Makale

Kişi Noksanını Bilmek Gibi İrfan Olmaz

Kişi Noksanını Bilmek Gibi İrfan Olmaz

Prof. Dr. Mustafa Kara
Uludağ Üniv. İlahiyat Fak.

Dinin manevi bir yol olduğu Kur’an-ı Kerim’de geçen “Allah yolu”, “doğru yol” gibi kelimelerden anlaşılabilir. Kur’an-ı Kerim bu yolda yürüyen müminlerin, şartlarına dikkat ettikleri takdirde sürekli olarak “derece” kazanacaklarını ve üst makamlara doğru seyredeceklerini de haber vermektedir. İlgili ayetlerde bu manevi derecelerle ilim dünyası arasında irtibat kurulmaktadır: “…Biz dilediğimiz kimseyi kat kat yüceltiriz. Fakat her bilenin üstünde bir bilen vardır.” (Yusuf, 12/76.) “…Allah içinizden tam inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini, katbekat yüceltecektir…” (Mücadele, 58/11.)
İnsan bedeninin gelişimi çeyrek yüzyıla yakın bir zamana ihtiyaç duyduğu gibi ruhunun kemal noktasına ulaşması da yıllara ihtiyaç duymaktadır.
Bu kademeleşmeyi gönül adamları değişik kelimelerle ifade etmişlerdir. İlme’l-yakin, ayne’l-yakin, hakka’l-yakin tasnifinin sahipleri bu merdiveni üç basamaklı düşünürken söz konusu gönül merdiveninin basamaklarını yedi, on, kırk, yüz hatta bin bir olarak tasnif edenler de vardır.
Bu derecelendirmenin bir tanesi de dörtlüdür. Bunu da en güzel şekilde Yunus Emre (öl. Eskişehir 1320.) ifade etmiştir:
“Şeriat, tarikat yoldur varana
Hakikat, marifet ondan içeru.”
Bu beyti daha iyi kavrayabilmek için üç boyutlu resim imdadımıza yetişebilir. Üç boyutlu resmin üçüncü katmanında bulunan şekli görebilmek için neler yapılmalıdır.
1. Sakin bir ortamda sabit olmalıdır.
2. Bütün dikkat resim üzerinde toplanmalıdır.
3. Sabırla perdelerin açılması beklenmelidir.
Dinî hayatta irfan ve marifeti yakalamak da böyle bir şeydir. Uygun mekân, yeterli zaman, yoğunlaştırılmış düşünce ve nihayet sabır ve sebat.
İşte Yunus’un marifetiyle ikiz kardeş olan irfan, dinî hayatın üçüncü boyutudur. Bu konuyu hadis-i şeriflerle irtibatlandırmak isteyenler Cibril hadisindeki; İman, İslam, İhsan şeklindeki üçlü tasnifi hatırlayabilir. (Müslim, İman, 1.) İbadetlerle kâmil insan arasındaki ilişkiyi Niyazi-i Mısri (öl. Limni 1694.) aydınlatıyor.
“Savm u salat u hac ile zâhid biter sanma işin
İnsan-ı kâmil olmaya lazım olan irfan imiş.”
İrfan ve marifet sahibine arif denir. Arif, kâmil imanın tadını tatmış, ilimle hikmetin zevkine varmış, işin özünü yakalamıştır.
Cahil ile arifin meseli şuna benzer:
Cahil katında iman, malum meçhul değil mi?
İrfan cevherini bulmak için ariflerin dizinin dibine oturmak, onların söz ve sohbetlerinden istifade etmek, ahlaklarıyla ahlaklanmak gerekir.
“Eğer cevher ister isen hizmet eyle ariflere
Cahil bin söz söyler ise ma’nâda miskal olmaya.”
