklar ihdas edebilmektedir.

Topluluğun çalışmaları, başlangıçta altı kurucu üye (Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya ve Lüksemburg) arasında bir kömür ve çelik ortak pazarı kurulmasıyla sınırlıydı. Savaş sonrasındaki o günlerde savaşın galip ve mağluplarını, eşitler olarak işbirliğinde bulunabilecekleri bir kurumsal yapı içinde bir araya getiren Topluluk, temelde barışı güvence altına almanın bir aracı olarak algılanıyordu.

Altı devletin elde ettiği başarı İngiltere, Danimarka ve İrlanda’yı Topluluk üyeliğine başvurmaya yöneltti. Fransa’nın 1961’de ve 1967’de iki kez veto yetkisini kullandığı çetin bir pazarlık dönemini takiben, bu üç ülke 1972 yılında üyeliğe kabul edildi. Üye devlet sayısını altıdan dokuza yükselten ilk genişleme ile birlikte, Topluluk sosyal, bölgesel ve çevresel konularda üstlendiği sorumluluklarla yeni bir derinlik kazandı.

Topluluk, 1981 ’de Yunanistan’ın, 1986’da da İspanya ve Portekiz’in katılımıyla güneye doğru genişledi. 1 Ocak 1995’te Avrupa Birliği’ne üç yeni üye daha katıldı. Avusturya, Finlandiya ve İsveç’ten oluşan bu üç üye, kendilerine özgü katkılarıyla Birliği zenginleştirmekte, Orta ve Kuzey Avrupa’da yeni açılımlar sağlamaktadırlar.

Jacques Delors başkanlığındaki Komisyonun 1984’te hazırladığı Beyaz Kitaba dayanarak Topluluk, 1 Ocak 1993’e kadar tek pazar oluşturmayı kendisine hedef edindi. Avrupa Tek Senedi Şubat 1986’da imzalandı ve bu iddialı hedefle ilgili mevzuatın kabulü konusunda yeni yöntemler geliştirdi. Tek Senet 1 Temmuz 1987 tarihinde yürürlüğe girdi.

Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından 3 Kasım 1990’da iki Almanya’nın birleşmesi, Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinin Sovyet denetiminden kurtulmaları ve demokratikleşmeleri, Aralık 1991’de de Sovyetler Birliği’nin çözülmesi Avrupa’nın siyasi yapısını bütünüyle değiştirdi. Üye Devletler bağlarını güçlendirme kararlılığıyla, temel özellikleri 9-10 Aralık 1991’de Maastricht’te toplanan Avrupa Zirvesi’nde kararlaştırılan yeni bir antlaşmanın müzakerelerine başladılar.

1 Kasım 1993’de yürürlüğe giren Avrupa Birliği Antlaşması, üye devletlerin önüne iddialı bir program koymuştur: 1999’a kadar parasal birlik; yeni ortak politikalar, Avrupa yurttaşlığı, diplomatik işbirliği, ortak savunma ve iç güvenlik bunların önde gelenleri olarak sıralanabilir.

Ulusal ve ortak çıkarların sürekli dengelenmesine, ulusal geleneklerin farklılığına saygı gösterilmesine ve farklı kimliklerin güçlendirilmesine dayalı Topluluk yaklaşımı her zaman olduğu gibi bugün de geçerlidir. Devletler arasındaki ilişkilere damgasını vuran köklü düşmanlıkları, üstünlük saplantılarını ve savaşçı eğilimleri aşacak biçimde tasarlanan bu yaklaşım Soğuk Savaş yılları boyunca Avrupa’nın demokratik ülkelerinin özgürlüğe olan bağlılıkları çevresinde birleşmelerin sağladı.[1]

Supra-national (uluslar üstü) bir kuruluş olan Avrupa Birliği, üye devletlerin bazı konulardaki egemenliklerini devretmesiyle kurulmuştur. Kendisine ait yasama, yürütme ve yargı organı vardır. Avrupa Birliğinden alınan kararlar üye devletlerde doğrudan doğruya veya gerekli prosedürün tamamlanmasından sonra uygulanır. Avrupa Birliği’ne devredilen alanlarda, üye devletlerin karar alma yetkileri yoktur. Bu alanda tek yetkili Avrupa Birliği’dir ve bu alanda milletlerarası anlaşmalar dahil olmak üzere her türlü yasama veya idari işlemler yapma yetkisi ona aittir. Üye devletlerin egemenliklerini devretmedikleri alanlarda ise, devletler eskisi gibi bu egemenliklerini kullanmaya devam etmektedirler, İnsan hakları konusu henüz tam olarak Avrupa Birliği’nin yetki alanına giren bir konu değildir. Yani bu alanda devletlere egemenliklerini henüz devretmemişlerdir.[2] Buna rağmen Avrupa Birliği her zaman kendisini insan haklarına dayalı ve saygılı olarak kabul etmiştir.

Öteyandan, Avrupa Birliği üyesi bütün devletler, Avrupa Konseyine de üyedirler. Bu anlamda Avrupa Konseyince hazırlanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini onaylamışlardır. Dolayısıyla AB’nin, Avrupa Konseyinin insan hakları ile ilgili standartlarım benimseyen bir birlik olduğunu ve Konseyin insan hakları normları ve mekanizmasının aynen AB kararlan gibi bir etki yaptığını söylemek mümkündür.[3] Topluluğun ikincil hukuk mevzuatını incelerken de göreceğimiz gibi insan hakları, din hürriyeti ve ayrımcılığın yasaklanmasıyla ilgili olarak yapılan düzenlemelerde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hep referans gösterilmiştir.

Avrupa Birliği’nde, başta insan hakları olmak üzere temel haklarla ilgili düzenlemeler, ilk defa Amsterdam Antlaşmasıyla getirilmiştir. Buna göre Avrupa Birliği, özgürlük, demokrasi, insan hakları ve temel özgürlüklere saygı ve hukukun üstünlüğü ilkelerine dayanır. Avrupa Birliği, üye devletlerin milli kimliklerine ve Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi’nde yer alan temel hak ve özgürlüklere saygı gösterir. Avrupa Birliği’nde insan haklarına yaklaşım - bu arada din özgürlüğüne yaklaşım - global çerçevededir. Din özgürlüğü de bu global çerçevede Avrupa Hukukunun uygulanmasında saygı gösterilen bir insan hakkı olarak, Avrupa Toplulukları Adalet Divanı tarafından korunmaktadır. Avrupa Birliği kuramlarının hepsi de din özgürlüğüne saygı göstermekte, yaptıkları program, yasa ve faaliyetlerde din boyutunu gözardı etmemektedir.[4]

7-9 Aralık 2000 tarihinde yapılan Nice Zirvesi’nde, ‘Avrupa Birliği Temel Haklar Beyannamesi’[5] kabul edilinceye kadar Avrupa Birliği mevzuatının temelini teşkil eden ve kuruluşunun esaslarını tesbit eden temel antlaşmalarda; hak ve özgürlükler, genel anlamda insan haklarına dair hükümler yoktu. Birliği kuran antlaşmalarda insan hak ve hürriyetlerine dair bir beyanname veya sözleşmenin yer almamış olması tenkit edilmekteydi. Avrupa Birliği organlarının temel haklara saygılı olduğunu beyan eden dokümanları ve Avrupa Toplulukları Adalet Divanı’nın da temel hak ve özgürlükleri kontrol ettiğini, başka bir ifadeyle onları koruduğunu gösteren kararları mevcuttur. Ancak bu açıklamalar ve kararların ne ölçüde eksikliği giderici olduğu tartışılmıştır.[6]

AB temel antlaşmalarında din ile ilgili özel bir hüküm bulunmadığından dînî kurumlar ile devlet arasındaki ilişkiler, üye devletlerce kendi kanun ve mevzuatına göre yönlendirilmektedir. AB’de din-devlet arasındaki ilişkiler, içerdikleri farklılıklar ile dikkat çekmektedir. Bu tür ilişkiler, üye devletlerin tarihlerinden ve geleneklerinden gelen özelliklerle biçimlendirilmiş bulunmaktadır. Ancak, 1951 ’de imzalanmış olan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu Sözleşmesi ile başlayan ve günümüze kadar uzanan süreçteki Avrupa Toplulukları İkincil Hukuku, dînî boyutu göz önünde bulundurmayı yeğlemiştir.[7]

Avrupa Birliği Müktesebatı’nda din hürriyeti, yalnızca dindarların hürriyeti olarak algılanmamakta; araştırmamızın sonraki bölümlerinde de görülebileceği gibi dinsizlerin, tanrı tanımazların, hatta din düşmanlarının da hürriyeti bu kavram altında garanti altına alınmaktadır.[8]

I. TEMEL ANTLAŞMALARDA VE İKİNCİL HUKUK MÜKTESEBATINDA DİN

A) TEMEL ANTLAŞMALARDA DİN

Avrupa Topluluklarını kuran antlaşmalar, genel hatları itibarıyla ekonomik antlaşmalar olduğundan sosyal ve siyasal muhtevalı maddeler içermemektedir. Dolayısıyla din terimine bu antlaşmalarda rastlanamamaktadır. Ancak Avrupa Vatandaşlığı konseptinin gündeme geldiği Maastricht AB Antlaşmasından (1992) sonra temel hak ve özgürlükler konusu gündeme gelmeye başlamıştır. Bu tarihten itibaren Avrupa bütünleşmesinin merkezine kişiler ve onların çıkarlarının konulmasının, Avrupa Birliğinin temel eğilimlerinden biri olduğu bilinen bir gerçektir.

Maastricht Zirvesi sonucu üye devletlerin vatandaşlarıyla AB arasında daha direkt bir ilişki kurulmuş, Avrupa Vatandaşlığı adı altında sosyal ve siyasal hakları da beraberinde bulunduran bir anlayış kabul edilmiş, söz konusu haklar Amsterdam Zirvesinde daha da geliştirilmiştir. Bu zirveden sonra Avrupa kurumlan, kanunların genel bir prensibi olarak temel haklara saygı göstermekle kalmamış, AB içerisindeki özgürlüklerle ilgili müktesebatı geliştirmeye de çalışmıştır. Bu bağlamda temel haklar ve özgürlükler içerisinde önemli bir yer tutan din özgürlüğü de zikredilmeye başlanmıştır.

