Makale

Geçmişten Günümüze CAMİLERİMİZE BİR BAKIŞ

Geçmişten Günümüze
CAMİLERİMİZE BİR BAKIŞ
Doç. Dr. Hakkı Acun

XI. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Anadolu’ya akın akın gelmeye başlayan Türk boyları, 1071 Malazgirt Zaferinden sonra, hızlanarak çok kısa sürede Anadolu’ya sahip oldular. Atalarımız, dünyanın en zengin kültürlerinin hakim olduğu bu topraklara Türk damgasını silinmeyecek şekilde vurmuşlardır. XII. Yüzyılın sonlarında başlayan büyük imar faaliyetleri ile, Anadolu’da binlerce eser vücuda getirmişlerdir. Bu yapıların en başında da "Camiler" gelir.
İslâm’ın, herkes eşittir, herkes aynı mekânda namaz kılmalıdır fikri; parçalanmamış bütün bir mekânla, bu da kubbeyle gerçekleştirilebilirdi. Bu düşünce, Türk cami mimarisine esin kaynağı olmuştur. Türklerin cami, mimarisindeki hedefi, parçalanmamış bütün bir mekân elde etmektir. Bu fikir de Anadolu Selçuklu, Beylik ve Osmanlı dönemlerinde adım adım gelişerek, Mimar Sinan elinde olgun biçimine ulaşmıştır.
İslâm’ın erken devirlerinden beri cami mimarisinde, harimde belli bir mekân vurgulama fikri, Anadolu Selçuklu döneminde de devam eder. Divriği Ulu Camii (1228), Ankara Arslanhane Camii (1290) ve Beyşehir Eşrefoğlu camiilerinde (1297) olduğu gibi, boyuna sahanlı camilerde, orta sahanı geniş ve yüksek tutarak; -Silvan (1152-1157), Ur-fa (1176) ve Kızıltepe Ulu Camilerinde (1204) olduğu gibi-, enine mekânlı camilerde ise mihrap önü kubbesini büyüterek oluşturulmaya çalışılmıştır. Mihrap önü kubbesinin büyütülme çabaları da merkeziyet fikrini doğurmuştur. Genelde bir arayış dönemi olarak görülebilen Anadolu Selçuklu camilerinde, değişik planlar uygulanmasının yanında, portal süslemeleri de ön plandadır. Merkeziyet fikrinin vurgulandığı ilk yapı, Artukoğulları döneminde Necmüddin Alpî tarafından yaptırılan Silvan Ulu Cami’dir (1152-1157).
Anadolu Selçuklu döneminde beliren merkeziyet fikri, Beylikler döneminde de gelişerek devam etmiş ve yeni yeni arayışlara gidilmiştir. Silvan Ulu Camii ile başlayan merkeziyet fikri, bir adım daha gelişerek, 1366 tarihinde İshak Çelebi’nin yaptırdığı Manisa Ulu Camii’nde karşımıza çıkar. Manisa Ulu Camii ile birlikte, cami mimarisine revaklı avlu düzeni de girmiştir. Artık cami mimarisinde, avlu ile harim birbirini tamamlayan mekânlar olarak düşünülmüştür.
Anadolu Selçuklu camilerinin portallerinde görülen yoğun süsleme, Beylikler döneminde yerini sadeleşmeye bırakmıştır. Çini kullanımı da azalmıştır. Beylikler döneminde ortaya çıkan yeniliklerden birisi de, altlı üstlü süslü pencereleriyle, -Selçuk İsa Bey Camii’nde (1374) görüldüğü gibi-, cephe düzenlemesidir.
Osmanlı Beyliği gelişip diğer beylikleri de içine alarak, Anadolu birliğine yönelmiştir. Sonra İstanbul’un fethiyle imparatorluk devleti hüviyetine bürünmüştür. Artık yapıların boyut-larında büyümeler, sayılarında çoğalmalar söz konusudur.
