Makale

Hidayetin Kaynağı Kur'an

Hidayetin Kaynağı Kur’an

Musa Yoleri Çalabaş Köyü Camii İmam-Hatibi / Ardahan

Kur’an’ın hadimi olmanın, Kur’an öğreticisi olmanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu yaz Kur’an kurslarında öğrendim.
2010 yılının ikinci ayında göreve başladım. Görev yaptığım köy 70 haneli ve iki mahalleli, biraz dağınık küçük bir köy. Örf ve âdetlerine yabancı olmama rağmen kısa sürede köylülerle kaynaştık. Cemaatimin çoğu orta yaşlı ve yaşlılardan oluşuyordu. Genç ve çocuk cemaatim çok azdı. Geleceğin cemaati olacak olan bu çocuklarımızı camiye alıştırmalıydım, aksi takdirde 15-20 yıl sonra caminin bomboş kalacağı bu günden gözüküyordu. Öncelikle çocuklara ulaşmam gerekiyordu. Bunun da en güzel fırsatı yaz Kur’an kurslarıydı. Kurs başlamadan üç-beş gün öncesinden kapı kapı dolaşıp hem öğrenci topluyor hem kaydediyordum. Fakat beklediğim katılım gerçekleşmiyordu, çünkü hayvancılıkla geçinen bir yöre olduğu için altıncı ayın ikinci yarısından itibaren köydeki evlerin büyük çoğunluğu yaylaya çıkıyordu. Köyde kalan birkaç yaşlı ve birkaç çocuk… En fazla 10 öğrencim oluyordu, bir süre böyle devam ettik, fakat diğer çocuklara da ulaşmam gerekiyordu ama nasıl? Köy ile yayla arası yaklaşık 10 km, devamlı ulaşım yok, yaya gidip gelmek de çok zor, ama çözümü yok değil. Geçen yıl kurslar başlamadan önce Cenab-ı Hak nasip etti araba aldım. Müftülüğümüzün izniyle yaylada kurs açmaya karar verdim. Kursu açmadan bir gün evvel yaylaya gittim. Yaylada karşılaştığım ilk kişi köyümüzün bakkalı Ali amcaydı. Evler yaylaya çıkınca o da bakkalı toplayıp yaylaya taşımış, yolun kenarına küçük mütevazi bir bakkal açmış. Durumu Ali amcaya anlattım. O da bana bu konuda yardımcı olmaya çalıştı. Çadırı nereye kuracağımıza karar veremedik, çünkü yaylanın coğrafi yapısı dağınıktı, Ardahan-Kars ana yolu yaylayı ikiye bölmüştü. Döndük dolaştık tekrar bakkalın yanına geldik. Ali amca, “Hocam kurs için en uygun yer bakkalın yanıdır, çünkü her iki tarafa eşit uzaklıkta” dedi. Ben de, “Tamam o zaman çadırımızı buraya kuralım.” dedim. Ertesi gün çadırımızı kurduk. 9-12 saatleri arasında köyde kalan çocuklara camide, 13-16 saatleri arası ise yaylada derslerimize başladık.
Yayladaki çocukların büyük çoğunluğu kursa iştirak ettiler, yaklaşık 30’un üzerinde öğrencim oldu, fakat bu kez de çocuklar zamanında toplanamıyorlardı. Kimisi kaz önünde, kimisi buzağı, kimisi oyun peşinde. Hâliyle unutkanlık oluyor, ilk günlerde yarım saat, bir saat geç gelenler oldu. Zaman bizim için çok önemli bunun önlemini almalıydım, ertesi gün yaylaya giderken megafon seyyar bir ses cihazı vardı onu götürdüm. Kendisi küçük ama sesi gayet gür çıkıyordu. Sesin her taraftan duyulması için cihazı çadırın en tepe noktasına asar, kursa ilk gelene sırasıyla cihazdan dua ve namaz surelerini okuttururdum. Böylece diğer öğrenciler dersin başladığını anlayıp kısa sürede toparlanıyorlardı. Biz süratle derslerimize devam ederken bakkal Ali amca arada bir öğrencilere çikolata dağıtıyordu.
Çocuklar cihazdan dua ve sure okumayı çok sevdiler. Bir gün öğrencilerden birisi “Hocam şiir de okuyalım.” dediler. “Tamam, olur.” dedim. Dersimizin son yarım saatini “Dinimizi Öğreniyoruz 1, 2, 3”ten şiirler okumaya ayırdık. Hangi şiirler yok ki, “İslam’ın Anahtarı”, “Küçük Kul”, “İslam’ın Şartları”, “Oruç Sözlüğü”, “Ablama Dua” ve diğerleri. Şiir okumak daha çok beğenildi. Kursun ikinci haftasında katılım yüzde doksanlara ulaştı. Çocuklar şiir okurken bazen adını soyadını da söylüyorlardı ki dersten sonra evlerine döndüklerinde anne babalarına nasıl okuduklarını sorabilsinler. Her gün okunan şiirleri sadece çocuklar değil aynı zamanda yayladaki halk da ezberlemiş, öğrencilerden biri “Hocam annem de İslam’ın Şartları şiirini ezberlemiş.”, bir diğeri “hocam benim de babam “Küçük Kul” şiirini ezberlemiş.” diyordu. Günler geçerken çocuklar da yavaş yavaş Kur’an’a geçmeye başladılar. İlk 20 gün içinde yedi kişilik bir Kur’an grubu oluşturduk.
Yine günlerden sıcak bir gün, bakkal Ali amca çocuklara çikolata dağıtmaya geliyor, ama bu gün poşette değil kolisiyle getiriyordu “Ali amca bunu da bizim hesabımıza yaz.” dedim. “Hocam bunun hesabı ödendi.” dedi. “Kim ödedi bir teşekkür etseydik!” dedim. “Hocam az önce burada bir olay yaşandı… Her gün buradan gelip geçen karayollarında çalışan bir kamyon var, bu kamyoncu bazen bakkala uğrar içki alır giderdi, yine içki almak için bakkala geldi çocukları böyle toplu hâlde görünce, “Bunlar niçin toplanmış böyle?” dedi. “Kur’an kursu… Çocuklar Kur’an öğreniyorlar.” dedim. Durdu uzun uzun Kur’an okuyan çocukları seyretti sonra, “Yazıklar olsun bana şu küçücük çocuklar yaylada Kur’an öğreniyorlar bense şu mübarek aylarda içki içiyorum!.. Bundan sonra bir daha ağzıma almayacağım” diye tövbe etti. İşte bu çikolataları o ısmarladı.
“Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidayet rehberidir.” (Bakara, 2/2.) ayet-i kerimesi sanki yeniden nazil oluyor zannettim. Bir kimsenin hidayetine şahit olmak ne güzel bir şeymiş. O kamyoncunun yoldan gelip geçerken bizlere selam verip el sallamasını ve o kamyonun korna sesini asla unutamam.