Araştırmanın bu bölümünde, din özgürlüğünü direkt veya dolaylı olarak konu edinen Avrupa Birliği Temel Antlaşmalarına bakılacaktır. Yukarıda belirtildiği gibi kurucu antlaşmalar, esas itibarıyla ekonomik içerikli olduklarından onlarda din özgürlüğü gibi sosyal bir konuya rastlamak mümkün değildir. Ancak, Avrupa’da demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla yerleşmesi ve Avrupa Birliğinin, ekonomik birlik safhasını geride bırakıp siyasal birlik olma hedefini benimsemesinden sonra, hedeflere ulaşmak için sosyal konular önemli olmaya başlamış, temel hak ve hürriyetler, bununla birlikte din hürriyeti de Avrupa Birliği Zirve toplantılarında gündeme gelmeye başlamıştır.

a) Amsterdam Antlaşması: 16-17 Haziran 1997’de Amsterdam’da yapılan zirve sonunda imzalanan ve gerekli prosedürün tamamlanmasından sonra Avrupa Toplulukları Resmi Gazetesi’nin 10.11.1997 tarih ve C 340 sayılı nüshasında yayınlanarak yürürlüğe giren Amsterdam Antlaşması; Avrupa Konseyine üye ülkelerce 1950’de Roma’da imzalanan ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alan temel haklara saygı gösterilmesi gerektiğini özellikle vurgulamaktadır. Antlaşmaya göre AB, ayrımcılığın ortadan kaldırılması için gerekli olan faaliyeti yapma gücüne sahiptir. Din teriminin de temel antlaşmalar içerisinde yer bulduğu ilk metin olan bu Antlaşma ile tüm ayrımcılıkların yanında dine dayalı ayrımcılığın da ortadan kaldırılması hedeflenmektedir. Antlaşmanın 13. maddesi şöyledir.

“Bu Antlaşmanın diğer maddelerine önyargısız bir yaklaşım ve Antlaşma tarafından Topluluğa tanınan güç sınırları içerisinde, Avrupa Parlamentosu’nun uygun görüşünü aldıktan sonra ve Konseyden gelen öneri ile uyumlu olarak Komisyon, cinsiyet, ırk veya etnik temel, din veya inanç, özürlülük ve yaş temellerine dayalı ayrımcılığın ortadan kaldırılması için gerekli uygun faaliyette bulunur.”[9]

Bu madde ile AB’nin yürütme organı olan Komisyon, ayrımcılığın ortadan kaldırılması hususunda görev ve yetki sahibi kılınmıştır. Araştırmamızın ileriki safhalarında da açıkça görülebileceği gibi Komisyon, bu tarihten sonra konu ile ilgili bir çok direktif, düzenleme ve ortak faaliyet programını gündeme getirmiş ve uygulamaya koymuştur. Ayrıca hem Komisyon hem de diğer AB kurumlan konu ile ilgili yapmış oldukları tüm düzenleme ve yazışmalarında Antlaşmanın 13. maddesini referans göstermeye başlamışlardır.

Ayrımcılığın ortadan kaldırılması için Topluluk tarafından alınan tedbirler ile ilgili olarak AB Komisyonunun 25.11.1999 tarih ve COM(1999)564 Final sayılı raporu, Amsterdam ve Nice Zirveleri arasında Birlik içerisindeki ve üye ülkelerdeki durumu yansıtması bakımından dikkat çekicidir. Raporun amacı Amsterdam Antlaşmasının 13. maddesiyle Topluluğa verilen yeni gücün ortaya konmasıdır.

Raporda; Avrupa Birliği, üye devletlerde ortak prensipler olan özgürlük, demokrasi, insan hakları ve temel hürriyetlerine saygı ve hukukun üstünlüğü prensipleri üzerine kurulmuştur. “Kanun önünde eşitlik ve tüm bireylerin ayrımcılığa karşı korunması, en temel hak ve demokratik ioplumlarm en gerekli özelliğidir” denilerek, Amsterdam Antlaşmasının 13. maddesine vurgu yapılmış, Topluluğun ayrımcılığı ortadan kaldırmak için gerekli gücü temin ettiği, vatandaşların AB anlayışının pekiştirilmesi için ayrımcılığın ortadan kaldırılması ve eşit muamelenin teşvik edilmesinin önemi hatırlatılmış ve genişleme düşüncesi de dahil bunların, sadece sözden ibaret olmadığının ortaya konulması gerektiği vurgulanmıştır.

Rapor, AB üyesi devletlerdeki durumu şöyle özetlemiştir: Yazılı bir Anayasası olmayan İngiltere hariç tüm üye devlet Anayasalarında ayrımcılıkla ilgili düzenlemeler vardır. Çeşitli ifadelerle hepsinde de ayrımcılık yasaklanmaktadır. Üye devletlerin çoğunun Anayasalarında açık bir şekilde ırk, etnik köken, din veya inanç ve özürlülüğe bağlı olarak ayrımcılık yapılamayacağı yazılıdır. Ayrıca birçok kanunda da ayrımcılık yapılamayacağı kayıtlıdır. Ancak, genel bir ifadeyle bazı üye devletlerde iş ve ceza hukukundaki bazı maddeler hariç; ırk, etnik köken, din veya inanç, yaş ve cinsiyet bazında ayrımcılığı ortadan kaldırmaya yönelik kapsamlı bir yasa yoktur.

Raporda Topluluğun yaptığı faaliyetler de sıralanmıştır. Buna göre: Her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması ve herkese eşit muamele yapılmasını temin edebilmek için deklarasyonlar yayınlanmış, kararlar alınmış, direktifler çıkartılmış ve ortak faaliyet programlan hazırlanmıştır. Birçok Komisyon önerisine ayrımcılık karşıtı ifadeler yerleştirilmiştir. Mesela, işçilerin serbest dolaşımını düzenleyen yasaya bu ifadeler konulmuştur. 1998 de düzenlenen Avrupa Toplulukları Personel Tüzüğü’ne ırk, siyasi, felsefi veya dini inanç ve cinsiyet konularında ayrımcılık yapılamayacağı husus konmuştur.

Temel haklarla ilgili düzenlemelerden bahsedilirken de; Avrupa Birliği Antlaşması, Birliğin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde garanti altına alınan temel haklara saygılı olduğunu ortaya koymaktadır. Söz konusu sözleşmenin 14. Maddesi, “Bu sözleşmede yer alan haklardan yararlanma; cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi ya da başka görüşler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensup olma, servet, doğuş veya herhangi bir durum bakımından hiçbir ayırım gözetmeksizin sağlanır.”[10] denilerek ayrımcılık yapılamayacağı genel prensibini ortaya koymaktadır. Bu madde, konuyu genel terimlerle ortaya koymuş, uygulama mecburiyetini hükümetlere bırakmıştır.

Raporda, Haziran 1999 da Cologne’de yapılan Avrupa Konseyi Zirvesi’nde devlet ve hükümet başkanları, Avrupa Birliğince bir temel haklar bildirgesi hazırlanması kararını vermişlerdir. Aynı paralelde olsa bile “Avrupa Birliği Temel Haklar Beyannamesi’nin ortaya konulması büyük önemi haizdir” denilerek daha sonra Nice Zirvesi’nde kabul edilecek olan Avrupa Birliği Temel Haklar Beyannamesi’nin geleceğine işaret edilmektedir.

b) Nice Zirvesi: Yukarıda da belirtildiği gibi 7-9 Aralık 2000 tarihinde gerçekleştirilen Nice Zirvesi’nde Avrupa Birliği Temel Haklar Beyannamesi kabul edildi.[11] Böylece, insan hakları alanında özel bir bildirgesi olmamasından dolayı tenkit edilen Topluluk, eleştirilere son vermiş oldu. Daha da önemlisi, 21. Yüzyıla girişin gerçekleştiği bu dönemde insan hak ve temel özgürlüklerine güçlü bir vurgu yapmış oldu. Belki de gelen asrın özgürlükler asrı, bu arada din özgürlüğünün de en zirvede yaşanacağı bir asır olacağına işaret etmiş oldu.

Genel olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle paralellik arz eden beyannamenin II. bölümünde; düşünce, vicdan ve din hürriyeti, III, bölümünde ise; eşitlik prensibi ve ayrımcılığın yasaklanması değişik maddelerde yer bulmuştur. Bu beyannamenin kabul edilmesinden sonra topluluk organları, insan hakları ve bu bağlamda din hürriyetiyle ilgili yapacakları tüm düzenlemelerde Birliğin kendi belgesi olan bu beyannameye dayanacaklar ve Avrupa Komisyonu’nun bir belgesi olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni referans almaktan kurtulacaklardır. Böylece her defasında Avrupa Birliğinin temel hak ve hürriyetlerle özgürlüklere saygılı bir birlik olduğu kuvvetle vurgulanmış olacaktır.

Avrupa Birliği Temel Haklar Beyannamesi’nin önsözünde; “Avrupa Birliği, ahlâkî ve manevî değerlerin bilincinde olarak, ayrılmaz evrensel değerler olan insan onuru, hürriyet, eşitlik, dayanışma, demokrasi prensibi ve hukukun üstünlüğü temelleri üzerine kurulmuştur. Birlik, faaliyetlerinde fertleri merkeze alır. Bunun içinde bir adalet, özgürlük ve güven alanı meydana getirerek Birlik Vatandaşlığı statüsü oluşturulmuştur. Birlik, bu ortak değerlerin korunması ve geliştirilmesine katkı sağlamakta, kültür farklılıklarına, Avrupa insanının gelenekleri ve üye ülkelerin milli kimliklerine saygı göstermektedir: Bu hedeflere ulaşmak için; toplumdaki değişimler, sosyal, bilimsel ve teknolojik gelişmeler ışığı altında temel hakların daha iyi vurgulandığı bir beyanname hazırlanması gerekli görülmüştür”[12] denilmektedir.

Avrupa Birliği Temel Haklar beyannamesinin din hürriyetiyle ilgi bölüm ve maddeleri şöyledir:

II. BÖLÜM: Özgürlükler

Madde 10: Düşünce, Din ve Vicdan Hürriyeti

  1. Herkes düşünce, din ve vicdan hürriyeti hakkına sahiptir.

Bu hak, din veya inanç değişimi hürriyetiyle tek başına veya toplu olarak, herkese açık veya özel mekanlarda din veya inancın gereğini yerine getirmek, ibadet etmek, inancın eğitim ve öğretimini yapmak haklarını da içerir.

