Makale

KUR’AN VE HADİSLERİN IŞIĞINDA SABIR VE İNSAN

KUR’AN VE HADİSLERİN IŞIĞINDA

SABIR VE İNSAN
Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

GİRİŞ

Allah’a kulluk etmesi için yaratılan (Zâriyat, 51/56), bu görevini yerine getirebilmesi için iman edip (Al-i İmran, 3/179) ibadet etmek, salih ameller işlemek, Allah’a ve Peygamberine itaat etmekle sorumlu tutulan (Nisa, 4/50) insan; hayır ve şer (Enbiya, 21/35), nîmet ve musibet[1] mal ve evlat (Enfal, 8/28), sabır ve cihat (Muhammed, 47/31), fakirlik ve zenginlik (Enfal, 8/15-16)... ile imtihana tâbî tutulmuştur. Kısaca insan, hayatı ve ölümü ile imtihan halindedir. (Mülk, 67/2) İnsanın bu imtihanda başarılı olabilmesi, çalışması ve sabırlı olmasına bağlıdır. Çalışmadan ve zorluklara göğüs germeden dünya ve ahi ret saadetini elde etmek mümkün değildir. Bu gerçeği Yüce Allah, Kur’an’da şöyle bildirmektedir:

“Sizi mutlaka imtihana tabi tutacağız, tâ ki içinizden cihada çıkanları (dini ve dünyası için çalışanları) ve (zorluklara) sabredenleri bilelim ve (yaptıklarınızla ilgili) haberlerinizi (îmanınızı) deneyelim.” (Muhammed, 47/31)

İnsanın dünya ve ahiret nimetlerini elde edebilmesi, hayatını; sıhhat, âfiyet, huzur ve saadet içerisinde sürdürebilmesi, dünyanın birtakım sıkıntı, meşakkat ve zorluklarına dayanabilmesi sabredebilmesine bağlıdır. Hastalık, stres, öfke, kavga, geçimsizlik, uyumsuzluk ve başarısızlık... gibi maddî ve manevî pek çok sıkıntı ve hezimetin meydana gelmesinde sabırsızlık en büyük etkendir.

İnsan hayatı, her zaman güllük gülistanlık olmaz. İşler daima insanın istediği şekilde gitmez. İnsan, birçok olumsuzluklar, ezâ, cefa ve âfetlerle karşılaşır. Bütün bunlara ancak sabırla karşı konulabilir. Başarı ancak sabırla (Enfal, 8/65-66), sabır da ancak Allah’ın yardımıyla (Nahl, 16/127) mümkün olur. Bunun için Yüce Allah; ibadetlerde, musibetlere tahammülde, savaşta ve başarıya ulaşmakta sabrı tavsiye etmektedir:

“Ey mü’minler! (İbadetlerin meşakkatlerine ve musibetlere) sabredin, (harp sıkıntılarına tahammül göstererek Allah düşmanlarına) galip gelip (kafirlerle) cihada hazırlıklı ve uyanık olun. Cihada devam adin ve onda sebat edin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki, böylelikle kurtuluşa (ve başarıya) eresiniz" (Al-i İmran, 3/200).

“Sabredenleri sevdiğini” (Al-i İmran, 3/46) bildiren Yüce Allah, sabır ve namazla kendisinden yardım istenilmesini emretmektedir:

“Ey mü’minler! Sabır ve namazla/dua ile (Allah’tan) yardım isteyin. Muhakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 2/123).

Zorluklarla başedebilmek ve çalışmalarda başarılı olabilmek ancak sabırla mümkün olur. Namaz ise insanı her türlü kötülüklerden ve haramlardan alıkoyar. (Ankebut, 29/45) Namaz ve sabır; başarı ve huzurun, kötülük ve yasaklardan korunmanın iki temel taşıdır. Namaz da sabır da kolay değildir. Buna ancak mütevazı ve Allah’a saygılı olanlar muvaffak olabilirler. (Bakara, 2/45)

Sabır, başarının ve mutluluğun anahtarıdır. Çünkü sabır, ziyâdır, aydınlıktır.[2] Sabreden zafere erer[3]. Sabreden insan daima huzur içinde olur. Sabır, en hayırlı nimettir. Peygamberimiz (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuştur.

"... Kim sabretmek isterse Allah ona sabır ihsan eder. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha çok nimet verilmemiştir.”[4]

“Bilin ki hoşlanmadığınız şeylere sabretmekte çok hayır vardır...”[5]

Yüce Allah, peygamberlerine sabrı emretmiş,[6] mü’minlerin de sabırlı olmalarını istemiş[7] ve Kur’an’da akıllı kimselerin Allah rızası için sabrettiklerini bildirmiştir. (Ra’d, 13/22)

Hasene’ye yani her türlü iyiliklere ve iyi amellere on katı (En’am, 6/160) ve Allah yolunda infak etmeye yediyüz katı mükâfat va’d eden (Bakara, 2/261) Yüce Allah, zorluğundan ve faziletinden dolayı olmalı ki, sabretmeye hesapsız derecede mükâfat va’d etmiştir:

“Sabredenlere mükâfatları hesapsız (derecede) verilecektir.”

(Zümer, 39/10)

Sabır nedir? Nelere ve nasıl sabredilmesi gerekir? Bu yazımızda, bu konuların üzerinde durmaya çalışacağız.

I. SABRIN ANLAMI

1. Sabrın Sözlük ve Terim Anlamı:

Sözlükte; “hapsetmek, tutmak, birini bir şeyden alıkoymak, dayanmak, kefil olmak, cüret ve şecâat” anlamlarına gelen[8] “sabır” ıstılahta; musibetlerin, ibâdetlerin ve haramların zorluklarına karşı tahammül göstermek, nefse ve şeytana değil Allah’a ve peygamberine uymak, îmân edip sâlih ameller işlemeye devam etmektir.

Râğıb el-İsfehânî, sabrı şöyle ta’rif etmiştir: “Sabır, aklın ve şeriatın gerektirdiği şeylere karşı nefsi tutmaktır.”[9]

İmam Gazâlî’nin tanımı ise şöyledir: “Sabır, Rahmânî ve şeytânî duyguların karşılaşması anında Rahmânî duyguların galip gelmesi; şehvete zorlayan kuvvet karşısında, dinin gereklerini yerine getirmekte gösterilen sebat ve nefsin arzularını ve tembelliği terk ederek dininin gereklerini yerine getirmektir.”[10]

“Sabır”, Türk Dil Kurumunun hazırladığı Türkçe Sözlükte tanımlandığı şekliyle; “acı, yoksulluk, haksızlık... gibi üzücü durumlar karşısında ses çıkarmadan, onların geçmesini beklemek erdemi” değil, aksine; bu olaylara karşı ilk sadmede tahammül gösterip,[11] sonra onlardan kurtulmak için çalışmak, gerekli tedbirleri almak, bağırıp çağırma gibi gereksiz davranışlardan kaçınmak, ilâhî musibetler karşısında isyan etmemek, musibetlerden ibret alıp, işini, gücünü, hâlini ve ahlakını düzeltmektir.