İrfan noktasına yükselebilmek için bazı engelleri aşmak gerekir. En büyük engel “dünya” engelidir. Bunu Kur’an-ı Kerim bize oyun-eğlence kelimeleriyle anlatmakta dünyanın geçiciliğine vurgu yapmaktadır. (Ankebut, 29/64; Muhammed, 47/36.) Dervişler bundan hareketle başka kelimeler üretmektedir:
“Ariflere bu dünya hayal ve düş gibidir
Kendini sana veren hayal ve düşden geçer.”
İmanla ibadeti, ibadetle ihsanı bütünleştiren ariflerin bir özelliği de gözü yaşlı olmalarıdır:
“Bir gözü yaşlı arif, uğradım eydür ağlagil
Bunda çok ağlayan kişi onda gider güle güle”
Hz. Peygamber’in ifadeleriyle “imanın tadını tatmak” ve dinî coşkuyu doya doya yaşamak için dikkat edilmesi gereken hususların başında riya ve gösteriş gelmektedir. Riyanın zıddı olan ihlas ise irfanın olmazsa olmazıdır:
“Ariflerin ortasında sofuluk satmayalar
İhlas ile bu aşka riyayı katmayalar.”
İrfan deryasının derinliklerine dalabilmek ve inciyi elde edebilmek için ”ben” putunu kırmak, kibir engelini aşmak, tevazu ile eş anlamlı olan miskinlik meydanına ulaşmak gerekir:
“Ey Yunus Arif isen anladım bildim deme
Tut miskinlik eteğin âhir sana gerekdir.”
Kendi kusurlarını telafi etmek yerine başkalarının ayıplarının peşine düşen insanların da irfan dünyasıyla tanışamayacağını, onun doyumu olmayan zevklerini tadamayacağını Hüzni mahlaslı şairimiz (öl. Yozgat 1936.) söylemektedir:
“Herkesin aybından çekip de dili
Kendi aybın bilmek irfan dediler.”
İsmail Hakkı Bursevi’ye göre ise (öl. Bursa 1725.) irfan mektebine kaydolabilmek için tahsile yeni başlayan bir çocuk kadar samimi ve heyecanlı olmak gerekir:
“Tıfl-ı ebcedhân olub gel mekteb-i irfana gir
Alem-i ekber nedir mürşidden öğren ey sağîr.”
Bursevi irfan sahibi müminlerin namazı nasıl olur sorusuna Bakara suresinin 115. ayetine atıfta bulunarak cevap vermektedir:
‘’Semme vechullah’ı mihrab eyleyenler kalbine
Ol huzur ile salat-ı ehl-i irfanı kıla.”
İrfan ile kardeşliği olan terimlerden biri ledün ilmi olduğu gibi diğeri de hakikattir. Bursevi kendine hitap ederek açıklamalarına devam ediyor:
“Ledünnî ilmini bildinse Hakkî, cehli dûr ettin
Kadem bastın hakikat üzre sen de şimdi irfana.
Hakkî hakka himmet kıl ayine-i kalbin sil
Var sırr-ı hakikat bil tekmil edip irfanı
Gece gündüz Hakk’ı iste âşık ol
Bezm-i irfana duhûle layık ol
Hakkıyâ var Hak yolunda sâdık ol
Hakk’ı iste Hakkî ger derviş isen.”
XIX. yüzyılın yıldız şahsiyetlerinden Osman Şemsi Efendi meseleyi toparlıyor:
“Olma mâil dehr-i dûnun servet ü sâmânına,
Sadr-i vâlâ câhına, zîbâyiş-i umrânına!
Bî-vefâdır yandırır âhir seni hicrânına.
Bulmağa yâr-i kadîmi, ermeğe irfânına,
Ehl-i tevhîdin gelip aşk ile gir devrânına!
Geç sivâdan, bas kadem gerçeklerin meydânına;
Uy imâm-ı vakte, gel, el bağla Hak dîvanına!”
Onun müminlere olan duasıyla yazımıza son verelim:
“Sen cümlesini mazhar edip ‘hulk-ı azim’e
İrfan ile şirin-dehan eyle ilâhî!”