III. BÖLÜM: Eşitlik

Madde 21: Ayrımcılığın Yasaklanması

  1. Cinsiyet, ırk, renk, etnik veya sosyal köken, dil, din veya inanç, siyasi veya diğer görüşler, milli bir azınlığa mensubiyet, servet, doğum, yaş ve cinsi yön tayinine bağlı her çeşit ayrımcılık yasaktır.
  2. AT ve AB antlaşmalarında da belirtildiği gibi milliyetçilik bazında da her türlü ayrımcılık yasaktır,[13]

Beyanname Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle kıyaslandığı zaman aralarında tam bir paralellik olduğu, hatta aynı ifadelerin kullanılmış olduğu görülür. Din ve vicdan hürriyetiyle alakalı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. maddesi: “Her şahıs düşünce, vicdan ve din hürriyetine sahiptir. Bu hak, din veya kanaat değiştirme hürriyetini ve alenen veya hususi tarzda ibadet ve ayin veya öğretimini yapmak suretiyle tek başına veya toplu olarak dinini, veya kanaatini açıklama hürriyetini içerir.”[14] şeklindedir.

Sözleşmenin ayrımcılığı yasaklayan 14. maddesi ise: “İş bu sözleşmede tanınan hak ve hürriyetlerden istifade keyfiyeti, bilhassa cins, ırk, renk, dil, din, siyasi veya diğer kanaatler, milli veya sosyal menşe, milli bir azınlığa mensupluk veya her hangi bir durum üzerine dayalı hiçbir ayırıma tabi olmaksızın sağlanmalıdır”[15] şeklinde ifade edilmektedir.

İki metnin ilgili maddeleri arasında bu kadar benzerlik olduğunu gördükten sonra, Avrupa Birliği’nin bu konuda bir beyanname kabul etmesinin sebebinin, Birlik müktesebatı içerisinde yokluğu tenkit edilen, Birliğin özel bir belgeye sahip olması arzusu ve bu arada da insan haklarına yeniden bir vurgu yapma isteği olduğu düşünülebilir. Bu gün Avrupa Birliği’nin dünyadaki önemli konumu göz önüne alınacak olursa bu vurgu çok önemlidir. Özellikle Avrupa bütünleşmesinin içerisinde yer almak, hatta işbirliği yapmak isteyen üçüncü ülkelerin bu manada dikkatlerinin çekildiği söylenebilir. Düşünce ne olursa olsun beyannamenin temel antlaşmalardan birisi içerisinde kabul edilmesiyle, temel hak ve hürriyetlerle özgürlükler, bu arada din ve vicdan özgürlüğü de en sağlam belgeyle destekli olarak Avrupa bütünleşmesinin merkezinde yer bulmuştur. Bu belge, aday ülkeler için ortaya konan siyasi kriterlerin en önemli maddesinin dayanağı olacaktır. Bu bağlamda ülkemizde de, kısa ve orta dönem olarak ifade edilen zaman dilinde söz konusu beyanname sıkça dile gelecektir.

B) İKİNCİL HUKUK MÜKTESEBATINDA DİN

AB kurumlarında İkincil Hukuk Müktesebatı, temel antlaşmalara dayalı olarak oluşturulmaktadır. Yukarıda açıklandığı gibi Nice Zirvesi’ne kadar Birliğin temel antlaşmalarında din ve vicdan özgürlüğü ile ilgili bir dokümanı bulunmadığı için, din ile ilgili konular ayrımcılığın yasak olması babında değerlendirilmiş ve İkincil Hukuk Müktesebatı içerisinde konu ile ilgili yapılan düzenlemelere Amsterdam Antlaşması’nın 13. maddesi referans gösterilmiştir. Avrupa birliği Müktesebatı veri tabanları olan celex (www.europe.eu.int/celex) ve eurlex (www.europe.eu.int/eurlex) tarandığı zaman, tüm müktesebat içerisinde 100’e yakın yerde din sözcüğünün geçtiği görülmektedir. Din terimlerinden bazen birkaç tanesinin aynı metinde geçtiği düşünülecek olursa, ATAD kararları haricinde yaklaşık olarak 15 kadar İkincil Hukuk Metninde din kelimesinin geçtiği görülecektir.

Araştırmanın bu bölümünde Avrupa birliğinin dine olan yaklaşımını gösteren bu metinler, konularına göre çeşitli alt başlıklara ayrılarak incelenmiştir.

a) Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına Yönelik Çalışmalar:

Temel antlaşmalardan söz edilirken Amsterdam Antlaşması’nın 13. maddesinin her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması düşüncesiyle kabul edildiği ve bu konuda Komisyona görev ve yetki verildiği belirtilmişti. Yetkili kılınan Komisyon, o günden sonra İkincil Hukuk Müktesebatı içerisinde yer alacak birçok doküman yayınlamıştır. Din konusu da ayrımcılık yapılamayacak esaslardan biri olarak bu dokümanlarda yer almıştır.

Konuyla ilgili olarak hazırlanan belgelerin en önemlilerinden biri; Konseyin, üye ülkelerde 2001-2006 periyodunda her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasını temin amacıyla hazırladığı Topluluk Faaliyet Programı’dır. Bu faaliyet programıyla üye devletlerde ayrımcılığın ortadan kaldırılması için gerekli tedbirlerin alınması ve efektif politikaların uygulamaya konulması amaçlanmaktadır. Programın 1. Maddesinde; “Bu karar ırk, etnik köken, din veya inanç, özürlülük, yaş veya cinsiyet temeline dayalı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına yönelik uygun tedbirler geliştirmek üzere topluluk faaliyet programı oluşturur” denilmektedir. 2. maddede ise ayrımcılığın tarifi yapılmaktadır. Buna göre ayrımcılık; “bir kişi veya kişilerden oluşan grubun diğerine kıyasla ırk, etnik köken, din veya inanç, özürlülük, yaş veya cinsiyet dolayısıyla değişik muameleye tabi tutulması veya objektif sebeplerle izah edilmedikçe, aynı konuda o kişi veya grubun diğerine göre dezavantajlı uygulamaya tabi tutulmasıdır.”[16]

Ayrımcılığın ortadan kaldırılması için oluşturulan bu faaliyet programına projeler hazırlanmasını temin etmek üzere komisyon tarafından bir çağrı yapıldığı görülmektedir. Hazırlanacak projelerde en az dört farklı üye ülkeden katılımcıların olması ve resmi kurumlar, sivil toplum örgütleri, sosyal kurumlar, üniversite ve araştırma kuramlarının projelere dahil edilmesi istenmektedir. Hazırlanması istenen projelerle, ayrımcılığın ortadan kaldırılması konusunda güzel uygulamaların aktarımı, bilgi alış-verişinin temini ve Amsterdam Antlaşmasının 13. maddesindeki âmir hükme hayatiyet kazandırma amaçlanmaktadır. Bu bağlamda Komisyon, ırk, etnik köken, din veya inanç, özürlülük, yaş veya cinsiyete dayalı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına yönelik olarak yapılan faaliyetlerle bu yöndeki politikaların geliştirilmesine katkı sağlayacak girişimleri desteklemeyi hedeflemektedir.[17]

Aynı konuda yapılan bir başka duyuruda ise çalışma yapılacak alanlar sıralanmış ve Avrupa Birliği bütçesinden bu iş için 7.000.000 Euro pay ayrıldığı belirtilmiştir.[18] Avrupa Birliği bütçesinden yeni programlar için tahsisat ayırmanın zorluğu ve AB Parlamentosu’nun bütçe konusundaki hassasiyetini göz önüne aldığımızda; Euro bazında milyonlarla ifade edilen bir tahsisatın bahsedilen projeler için ayrılmış olması, Komisyon’un konuya verdiği önemi göstermeye kâfidir.

b) İş ve Mesleğe Eleman Alımında Eşit Muamele:

Bu konuda ilk ele alınabilecek doküman, AB Konseyi tarafından çıkarılan iş ve mesleğe eleman alımında herkese eşit muamele yapılması hususunda genel çerçeve oluşturulmak üzere çıkarılan Konsey Direktifi’dir.[19]

Direktifle, Avrupa Birliğini kuran antlaşmanın 13. maddesinde yer alan din dahil tüm ayrımcılıkların ortadan kaldırılarak iş ve sosyal güvenlik alanlarında eşitliğin sağlanması, kişilerin hayat standartlarının yükseltilmesi, ekonomik ve sosyal dayanışmanın gerçekleştirilmesi ve serbest dolaşım hürriyetinin temin edilmesi amaçlanmaktadır. Bu amaca ulaşmak için Topluluk içinde her türlü ayrımcılık yasaklanmıştır. Üye ülkelerde yaşayan üçüncü ülke vatandaşları için de ayrımcılık yapılması yasaklanmıştır. Din dahil herhangi bir ayrımcılığa maruz kalan kişiler hukukun koruması altında olacaklardır. Etkin bir korumanın temin edilebilmesi için demek ve cemiyetlerle diğer legal kurumlar müdafaa hakkına sahip kılınmışlardır. Böyle bir yetkilendirme ile de Birliğin, örgütlü toplum anlayışını desteklediğini ve fertlerin haklarının aranmasında onların üye oldukları dernek veya cemiyetlerin daha aktif olmalarını sağlama düşüncesinde olduğunu söyleyebiliriz.

Direktifin diğer bir amacı da, iş bulma, iş yerindeki kariyerinde yükselme imkanı elde etme, hizmet içi eğitim, iş şartları ve belli organizasyonlara üye olma konularında herhangi bir ayırım gözetmeksizin tüm bireylerin üye ülkelerin tamamında eşit muameleye tabi tutulmasını temin etmektir. Çünkü, Avrupa Birliğinin temel ilkelerinden olan malların, sermayenin, hizmetlerin ve işçilerin serbest dolaşımının temini, bu şartların sağlanmasına bağlıdır.

Direktifin 4. maddesinin 2. fıkrasında, din hizmeti sunan organizasyonların özel durumlarından bahsedilmektedir. Bu organizasyonlar içerisinde, din ve inancın gereği olarak, mevcut özel görevler için kişinin dini inancından dolayı farklı uygulama yapılabilir. Faaliyetlerin tabiatı ve inancın gereği olduğu için bu arada ortaya çıkan bazı özel şartların ortaya konulması ayrımcılık olarak değerlendirilemez. Bu maddeden dolayı, örneğin Katolik Kilisesi’ne papaz atanması için yapılan bir duyuruda adayların; erkek, Hıristiyan ve Teoloji mezunu olmasının şart koşulması ayrımcılık olarak nitelendirilemez. Aynı hüküm, üye ülkelerden birinde bulunan bir camiye imam-hatip atanması söz konusu olduğunda da geçerlidir. Bu madde ile din hizmeti sunan organizasyonlara ayrıcalık tanınmış, yapılan uygulama inancın gereği olarak kabul edilmiştir.