Hamdi YAZIR’ın dediği gibi “sabır”; “acıya katlanmak, onu geçirmek için sebât ve mukavemet etmektir ki bu, her ferahın ve başarının anahtarıdır. Sabır, baştaki darlığın ve sıkıntının geçmesi için Allah’ın yardımını celp edecek esbabın birincisidir. Sabırsız nefisler, her zaman darlık içindedirler...”[12]

II. SABRIN ÇEŞİTLERİ

Sabır, genel olarak iki kısma ayrılır:

1. Bedenin Sabrı

Bedenin sabrını gerektirecek şeyler de iki kısımdır:

a) Kişinin kendisinden kaynaklanan şeyler. Yorucu ibadetler yapmak[13] ve ağır işlerde çalışmak gibi.

b) Kişinin iradesi dışında gelen şeyler. Dövülmesi, düşüp yaralanması, kaza yapması, hastalık, açlık ve susuzluk ile karşılaşması gibi.[14]

2. Nefsin Arzularına Sabır

Zina, içki; kumar, faiz, rüşvet, yalan, hile... gibi dînî yasaklardan uzak durmak[15] sabrı gerektirir. Çünkü nefis, daima kötülüğü emreder. (Yusuf, 12/53) Buna, ancak sabırla mânî olunabilir.

İnsanın, sabr-ı cemîl sahibi olması gerekir. “Sabr-ı cemîl”, kalpte sıkıntı duymadan, acele etmeden[16] ve şikayetçi olmadan yapılan sabırdır. Yüce Allah, Kur’an’da, “Sabr-ı cemîl ile sabret” buyurmuştur. (Meâric, 70/5)

İnsanın, hayatta karşılaşacağı şeyler, genel olarak iki kısımdır:

a) Sıhhat, servet, makam... ve benzeri nefsin hoşuna giden nimetler.

b) İtaate devam etmek, haram ve yasaklardan sakınmak, âfet ve musibetlere sabretmek gibi nefse zor gelen şeyler.

Nefsin hoşuna giden ve gitmeyen şeylerin hepsine karşı insanın sabretmesi gerekir. Çünkü sabrın; sadece musibetlere tahammül göstermek değil îman ve itaatte sebat etmek, emir ve yasaklara riayet etmek, öfke ve sinirlenmeye hakim olmak... gibi farklı boyutları vardır.

Sabırlı olmak, peygamberlerin özelliğidir. Bütün peygamberler “sabırlı” kimselerdir. (Enbiya, 21/85) Allah, mü’minlerin de sabırlı kimseler olmasını istemiş ve sabredenleri övmüştür. (Al-i imran, 3/16-17) Onlara mağfiret ve büyük mükâfat hazırladığını bildirmiş (Ahzab, 33/35) ve onları akıllı (Ra’d, 13/22), iyi (ebrâr) (insan, 76/5) ve muhsin (Yusuf, 12/90) kimseler olarak nitelemiştir.

Sabreden insana “sâbır” (çoğulu; sâbirîn, sâbirûn ve sâbirât), çok sabırlı olan insana “sabbâr” denir. Kur’an’da “çok sabredenler”, “çok şükredenler” ile birlikte dört ayette[17] geçmiştir. Musibetlere çok sabretmek ve nimetlere çok şükretmek mü’minlere özgü birer vasıftır.

Allah’ın doksan dokuz güzel isminden biri de “sabûr”dur.[18] “Sabûr”, çok sabırlı demektir. Allah çok sabırlıdır. Şirk, küfür, nifak ve isyanları sebebiyle insanları hemen cezalandırmaz; sabreder, tevbe edip hallerini düzeltmeleri için onlara mühlet verir. Aceleci değildir.[19]

Şimdi nelere, hangi şeylere karşı sabredilmesi gerekmektedir, bunları görelim.

III. SABREDİLMESİ GEREKEN ŞEYLER

Sabredilmesi gereken şeyleri onbir maddede özetleyebiliriz.

1. Allah’tan Gelen Musibetlere Karşı Sabır

“Müslümanı üzen her şey musibettir.”[20] Musibetler, insanların başlarına üç sebeple gelir:

a) Allah tarafından kullarını imtihan için verilir.

b) İnsanın işlediği hata ve günahlar yüzünden verilir.

c) Kulun ma’nevî derecesini yükseltmek için verilir.

İlk ikisi ayet ile üçûncüsü hadis ile sabittir. Her madde ile ilgili birer örnek verelim:

“Andolsun sizi korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme gibi şeylerle mutlaka imtihan ederiz.” (Bakara, 2/155)

Korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme yani ticarette iflas etme; tarımda; bağ, bahçe, sebze, ekin ve meyvelerin ürün vermemesi; kuraklık, dolu ve kasırga olması; yaralanma, ölüm ve benzeri şeyler birer musibettir. Ayet, bunların imtihan için verildiğini açıkça beyan etmektedir.

“Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizle işlediğiniz (günahlar ve hatalar) yüzündendir...” (Şûra, 42/30)

Bu ayet de insanın başına gelen musibetlerin insanların kendi hatalarının sonucu geldiğini beyan etmektedir.

“Kul, Allah’ın kendisi için takdir ettiği dereceye ameli ile ulaşamazsa, Allah, onun canına, malına veya çocuğuna bir musibet verir, o da bunlara sabrederse böylece Allah’ın kendisi için takdir ettiği mertebeye ulaşır.”[21]

Her insanın, ameli ile ulaştığı bir derecesi vardır. (En’am, 6/132) İnsan, bu dereceye ameli ile ulaşamazsa musibetlere sabretmek suretiyle bu dereceye ulaşır. Hadis-i Şerif, bu gerçeği ifade etmektedir.

Yüce Allah, musibetler karşısında insanın sabretmesini istemektedir:

“Sabredenleri müjdele ki onlara bir musibet eriştiği zaman; “Biz Allah içiniz ve biz ona döneceğiz.” (innâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn) derler.” (Bakara, 2/155-156)

Bu tür musibetlere sabır; ilk sadmede, ilk isabet ettiğinde tahammül göstermek[22], bağırıp çağırmamak, isyana gitmemek ve Allah’tan gelene râzı olmaktır. Allah’tan gelen musibetlere râzı olmak ve sabretmek, o musibetten kurtulmak için çalışmaya, tedbir almaya ve Allah’a yalvarmaya asla mâni değildir. Aksine insanın bu musibetlerden ibret alıp işini, halini ve ahlakını düzeltmesi ve Allah’tan yardım istemesi gerekir.