Edirne Uç Şerefeli Camii (1437-1447) planındaki gelişim, geçmişle geleceği bağlayan bir düzenleniş gösterir. Anadolu Selçuklularından beri gerçekleştirilmek istenen mekân bütünlüğü bu yapı ile billurlaşmış, Mimar Sinan’a giden yolu açarak öncüsü olmuştur. Üç Şerefeli Camiinde, harimdeki merkeziyet fikrinin yanında, kapalı (harim) mekân ile açık (avlu) mekânının birlikte düşünülmesi ve Manisa Ulu Camiinden daha gelişmiş bir plan göstermesi, klasik dönemin habercisi olmuştur. Harimde 24 m. çapında büyük kubbe ile iç mekânın 1/3 den fazlasını kapatması, ortası şadırvanlı dört tarafı revaklı, yan kapıları olan, köşelerinde minareleri bulunan avlu düzeni ile gelişmiş bir mimarinin özelliklerini taşıdığı belli olmaktadır.
Kubbeyi genişleterek, mekânı bir kubbe altına toplama fikri, klasik Osmanlı cami mimarisinin en büyük uğraşı olmuştur. Mekân bütünlüğünün o çağda kubbe, yarım kubbe ve ek-sedralarla sağlanabileceğini keşfeden Türk mimarları, bunu geliştirmek için epey çaba sarfetmişlerdir. Bu biçim, en güzel şeklini de Mimar Sinan’ın elinde almıştır.
Mimar Sinan Osmanlı İmparatorluk Devletinin ulaştığı zirveyi somutlaştıran eserler vücuda getirmiştir. Yapmış olduğu Süleymaniye (1550-1557) ve Selimiye Camiileri (1569-1575), dünya mimarlık tarihinin şaheserleri arasında sayılır. Mekânda birlik ve bütünlük, mima-ri elemanlar arasındaki estetiğe dayalı dengeli uyum, yukarıdan aşağıya doğru genişleyen kademeleşme ve statik bilgi, insanı hayrete düşüren ölçülere ulaşmıştır. Kitaplara sığmayan Koca Sinan’ı satırlara sığdırmak herhalde imkansızdır. Büyük boyutlu yapılarında kullanmış olduğu karkas (iskelet) sistemi, günümüzün modern mimarisine ışık tutmaktadır. O nedenle Sinan, modern mimarinin de babası sayılmaktadır.
Daha önce de belirttiğimiz gibi Sinan, İmparatorluk Devletinin sembolleş-miş zirvesidir. Koskoca bu imparatorlukta yalnız Sinan mı vardır? sorusuna; Sultan Ahmet Camii’nin (1609-1617) mimarı Sedefkâr Mehmet Ağa, Davut Ağa ve Kasım Ağa gibi Sinan’lar vardır, diyebiliriz.
Sinan’ı Sinan yapan bu toplumun değerleridir. Bu toplum eğitmiştir, bu toplum yetiştirmiştir. Acaba! Sinan’ın çizdiği planları uygulayacak ekonomik güç ve-rilmeseydi, Sinan, Mimar Sinan olur muydu? Acaba! Sinan’ın çizmiş olduğu planları uygulayacak ustalar ol-masaydı Sinan, Mimar Sinan olur muydu? sorusu daima sorulmalıdır.
Cami mimarisinde imparatorluğun güç kaybetmesiyle birlikte, Sinan Üslubu giderek kaybolup yerini 1750’lerden sonra batılı değerlere bırakmıştır. Önceki dönemlerde, iç ve dış cephelerdeki sadelik yerini gösterişe ve fonksiyonsuzluğa terk etmiştir.
XIX. Yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın ilk çeyreğinde ise, Neo-Klasik denilen akımın etkisinde eski değerlerin tekrar kullanıldığı camileri görmekteyiz.