Alt başlık konusuyla direkt ilgili olmamasına rağmen, İslâm dinine saygının ve Müslüman halklara dinlerinin emirlerini rahatlıkla yaşayabilme kolaylığı sağlamanın bir göstergesi olarak, Avrupa Birliği’nin bir başka düzenlemesi olan hayvan kesimi konusunu burada zikretmeyi uygun buluyoruz. Bu konuda, kesilecek hayvanların korunmasına ilişkin Avrupa Sözleşmesi’ni kabul ettikten sonra, AB çeşitli direktifler çıkartarak, hayvanların en az acıya maruz kalacak şekilde nasıl kesilmesi gerektiğini ve bu arada onlara yapılacak muameleyi belirleyen ayrıntılı direktifler yayınlamıştır. Avrupa Birliği’nin burada amacı, önce hayvanları mümkün olduğunca korumak; sonra, değişik ülkelerde hayvan kesimi konusundaki farklardan dolayı meydana gelen rekabeti önlemek ve en önemlisi de kaliteli et elde edilmesini sağlamaktır. Direktiflerde belirtilen kesim usullerinde, daha doğrusu kesim sırasında hayvanın etkisiz hale getirilmesi, uyutulması, bayıltılması ve ani bir şekilde öldürülmesi gibi metotlar belirlenmiştir. Fakat bu çerçevede dinî bir konu ve hassas bir nokta meydana çıkmıştır. Çünkü, bazı dinlerde bu yöntemler meşru veya doğru kabul edilmemektedir. Bu amaçla çıkartılan direktiflerde Avrupa Birliği, dinî usullere göre kesilmesi gereken hayvanlarda, burada öngörülen bazı hayvan kesme veya bayıltma usullerinden vazgeçilebileceğini hüküm altına almıştır.[20] Avrupa Birliği burada kesilecek hayvanları korumak isterken dinin emrini yerine getirmek isteyen dindar fertleri zora sokmamış, dolayısıyla insanı merkeze aldığını bir kez daha göstermiş ve onun huzuruna katkı sağlamaya çalışmıştır.

İş ve mesleğe eleman alınması konusunda çıkarılan direktiflere, Birlik kuramlarının öncelikle uyduğunu tahmin etmek zor değildir. Buna örnek olması açısından, Konsey’in, Avrupa Topluluklarında çalıştırılacak eleman alımı için yaptığı sınav ilanı burada zikredilebilir. Sınav başvurusu ile ilgili genel şartlar sıralanırken; Konsey Genel Sekreterliğinin, işe alma politikası olarak, erkek-kadın eşitliği prensibine uyduğu ve özürlülük, ırk, din ve cinsiyet bazında her türlü ayırımcılığı dışladığı belirtilmektedir.[21]

Topluluklarda çalıştırılmak üzere eleman alımı konusunda ATAD’a intikal eden bir dava, araştırmanın ileri safhasında ele alınacak; AT AD kararında da eşitliğin öneminin vurgulandığı ve ayrımcılığın yasaklandığı görülecektir.

c) Eğitim Programlarında Ayrımcılığın Yasaklanması:

Birliğin, Komisyon tarafından yürütülmekte olan Sokrates, Leonardo Da Vinci ve Gençlik Programları adlı aday ülkelerin katılımına da açık eğitim programları vardır: Ayrıca, Birlik vatandaşlarının tümüne açık olan, her yaş ve meslek mensubu vatandaşın bilgi ve becerilerini artırmaya yönelik bir eğitim programı olan Yaşam Boyu Öğrenme Programı ihdas edilmiştir. Söz konusu program için öneriler hazırlanmasını isteyen Komisyon duyurusu ekinde, programa kimlerin katılabileceği alt başlığı altında: “Yaşam Boyu Öğrenme Programı tüm vatandaşlara açık olmalıdır. Öğrenmenin içeriği ve nerede yapıldığı ise öğrencinin kim olduğuna bağlı olarak çok çeşitli olabilir. Yaşam Boyu Öğrenme Programı daha çok temel yetenekleri güncelleştirmek için ‘ikinci bir şans’ temin etmektedir. Program daha ileri seviyede öğrenme imkanları da sunmaktadır. Yaşam Boyu Öğrenme Programı yaş, cinsiyet, uyruk, yaşanılan yer, din, ırk, ekonomik durum, iş durumu, sağlık, tecrübe, özürlülük vb. durumlara bakılmaksızın herkese açıktır.”[22] denilmektedir. Birliğin bu programlarının din ayrımı yapılmadan herkese açık olduğu buradaki ifadelerden rahatlıkla anlaşılmaktadır.

d) Din Özgürlüğüne Yaklaşım:

Avrupa birliği Kuramlarının din özgürlüğüne yaklaşımlarını gösteren verileri, AB Komisyonuna verilen soru önergeleri ve cevaplarından çıkarmak mümkündür. Komisyon adına verilen cevaplar kişilere ait görüşler olmaktan öte, Komisyonun resmi görüşü olarak değerlendirilmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi, din ve vicdan özgürlüğü hakkında Nice Zirvesi’ne kadar Toplulukların bir ana referans metni bulunmadığı da göz önüne alınırsa, Avrupa Birliğinin yürütme organı olan Komisyonunun görüşleri büyük bir önemi haizdir.

İlk ele alınacak soru önergesi Erik Meijer’in Komisyona yönelttiği 01 Eylül 1999 tarihli yazılı soru önergesidir. Erik Meijer;

“1. Komisyon, ister 19. ve 20. yüzyıllarda kurulmuş olsun, isterse yüzyıllardır mevcut olsun tüm dini cemaatlerin eşit hak ve sorumluluklara sahip olması, kiliselerine saygı gösterilmesi, görüşlerini yaymaları, toplantılar tertip etmeleri, inananlarını organize etmeleri, üyelerinden para toplamaları ve hükümete vergi ödemeleri açısından aralarında hiçbir ayrım yapılmaması görüşünü paylamakta mıdır?

2. Komisyon, Hıristiyan cemaati olan Yahova Şahitlerinin Fransa’daki durumları hakkındaki şikayetlerinden haberdar mıdır? Onlar 1906 yılından beri orada faaliyet göstermektedir ve 250.000 üyeleri vardır. Diğer AB ülkelerindeki cemaatlerden daha az haklara sahiptirler. Yaklaşık iki bin yıldır Fransa’da varlığını sürdüren Katolik Kilisesiyle kıyaslandığında özellikle vergi, kilise binalarına sahip olma, yayın yapma ve üyelerinden kabul ettikleri bağışlardan, ticari faaliyette bulunan müessese olarak kabul edilmeleri sebebiyle %60 vergi verme mecburiyetinde olmaları dolayısıyla daha az haklara sahip olduklarından haberdar mıdır?

3. Komisyon, üye devletlerde göreceli olarak daha sonra kurulan kilise topluluklarının eskilere kıyasla ayrımcılığa maruz kaldığından haberdar mıdır?

4. AB üyesi tüm ülkelerde dini cemaatlerin tam bir eşitlik içerisinde olmalarının temini için Komisyon ne yapmak niyetindedir?” sorularını yazılı olarak Komisyon’a yöneltmiştir.

Komisyon adına Mr. Vitorino’nun 26 Ekim 1999 tarihli cevabı ise şöyledir.

Birlik, üye devletlerin ulusal hukukuna göre statü tanıdıkları kilise, dinî demek ve cemaatlere saygı göstermekte ve herhangi bir önyargıda bulunmamaktadır. Amsterdam Antlaşması ekinde yer alan 11 nolu deklarasyon bunu ortaya koymaktadır. Sayın üye tarafından dile getirilen kilise binaları, görüşlerin yayılması ve dinî cemaatlerin toplantı düzenlemeleri konuları tamamen ulusal hukukun korumasına bırakılmıştır. Tüm üye devletler 04 Kasım 1950’de Roma’da imzalanan İnsan Hakları Sözleşmesine taraftırlar. Adı geçen sözleşmenin 9. maddesi “herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğüyle açık veya özel mahallerde ibadet, öğretim, uygulama ve tören yapma suretiyle tek başına veya toplu olarak dinini ve inancını açıklama özgürlüğünü de içerir” şeklindedir. Orada bazı sınırlamalar vardır fakat bunlar, sözü edilenlerin dışındadır. Devletler bu haklara müdahale eden faaliyetlerde bulunamazlar. Buna rağmen amir maddenin devletleri tüm dini cemaatlere aynı şekilde muamele etmeye mecbur ettiği yorumu çıkarılamaz.[23]

Bayan Helle Thorning-Schmidt tarafından 4 Kasım 2000 tarihinde Komisyona yöneltilen P-3 884/00 sayılı soru önergesi daha dikkat çekici olup, cevabı da daha ikna edicidir. Cevap, Birliğin din hürriyetine gösterdiği saygıyı çok güzel bir şekilde yansıtmaktadır. Sorunun konusu iş yerlerinde baş örtüsünün yasaklanması olduğu için de Müslümanları doğrudan ilgilendirmektedir. Mrs. Schmidt’in sorusu şöyledir:

Komisyon, yasağın güvenlik ve sağlık tedbirleri gerekçesiyle olmadığı bir yerde, dini inançların bir gereği olarak iş yerinde baş örtüsü takmak isteyen bir çalışanın isteğinin reddedilmesinin herkese eşit muamele edilmesi konusundaki direktifin uygulanmasına aykırılık teşkil ettiği görüşünde midir?

Soruya Komisyon adına Bayan Diamantopoulou, 2 Şubat 2001 tarihinde aşağıdaki cevabı vermiştir:

“Konsey, 27 Kasım 2000 tarihinde, iş ve meslekte eşit muamele şartlarının temini için bir genel çerçeve oluşturan 2000/78/EC sayılı direktifi kabul etmiştir. Bu direktifin 2. maddesi dine dayalı direkt veya dolaylı ayrımcılığı yasaklamaktadır. İslâmî baş örtüsü, İslâm dinine mensup olanların ayırıcı bir işareti olarak düşünülmektedir. Prensip olarak bir iş verenin işçilerine baş örtüsü takmalarını yasaklaması dine dayalı ayrımcılık yaptığı şeklinde görülebilir. Dolayısıyla bu uygulama 2000/78/EC sayılı direktife aykırıdır.

Ancak, çalışanların üniforma gibi tek tip giysiler giymek durumunda oldukları veya hastaneler gibi sağlığın korunmasına yönelik şartların temin edilmek istendiği yerlerde böyle bir yasaklama dine bağlı ayrımcılık yapıldığı manasına gelmez ve direktifin kapsamına girmez.

Direktifin uygulanması ve ferdî hadiseler konusunda karar verme yetkisi, ulusal mahkemelere aittir.”[24] Komisyon adına verilen cevap herhangi bir yoruma gerek kalmayacak kadar açıktır.