Bu tür musibetlere karşı sabır; Allah’a değil, başkalarına şikayeti terk etmektir. Yüce Allah, “gerçekten biz onu sabreden (bir kul) bulmuştuk.” (Sad, 38/44) ayeti ile Eyyûb (a.s.)’ı övmüştür. Halbuki Eyyûb (a.s.), Rabbine:

-“Bu dert (hastalık) bana dokundu, Sen merhametlilerin en merhametlisisin” diye dua etmiş (Enbiya, 21/83);

-“Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu” diye seslenmiş (Sad, 38/41)

“ve musibetini kendisinden kaldırıvermesi için Allah’a yalvarmıştı. Allah da onun duasını kabul etmiş ve musibetini kaldırmıştı.” (Enbiya, 21/84)

Bundan anlıyoruz ki insanın musibetten kurtulması için Allah’a dua etmesi sabrına halel getirmemektedir.[23] Çünkü Allah (c.c.) Kur’an’da insanlara darlık ve sıkıntıyı yalvarsınlar diye yerdiğini bildirmekte (A’raf, 7/94) ve yalvarmayanları kınamaktadır. (En’am, 6/43).

uAndolsun Biz, onları (kafirleri) azap ile yakaladık ama yine Rab’lerine boyun eğmediler ve (hâlâ O’na) yalvarmıyorlar.” (Enbiya, 23/76)

İnsanın canına ve malına gelen ilâhi musibetlere sabretmek, kusuru kendisinde arayıp musibetini kaldırıvermesi için Allah’a yönelmek mü’minin şiarıdır. Çünkü mü’min, Allah’ın dokundurduğu bir azabı, zararı ve belayı ancak yine Allah’ın kaldırabileceğini bilir ve inanır. (Yunus 10/l, 17)

Musibetlere sabır, azmi’l-ümür’dan yani Allah’ın yapılmasını emrettiği kesin işlerdendir. (Lokman, 31/17).

Yüce Allah, musibetlere sabredenleri mütevazı (muhbit) insanların özellikleri arasında zikretmiş (Hac, 22/34/35) ve “Rab’lerinden bağış ve rahmet hep onlaradır, doğru yolu bulanlar da onlardır" buyurmuştur. (Bakara, 2/157)

Peygamberimiz (s.a.v.), “(İnsanın) hoşlanmadığı şeylere sabretmesinde çok hayır vardır. Allah’ın yardımı sabırla beraber gelir” buyurmuştur.[24]

Bu anlamda sabrın zıddı “sızlanmak” dır. (ceza’) (İbrahim, 14/21) Bu tür davranış kınanmıştır.[25]

2. İnsanların Kötülüklerine Karşı Sabır

Kur’ân’a göre insanın kötülük yapana misli ile mukabele etme hakkı vardır. Ama yüce Allah, kötülüğün bağışlanmasını ve sabredilmesini tavsiye etmektedir:

“Eğer azap edecekseniz, size yapılan azabın misliyle azap edin. Ama Sabrederseniz andolsun ki bu, sabredenler için daha hayırlıdır.” (Nahl, 16/126).

Bu âyette geçen “sabır” ile murat; kötülük yapandan intikam almayı, kısası terk edip affetmek ve barışmaktır. Nitekim başka bir âyette şöyle buyrulmaktadır:

“Kötülüğün cezası yine onun gibi bir kötülüktür: Kim affeder ve barışırsa onun mükafatı Allah’a aittir. Doğrusu Allah zalimleri sevmez.” (Şura, 42/40).

Kötülüğe kötülükle karşılık vermek insanın hakkıdır, ancak Allah (c.c.), kötülüğün affedilmesini (Nur, 24/22) ve kötülüğün iyilikle savılmasını istemekte ve buna da ancak sabredenlerin muvaffak olabileceğini bildirmektedir:

“İyilikle kötülük bir olmaz. (Sen kötülüğü) en güzel olan şeyle sav. O zaman (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir. Buna ancak sabredenler kavuşturulur... ” (Pussilet, 41/34-35).

İnsanların kötülüklerine karşı sabır, peygamberlerin vasıflarından birisidir. Kardeşleri tarafından kuyuya atılan Yusuf (a) ve babası Ya’kûb (a), bunun en güzel örneğidir. Ya’kub (a), oğlu Yusuf (a)’a karşı yapılan kötülük karşısında, “yapacağım (iş), en güzel sabırdır” demiştir. (Yusuf, 12/8,83)

Yüce Allah (c.c.), ilâhî musibetler karşısında feryâd-ü fîgân etmeyip nefsini isyandan alıkoyan ve savaşlarda yılgınlık göstermeyip sebat edenleri, cennetin kendileri için hazırlandığı muttakîler, muhsinler (Al-i tmran, 3/133-134) ve sâdıklar olarak nitelemiştir. (Bakara, 2/177). Muttakîleri tanıtırken de onları öfkelerine hâkim olan ve insanların kusurlarını bağışlayan kimseler olduğunu bildirmiştir. (Al-i İmran, 3/134) Peygamberimiz (s.a.v.) de insanların içine karışıp onların eziyetlerine sabreden mü’minin mükafatının, insanların içine karışmayan ve onların eziyetlerine sabretmeyen mü’minin ecrinden daha büyük olduğunu bildirmiştir.[26] Bu, insanların ezâ ve cefâlarına katlanmanın faziletini ortaya koymaktadır.

3. Eşlere ve Çocuklara Karşı Sabır

İslâma göre ailenin reisi erkektir. (Nisa, 4/34) Erkek; eşi ve çocuklarının yeme, içme, giyinme, barınma, eğitim ve öğretim gibi her türlü gereksinimlerini karşılamakla yükümlüdür. (Bakara, 2/233, Nisa, 4/34) Eşi ve çocukları kendisine ilahi birer emanettir. Bu emaneti korumak ve kollamak aile reisinin görevidir. Bu sebeple yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:

“Ey mü’minler! Kendinizi ve ehl-ü ıyâlinizi, yakıtı taşlarla insanlar olan (cehennem) ateşinden koruyun...” (Tahrim, 66/6)

Bu koruma ve kollama görevi ancak onların maddi ve ma’nevi ihtiyaçlarını meşrû bir şekilde yerine getirmek ve onlara Allah’ın emir ve yasaklarını öğretmek ve emretmekle mümkün olur.[27]

Erkek, ehl-ü iyâline karşı; kadın ise eşinin evi ve çocuklarına karşı sorumludur.[28] Peygamberimiz (s.a.v.), ana-babalardan çocuklarını iyi terbiye etmelerini, onlara iyi bakmalarını[29] ve aralarında adaletle davranmalarını istemiştir.[30]

Bütün bu görevlerin hakkıyla yerine getirilebilmesi; annenin, yavrusunu dokuz ay kamında taşıması, zahmetle doğurması, iki yıl emzirmesi (Bakara, 2/233), altını temizlemesi, ona kol-kanat germesi, sağlıklı bir şekilde büyütmesi; babanın, eşi ve çocuklarının yeme, içme ve barınma gibi her türlü ihtiyaçlarını helal yollardan kazanıp temin etmesi, çocuklarının eğitim ve öğretimleriyle ilgilenmesi, çeşitli külfetlerine katlanması ancak sabırla mümkündür. Peygamberimiz (s.a.v.)’in şu hadîsi bu gerçeği ortaya koymaktadır:

“Kimin üç kızı olur da onlara sabreder, yedirir, içirir ve giydirirse bu, onun için kıyamet günü cehennem ateşine karşı perde olur.”[31]

Erkek ve kadınlar, aile hayatını hoşgörü ve karşılıklı saygı esasına dayalı yürütmek zorundadırlar. Aksi davranış, huzursuzluğu doğurur. Kadının, kocasına itâat etmesi ve ırzını koruması (Nisa, 4/34), erkeğin de eşi ile iyi geçinmesi Allah’ın emridir. (Nisa, 4/19) Bu görevlerin yerine getirilebilmesi sabır ister. Birbirlerinin kusurlarına tahammül gösteren eşlerin yuvası devam eder, evleri huzurla dolar. Birbirlerine sabredemeyen aileler, huzursuzluğa ve yıkılmaya mahkum olur. Burada en çok sorumluluk, aile reisine düşmektedir. Peygamberimiz (s.a.v.) bu konuda veda hutbesinde insanlara şöyle hitap etmiştir:

“Ey insanlar! Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz, kadınları Allah’ın emâneti olarak aldınız ve onların namuslarını ve ismetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerinizde hakkınız, onların da sizin üzerinde hakları vardır.”[32]

Karşılıklı bu haklara riayet edebilmek için sabırlı olmak gerekmektedir.

