Makale

İrfan Geleneğinde Hadis Yorumu- Hadisleri İbret ve İtibarla Yorumlamak-

İrfan Geleneğinde Hadis Yorumu
-Hadisleri İbret ve İtibarla Yorumlamak-

Yrd. Doç. Dr. Ferhat Gökçe Yıldırım
Beyazıt Üniv. İslami İlimler Fak.

Hicri üçüncü asırda müstakil ilimlerin ortaya çıkması ile birlikte her ilim dalı Hz. Peygamber’in hadislerine kendi zaviyesinden yaklaşmış, bunun neticesinde hadislerin anlaşılması ve yorumlanması konusunda farklı değerlendirmeler ortaya çıkmıştır. Bu farklı yaklaşımlardan birisini, Kur’an-ı Kerim ve hadisleri anlama ve yorumlama yöntemi gibi konularda diğer İslami geleneklerden farklı bir yaklaşıma sahip olan, hadis ve sünnete marifet ve bâtın temelli yaklaşıp, hadisleri işari yönden yorumlayan mutasavvıflar ortaya koymuşlardır.
İrfan geleneğinde “hadis” ve “sünnet”, arifleri marifete ulaştıran bir kaynak olarak görülmüştür. Ehliirfan, hadisle ilgili çalışmalarını hadislerden marifete ulaştıracak temel prensipleri çıkarmaya teksif etmiştir. Bu amaçla tasavvuf hareketinin ilk dönemlerinden itibaren ‘zahir-bâtın’ ‘işaret’, ‘itibar’ ve ‘hikmet’ gibi kavramlar altında, giderek tekâmüle uğrayacak bir şekilde sufiler, kendilerine has bakış açıları ve yöntemleriyle hadisleri yorumlamışlardır.
Ehliirfana göre, hadislerin zahir anlamlarının yanı sıra bâtın manaları da vardır. İrfani hadis yorumculuğu zahire karşılık bâtına, ibareye karşılık işaretlere ‘ibret’ ve ‘itibar’a, hükümlere karşılık hikmetlere dayanır. Her şeyden önce irfani yorum söyleneni değil, söylenmek isteneni temel alır. Görünenden görünmeyenin bilgisine ulaşma arzusu, en genel anlamda zahire karşılık bâtının temel alınması yorumculuk bakımından kayda değerdir. İrfan geleneğinde bir metnin anlaşılması ve yorumlanmasında en çok başvurulan bu temel kavramlar sufiyi ya da arifi doğrudan metin ya da ibarede görünmeyen ancak bunlarda saklı bulunan bir bilgiyi arama ve onu yorumlamayla baş başa bırakmaktadır. Özellikle maksatların tespitinde bu kavramların göreceği işlev önemlidir. Nitekim ‘ibret’ ve ‘itibar’ olmadan tek başına ibare, hakikate ve maksada götürmez. Ancak ibarelerden tamamen kopuk, bağımsız ibret ve itibarların da bizleri hakikate ulaştıramayacağı bir gerçektir. İşte bu yüzden ehliirfan, zahiri bertaraf eden yorumlara itibar edilmeyeceğini belirtmişlerdir.
İrfani hadis yorumlarında kullanılan ‘bâtın’, ‘işaret’, ‘itibar’ ve ‘hikmet’ gibi temel kavramlar, açıklamaya (tefsir) değil, yoruma dayalı kavramlardır. Ehliirfan hadisleri açıklamak amacıyla dile ya da metne ait unsurları gözetmektedir. Ancak onlar için esas olan dili ya da lafzı anlamak değil, dil ve lafız aracılığıyla hem kendini hem de varlığı anlayarak bunu metin yorumlarına yansıtmaktır. İrfan geleneğinde hadis ve sünnetin anlaşılması ve yorumlanması, hadis ve sünnetin içselleştirilmiş olması, pratiğe aktarılması hatta neşredilmiş olması ile eş değerdir. Oysaki sadece dilsel kriterlere göre yürütülen anlama ve yorumlama faaliyetinde bu zorunlu görülmez.
İrfani hadis yorumculuğunun doğrudan yorumlamayı temel alma, hadislerdeki maksatları tespit etme anlamında en önemli yönlerinden birisi hadislerdeki hikmetlerle ilgilidir. Sufiler hadis yorumlarında tasavvuf, ahlak ve bâtınla ilgili unsurlara hadislerin hikmetlerini, hadislerin neden ve niçin irat edildiğini tespit ederken yer vermektedirler. Hadis ilimlerinin en üstünü olarak kabul edilen ‘hikmetü’t-teşri’ bağlamında hadislerin hikmeti, hadislerin neden ve niçin irat edildiği ve Hz. Peygamber’in sözü söyleme maksadı ile ilgilidir. Bu anlamda hadislerin hikmetlerine dair yorumları, Hakim et-Tirmizi (ö. 285/898), Sadreddin Konevi (ö. 673/1274) ve Muhyiddin İbnu’l-Arabi (ö. 638/1240) gibi müellifler derinlikli bir şekilde ele almışlardır. Hikmet yorumculuğu tıpkı işari yorumlarda olduğu gibi sufilerin bâtın anlayışlarına paralel bir şekilde ameli ve nazari tasavvufta farklılaşmaktadır. Hadislerdeki hikmetlerin yorumuna dair en güzel örnekleri ehliirfanın hadis yorumlarında görmekle birlikte, hikmet yorumlarının en aşırı örneklerini de yine irfani yorumlar içerisinde görmekteyiz.