Ateist, Agnostik ve Hümanistlerin durumu ile alakalı, Bayan Elizabeth Lynne tarafından 16 Ocak 2001 tarihinde Komisyona yöneltilen E-4144/00 sayılı yazılı soru önergesi, AB’nin dindar olanlar kadar dinsiz olan fertlerin de özgürlüklerini koruduğunu veya din özgürlüğü konusunda dindarlara ve dinsizlere eşit muamele yaptığını göstermesi açısından dikkate değer. Konuyla ilgili soru önergesi şöyledir.

İş ve mesleğe alınmada eşit muamele konusundaki direktif, yaş, özürlülük, din veya inanç ve cinsiyet konularındaki ayrımcılığı yasaklamaktadır. Bu Amsterdam antlaşmasının 13. maddesiyle aynıdır. ‘İnanç’ teriminin genel bir tanımı var mıdır, veya bu, üye ülkelerce mi belirlenecektir? Bu direktife göre Ateist, Agnostik ve Hümanistlerin durumu nedir?

Komisyon adına bu soruya 28 Mart 2001 tarihinde Bayan Diamontopulou’nun cevabı aşağıdaki gibidir:

Konseyin 27 Kasım 2000 tarih ve 2000/78/EC sayılı direktifi,[25] iş ve mesleğe alınmada herkese eşit muamele edilmesi konusunda genel bir çerçeve koymamaktadır. Din ve inanca dayalı direkt veya dolaylı ayrımcılık yapılmasını yasaklayan prensipler getirmektedir. Direktifte ‘inanç’ teriminin bir tanımı yapılmamıştır. İnanca dayalı ayrımcılığın yapılamayacağı hususu ATAD tarafından denetlenecektir. Direktifin 4. maddesinin 1. ve 2. fıkrasındaki din ve inanca dayalı ayrımcılığın genel olarak yasaklanması her hangi bir ön yargıda bulunmaksızın Ateist, Agnostik ve Hümanistler hakkında da uygulanmaktadır.[26]

e) Sığınmacılarla İlgili Yasalarda Din: Sığınmacıların durumu ve sığınmacı teriminin tanımıyla ilgili olarak, Komisyon tarafından belirlenen 4 Mart 1996 tarih ve 96/196/JHA sayılı ortak tutum kararında; “Kişiye sığınmacı statüsünün tanınmasının şartlarından biri de ırk, din, milliyet, siyasi düşünce veya belirli bir sosyal gruba mensubiyetten dolayı cezalandırılmaktan korkuyor olmaktır. Sığınmacı açık deliller ortaya koymak mecburiyetindedir. ” denilerek dininden dolayı bulunduğu ülkede sıkıntı çeken kişilere de sığınmacı olma yolu açılarak bu konudaki insan hak ve hürriyetinin önü açılmış bulunmaktadır. Bu da Birliğin din özgürlüğüne saygıyla yaklaştığının açık bir göstergesidir.

Aynı kararda cezalandırılma alanları sayılırken; “din geniş bir anlamda ele alınmalıdır ve imanlı, iman karşıtı ve ateist inançları içermelidir. Dinden dolayı cezalandırma çeşitli şekillerde olabilir. İbadetin tamamen yasaklanması ve bazı dini gruplar aleyhine ayrımcı tedbirler almak bunlardandır. Devlet, özel hayatta bile olsa dini faaliyetleri cezalandırmış olabilir. Hiçbir dine inanmak istemeyen, bir dini gruba katılmayı reddeden veya bir dinin bazı hüküm ve adetlerini uygulamak istemeyen kişilere de din temeline dayalı cezalandırma yapılmış olabilir”[27] denilmektedir. Buradaki ifadelerde de Birliğin inanç anlayışı ve buna dayalı olarak yapılacak zorlamaların neler olabileceği ortaya konulmuştur.

Komisyon tarafından hazırlanan 03.04.2001 tarih ve COM (2001) 181 final sayılı “Üye Ülkelerde Bulunan Sığınmacıların Barındırılmalan ile İlgili Minimum Standartların Ortaya Konulması İçin Konsey Direktifi Önerisi” de din özgürlüğüne Avrupa Birliğinin yaklaşımını gösteren çeşitli maddeleri içermektedir. Önerinin 3. bölümünde maddi barındırma şartları arasında 15. maddenin 2. fıkrasında; İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde ortaya konan genel prensiplere uyulması, temin edilen materyalin sağlık koşullarına uygun olması, sığınmacı aile fertlerinin birlikteliğinin korunması üye devletlerden istenmektedir. Bu direktifin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun bir şekilde uygulanması istenirken, Sözleşme’nin 9. maddesindeki kişinin dinini yaşama hakkına vurgu yapılarak, üye ülkelerden sığınmacıların kendi ibadet yerlerine ulaşımlarının temin edilmesi de istenmiştir. 8. Bölüm 32. maddede ise, “Üye ülkeler cinsiyet, renk, ırk, etnik veya sosyal köken, din veya inanç, dil, siyasi veya diğer düşünceler, bir milli azınlığa mensup olma, servet, doğum, özürlülük ve yaş temellerine dayalı herhangi bir ayrımcılık yapmaksızın bu direktifteki maddeleri uygulayacaklardır” denilmektedir.

f) Televizyon ve İnternet Yayıncılığı ile İlgili Yasalarda Din: Konseyin 89/552/EEC sayılı televizyon yayıncılığı yönetmeliğinde, “Üye devletler yayınların ırk, cinsiyet, din ve milliyetçilik temelinde düşmanlık duyguları içermemesini temin etmek durumundadırlar” denilerek üye ülkelerden gereğinin yerine getirilmesi istenmiştir.

Konseyin 25 Ocak 1999 tarih ve 276/1999/EC sayılı İnternet kullanımı ile ilgili kararında; global network içerisinde yer alan zararlı ve illegal unsurların engellenerek, internetin kullanımını teşvik etmek üzere, topluluk ortak aksiyon planı hazırlanması istenmektedir. Kararın 3. maddesinde, üye devletlerin Komisyonun rehberliğinde alacakları tedbirler sıralanmakta; çocuk pornografisi, ırk, cinsiyet, din, milliyet veya etnik kökene dayalı düşmanlık ve nefrete yer veren içeriklerin izlenmesini ve endüstrinin kendi içi düzenlemelerini bu çeşit program veya içeriklere yer vermeyecek şekilde yapmasını teşvik etmeyi kararlaştırmıştır.[28]

II. AVRUPA BİRLİĞİNİN ÜÇÜNCÜ ÜLKELERLE İLİŞKİLERİNDE DİN

Topluluğun İkincil Hukuk Mevzuatında yer alan bazı dokümanlar, Birliğini üçüncü ülkelerle olan ilişkilerinde insan hakları bağlamında din özgürlüğüne de yer verdiğini, bu konuda muhatap ülkelerden gerekli düzenlemeleri yapmalarını istediğini göstermektedir. Araştırmamızın bu bölümünde, konuyla ilgili müktesebat içerisinde yer alan bazı metinler zikredilecektir. Alınan metinler, Avrupa Birliğinin diğer ülkelerle ilişkilerinde din özgürlüğünün o ülkelerde de temin edilmiş olmasını önemsediğini ve ilişkilerin geliştirilmesini buna bağladığını göstermektedir.

a) Avrupa Toplulukları-Afrika, Karayip ve Pasifik Ülkeleri İlişkilerinde Din: Bu konudaki ilk örneğimizi Afrika, Karayip ve Pasifik ülkeleri ile Avrupa Toplulukları arasında 04 Kasım 1995 tarihinde yapılan Ticaretin Geliştirilmesi Antlaşması (4. Lome Sözleşmesi) teşkil etmektedir. Söz konusu antlaşmanın 5. maddesinin 1. fıkrasında; tarafların temel insan haklarına riayet etmeleri şart koşulmuş, demokratik prensiplerin tanınıp uygulanacağı, hukukun üstünlüğüne uyumun AKP-AT arasındaki ilişkileri güçlendireceği ve bu sözleşmenin en önemli uzvu olacağı belirtilmiştir.

Antlaşmanın 2. fıkrasında; AKP-AT işbirliğinin insanların sosyal, politik, ekonomik ve kültürel haklan konularında karşılaştıkları engellerin ortadan kaldırılmasına yardımcı olacağı vurgulanmıştır. Aynı fıkrada her iki tarafın da etnik köken veya grup, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, din ve diğer durumlara dayalı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması için çalışacakları ve uluslararası hukukun gerektirdiği sorumlulukları yerine getirecekleri tekrar tekrar vurgulanmaktadır. Buna göre üye ülkeler ve AKP ülkeleri, diğer ülkelerden kanuni yollarla kendi ülkelerine gelerek yerleşmiş bulunan işçi ve öğrencilerin özellikle yerleşme, eğitim, sağlık, iş ve diğer sosyal hizmetlerde ırk, dini, kültürel veya sosyal farklılıklara dayalı herhangi bir ayrımcılığa maruz kalmamaları için kanuni veya idari tedbirleri almaya devam edeceklerdir.[29] Avrupa Birliği, burada da görüldüğü gibi ayrımcılığın yasaklanmasıyla ilgili kendi çabalarını uluslararası düzeye çıkarmakta, böylece konunun önemini artırmakta ve en azından çeşitli antlaşmalar yaparak işbirliği içinde bulunduğu ülkelerde de bu prensibin yerleşmesi ve uygulanması için çalışmaktadır.

b) Sudan İle İlgili Alınan Kararlarda Din: 17-20 Mart 1997 tarihleri arasında Brüksel’de yapılan AKP-AT ortak zirve toplantısında, Sudan’daki insan hakları ihlallerinin önlenmesi için yeniden bir çağrı yapılması kararı alınmıştır. Kararda, Sudan’daki iç savaşın durumu gittikçe zorlaştırdığına, çok sayıda kimsenin savaştan etkilendiğine, ciddi insan hakları ihlalleri olduğuna dikkat çekilmiş, hızlanarak devam eden savaşın durumu daha da kötüleştireceği, Sudan Hükümeti tarafından muhaliflerin göz altına alınmalarının gittikçe yaygınlaştığı raporlara dayanılarak ifade edilmiştir.

Kararda; IGAD barış girişimi çabalarının, çatışmaların çözümü için adaletli ve barışçıl bir çözüm getireceğine inanıldığını, bu girişimle gerekli olan self determinasyon (kendi geleceğini belirleme) hakkının ve din ile devletin birbirinden ayrılması (laiklik) prensibinin temin edileceğini, ancak Hartum’daki NIF rejiminin sistematik olarak bunu engellediğini belirtmişlerdir.