4. Hastalıklar Karşısında Sabır

İnsanın sağlığını koruması en başta gelen görevlerindendir. Çünkü sağlık olmadan insan ne dîni ne de dünyevi hiçbir görevini yerine getiremez. Her şeyin başı sağlıktır. Kanuni Sultan Süleyman ne güzel söylemiş;

Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

Bunun için insan sağlığına ne kadar dikkat etse yeridir. Hastalanmak, az-çok sağlığını kaybetmek de insanın karşılaştığı bir vakıadır. İnsanın hastalanmamak için tedbir alması, görevi olduğu gibi hastalandıktan sonra şifa araması da görevidir.

Peygamberimiz (s.a.v.);

“Allah, hiçbir dert vermemiştir ki, şifasını da indirmiş olmasın.”[33]

“Allah, her derde b ’ırdevâ vermiştir.”[34]

“Ey Allah’ın kulları, tedavi olunuz” buyurmuştur.[35]

Bunun için insan, hastalandığı zaman derdine deva aramalıdır. Ancak şifa buluncaya kadar sabretmeli, feryâd-ü figan edip isyana dalmamalıdır. Öyle hastalıklar vardır ki, şifasını bulmak zordur hatta imkansızdır. İşte asıl sabır, bu noktada yapılmalıdır. Peygamberimiz (s.a.v.), yüce Allah’ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir:

“Kulumun iki gözünü aldığım zaman şikayet etmeyip sabrederse iki gözüne bedel olarak ona cenneti veririm.”[36]

Peygamberimiz (s.a.v.), “kolera ve tâun/vebâ hastalığından ölen Müslüman’ın şehit olduğunu” müjdelemiş[37] ve bulaşıcı bir hastalığa yakalanan kimsenin hastalığı başkasına bulaştırmaması için sabrederek bulunduğu yerde kalmasını tavsiye etmiştir.[38]

Mü’min, her türlü sıkıntısından kurtulmak için maddi ve manevi tedbirlerini alır, fakat çaresini buluncaya kadar sabreder, metanetli olur ve asla asi olmaz. Ancak kendisine bir hastalık isabet eden insanın, çaresine başvurmadan hastalığın geçmesini beklemesi sabır değil, görevi ihmaldir. İnsanın; hastalığının tedavisi için tıbbi çârelere başvurması, şifa vermesi için Allah’a yalvarması gerekir. Çünkü gerçek şifayı veren Allah’tır (Şura, 26/80). İnsanın bu davranışı sabırsızlık anlamına gelmez. Asıl sabırsızlık, insanın sızlanması, gereksiz yere üzülüp ah-u vah etmesi ve hastalığı sebebiyle Allah’a isyan etmesidir.

5. Öfkeye Karşı Sabır

“Öfke”, insanı inciten ya da çıkarına dokunan bir olay karşısında içinde duyduğu ve kendisini sert davranışlara zorlayan kaynaşma, kızgınlık, hışım ve hiddet demektir.[39]

Kur’an’da öfke, “gadap” ve “ğayz” kelimeleriyle ifade edilmiş ve Allah’ın; “kasten bir mü’mini öldürmeye” (Nisa, 4/93), Yahudilere (Maide, 5/60), münâfık, müşrik (Fetih, 48/6) ve kâfirlere (Nahl, 16/106), savaştan kaçanlara (Enfal, 8/16), Allah’ın dinini eleştirenlere (Şura, 42/16) ve azgınlara (Taha, 20/81) gazap ettiği bildirilmiştir.

Kur’ân’da, “kızdıkları zaman affetmek” mü’minlerin özelliği olarak zikredilmiş (Şura, 42/37) ve cennetin kendileri için hazırlandığı muttakîler, öfkelerine hâkim olanlar ve insanları bağışlayanlar olarak tanıtılmıştır. (Al-i İmran, 3/134)

Hoşgörülü ve kusurları bağışlayıcı olmak, Allah ve peygamber övgüsüne mazhar olan davranışlardır. Bu davranışlar, ancak sabırla mümkün olur. Peygamberimiz (s.a.v.), güçlü kimseyi şöyle tanımlamıştır:

"Güçlü kimse (güreşte) rakibini yenen değil, öfkelendiği zaman kendisine sahip olan kimsedir.”[40]

Öfkesine sahip olabilmek, kızdığı zaman sakin kalabilmek, bağırıp-çağırma ve kötü sözler sarf etme gibi davranışlardan uzak durabilmek bir meziyettir. İnsanı öfkelendirecek bir davranışa mâ’kul tepki gösterebilmek ve kırıcı olmamak ancak sabırlı insanların yapabileceği bir tavırdır. Peygamberimiz (s.a.v.)’in bir ganimet malını taksim etmesi Üzerine birisi, “Bu taksim, Allah’ın rızası gözetilerek yapılan bir taksim değildir” demiş, bu söz, Peygamberimiz (s.a.v.)’e çok zor gelmiş ve sözü duyunca yüzünün rengi değişmiştir. Kızgınlığı ve tepkisi sadece, “Musa (a)’a bundan daha çok eziyet edildi de buna sabretti,” demekten ibaret olmuştur.[41]

6. Mü’min Olmayanların Ezâ, Cefâ ve Alaylarına Karşı Sabır

Tarih boyunca mü’min olmayanlar, mü’minlere ezâ ve cefâ etmişler (Büruc, 85/4­8) ve onları alaya almışlardır (Mü’minun, 23/110). Yüce Allah (c.c.), mü’min olmayanların bu ezalarına karşı sabredilmesini istemektedir:

“Mallarınız ve canlarınız hususunda deneneceksiniz. Sizden önce kendilerim kitap verilenlerden (Hıristiyan ve Yahûdilerden) ve müşriklerden çok incitici (sözler) duyacaksınız. Ama sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınır (O’nun vikayesine girer)seniz (korunursunuz). İşte bu (sabır ve ittika), azmedilmesi gereken şerefli, meziyetli ve önemli işlerdendir.” (Al-i İmran, 3/186)

Bütün peygamberler kavimlerinin kendilerini yalanlamalarına ve ezâlarınâ (En’am, 6/34), Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ve ashabı, Mekke müşriklerinin sözlü ve fiili eziyetlerine sabretmişlerdir.[42] Mü’min olmayanların, ezalarına sabır, onlara karşı tedbir almaya, korunmaya ve savunmaya mâni değildir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) ve arkadaşları müşriklerin dayanılmaz acılarına karşı Medine’ye hicret etmişler, Medine’de müşrik ve Yahudilerle savaşmışlardır.