Günümüz cami mimaris hakkında hiçbir şey söylenemez. Sanki şaheserler yapan Sinan’ın torunları değiliz! Estetik duygudan ve bilgiden yoksun ne olduğu belli olmayan bir cami mimarisi ortaya çıkmıştır. Ne eskiyi tam anlamıyla tekrar ediyor, ne de yeniden nasibini almış oluyor. Günümüz teknolojisiyle modern mimari şaheserler oluşturabilir. Yeter ki istek ve denetim olsun. Günümüzde camiler; modern mimariden nasibini almış, çevre ve yöreyle uyumlu, yöreler ve semtler arası yarışa dönüşen, içi dolmayan dev gibi camiler yapma yerine; Osmanlı döneminde görülen mahalle mescidleri gibi küçük, şirin, bahçesi olan, yörenin mi-marisine ve çevresine uyan, modern mimari ürünü mescidler yapılmalıdır. Bu işe en kısa zamanda Devlet ve Diyanet İşleri Başkanlığı el atarak cami yapımını yalnız dernekçilere bırakmamalıdır
BAZI ÜNLÜ CAMİLERİMİZ
Ulu Cami / Divriği
1229 yılında, Mengücekoğlu Ahmet Şah ve Eşi Melike Turhan (darüşşifa kısmını), cami, darüşşifa, türbe ve hamamdan oluşan külliye şeklinde yaptırmıştır. Cami ve darüşşifa kapılarındaki taş süslemeleriyle ünlüdür.
Ulu Cami / Manisa
Cami, medrese, türbe, çeşme, hamam ve mevlevi-haneden oluşan bu külliye, 1366 tarihinde Saruhanoğlu İshak Çelebi tarafından yaptırılmıştır. Türk mimarisinde mekân ve avlu gelişimi açısından önemlidir.
Yeşil Cami / Bursa
Çelebi Sultan Mehmet tarafından 1419 tarihinde, Mimar Hacı İvaz’a yaptırılmıştır. Zaviye planlı yapının kapı, pencere ve çini süslemeleri önemlidir.
Süleymaniye Camii İstanbul
Mimar Sinan’ın kalfalık eseri olan bu külliye, 1550-1557 tarihleri arasında Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Kubbesinin çapı 28 m. yüksekliği 53 m.dir. Dört minareli, 10 şerefelidir. Şerefe sayısı Kanuni’nin 10 uncu padişah olduğunu simgeler.
Caminin, minber ve mihraptaki mermer işleri, mihrabın etrafını çeviren çinileri, vitray pencereleri, sedef ve fildişi süslü kapı ve pencereleri birer şaheserdir. İç mekândaki yazıları Karahi-sarî Ahmet ile Şakirdi Hasan Çelebi ve Mustafa İzzet’in eserleridir.
Selimiye Camii / Edirne
32 m.ye yakın kubbe çapıyla, dünya mimarlık tarihinin en önde gelen yapısı, Selimiye Camii, Sultan Sarı Selim (II.) tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. 1569-
1574 tarihleri arasında beş senede inşâ edilen külliye, Mimar Sinan’ın ustalık eseridir. Caminin dörtbir yerinde Sinan’ın ustalıklarını görmek mümkündür. Üçer yollu kuzeydeki minareleri bir mimarlık dehasıdır. Kapı ve pencereleri, çini süslemeleri ve taş işçiliği özenle ya-pılmıştır.
Sultan Ahmet Camii / İstanbul
Sultan 1. Ahmet tarafından, 1609-1617 tarihleri arasında Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa’ya, külliye şeklinde yaptırılmıştır. 6 Minareli tek ca-mimizdir. Çinileriyle ünlüdür. Bu nedenle Mavi Cami diye de adlandırılır.
Çapanoğlu Camii Yozgat
İki kısımdan oluşan caminin birinci kısmı, 1779 yılında Kapucubaşı Çapanoğlu Mustafa Bey, ikinci kısmı 1794 yılında kardeşi Kapucubaşı Süleyman Bey tarafından külliye şeklinde yaptırılmıştır. Külliye, cami, türbe, çifte hamam, 80 dükkan ve çeşmeden oluşur. Son Osmanlı döneminin Anadolu’daki en büyük külliyelerinden birisidir. Aynı dönemin İstanbul camile-riyle boy ölçüşecek derecede itinayla yapılmıştır. Yapının içindeki ve sundurma üzerindeki duvar resimleri ile ünlüdür.