Avrupa Birliği söz konusu kararda, Sudan Hükümetini Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi ile işbirliği yapmaya, üye devletleri de kararların uygulanması için Birleşmiş Milletlere yardım etmeye çağırmıştır. Ayrıca, IMF ve Afrika Kalkınma Bankasından Sudan’a yapılacak yardımların durdurulmasını istemiş, Sudan’a havayolu ulaşımının yasaklanması konusundaki 1070 sayılı BM kararının desteklenmesini kararlaştırmıştır.[30]

Benzeri kararlar AKP ülkeleri ile Avrupa Toplulukları arasında 23-26 Eylül 1996 tarihlerinde Lüksemburg’ta yapılan ortak toplantıda da alınmıştır.[31]

Bu kararlarda açıkça görüleceği gibi Avrupa Birliği, ilişki kurduğu üçüncü ülkelerde insan haklarının geliştirilmesine büyük önem vermektedir. Söz konusu kararlarda Sudan’da laik bir rejimin kurulmasının istenmesi son derece dikkat çekicidir. Çünkü, burada Sudan’a laiklik dayatması yapılıyor gibi bir görünüm vardır. Buradan hareketle Birliğin, din özgürlüğünün demokratik ve laik ülkelerde daha rahat temin edilebileceği düşüncesinde olduğu söylenebilir. Fakat Birliğin, üye ve aday ülkelerden, laiklik prensibini benimsemeleri gibi bir isteği veya şartı yoktur. Demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işletiliyor olması, Birliğe katılmaya aday olarak kabul edilen ülkelerle müzakerelere başlamanın temel şartıdır. Bu siyasi kriterlerin en önemli maddesidir.

c) AB-Özbekistan İlişkilerinde Özbekistan’daki Din Hürriyeti: Üçüncü ülkelerde din hürriyeti konusunun AB tarafından takip edildiği, ilişki kurulan ülkelerde insan haklarının, bu bağlamda din hürriyetinin korunmasına özen gösterildiği ve ilişkilerin geliştirilmesi için bunun bir şart olarak öne sürüldüğü AB’nin bilinen bir politikasıdır. AB işbirliği yaptığı ülkelerle olduğu gibi, Özbekistan ile yaptığı görüşmelerde de bu ülkedeki insan hakları ve din hürriyeti konularını takip ettiğini ve bunu önemli bulduğunu dile getirmiştir. Komisyon tarafından bir üyenin yazılı sorusuna verilen cevap, bu konuda örnek gösterilebilecek bir mahiyettedir. Konseye yöneltilen soru önergesi; Özbekistan’daki insan hakları uygulaması ve özellikle Hıristiyanlığa dönenlerin durumlarının takip edilip edilmediği ve bu konuda Özbekistan hükümetine bir yaptırımda bulunulup bulunulmadığı şeklindedir. Komisyon, söz konusu soruya; Özbekistan’daki insan hakları uygulamalarının Konsey tarafından takip edildiği ve AB’nin devamlı olarak konuyu Özbek otoritelere ilettiği şeklinde cevap vermiştir.

Ayrıca, 13 Eylül 1999 tarihinde Taşkent’te yapılan I. AB Özbekistan İşbirliği Toplantısında; Birlik, din hürriyeti ve özellikle Özbekistan’ın Hıristiyanlara karşı olan kötü tutumunun kendilerini direkt olarak ilgilendirdiğini ifade etmiştir. Aralarında yaptıkları ortaklık ve işbirliği antlaşmasının gereği olarak, Özbekistan’dan din hürriyetine saygı göstermesi istenmiştir. AB ayrıca, siyasal görüş ve dini inançlarından dolayı hapsedilenlerle de ilgilendiğini, Özbekistan’daki insan hakları uygulamalarını her yönden takip edeceğini ve konuyu Özbek yetkililere devamlı olarak ileteceğini de cevabında bildirmiştir.[32]

Bu cevaptan, üçüncü ülkelerde yaşayan Hıristiyanların durumlarının AB tarafından takip edildiği yorumu çıkarılabilir: Elbette, sadece Hıristiyanların hürriyetini takip ettiği yorumu çıkarılarak Birliğin suçlanması yersizdir. Zira birlik, din hürriyeti anlayışında sadece Hıristiyanlara özgürlük tanınması düşüncesinde değildir: Şimdiye kadar kaydedilen müktesebattan da bunu anlamak mümkündür. Ayrıca, Konsey tarafından 20 Haziran 1994 tarihinde hazırlanan, üçüncü ülkeler ile ilgili olarak hazırlanacak ortak raporlarda uyulması gereken prensipler belirlenirken; tüm insan hakları uygulamalarına bakmanın yanında, mutlak olarak ırk, din, milliyet, belirli bir sosyal grup veya siyasi bir görüşe sahip olma dolayısıyla o ülkede herhangi bir cezalandırma yapılıp yapılmadığına özellikle bakılacağı ve özel bilgilerin temin edileceği kararlaştırılmıştır.[33] Ayrıca insanî yardımlar hakkında çıkarılan 20 Haziran 1996 tarih ve 1257/96 sayılı Konsey tüzüğü, Birliğin dinler arasında herhangi bir ayrım yapmadığını açıkça göstermektedir. Adı geçen tüzükte; “İnsanî yardımlarda tek gaye insanları çektikleri sıkıntıdan kurtarmaktır. Felakete uğrayanlara ırk, etnik köken, din, cinsiyet, yaş, milliyet veya siyasi düşünce bazında herhangi bir ayrım yapılmadan yardım edilir” denilmektedir.[34]

d) Avrupa Birliği Adayı Ülkelerden Katılmaları İstenilen İnsan Haklarıyla İlgili Uluslararası Sözleşmeler: Birliğe girmeye adaylıkları kabul edilen ülkelerden, katılım öncesinde yapmaları gereken hususları içeren siyâsî kriterlerde aşağıda sıralanan uluslararası sözleşmeleri imzalamaları istenmektedir. Birliğin bunları şart koşmasının sebebi aday ülkelerdeki demokratik hayatı güçlendirme düşüncesidir. Sözleşmeler içerisinde din özgürlüğünü temin eden ve ayrımcılığı yasaklayan çeşitli maddeler vardır. Aday ülkelerden imzalanması istenen sözleşmeler şunlardır:

a) İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi (Roma, 4 Kasım 1950) ve 1952 tarihli 1 No’lu Ek Protokolü

b) İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin 4 No’lu Ek Protokolü (16 Eylül 1963)

c) İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin 6 No’lu Ek Protokolü (28 Nisan 1983)

d) İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin 7 No’lu Ek Protokolü (22 Nisan 1983)

e) Birleşmiş Milletler Her Türlü Irk ayrımcılığının ortadan kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme (7 Mart 1996)

f)Kişisel Verilerin Korunmasına Dair Sözleşme (Strazburg, 28 Ocak 1981)

g) İşkence ve İnsanlık Dışı veya Küçültücü Muamele ve Cezalandırmanın Önlenmesine İlişkin Avrupa Sözleşmesi (Strazburg, 26 Kasım 1987)

h) Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi (New York, 20 Kasım 1989)

III. AVRUPA TOPLULUKLARI ADALET DİVANI KARARLARINDA DİN

Avrupa Birliğinin yargı erki Topluluğun en önemli yapısal kurumlarından biri olan Avrupa toplulukları Adalet divanı (ATAD) tarafından yürütülmektedir. Divan, Avrupa Birliği Hukukunun uygulanmasını denetlemekte, ulusal mahkemelerce sorulan sorulara cevap vermekte, diğer bir ifadeyle içtihat bildirmekte, Birlik müktesebatının yorumunu yapmakta ve gerçek veya tüzel kişilerin ulusal mahkemelerde verilen karara karşı açtıkları davalara bakmaktadır. Topluluk organlarının faaliyetlerinin hukuk kurallarına uygunluğunun denetlenmesi de ATAD’ın görevleri arasındadır.[35] Din, toplum içerisinde canlı olarak yaşayan bir kurum olduğu için zaman zaman din ile ilgili konularda ATAD’nın gündeminde yer bulmakta, Divan da bu konularda görüş bildirmek veya karar vermek durumunda kalmaktadır. Mahkemenin kararları incelendiği zaman, içerisinde din teriminin geçtiği veya dînî bir grubun açtığı birkaç dava bulmak mümkündür. Ayrıca ayrımcılık iddiasıyla açılan bazı davalar da mevcuttur. Divan, genel olarak bu davalarda, her çeşit ayrımcılığın yasak olduğu ve din hürriyetinin vazgeçilemeyecek önemli bir hürriyet olduğunu vurgulayan kararlar vermiştir.

Mahkemenin her türlü ayrımcılığın yasak olduğunu söylediği kararlara örnek olarak; bir Hollanda mahkemesinin sosyal güvenlik alanında kadın-erkek eşitliğini yorumlanması isteğine, Divan’ın 31 Mart 1993 tarih ve C-337/91 Case no’lu yorumu zikredilebilir. Divan burada din dahil her türlü ayrımcılığın yasak olduğu ve hiçbir ayırım yapmaksızın herkesin eşit olduğu yorumunu getirmiştir.

Diğer bir örnek de şudur: Bir İngiliz mahkemesinin, Konsey’in 9 Şubat 1976 tarih ve 76/207/EEC sayıu iş bulma, hizmet içi eğitim, terfi etme ve çalışma koşullarında kadın ve erkeklere eşit muamele edilmesi konusunda aldığı kararın yorumunu istemesi üzerine 14.12.1995 tarihinde Divan’ın yorumu şöyle olmuştur: “Cinsiyet bağlamında kimseye ayrımcılık yapılamaz. Bu, eşitlik prensibinin bir gereğidir. Bu prensibe göre cinsiyet, ırk, dil ve din konusunda hiçbir ayrımcılığın yapılmaması esastır.”

Yukarıdaki kısa örneklerin ardından konumuzu direkt olarak ilgilendiren üç dava, daha ayrıntılı olarak işlenecektir. Divan’ın din boyutuna yaklaşımını da bu davalardaki kararlarından anlamak mümkün olacaktır. Detaylı olarak zikredeceğimiz davalardan birisi Mr. Christos Kontantinidis’in Stadt Alstesteig-Standesamt aleyhine açtığı davadır. Davacı Mr. Kontantinidis Almanya’da yaşamakta ve kendisine ait bir iş yerini işletmektedir. 1 Temmuz 1993 tarihinde bir Alman hanımla evlendiğinde, onun soyadı kayda yanlışlıkla ‘Konstandinidis’ olarak geçmiştir. Yunan uyruklu davacı, kayıt bürosuna müracaat ederek düzeltme yapılmasını istemiştir. Keyfiyetin Alman mahkemesine intikali üzerine davacı, isminin Latin alfabesiyle pasaportunda da kayıtlı olduğu gibi Christos Kontantinidis olarak kaydedilmesi gerektiğini, bu şekilde bir yazımın Almanca konuşanlar tarafından da isminin doğru bir şekilde telaffuz edilmesini sağlayacağını ifade etmiştir.