Mü’min olmayanların, ezâlarına karşı sabır; sessiz kalmak ve çaresiz boyun bükmek değildir. Aksine gerekli tedbirleri almak, onlarla karşılaşınca yılmamak, gevşeklik göstermemek ve sebat etmektir. Nitekim yüce Allah (c.c.),: “Ey Mü’minler! Bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin...” buyurmuştur. (Enfal, 8/45) “Sebat edin”, sabredin demektir.[43] Kâfirlerle karşılaşınca sabır/sebat etmek; direnmek, gâlip gelmeye çalışmak, gevşememek, zafiyet göstermemek, düşmana boyun eğmemek (Al-i İmran, 3/146) ve savaştan kaçmamaktır. (Enfal, 8/15)

Mü’min olmayanlara karşı sabretmek, düşmana karşı hazırlıklı olmak ve şu âyetin hükmünü yerine getirmek demektir:

“(Ey mü ’minler), onlara (kâfirlere) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için beslenen atlar (savaş araçları, cipler, kamyonlar, tanklar, uçaklar, gemiler, toplar, füzeler, bombalar ve her türlü savaş araç gereçleri) hazırlayın. Bununla Allah’ın düşmanı, sizin düşmanınız ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz...” (Enfal, 8/60)

Mü’min olmayanların, zararlarından korunmak için yüce Allah, sabır ve ittika önermektedir:

“(Ey mü’minler!) Size bir iyilik dokunsa onları (münâfıkları) tasalandırır; size bir kötülük dokunsa bundan dolayı sevinirler. Eğer sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınır, O’nun vikayesine girerseniz (ittika) onların hilesi size hiçbir zarar vermez.” (Al-i İmran 3/120)

Mü’minler, bu âyetlerin hükmünü yerine getirselerdi dünyada horlanan, ezilen, sömürülen, kanı akıtılan, namusu çiğnenen ve zulme uğrayan, insanlar ve toplumlar durumuna düşmezlerdi. Dünyanın hâkimiyeti, dünya düzeninin kurucusu ve kollayıcısı, barışın ve huzurun güvencesi onlar olurlardı. Günümüzde Müslümanlar, ilâhi hükümleri uygulamamanın ve kendi hatalarının vebalini ve cezasını çekmektedirler. Musibetler, başlarına kendi hataları yüzünden gelmektedir.(Şura, 42/30)

7. Savaş, Cihat ve Kötülüklerle Mücadele Karşısında Sabır

a) “Savaş”, Kur’ân’ın tabiriyle “kıtal”, Allah yolunda, din, vatan ve millet uğrunda düşmanlarla yapılmak zorunda kalınan insan ve toplum hayatının bir gerçeğidir. İslâm, savaşı değil barışı esas alır. Yüce Allah (c.c.), “Ey mü’minler, hepiniz barışa (silme) girin.” (Bakara, 2/208) buyurarak barışı teşvik etmiştir. Ancak gerektiğinde savaşmak da farz kılınmıştır. Yüce Allah (c.c.), “Baskı ve işkence kalmayıncaya ve din tamamen Allah’a ait oluncaya kadar onlarla (kafirlerle) savaşın...” buyurmuştur. (Enfal, 8/39)

İslâm’a göre savaşın, saldırı değil ancak savunma amacıyla yapılması gerekir: Yüce Allah (c.c.), “Müşriklerin sizinle topluca savaştıkları gibi siz de onlarla topluca savaşın...” (Tevbe, 9/36) ve “(Ey mü’minler) Sizinle savaşanlarla Allah yolunda siz de savaşın fakat aşırı gitmeyin, zira Allah, aşırı gidenleri asla sevmez” (Bakara, 2/190) buyurmuş ve “Müslümanların Allah yolunda, kafirlerin ise tâğût yolunda savaştıklarını” bildirmiştir. (Nisa, 4/76)

İslâm’a göre savaş değil barış esastır. Barışın korunması, cana ve mala kıyılmaması, güven ortamının oluşturulması; yaşama, seyahat etme, çalışma, eğitim ve öğretim, din ve ibadet özgürlüğünün sağlanması esastır. Müslüman, hiçbir zaman savaşın, hele terörün varlığını asla istemez. Ancak müdafaa sadedinde savaşa katılması durumunda Müslüman’ın, savaşta sebat etmesi, sabırlı olması ve asla savaştan kaçmaması gerekir. Savaştan kaçmak en büyük günahlardan birisidir.[44] Yüce Allah (c.c.); “Ey mü’minler! Kafirlerle toplu halde savaştığınız zaman onlara arkanızı dönüp kaçmayınız. Savaş için yer değiştiren yahut başka bir birliğe katılan hariç kim arkasını onlara dönüp kaçarsa Allah’ın gazabına uğrar. Onun yeri cehennemdir. Ne kötü akıbet.” Buyurmuştur. (Enfal,8/15-16)

Peygamberimiz (s.a.v.), “Düşmanlarla karşılaştığınız zaman sabrediniz” buyurmuştur.[45]

Savaşta sabredip sebat etmek, Allah’ın sevgisine mazhar olmaktır: Yüce Allah; “Allah, tuğlaları birbirine kenetlenmiş binalar gibi saf olarak Allah yolunda savaşanları sever” buyurmaktadır. (Sâf, 61/4)

Şu ayetler, savaşta başarının ancak sabırla mümkün olabileceğini işaret etmektedir:

“Sizden sabreden yüz kişi olsa iki yüz (kafir)i yener. Ve eğer sizden bin kişi olsa Allah’ın izniyle iki bin (kafiri)i yener. Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 8/66)

“...Nice az bir topluluk var ki, Allah’ın izniyle çok topluluğa galip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 2/249)

“Nice peygamberler var ki, kendileriyle beraber bir çok erenler savaştılar, Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zayıflık göstermediler, boyun eğmediler. Allah da sabredenleri sever.” (Al-i İmran, 3/146)

Sabreden, zafere erer, Allah’ın yardımına ve sevgisine mazhar olur.

b) “Cihad”, sözlükte; güç ve gayret göstermek, yorulmak, bir işi başarmak için elden gelen bütün imkanları kullanmak ve çalışıp çabalamak;[46] İslâm literatüründe ise, “dini emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına da öğretmek, iyiliği emredip kötülüklerden sakındırmak, İslâm’ın bilinmesi, tanınması ve yaşanması için meşru zeminde çalışmak, İslâm’ı tebliğ etmek, nefse ve dış düşmanlara karşı mücadele vermek anlamlarına gelir.[47]

Bu kavram, Kur’ân’da “Allah yolunda savaşmak” (Enfal, 8/72,74), anlamında kullanıldığı gibi yukarıda zikredilen sözlük[48] ve terim anlamında da kullanılmıştır.[49] Ancak, din, iman ve vatan uğruna bile olsa terör faaliyetleri cihad kapsamında değerlendirilemez.

