Makale

Gurbette Ramazan

Gurbette Ramazan
Dr. İlhami Ayrancı Eğitim Uzmanı

Din Hizmetleri Ataşesi olarak görev yaptığım insanların arasından döneli henüz altı ay olmadı. Bu satırlarla hiç değilse kendi alanımla ilgili gurbetin en önemli, en anlamlı, en hareketli dönemi olan ramazan ayına dair bir iki satır ile tarihe not düşmek istedim.
Anadolu’da;
“Bir yiğit gurbete gitse
Gör başına neler gelir
Garip sılayı andıkça
Yaş gözüne dolar gelir.”
mısralarıyla başlayan ve yanık yanık söylenen türküyü bilmeyen yoktur.
Güzel yurt Anadolu’nun civanmert yiğitleri elli yıl önce boyuna posuna, kaslarına ve dişlerine bakılarak, yani doktor kontrolünden geçirilerek seçilmiş ve tutmuştur gurbetin yolunu. Hedef bir iki yıl içerisinde ekip biçilecek birkaç dönüm tarla, iki çift öküz, bilemediniz bir traktör parası kazanıp dönmektir memlekete. Yıllar birer ikişer geçmiş, bir türlü gelmemiştir o dönüş günü. Önce eşleri, sonra çocukları yanlarına alınmış, çoluk çocuğa karışılmış, ev bark sahibi olunmuş… derken aradan geçen yarım asra rağmen dönülememiştir anavatana.
Geçen bunca zaman zarfında neler yaşandı, hangi hasretler, hangi özlemlere şahit oldu Avrupa’nın kasvetli, nemli geceleri? Günlerini (yıllarını) heim (haym) denilen bekâr evlerinde ‘bir gün gelip döneceğiz’ düşüncesi ile geçiren bu insanların, bulundukları ülkenin vatandaşlığına geçmeye başladıkları sürece nasıl gelindi? Bu süreç aydınımız tarafından göz ardı edildi ve yiğitlerin gurbet hikâyeleri kaleme alınmadı. Bu alanda yazılmış kitapların sayısı maalesef bir elin parmaklarının sayısını bile bulmadı. Oysa elli yıllık bir zaman sürecinden ne hikâyeler, ne romanlar, insanımız için, devlet adamları için, insanlık için ne ibretlik dersler çıkardı kim bilir!
Aslında söz konusu olan hikâyeden daha çok bir destandı, yakın tarihimizdi bizim, hem de yüz akı bir tarih bence!
Yüz akı diyorum çünkü elli yıllık uzun sayılacak bir zaman sürecinde bu yiğitler utanılacak, yüzümüzü kara çıkaracak bir geçmiş bırakmadı geride. Geriye bıraktıkları Avrupalıyı şaşırtacak çalışkanlıkları, yardımseverlikleri, fedakârlıkları yani insanlıklarıydı. Böyle de olsa, aradan geçen elli yıla rağmen Avrupa toplumunda bilgisizlikten ve önyargılardan kaynaklanan ve korkudan beslenen bir “yabancı düşmanlığı” hiç bitmedi. Bunun sonucu olarak insanımız yıllar yılı yaşadığı hatta vatandaşlığına geçtiği gurbet diyarında ‘yabancı’, ana vatan Türkiye’de ‘Almancı’ olmaktan kurtulamadı, bu da yüreğine oturdu, incitti onu.
50 yıl önce Haydarpaşa’dan tahta valizleriyle trene binerken çantalarındaki eşyalarından başka çok daha önemli şeyleri de götürmüşlerdi gurbete. Bu, onların gönül dünyalarındaki inançları, kültürleri, örf ve âdetleriydi. Yâr hasretine dayanmışlardı, evlat hasretini basmışlardı bağırlarına ama camisiz-ezansız yapamamışlardı. Gurbete varır varmaz aralarından ehil birini namazlarını kıldırmak için görevlendirmiş; depolarda, çatılarda, kilise avlularında da olsa cuma ve bayram namazları ihmal edilmemişti. Çok geçmeden alın teri ve ellerinin nasırı ile helalinden kazandıkları rızıklarından cömertçe bağışlarda bulunarak ibadet mekânları camilerini inşa ettiler. Çünkü Avrupa’da cami, bir ibadet mekânı olmanın yanında sığınılacak bir huzur limanıydı gurbetçilerimiz için. Bu satırların tam olarak anlaşılabilmesi, o havanın solunması ile mümkündür ancak. Şair Arif Küçükbenli’nin ifadesi ile;