Alman mahkemesi kanunun gereği olarak, ismin Yunanca’dan Latin harflerine tercümesi işini yetkili mütercime havale etmiştir. lSO’nun bu konudaki standartlarına uyularak yapılan tercüme sonrasında isim ‘Hrestos Konstantinides’ şeklinde ortaya çıkmış ve durum daha da kötüleşmiştir. Mahkeme, davacının istediğinin aksine, tercümandan gelen şekliyle ismin kayda geçmesine karar vererek iç hukuk yolunu kapatmıştır.

Davacı konuyu ATAD’ın gündemine taşımış ve görüşlerini mahkemede bizzat dile getirmiştir. O, ‘Hrestos Konstantinides’ isminin kendisi için bir hakaret ve aşağılayıcılık manasına geldiğini, dini inançlarına göre kabul edilemez bir şekilde isminin manasının değiştiğini, müşterileri tarafından 8 yıldır isminin Christos Kontantinidis olarak bilindiğini, şimdi, ya değişik durumlarda değişik isimler kullanmak, ya da müşterilerini ikna etmek zorluğu ile karşılaşacağını söylemiştir.

Yunan Hükümeti ve Komisyon Mr. Kontantinidis’i bu davasında desteklemiştir. Komisyon, Mr. Kontantinidis’in durumunda olan bir kişinin dolaylı bir ayrımcılığın kurbanı olacağını, bunun da AB Antlaşmalarına ters olduğunu, profesyonel hayatında bundan doğabilecek zarar ve kayıpların olabileceğini, yeni tercüme edilmiş şekliyle bu ismi kullanmaya zorlanmasının, insan hakları ihlali olacağını ve antlaşmalarla garanti altına alınan serbest dolaşım hakkını zedeleyeceğini düşünmektedir.

Mahkeme, Komisyonun Mr. Kontantinidis’in dolaylı bir ayrımcılığın kurbanı olduğu görüşünü paylaşarak; insanın diğer insanlardan ancak isimlerle ayrılabileceğini, isimlerin insanlara kimlik duygusu, onur ve kendine güven verdiğini, kişinin doğru isminden ayrılmasının son derece yanlış olacağını vurgulamıştır. Mr. Kontantinidis’in durumunda ise, onun ‘Christos’ ismi yerine ‘Hrestos’ ismini kullanmaya mecbur edilmesinin, onun moral değerlerinin yıkılması anlamına geleceği, bunun da büyük bir suç olacağı, ‘Hrestos’ isminin Yunanca’ya benzememesi dolayısıyla etnik kimliğinin, ayrıca, ismindeki Hıristiyanlık karakterinin yok edilmiş olacağı için de dînî duygularının yıkılmış olacağını vurgulamıştır. Mr. Kontantinidis savunmasında; ismini doğum gününden aldığını, (Hz. İsa’nın doğum günü olan 25 Aralık) Christos isminin Hıristiyan dininin kurucusu olan kişinin adının Yunanca’sı olduğunu, bu dinin adının ‘Hrestian’ olmadığını söylemiştir. Divan ayrıca, Alman yetkililerin Mr. Kontantinidis’e yaptıkları muamelenin; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olduğu görüşünü de yorumuna eklemiştir.[36]

Adalet Divanının dînî cemaatlerin işlerini kolaylaştıran bir kararı da, 05 Ekim 1988 tarihinde verdiği 196/87 Case nolu karardır. Kararın verilmesine sebep olan hadise şöyle cereyan etmiştir: Alman asıllı Mr. Steymann 26 Mart 1983’te Hollanda’ya kısa dönem tesisat işçisi olarak gelmiştir: Daha sonra “Bhagwan Cummunity” olarak isimlendirilen bir dini cemaate üye olmuştur. Cemiyet bar, diskotek ve temizlik ilerini de içeren ticari faaliyetler yapmaktadır. Ayrıca, üyelerinin cep harçlıkları dahil olmak üzere çeşitli maddi ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Mr. Steymann mesleğiyle ilgili konularda cemiyete katkıda bulunmaktadır.

28 Ağustos 1984’te Mr. Steymann işçi olarak Hollanda’da yerleşme izni almak için müracaat etmiş, mahalli polis şefinin müracaatı geri çevirmesi üzerine durumun düzeltilmesi için Adalet Bakanlığına başvurmuştur. 20 Aralık 1985 tarihinde işçi olmadığı gerekçesiyle müracaatı reddedilmiştir.

08 Ocak 1986 tarihinde, Mr. Steymann, Raad van State (Council of State) Adalet Bakanlığının kararı aleyhine başvurmuş, kendisinin “Bhagwan Cummunity”ye hizmet sunan ve oradan hizmet alan bir kişi olduğunu bildirmiştir. Ulusal mahkeme yargılama sürecini durdurarak “sadece üyelerine hizmet sunan dini veya başka bir felsefi inanç temeline dayanan ve üyelerinin birbirlerine çıkar sağladığı cemiyetlerin faaliyetlerini ekonomik faaliyet gösteren veya AET anlaşmasına göre hizmet veren bir kurum olarak kabul edilip edilemeyeceklerini” ATAD’a sormuştur.

Mahkemenin görüşü şöyledir: “Dini cemaat veya diğer felsefi inançlar temelinde kurulan cemiyetlerin faaliyetleri ticari faaliyet olarak kabul edilmektedir. Ulusal mahkeme kayıtlarına göre, “Bhagwan Cummunity” ticari faaliyetler yapmaktadır. Söz konusu kişinin mesleği, “Bhagwan Cummunity”nin hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Cemiyet, yaptığı işlere bakmaksızın üyelerinin cep harçlıkları dahil, maddi ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Dolayısıyla, cemiyetin faaliyetleri ticari faaliyet olarak kabul edilmelidir. Sadece üyelerine hizmet sunduğu için de dolaylı olarak orijinal ve efektif iş kabul edilmelidir”.

Adalet Divanı kararlarından vereceğimiz son örnek ise, İngiltere uyruklu Vivien Prais’in Konsey aleyhine açtığı dava neticesinde mahkemenin 27 Ekim 1976 tarih ve 130-75 Case nolu kararıdır. Davacı, Komisyon tarafından açılan İngilizce mütercimlik sınavına müracaat etmiş ancak daha sonra 25 Nisan 1975 tarihinde, yazılı test imtihanının yapılacağı 16 Mayıs Cuma gününün Yahudi Bayramı Şavuot’un (Pentecost) ilk gününe denk geldiğini, bugünlerde seyahat edemeyeceği ve yazı yazamayacağını, dolayısıyla o gün test imtihanına katılamayacağını belirterek Konseyden imtihan için başka bir tarih belirlemesini istemiştir.

Konsey, 05 Mayıs 1975 tarihinde davacının müracaatına; tüm adayların aynı test imtihanına aynı günde girmelerinin şart olduğunu gerekçe göstererek, imtihanın başka bir güne alınmasının mümkün olmadığı şeklinde cevap vermiştir.

Davacı, müracaatının reddedilmesinin dini inançlarından dolayı olduğunu, böylece imtihana katılmaktan men edildiğini, bunun da Komisyonda çalışacak personelin ırk, inanç ve cinsiyetine bakılmaksızın seçileceği şeklindeki Personel Tüzüğünün 27. maddesinin 2. paragrafına ters düştüğünü iddia etmiştir. Ayrıca davacı, dini ayrımcılığın topluluk hukukunda yasak olduğunu, bunun kişilerin haklarına ters olduğunu vurgulayarak mahkemenin bu hakka saygıyı temin etmesi gerektiğini belirtmiştir.

Davacı savunmasında, insan haklarının korunması konusundaki Avrupa sözleşmesinin 9. maddesine de dayanmıştır. Bu sözleşme, tüm üye devletler tarafından imzalandığına göre, topluluk hukukunca da söz konusu hakların korunması gerektiği tezini savunmuştur.

Davacı, Personel tüzüğünün 27. maddesinin; “yarışma sınavıyla alınacak elemanların imtihan günlerinin, dini ne olursa olsun her adayın katılmasının mümkün olacağı günler olarak tesbit edilmesinin şart olduğu”, şeklinde yorumlanması gerektiğini de iddia etmiştir.

Komisyon ise, Komisyonda çalıştırılacak elemanların Personel tüzüğüne göre ırk, din ve cinsiyet ayrımı yapılmaksızın seçildiğini, davacının yorumunun doğru olmadığını, davacının iddia ettiği şekilde bir mükellefiyetin, Komisyonu içinden çıkılmaz bir idari yapıya zorlayacağını, 27. maddenin herhangi bir dine sınırlama getirmediğini, aksi takdirde üye devletlerde mevcut olan tüm dinlerin kurallarının göz önüne alınarak test günlerinin adayların dinlerine göre imtihanlara katılmalarında sakınca bulunmayan günlere tahsis edilmesinin gerekeceğini, oysa, yarışmanın test imtihanı ile yapıldığını, eşitlik prensibine uygun olarak testin tüm adaylara aynı şartlarda uygulanması gerektiğini, ancak, eğer aday, atamaya yetkili otoriteleri dini nedenlerle belirli tarihlerde imtihana girmesinin mümkün olmadığı konusunda bilgilendirmiş olsaydı, otoritelerin test tarihinin belirlenmesinde bunu göz önünde bulundurarak, böyle bir tarihi belirlemekten kaçınmak durumunda olacaklarını bildirmiştir.

Diğer taraftan aday, kendi durumu hakkında uygun bir zaman diliminde otoriteleri haberdar etmemiştir. Sonradan yapılan müracaatı reddetmekte otoriteler haklıdır. Çünkü diğer adaylar test imtihanına çağrılmış bulunmaktadır. Ne Personel Tüzüğü ne de temel haklar, haberdar edilmedikleri dini sebepleri göz önünde bulundurarak çeşitli günleri dikkate alma görevini otoritelere yüklemektedir.

Davacı önceden mazeretini bildirmiş olsaydı, teste dini nedenlerle giremeyecek başka adayların da olabileceği düşüncesiyle, başka bir tarih belirlenebilirdi. Fakat davacı test tarihi ilan edilinceye kadar böyle bir bildirimde bulunmamıştır. Başka bir tarih belirlenmesini istediğinde ise diğer adaylar teste davet edilmişlerdir.