Yüce Allah (c.c.), “Ey mü’minler! Allah’a karşı gelmekten sakınıp sizi O’na yaklaştıracak vesileler arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz” buyurmuştur. (Maide, 5/35)

Mü’minin malı ve canıyla Allah yolunda cihat etmesi/çalışması görevidir.[50] Bu çalışmasında başarı elde edebilmesi sabredebilmesine bağlıdır. Yüce Allah, üç Âyette “cihat” ile “sabır”ı birlikte zikrederek[51] bu gerçeğe işaretle şöyle buyurmuştur:

“Yoksa siz, Allah içinizden cihada katılanları belli etmeden ve sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz.?” (Al-i İmran, 3/142)

“Sizi mutlaka deneyeceğiz, ta ki, içinizden cihada çıkanları ve sabredenleri bilelim, imanınızı deneyelim,” (Muhammed, 47/31)

Allah yolunda malları ve canlarıyla cihat edenler, cihat etmeyenlerden üstündür. (Nisa, 4/95) Bu itibarla “kim cihat ederse ancak kendi nefsi için cihat etmiş olur...” (Ankebut, 29/6)

c) “Kötülüklerle mücadele”, din literatüründe buna, “emr-i bilma’rûf ve nehyi anilmünker" denir ki “iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek” demektir. Allah, bütün ümmete bu görevi yüklemiştir. (Ai-i İmran, 3/110)

Peygamberimiz (s.a.v.), “(Ey mü’minler!), Sizden kim bir münkeri (İslâm’ın hoş görmediği söz, fiil ve davranışları, bir haramın işlenişini) görürse, onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmezse kalbi ile (kötülüğü tasvip etmesin). Bu son durum, îmanın (gerektirdiği amellerin) en zayıf olanıdır.”[52]

İnsanın bu görevini yerine getirebilmesi ancak sabırla mümkündür. Sabrı olmayan insan, bu görevi hakkıyla yerine getiremez, kaş yapayım derken göz çıkarır. Her önemli işte olduğu gibi sabır, burada da ön plana çıkmaktadır.

8. Nimetlerin Şükrüne Karşı Sabır

İnsana faydası dokunan maddi ve ma’nevi, iyi ve güzel her şey nimettir. Gerçek nimet ise âhiret saadetidir. İnsanın musibetler karşısında sabretmesi görevi olduğu gibi nimetler karşısında şükretmesi de görevidir. Nimetler de musibetler gibi insanlar için bir imtihan vesilesidir. İnsanın bu imtihanda başarılı olabilmesi için nimetin varlığında da yokluğunda da sabretmesi gerekir. Yüce Allah, insana verdiği nimeti ondan geri aldığı zaman çok ümitsiz ve çok nankör olmasını kınadığı gibi, insana dokunan bir musibeti kaldırıp ona bir nimet verdiği zaman şükredeceği yerde “kötülük benden gitti” diyerek sevinip övünmesini de şımarıp azmasını da kınamıştır. (Hud, 11/9-10). Bu itibarla insanın musibet karşısında üzgün, ümitsiz ve nankör olmayıp sabretmesi gerektiği gibi, nimetler karşısında sevinip övünerek şımarıp azmaması ve nimetlerin şükrüne sabretmesi gerekir. Yüce Allah, buna ancak sabredip salih ameller işleyen kimselerin muvaffak olabileceğini bildirmiş ve böyle olan kimselere mağfiret ve büyük mükafat va’detmiştir. (Hud, 11/11)

Nimetlere sabır; nimeti verenin Allah olduğunu bilmek, nimetleri meşru yollarda değerlendirmek, servetinden fakirin hakkını vermek, nimeti ile övünüp kibirlenmeyi ve şımarıp azgınlık etmeyi terk etmektir. Nimet ve servet ile şımarıp azmak, insanın helakine sebep olan bir davranıştır. (İsra, 17/16)

Mal, mülk, evlat, makam, güven ve sıhhat içinde olmak, ahlak, ilim, sanat... ve benzeri dünya ve ahirette sahibine faydası dokunan, her türlü nimete sabretmek musibetlere sabretmekten daha zordur. Çünkü nimet içinde bulunan insan, kendini müstağni görür, nimetinin kıymetini bilemez, serveti ile azıp isyana dalar. Neticede imanını, ahlakını ve servetini kaybetme ile karşı karşıya kalır. Nimetlerine sabredemezse, kendisini ziyana sürükler.

Nimetlere sabretmemenin Kur’ân’daki adı “Batar”dır. “Batar” bir insanın nimeti ile azması ve şımarması demektir. Yüce Allah, nimetleri ile şımaran nice beldeleri ve toplumları helâk ettiğini Kur’an’da haber vermektedir. (Kasas, 28/58) Bu itibarla yüce Allah, mü’minlerin nimetlerle şımaran insanlar gibi olmamalarını istemektedir. (Kehf, 18/47)

9. Allah’a İbadet ve İtaate Karşı Sabır

İnsan Allah’a ibadet/itaat için yaratılmıştır. (Zariyat, 51/56). Kış-yaz, soğuk-sıcak ve gece-gündüz demeden her gün beş vakit namaz kılmak, her yıl bir ay oruç tutmak, malının belirli bir kısmını fakirlere vermek, sıcak ve izdiham içerisinde hac menâsikini îfâ etmek, düşmanla cihat etmek... gibi ibadetler ancak sabırla mümkün olur. Bunun için yüce Allah;

"(Allah), göklerin, yerin ve bunlar arasında bulunan şeylerin Rabb ’idir: Öyle ise O’na ibâdet et ve O’na ibadete sabret...” (Meryem, 19/65)

“Ehline (eş ve çocuklarına) namazı emret, sen de o(nun güçlüklerine sabret... ” buyurmuştur. (Taha, 20/132)

İbadet ve itaatlere sabır; ibadet ve itaate yılmadan, zorluklarına katlanmak, bıkkınlık ve tembellik göstermemektir.

“Allah’a ve Resûlüne itaat edin... Sabredin, Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 8/46)

10. Haram ve Yasaklara Karşı Sabır

Dinin emirlerini yapmaya devam etmek sabır gerektirdiği gibi içki, kumar, faiz, rüşvet, zina, yalan, gıybet, iftira, zulüm, ihanet, hile ve çekişme... gibi haramlardan korunabilmek için de sabır gerekir. Sabredemeyen insan, haramları işleyerek günaha girer. Sabrederek dini yasaklara riayet eden insan, Allah ve peygamberine itaat etmiş ve sevap kazanmış olur.

Buhârî, el-Camiu’s-Sahîh adlı hadis kitabının “Kitâbü’r-Rikâk” bölümünün 30. bahsinin başlığını “es-sabru an mehârimillâh” (Allah’ın haramlarına karşı sabır) ismini vermiş ve “ancak sabredenlere hesapsız derecede mükâfat verilecektir.” (Zümer, 39/10) âyetini yazarak haramlara sabretmenin zorluğuna işaret etmiştir.

Ezâ, musibet, kötülük, öfke, ibadet, itaat, cihat ve haramlara kısaca Kur’an’â uygun hareket etmeye sabır, nefsin cihadıdır. Böyle bir davranış, peygamber ve salih insanların ahlakıdır.[53]

11. Başarılı Olabilmek İçin Sabır

İnsanın; işinde, mesleğinde, cihadında, sanatında, ticaretinde, tahsilinde ve her türlU çalışmasında başarılı olabilmesi için azimli ve sabırlı olması şarttır. Çünkü insan, başarıya ancak bu şekilde ulaşır. İnsan dünyasını da âhiretini de ancak çalışarak kazanır. Başarı; çalışma, azim, sabır ve Allah’ın yardımı ile mümkün olur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“...(Bir işe) azmettin mi artık Allah’a güven (tevekkül et). Çünkü Allah, tevekkül edenleri sever: Eğer Allah, size yardım ederse artık sizi yenecek (bir kuvvet) yoktur ve eğer sizi yüzüstü bırakırsa O’ndan sonra artık size yardım edecek kim vardır? Mü’minler Allah’a güvensinler.” (Al-ilmran,3/159-160).