“Ezan seslerine hasret kalmayan
Anlayamaz nedir gurbette cami
Her şeyi yitirip tekrar bulmayan
Bilmez ne demektir gurbette cami..!”
İşçi yurtları, koridor veya bodrumlarında kılınan teravih namazları, meydanlarda ya da kiliselerde kılınan cuma ve bayram namazları artık tarih oldu. İşte bir ramazan ayını daha idrak ediyoruz. Kimsesiz yapılan sahurlar, yapayalnız açılan iftarlar artık mazide kaldı. Şimdi çoluk çocuk, genç, ihtiyar yüzlerce insan cami ve cemiyetlerde iftarını açıyor, namazlarını kılıyor. Birçok yerde cuma ve bayram namazları kubbeli, minareli, görkemli camilerde kılınıyor artık.
Ramazan bütün Müslümanlar için kutlu bir zaman dilimidir, bunda kuşku yok. Fakat biz bu konuda gurbetin bir istisna olduğunu, ramazanın gurbetteki insanımız için çok özel bir yerinin olduğunu düşünüyoruz.
Ramazan gelince gurbette her şey farklılaşır. Vatan hasretiyle yanıp tutuşan gönüllerde iklim değişir, bahar olur. Muzdarip insanlar mutlu, mahzun gönüller huzurludur, bunu hissedebilirsiniz. Muhabbet iklimini kalplere taşıyan on bir ayın sultanı, gurbetçileri bambaşka ufuklara taşır. Ramazan ayı bir anlamda gurbette buruk ve kırık kalplerin bayramı, sılaya hasret kalanların vuslatıdır.
Geleneksel yemeklerin ihmal edilmediği iftar sofralarının tadı bir başkadır. Dost ve yakınlarla birlikte iftar saati beklenirken televizyonlardaki programlar izlenir, Ankara ve İstanbul için okunan ezanlar dinlenir. Neredeyse her iftar sofrasında iç geçirilerek söylenen “Şimdi memlekette olmak vardı.” sözünü duyabilirsiniz. Evet, doğrudur, insanımız için gurbette ramazan aynı zamanda biraz yalnızlık hissi ve biraz hüzündür. Ne de olsa burası ‘acı gurbet’tir. Yani her ne kadar birçok Müslüman Avrupa’da ramazanı “memleket tadında” yaşamaya da gayret etse, gurbetteki ramazanlarda yetim çocukların hüznü vardır gözlerde.
Gurbette, ramazan ayında camiler âdeta şölen yeri gibidir. Ramazandaki değişikliklerden biri de, camilerin her yerde olduğu gibi artık insanımıza dar gelmesidir. Kim bilir belki de yüreklerdeki hüzün ateşini hafifletmek içindir bütün bu gayret. Bu öyle bir coşkudur ki, Solingen’deki iftar sofralarına şahit olunmadan, Yunus Emre Camisi’nde her gün ayrı bir hafız din görevlimizin kıldırdığı teravih namazına iştirak etmeden, Polman’da ramazan boyunca gece yarılarına kadar hiç abartısız binlerce insanı görebileceğiniz kermes çarşılarına uğramadan… bu coşkunun anlaşılabilmesi mümkün değildir.
Türkiye’de dahi örneğini fazlaca göremediğimiz bir uygulama söz konusudur gurbet camilerinde. Birçok camide ramazan ayı boyunca yüzlerce insanın katılımı ile gerçekleştirilen ve kesintisiz devam eden iftar sofraları kurulmaktadır. Bu sofraların kahramanları sırf ramazan ayı için Türkiye’den davet edilen profesyonel aşçılar olabileceği gibi, hiçbir dünyevi karşılık beklemeden her gün en az on saatini camilerine vakfeden vefalı Anadolu kadını da olabilir. Ne on sekiz saati bulan oruçlu geçirilen süre, ne sıcak hava onları yıldırmaz.
Anlat anlat bitmeyecek gerçek bir gurbet destanıdır bu. Ramazanda din görevlilerimiz ile cemiyet yöneticilerinin rehberliğinde topyekûn bir seferberlik söz konusudur. Tek amaç vardır, o da insanımıza hizmetin en iyisini sunmak. Bu vesile ile gurbetteki isimsiz kahramanları saygı ile selamlıyorum. Ramazan-ı şerifiniz mübarek olsun.