Makale

DİN VE MESULİYET DUYGUSU

DİN VE MESULİYET DUYGUSU

Dr. Habil ŞENTÜRK
D.E.Ü. İlahiyat Fak. Öğr. Gör.

Hayatta kişinin, ferdî ve sosyal bir takım sorumlulukları vardır. Bu sorumlulukları karşısındaki tutum ve davranışları onu, ya başarılı, mutlu, itibarlı ve güvenilir veya başarısız huzursuz, itibarsız ve güvenilmez bir kişi haline getirecektir. Mesuliyetinin icabını yaparsa. bunun için bir takım fedakârlıklara, zahmetlere ve zorluklara katlanırsa sonuçta başarı, mutluluk, itibar ve güven kazanacaktır. Sorumluluğunu tam olarak idrak etmeyip de tembellik edecek ve birtakım sıkıntılara katlanmıyacak olursa, başta gönüllü olarak katlanmadığı bazı sıkıntılara fazlasıyla katlanmak zorunda kalacaktır. .
İnsanı, diğer canlılardan ayıran özeliklerin başında onun bir akıl ve irade sahibi olması geldiği gibi aynı zamanda bir din ve mesuliyet duygusuna sahip olması da gelir. Aslında insan şahsiyetinin bütünlüğü göz önüne alınınca akıl, irade, din ve mesuliyet duygusu yakın bir ilişki içerisindedirler. Bu sebeble aklı olmayanın dîni ve irâdesinden; iradesi olmayanın da mesûliyet duygusundan söz edilemez.
Allah Teâlâ, bizi şöyle mümtaz özelliklerle yaratırken elbette başıboş da bırakmamıştır. Nitekim Kur’ânı-ı Kerîm’de şöyle buyurul- muştur. "İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? (1) Allah âdildir, verdiğinden fazlasını istemez. Bize verdiği imkanlar, fırsatlar maddî ve mânevi zenginlikler istidat ve kabiliyetler ne ise o nisbette sorumluluk yüklemiştir. Yanî akıl, irade ve yetki vermiş; buna karşı da birtakım mesuliyetler yüklemiştir.
Mesûliyet duygusu kişinin sahip olduğu yüce duygulardan biridir. İnsanoğlunun menfaatçilik gibi bencil; fedakârlık ve vafâkarlık gibi diğergam duyguları yanında; fazîlet, kahramanlık, takdir, hayranlık ve mesûliyet duygusu gibi dinî ve ahlâki yüce duygulan da vardır. Bir buğday tanesi uygun bir ortamda nasıl önce bir filiz, sonra boy atarak pek çok yapraklar ve en sonunda olgun bir başak verirse; insanoğlu da doğumundan itibaren önce biyolojik ve bencil, sonra diğergam veya sosyal, daha sonra aa yüce duygularını uygun çevre şartları altında geliştirerek ortaya koyar.
Nasıl bir ağaç köksüz, gövde- siz, dalsız ve meyvesiz düşünülemez ve bunların herbiri o ağacı tamamlayan unsurlar ise, insan şahsiyetinin gelişip bütünleşmesi ve olgunlaşması için de bencil ve sosyal duygular kadar din, ahlâk ve mesuliyet duyguları gibi yüce duyguların da gelişmesine ve olgunlaşmasına ihtiyaç vardır.
İşte mesûliyet duygusu bu o çerçevede ele alındığı zaman sağlıklı din eğitiminin önemi ortaya çıkar. Çünkü kişinin sorumluluk duyabilmesi için onu herhangi bir davranışa iten veya o davranıştan alıkoyan bir sebep veya müeyyide gereklidir. Yanî kişi, şöyle yapmak isterse niçin o işi yapmalı veya onu yapmaktan vazçemelidir? Bu noktada kişinin dînî inancı devreye girecek ve yapacağı işin dünyevî ve uhrevî yönünü düşünüp, bu işin ona neler kazandırıp, neler kaybettireceğini hesaba katarak karar verecektir. Bütün bunlar kişide iradenin uygun bir şekilde kullanılabilmesi için gerekli şuur seviyesine ulaştırılmasının, vicdan denilen iç denetim gücünün geliştirilmesinin bir ihtiyaç olduğunu gösterir.