Yüce Allah, şu ayette çalışanları, sabredenler ve Allah’a güvenenler olarak nitelemiştir:

“... Çalışanların ücreti ne güzeldir. Onlar ki, sabrederler ve Rab’lerine güvenirler.” (Ankebut, 29/58-59)

Başarılı olmada azim, sabır ve tevekkülün yanında işin ve görevin iyi ve sağlam yapılması da gerekir.

Bu takdirde Allah, çalışanın emeğini zayi etmez: “Kim Allah‘a karşı gelmekten sakınır ve sabrederse, şüphesiz Allah, muhsinlerin (iyilerin, işini iyi ve sağlam yapanların) ecrini zayi etmez.” (Yusuf, 12/90)

Hz. Ömer (r.a.), “Hayatımızın hayrını sabırla bulduk” demiştir.[54]

Sabreden insan, huzurlu, başarılı ve mutlu olur. Küfür, şirk, nifak, isyan ve kötü ahlak... gibi musibetlere sabır olmaz. Bir an önce bunlardan kurtulmak insanın ilk görevidir.

İnsan her işinde olduğu gibi sabır konusunda da ancak Allah’ın yardımı ile muvaffak olabilir. Şimdi “Allah’tan sabır istemek” konusunu ele alabiliriz.

IV. ALLAH’TAN SABIR İSTEMEK

İnsanın ancak Allah’ın yardımı ile sabırda muvaffak olabileceğini yüce Allah şöyle bildirmektedir:

"Sabret, sabrın ancak Allah (‘ınyardımı) ile mümkündür...” (Nahl, 16/127)

Peygamberimiz (s.a.v.) ise, “Kim sabır isterse Allah ona sabrı ihsan eder” buyurmuştur.[55]

Allah’tan sabır istenmesi ile ilgili Kur’an’da bir çok âyet vardır. İki örnek vermekle yetinelim:

1. “(Tâlut’un askerleri) Câlût ve askerlerine karşı çıktıklarında şöyle demişlerdir:

-“Rabb’imiz, üzerimize sabır dök, ayaklarımızı sağlam tut ve kafir topluma karşı bize yardım et.”

“Bunun üzerine Allah’ın izni ile onları hezimete uğrattılar. Davut Câlut’u öldürdü...” (Bakara, 2/250-251)

2. Musa (a)’a iman eden mü’minler; “ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım”, (A’raf, 7/124) diyen Firavun’a karşı:

-“Rabb’imizin ayetleri gelince, O’na iman ettik diye bizden intikam almak istiyorsun (dediler ve);

-“(Ey) Rabb’imiz! Üzerimize sabır dök ve bizi Müslümanlar olarak öldür” (diye yalvardılar.)”(A’raf, 7/126)

“Sabır” bir zorlukla karşılaşınca istenir. Herhangi bir zorluk ve bela söz konusu olmadan Allah’tan sabır değil “afiyet” istenir. Peygamberimiz (s.a.v.), bir adamın, “Allah’ım, ben senden sabır istiyorum” diye dua ettiğini duyunca, ona; “Sen Allah’tan bela istedin, O’ndan afiyet iste” demiştir.[56]

Zor durumda kalan insan Allah’tan “sabır” isterse Allah ona sabır verir ve onu başarılı kılar. (Enfal, 8/65-66)

“Sabır”, yüce Allah’ın kullarına farz olan buyruklarından birisidir. “Sabır”, kolay değildir, zordur, zor olduğu kadar da faziletlidir. Bu sebeple Kur’an’da sabredenlere çeşitli mükafatlar va’dedilmiştir. Şimdi bunları görelim:

V. SABREDENLERİN MÜKÂFATI

Allah, sabredenlere dünya ve ahirette pek çok mükafat va’detmiştir. Bunları şöyle özetleyebiliriz:

1. Allah sabredenleri sever. (Al-i İmran, 3/146)

2. Daima onlarla beraberdir. (Enfal, 8/46)

3. Onlara yardım eder. (Al-i İmran, 3/125)

4. Onları, yaptıklarının en güzeli ile ödüllendirir. (Nahl, 16/96)

5. Onları bağışlar ve onlara merhamet eder. (Nahl, 16/110)

6. Ücretlerini iki kere (dünya ve ahirette) (Kasas, 28/54) hesapsız derecede verir. (Zümer, 39/10)

7. Ahiretteki mükafatları daha büyüktür. (Nahl, 16/41-42)

8. Onlar için mağfiret ve büyük mükafat hazırlamıştır. (Ahzab, 33/35)

9. Ahirette kurtuluşa ererler. (Mü’minun, 23/111)

10. Cennetin en yüksek köşkleri ile mükâfatlanırlar ve orada sağlık dileği ve selamla karşılanırlar. (Furkan, 25/75)

11. Cennette koltuklara dayanırlar, ne yakıcı güneş görürler ne de dondurucu soğuk. Cennetin gölgeleri üzerlerine yaklaşmış, meyveleri de yenilmeğe hazır hale getirilmiştir. Yanlarında gümüşten kaplar ve billur kupalar dolaştırılır, içkiler ikram edilir, inci gibi gençler hizmet ederler, ipek elbiseler giyerler, gümüşten bilezikler takınırlar. (İnsan, 76/12-21)

12. Sabretmenize karşılık selam size, (bakın) dünya yurdunun sonu ne güzel denir. (Ra’d, 13/24)

Peygamberimiz (s.a.v.), “Mü’minin sabrettiği her şeyde (kendilerine) mükafat verilir” buyurmuştur.[57]

Mü’minin bütün bu mükafatları elde edebilmesi ve ebedi hüsrandan kurtulabilmesi için iman edip salih ameller işlemesi sabrı ve hakkı başkalarına da tavsiye etmesi gerekir. (Asr, 103/1-3)

DEĞERLENDİRME

İnsan; hayır ve şer, nimet ve musibetle imtihana tabi tutulur. Bu imtihanda başarılı olabilmenin ilk şartı sabırdır. İnsanın başarılı veya başarısız, huzurlu veya huzursuz oluşu sabredip etmemesi ile doğrudan ilgilidir.

Yüce Allah, mü’minlere sabrı tavsiye etmekte ve bu konuda kendisinden yardım istenilmesini emretmektedir. Sabredenleri sevdiğini ve onlarla beraber olduğunu bildiren yüce Allah, sabredenlerin müjdelenmesini istemektedir.

Sözlükte hapsetmek anlamına gelen sabır, din ıstılahında; insanın; Allah’tan gelen müsîbetlere, mü’min olmayanların eza ve cefalarına, insanların kötülüklerine, eşlerin birbirlerine ve çocuklarına, hastalıklara, öfkelenmeye, savaş, cihat ve kötülüklerle mücadeleye, nimetlere, Allah’a ibadet ve itaate, haram ve yasaklara karşı sabretmesi gerekmektedir.