İrfani hadis yorumlarının, ‘zahir’ ve ‘bâtın’ ayırımının tarihî süreç içerisinde mahiyeti çok farklılık arz etse de bütün arifler için en az metnin kendisi kadar insan da önemlidir. Sufiler hem ameli hem nazari tasavvufta ‘itibar’ ve ‘işaret’le pek çok hadis yorumunda ‘kendini bilen rabbini bilir’ düsturuna göre hareket etmektedirler. Hakim et-Tirmizi (ö. 285/898), hadis yorumlarında metnin insana dönük yönünü özellikle kelimelerin semantik tahlillerinde ve hadislerin hikmet boyutundaki yorumlarında ortaya koymaktadır. O, bir hadisin ya da hadiste yer alan bir kavramın insanın nefsi, kalbi ve ruhu üzerindeki etkiyi açıklayarak hikmet tespitinde bulunmaktadır. Hakim et-Tirmizi, hadislerdeki nehiylerin hikmetlerini ele aldığı Kitabu’l-Menhiyyat’ta ve diğer bir eseri Nevadiru’l-Usul’de bu yorum tarzının en güzel örneklerini vermiştir.
İrfan geleneğindeki hadis yorumlarında dikkat çeken en önemli hususlardan birisi, ehliirfanın varlığa ve insana bakışının hadis yorumlarına yansımış olmasıdır. İrfan geleneğinde hadis yorumlarında ‘ibret’ anlamını da barındıran ‘itibar’ kavramının kullanılmış olması oldukça önemlidir. Bir hâlden bir hâle geçme manasını taşıyan ‘itibar’, müşahede edilen bir bilinene dikkat edip ondan bir meçhulü bilmeye intikal etmek demektir. ‘İtibar’, ehliirfanın bilgiyi anlamada, hatta üretmede kullandıkları metodun adıdır.
İrfan geleneğinde genelde eşyaya ‘ibret’ gözüyle bakılması gerektiği hususu aynı şekilde dinî metinlere de ‘ibret’ gözüyle bakılmasını gerekli kılmaktadır. Nitekim tasavvuf geleneğinde ‘basiret’ ve ‘ibret’ “besairu’l-itibar” terkibiyle tasavvufi bir ıstılaha dönüşmüştür. İrfan, ilahî hitaptan ve Hz. Peygamber’in hadislerinden ibretlerin çıkarılmasını ve hayata tatbikini öngörmektedir. Bu yüzden işari hadis yorumlarının pek çoğunda insanı ilgilendiren bir ibret yönü bulunmaktadır. İbarelerin içermiş olduğu manalar, söz konusu ibarelerden daha geniş olsalar bile, bu ibarelerin suretleriyle irtibatlı olmaları nedeniyle manalar da sınırlı olarak telakki edilmiştir. Bu yüzden şayet ibare, doğrudan (zahir) beklenen ibreti/manayı içermiyor, ya da insanla ilgili yönü içinde bulundurmuyorsa, ibareden bu yön çıkarılarak itibara ulaşılır. İbarelerden itibarları çıkarma, bütünüyle arifin manevi gücüne, basiretine ve metinle olan ilişkisine bağlıdır. İrfani hermenötiğin en önemli yanı burada devreye girmektedir.
Hâris el-Muhasibi’nin (ö. 243/857) bir metni anlamak için o metni sevmiş olmanın, İbnü’l-Arabi’nin ayet ve hadislere edeple yönelmenin gerekliliğini vurgulaması, ehliirfanın hadis metinlerini tekrar tekrar okuma ve tecrübe ederek hayata tatbik etme gayretleri ve edindikleri tecrübelerle tekrar hadis metinlerine yönelmeleri, hadislerden farklı ve orijinal sayılabilecek tespitlerde bulunmalarını sağlamıştır. Ancak, ibret ve itibarların kimi sufilerde ameli yönünün, kimi sufilerde ise nazari yönünün daha ağırlıklı olduğunu belirtmek gerekir. Nitekim İbnu’l-Arabi’nin bir hadisten bir hadisçinin aklına bile gelmeyecek yorumlar çıkarması da ‘itibar’ kapsamında görülmüştür. Özellikle nazari irfanda ‘itibar’ kavramı, metnin yorumundan ziyade varlığın yorumlanması esasına dayanır. Bu durum nazari irfanda aşırı yorumların en önemli sebebi olmuştur.
Ehliirfanın, aşırı tevillere yönelip lafızlardan oldukça kopuk yorumlarda bulunma gayreti içerisinde olmadıkça ve gayretlerini hadislerdeki hikmetlere, insanın manevi yönünü doyuran, kalbine hitap eden yorumlara verdikçe hadisleri başarılı bir şekilde yorumladıklarını söyleyebiliriz.