Kişinin davranışlarının kontrollü olabilmesi ve istenilen yönde yapılabilmesi için mesuliyet duygusunun gelişmiş olması gerekir. Bunun için de kişinin bir dünya görüşüne, bir hayat anlayışına sahip olması icap eder. Şahsiyetinin gelişmesi ve bütünleşmesi, iç ve dış yaşayışları arasında bir tutarlılık, davranışları arasında bir bütünlük olması gerekir. Şahsiyetin oluşması, gelişmesi ve bütünleşmesi açısından da inançların, tutumların ve değerlerin önemi çok büyüktür. Kişi inandığı gibi yaşar. İnancına ters düşen bir iş yaptığında, bir davranış gösterdiğinde kendi içindeki mahkemeye karşı sorumluluk duyar, vicdanı onu rahatsız eder. İşte bu mahkemenin iyi işlemesi, dışarıdaki mahkemelere fazla gerek kalmaması için kişilerin inanç sistemleri, manevî dünyaları sağlıklı bir din eğitimi ile geliştirilip oluşturulmalıdır.
Yüce dinimiz İslam, kişilere sağlıklı bir eğitimle benimsetilirse, onun inanç sistemiyle kendi içlerinde uyumlu ve huzurlu; ibadet, ahlak ve diğer konulardaki emir ve yasaklarıyla da başkalarıyla uyumlu hale geleceklerdir. Herkes kendi sorumluluğunu bilecek ona göre bir tutum ve davranış sergileyecektir. Yüce Allah: Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz. sorumluluğu gerektirir." (2) buyurmuştur, islam bir hayat tarzıdır. Müslüman hayatını ona göre düzenlemek durumundadır.
Müslüman kişi, İslam’a inanmakla İslâm’a girmekle bir sorumluluk yüklenmektedir. "Allah vardır, birdir, O , benim Rabbimdir; Hz. Muhammed, Allah’ın kulu ve Rasûlüdür; Allah Teâlâ Kur’ân da nasıl yaşamı emrediyorsa, öylece yasacağım; Hz. Peygamber’in bize gösterdiği gibi, öğrettiği ve uyguladığı gibi yaşayacağım" diye Allah’a söz vermektedir. Bu sözüne riayet etmek durumundadır. Eğer riâyet etmezse dünyada da, ahirette ele sorumludur. Bu emir ve yasaklara uymamanın mükâfatı, uymamanın cezası vardır.
İslâm da haklar ve sorumluluklar arasında bir denge vardır. Biz insan olarak haklarımızı daha iyi bilir ve daha iyi takip ederiz de, sorumluluklarımızı pek iyi bilmez ve onların çok iyi takipçisi olmayız genellikle. Halbuki birimizin hakkını alabilmesi için, diğerimizin sorumluluğunu yerine getirmesi bir zarurettir. Hayatın çeşitli safhalarında bazen hak sahibi, bazen de, sorumluluk sahibi olabiliriz. Bu gün bana, yarın sana. İşte bu şuuru, toplumun bütün fertlerine kazandırabilirsek, o zaman fertte şahsiyet bütünlüğü, toplumda sosyal bütünlük sağlanmış olacaktır, islâm’ın gayesi, mümin kişiyi, başta Yüce Yaratıcıyla, sonra da kendisiyle ve içinde bulunduğu toplumuyla uyumlu hale getirmektir. Böyle kişilerin meydana getirdiği mütecanis toplumda ise sosyal uyum, sosyal bütünlük ve huzur olacaktır. Ekonomik, sosyal, kültürel, dinî ve ahlâkî gelişme de bu ortamda sağlıklı bir şekilde kendini gösterecektir.

Kıyame- 36.
İsra-34