İnsanın ilahi musibetler karşısında sabrı; musibetini kaldırıvermesi için Allah’a dua etmesi, işini, halini ve davranışlarını düzeltip musibetlerden kurtulmaya çalışmasına mani değildir: Burada sabır; ilk sadmede musibetlere tahammül göstermek ve Allah’a isyan etmemektir.

Mü’min olmayanların eza ve cefalarına karşı sabır; onlara karşı hiçbir şey yapmamak değil yerine ve zamanına göre tepki göstermek, onlarla yılmadan mücadele etmeye devam etmektir.

İnsanların kötülüklerine karşı sabır; kötülüğe kötülükle karşılık vermeyip kötülük yapanı bağışlamak, kötülük yerine iyilik yapmak ve kötülük yapan kimse ile barışmaktır.

Eşlerin birbirlerine karşı sabrı; iyi geçinmek, birbirlerinin kusurlarını affetmektir.

Çocuklara karşı sabır; onların yetişmesi için gerekli olan maddi ve ma’nevi fedakarlığa katlanmaktır.

Hastalıklara karşı sabır; hastalığı sebebiyle Allah’a isyan etmemektir. Hastalıklara sabır; hastalığını tedavi etmek için her türlü çareye başvurmaya mani değildir. Hastalığın geçmesi için hiçbir şey yapmadan beklemek sabır değildir.

Öfkeye karşı sabır, öfkelendiği zaman öfkesine sahip çıkmak ve kırıcı olmamaktır.

Savaş, cihat ve kötülüklerle mücadele etmede sabır, yılmadan bu görevlere devam etmektir.

Nimetlere sabır, nimet karşısında azmamak ve nimetlere şükrü hakkıyla eda etmektir.

İbadet, itaat, haram ve yasaklara karşı sabır; dinin emir ve yasaklarına riayet etmek ve bu konuda yılgınlık ve bıkkınlık göstermemektir.

İnsanın yaptığı her işte başarılı olabilmesi için sabretmesi gerekmektedir. Sabır, başarının ve huzurun ilk şartıdır.

Sabretmek Kur’an’da peygamber ve mü’minlerin özellikleri olarak zikredilmiş ve sabredenlere dünya ve ahirette hesapsız derecede mükafat va’dedilmiştir.



[1] Bkz. Bakara, 2/155-, Al-i İmran, 3/187, En’am, 6/165, Hud, 11/11, Kehf, 18/7

[2] Müslim, Tahare, 1.1,203.

[3] Ahmed b. Hanbel, I, 307.

[4] Buhârî, Rikak, 20. VII, 183. Müslim, Zekat, 124.1,729.

[5] Ahmed, I, 307.

[6] Bkz. Taha, 20/130, 46/35, Tur, 52/48.

[7] Al-i İmran, 3/20/130, Enfal, 8/46.

[8] İbn Manzur, Lisanil’l-Arab, IV, 138. Beyrut, 1956. et-Taberi, Câmiu’l-Beyan an Te’vîli Ayi’l- Kur’an, I, 2/253. Mısır, 1954.

[9] El-Müfredâtfi Garibi’l-Kur’an, s. 273. Mısır, 1961.

[10] İhyâü Ulûmi’d-Dîn, IV, 120-125. Trcm. Ahmed Serdaroğlu. Bedir Yay. İst. 1974.

[11] Buhârî, Cenâiz, 32. Müslim, Cenaiz, 14.

[12] Hak Dîni Kur’ân Dili, I, 340. Eser Kitabevi, İstanbul, 1971.

[13] Ahmed, VI, 349,351.

[14] Ahmed, I, 178.

[15] Buhari, Rikak, 20.

[16] Kâdı el-Beydâvî, Kâdî, Envâru’t-Tenzil ve Esrâru’t-Te’vîl, VI, 355b (Mecmûatün Mine’t-Tefâsir)

[17] İbrahim, 14/5, Lokman, 31/31, Sebe’, 34/19, Şûra, 42/33.

[18] Tirmizî, Deavat, 83. V, 531.

[19] El-Kurtubi, el-Câmi’li Ahkâmi’l-Kur’ân, I, 373. Beyrut, 1967.

[20] El-Kurtubî, II, 175. Yazır, I, 548.

[21] Ahmed, V, 272.

[22] Buhari, Cenâiz, 21.

[23] Şerî Cürcânî, Kitâbü’t-Ta’rifat, s. 131. Baskı yeri ve tarihi yok.

[24] Ahmed, I, 307.

[25] Musibetlerle ilgili geniş bilgi için bk. İsmail Karagöz, Kur ’an ’a Göre Musibetler Açısından İnsan ve Toplum, Çelik Yay. İst. 1996.

[26] Tirmizi, Kıyame, 55. (IV, 663) İbn Mace, Fiten, 23. (II, 1339)

[27] et-Taberi, Câmiu’l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, Beyrut, 1988. XIV, 28/166.

[28] Müslim, İmare, 5. Tirmizi, Cihad, 27.

[29] İbn Mace, Edeb, 3. (11,1211)

[30] İbn Hıbban, Taberânî ve Beyhakî, Bkz. El-Gtlmüşhânevî, Ahmet Ziyaüddin, Râmûzu’l-Ehâdisîn, 1016 nolu hadis.

[31] İbn Mâce, Edeb, 3. (II, 1210)

[32] Kamil Miras, Sahıh-ı Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, X, 398. Diyanet İşleri Başkanlığı Yay. Ank. 1972.

[33](Buhari, Tıb, 1. (VII, 12)

[34] Müslim, Eşribe, 12. Ebu Davud, Tıb, 11.

[35] Ebu Davud, Tıb, 1. Tirmizi, Tıb, 1.

[36] Buhârî, Merda, 7. Tirmizî, Zühd, 46. Ahmed, III, 144.

[37] Buhârî, Tıb, 30. Müslim, tmare, 165. Ebu Davud, Cenaiz, 11.

[38] Buhârî, Enbiya, 54. Müslim, Selam, 92-93.

[39] Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s. 625. Ankara, 1979.

[40] Müslim, Birr, 107. (III, 2017). Buhârî, Edeb, 106.

[41] Buhârî, Edeb, 71. (VII, 96).

[42] Buhari, Edeb, 115. (VII, 121).

[43] el-Kurtubî, I, 372.

[44] Müslim, İman, 145. (I, 92). Buhârî, Vasâya, 23.

[45] Buhârî, Cihâd, 32. (III, 212).

[46] Levis Me’lûf, el-Müncid, s. 105. Beyrut, 1986.

[47] Ahmet Özel DİA, VII, 527.

[48] Maide, 5/53; Ankebut, 29/8; Lokman, 31/15.

[49] Bkz. Al-i İmran, 3/42; Ankebut, 29/6.

[50] Bkz. Enfal, 8/72, 74; Tevbe, 9/20; Hucurat, 49/15.

[51] Bkz. Nahl, 16/110; Muhammed, 47/31.

[52] Müslim, İman, 70. (I, 69)

[53] el-Kurtubî, I, 372.

[54] Buhâri, Rikâk, 20 (VII, 183).

[55] Buhâri, Rikâk, 20 (VII, 183).

[56] Tirmizi, Deâvat, 94. (V, 541).

[57] Ahmed b. Hanbel, I, 173.