Mahkeme, Komisyonun savunmasını aynen kabul ederek davacının iddiasını reddetmiştir.

SONUÇ

Avrupa Kıtasında meydana gelen iki büyük savaştan sonra, Kıtada barışın temin edilmesi konusu, o günkü Avrupalı siyaset ve fikir adamlarının üzerinde en çok düşündükleri konu olmuştur. Bu düşüncelerin bir sonucu olarak doğan ve gelişerek bugün Avrupa Birliği’ne dönüşmüş bulunan supra-nasyonel kurum; Avrupa’nın en önemli iki madeni olan kömür ve çeliğin ortak kullanımını düzenleyen Avrupa Kömür ve çelik Topluluğu adı altında Paris Antlaşması ile 1951 yılında kurulmuştur. Bu yolla o günkü ağır sanayiinin stratejik iki madeni kontrol edilmiş olacak, savaşların çıkmasında en önemli etken olarak gördükleri iki maden, Avrupa devletleri arasında adil olarak paylaşılacağı için de savaşa gerek kalmayacaktı.

Avrupa entegrasyonunun esas motoru görevini yapacak olan Avrupa Ekonomik topluluğu, 1957 yılında Roma Antlaşması ile kurumuştur. Temel amaç, malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımını temin etmektir. Sosyal konular, ekonomiyi başka bir ifadeyle dört temel özgürlüğü ilgilendirdiği ölçüde ele alınmıştır. Örneğin; ayrımcılığın yasaklanması, serbest dolaşıma engel olması ve haksız rekabete sebep olması yönünden değerlendirilmiştir.

80’li yıllardan itibaren Avrupa bir bütünleşme sürecine girdi. Tek Senet, Maastricht ve Amsterdam Antlaşmalarıyla Topluluğun önüne büyük hedefler getirildi. Bu dönemde Avrupa’da meydana gelen siyasal değişim de, oluşumun önünü açtı ve hedefin daha da büyümesine yardımcı oldu. Topluluk içerisinde sosyal konular da daha sık gündeme gelmeye başladı. Baştan beri insan haklan, demokrasi ve hukukun üstünlüğüne saygılı olduğunu belirten Avrupa birliği kurumları, bu tarihlerden itibaren söz konusu hususlarla ilgili dokümanlar çıkarmaya başladılar.

Avrupa Birliğine üye tüm ülkeler aynı zamanda Avrupa Konseyinin de üyesi oldukları ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine imza koydukları için ayrı bir insan hakları beyannamesi hazırlamayı gereksiz gördüler. Ancak, böyle bir metnin olmayışı zamanla tenkit edildi. Bazı sosyal düzenlemeler Amsterdam Antlaşmasından sonra gelmeye başladı. Adı geçen antlaşmanın her türlü ayrımcılığı yasaklayan 13. maddesi; dine dayalı ayrımcılık konusunda da ana referans oldu. En son zirvelerden biri olan Nice Zirvesi’nde ise, Avrupa Birliği Temel Haklar Beyannamesi kabul edildi. Böylece Topluluk Müktesebatının en temel öğesi olan antlaşma metinleri içerisine din özgürlüğü konusu da girmiş oldu. Kuruluşundan beri din özgürlüğü ile ilgili konularda gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, gerekse Amsterdam Antlaşmasının 13. maddesini referans gösteren Topluluk kurumları, kendi metinlerine sahip olmuş oldular. Din özgürlüğünün korunması ve yaşatılması bundan sonra Birliğin önemli işlerinden birisi olacaktır. Konuyla ilgili çeşitli hukuki düzenlemelerin yapılacağı, ATAD’ın bu konularda daha çok sayıda yorumlar yapacağını ve kararlar vereceğini söylemek mümkündür.

Genel bir ifadeyle, Avrupa Birliği ülkelerinde din devlet ilişkileri, üye devletlerin kendi geleneklerine göre şekillenmiş ve farklılıklar arzetmiştir. Demokratik toplumun ve hürriyetlerin hayata geçirilmesi konusunda Birliğin, bundan sonra din hürriyeti ile ilgili gerek üye devletler, gerek aday ülkeler, gerekse de ilişki kurduğu üçüncü ülkelerden bazı değişiklikler ve idari düzenlemeler yapmalarını isteyeceği düşünülebilir. Bugüne kadar ayrımcılığın yasaklığı bazında yapılan değerlendirmeler, bundan sonra din özgürlüğü temelinde de yapılacaktır. AB ikincil hukuk müktesebatı içerisinde yer alacak pek çok doküman yayınlanacak, programlar yapılacak, çeşitli uygulamalar gündeme gelecek ve Müslümanlar da, dinlerini yaşama konusunda karşılaştıkları problemleri aşmak için, ulusal mahkeme aşamasından sonra ATADa müracaat edebileceklerdir. Örneğin; dînî bayramların tatil olarak tanınması talebinde bulunmak, böyle bir kapıyı açabilecektir. Hıristiyan ve Yahudilerin dini bayramlarının tatil olarak kabul edildiği üye ülkelerde, eşitlik prensibi, din özgürlüğü ve herkesin kendi dinini yaşamasına imkan tanıma mecburiyeti, neticede bu ülkelerde yaşayan Müslümanlara dînî bayram günlerinde, en azından izinli sayılmaları imkanını getirebilecektir. Verilecek böyle bir karar özellikle Avrupa Birliğini Hıristiyan Birliği olarak gören bazı kişiler üzerinde de olumlu etki yapacak ve Birliğin itibarı artacaktır.

Gerek temel antlaşma metinlerinden, gerekse ikincil hukuk müktesebatı ve ATAD kararlarından yaptığımız alıntılar, Birliğin tüm dinlere eşit muamele ettiğini göstermektedir. Avrupa Birliği bugün, insanı merkez edinmiş, insanların huzur ve mutluluğunu en ön planda ele almaktadır. İnsana zarar verebilecek, barışı zedeleyebilecek, insanlar arasında düşmanlığa sebep olabilecek, etnik, ve dinsel temele dayanan ayırımcılık ve ırkçılık gibi tüm olumsuz hareketleri yasaklamakta; hak ve özgürlüklerin korunması, hukukun üstünlüğü ve demokrasinin geliştirilmesine de katkı sağlamaya çalışmaktadır. Kanaatimize göre; AB Kuramlarının aldıkları ve alacakları tedbirler neticesinde Avrupa Kıtası, çeşitli dinlere mensup insanların dinlerini özgürce yaşadıkları, birbirlerine saygı duydukları, diyalog içerisinde oldukları, bir çok din ve kültürün barış içerisinde birlikte yaşama imkanı bulduğu bir coğrafya olacaktır.

KISALTMALAR

AB

Avrupa Birliği

AET

Avrupa Ekonomik Topluluğu

a.g.e.

Adı Geçen Eser

a.g.m.

Adı Geçen Makale

AKÇT

Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu

AKP

Afrika Karayip ve Pasifik Ülkeleri

AT

Avrupa Toplulukları

ATAD

Avrupa Toplulukları-Adalet Divanı

ATAUM

Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi

A.ÜSBF

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

c.

cilt

Ed.

Editör

OJ

Avrupa Toplulukları Resmi Gazetesi

s.

sayfa



[1] Avrupa Bütünleşmesinin Tarihçesi, www.abgs.gov.tr

[2] Gündüz, Aslan, “Türkiye’nin AB Üyeliği ve Din Özgürlüğü”, Uluslararası Avrupa Birliği Şurası Tebliğ ve Müzakereleri, D.İ.B. Yayınları, Ankara, 2000, c. 1, s. 61.

[3] Arıcı, Kadir, “Avrupa Birliği ve Türk Hukukunda İş Yerlerinde Din ve İbadet Hürriyeti”, Uluslararası Avrupa Birliği Şurası Tebliğ ve Müzakereleri, D.İ.B. Yayınları, Ankara, 2000, c. 1, s. 77.

[4] Gündüz, Aslan, a.g.m., s. 62.

[5] O.J., 18.12.2000, 2000/C 364/01.

[6] Günuğur, Haluk, Avrupa Topluluğu Hukuku, Ankara, 1993, s.260.

[7] Treanor, Noel, “Kiliseler ile AB Arasında İlişkiler”, Uluslararası Avrupa Birliği Şurası Tebliğ ve Müzakereleri, D.İ.B. Yayınları, Ankara, 2000, c. 1, s. 98

[8] Ünal, Şeref, Avrupa İnsan Haklan sözleşmesi, TBMM Basımevi Müdürlüğü, Ankara, 1995, s. 206.

[9] OJ,C340, 10.11.1997

[10] Aktan, Coşkun Can, (ed.) Haklar ve Özgürlükler Antolojisi, HAK-İŞ, Ankara, 2000, s. 173.

[11] OJ., 18.12.2000, 2000/C 364/01.

[12] www.ue.eu.int/df/default.

[13] OJ., 18.12.2000, 2000/C 364/01.

[14] Gölcüklü, Feyyaz, İnsan Haklarının Korunması Alanında Uluslararası Temel Belgeler, A.Ü.SBF. Yayınları, Ankara, 1992, s.16.

[15] Gölcüklü, Feyyaz, Gözübüyük, Şeref, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, Turhan Kitabevi, Ankara, 1994, s.304305; Gölcüklü, Feyyaz, a.g.e. s. 18.

[16] OJ:, 26.04.2000, C 116E/16.

[17] OJ:, 25.03.2000, C 88/23.

[18] OJ:, 26.02.2000, C 55/15.

[19] 12.10.2000 tarih ve COM (2000) 652 Final Sayılı Konsey Direktifi.

[20] Gündüz, Aslan, a.g.m., s. 63.

[21] OJ., 13.06.2001, C 169A/1

[22] OJ„ 22.06.2001, C 177/5

[23] OJ.,29.01.2000, C27E/116

[24] OJ., 06:02.2001, C 163E/221

[25] OJ., 02.12.2000, L 303

[26] OJ„ 03.07.2001, C 187/146

[27] OJ„ 13.03.1996, L 063

[28] OJ., 06.02.1999, L 033

[29] OJ., 29.05.1998, L 156

[30] OJ., 09.10.1997, C 308

[31] OJ., 27.02.1997, C 62

[32] OJ., 20.06.2000, C 170E/47

[33] OJ., 19.09.1996, C 274

[34] OJ., 02.07.1996, L 163

[35] Arat, Tuğrul, Avrupa Toplulukları Adalet Divanı, ATAUM, Ankara, 1998, s. 1-7.

[36] Guild, Elspeth, Lesieur, Guillaume, The European Court of Justice on the European Convention on Human Rights, Kluwer Law Internaticpal, London, 1998, s. 245-251.